17 Ekim 2015 Cumartesi

ilyada destanı -2

— Böğründen delip geçirildin! Bundan sonra çok yaşamazsın, sanırım: Bana büyük bir şan vermiş olacaksın. Güçlü kuvvetli Diomedes, hiç titremiyen bir sesle cevap verdi: — Silâhın kaydı, bana değmedi. Şimdi sanırım ki, artık ikimizden birinin yere yuvarlanması ve kanıyla cana susamış Ares'i kana kana sarhoş etmesi yakındır. Böyle deyip silâhını fırlattı: Athene sivri ucunu burnuna, gözünün yanına değdirdi. Cana kıyan tunç beyaz dişleri kırdı, dilin kökünü kesti, sivri uç çenenin altından delip geçti. Adam devrildi, üstünde kıvılcımlar saçan silâhları çınladı. Tez giden atları irkilip geriledi. Ünlü savaşçı yerde, canı uçmuş, iç ateşi sönmüş kaldı. 105/555 AFRODİTE'İN YARALANMASI Ene uzun mızrağı ve kalkanı ile yere atladı. Ahaylılar gelir de cesedi kaçırırlar diye korktu, yanında durdu. Kuvvetine güvenen bir arslan gibi savunuyordu. Mızrağını, kalkanını önde tutuyor, üstüne atılmağa gelecekleri öldürmek azmini korkunç naralar atarak ilân ediyordu. O zaman Tydeoğlu eline bir taş aldı: İki kişinin, bugünkü insanlardan iki kişinin kaldıramıyacağı ağırlıkta büyük bir taştı. O, kendi başına, hiç bir çabalayış göstermeden, taşı sallayıp fırlattı, Ene'yi kalçasından, kalçanın dize doğru dönen yerinden vurdu ki, buraya «Kotylon» derler. Burayı ezdi ve iki veteri kopardı. Taşın keskin pürüzleri cildi yırttı, kahraman dizleri üstüne çökerek kuvvetli eliyle yere dayandı; karanlık bir gece gözlerini kapamak üzereydi. O anda, halkın çobanı Ene mahvolacaktı, eğer anası Zeus kızı Afrodite onu görüp imdadına koşmasaydı. Sığır çobanı Anhis'in kollarında gebe kalarak Ene'yi dünyaya getirmiş olan Zeus kızı Afrodite hemen beyaz kollarıyla oğlunu sardı, önünde parlak elbisesinin eteğini yayarak üstüne atılacak silâhlara karşı siper yaptı. Danaoslulardan biri gelir de tunç silâhını göğsüne saplar, hayatına son verir diye korkuyordu. Fakat oğlunu kavga tehlikesinden korumağa çalışırken, Kapaneoğlu narası gür Diomedes'ten almış olduğu emri unutmamıştı: Kendi atlarını büyük kalabalığın içinden uzaklaştırıp dizginlerini arabanın rampasına taktı; sonra Ene'nin yeleleri güzel küheylânlarına atladı, onları 106/555 Troyalıların safları arasından güzel dolaklı Ahaylılara doğru götürerek, en çok kıymet verdiği arkadaşlarından Deipylon'a teslim etti, koca karınlı gemilere sürsün diye. Sonra Kapaneoğlu yine arabaya binip dizginleri eline aldı, ve çabucak duynakları kalın atları sürüp tezlikle, iç ateşle dolu Diomedes'in önüne geldi. Bu ara Diomedes, cana kıyan tunç silâhla, Kypris'i (Afrodite'yi) izliyordu. Biliyordu ki, insanların kavgalarında kılavuzluk eden Athene gibi yıkıcı Enyo gibi tanrıçalardan değildi, gücü yetmez bir tanrıçaydı. Ve tam onu sayısız yığınlar arasında aradığı bir sırada yanına gelen Tydeoğlu, hemen bir sıçrayışta, mızrağı ile, nazik kolunun ucundan yaraladı. Silâh, Harites'ler (Grâces: Alım tanrıçaları) tarafından işlenmiş olan tanrısal elbisenin arasında yürüyerek tanrıçanın bileğine gelmişti; tanrıların damarlarında dolaşan ölümsüzler kanı, «ihor» fışkırmıştı. Onlar ekmek yemediklerinden ve yanık yüzlü şarap içmediklerinden damarlarında kan yoktur, ölümsüz «ihor» vardır. O zaman, tanrıça, bir çığlık içinde oğlunu kollarından bırakır; onu hemen Foebos Apollon kendi kollarına alarak kara bir buğu içinde saklar. O ara, narası gür Diomedes haykırarak şöyle söyler — Geri çekil, Zeus kızı! Kavgalara, dövüşlere karışmaktan vazgeç. Zayıf kadınları ayartmak, baştan çıkarmak sana yetmiyor mu artık? Bir de kavgalar arasında dolaşmağa mı kalkıyorsun? Şimdi, ben, sanıyorum 107/555 ki, bundan sonra, kavgadan, hattâ senden uzak geçen bir kavganın lâfından tüylerin ürperecektir. Böyle dedi ve tanrıça üzüntü ve heyecan içinde oradan ayrıldı, binbir acı ve kaygı içindeydi. Yel ayaklı İris yetişip onu yığınlardan uzaklaştırdı. Kavganın sol tarafında ateşli Ares'i dinlenme halinde buldu, diz çökerek kardeşinden şöyle yalvardı: — Sevgili kardeşim, bana yardım et, atlarını ver, ölümsüzler yurdu Olympos'a varayım. Bir ölümlünün vuruşundan büyük acılar içindeyim. Beni Tydeoğlu yaraladı, o şu anda Zeus Baba ile dövüşmekten çekinmezdi. Böyle dedi, Ares ona, alın süsleri altından, atlarını verdi. Afrodite, gönlü ezgin, arabaya bindi. İris de binerek yanma oturdu, dizginleri eline alarak bir kamçı vuruşu ile atları havaya kaldırdı, atlar iç ateşle dolu, uçuyorlardı. Az sonra tanrıların oturduğu yalçın Olympos'a ulaştılar. Orada, yel ayaklı İris, atları koşumdan çıkardı, önlerine göksel yemlerini koydu. Bu ara, tanrısal Afrodite annesinin dizlerine kapandı. Dione, onu kolları arasında sıktı, eliyle okşıyarak ona, bütün isimleriyle, şunları söyledi: — Sevgili çocuğum, göksellerden, seni büyük bir suç için cezalandırıyormuş gibi, bu hale koyan kimdir? Ona gülümsemeyi seven Afrodite cevap verdi: 108/555 — Tydeoğlu, coşkun Diomedes, çok sevgili oğlumu, Ene'yi, kavga tehlikesinden korumak istediğim için beni yaraladı. Canlara kıyan kavga artık Troyalılar ile Ahaylılar arasında olmuyor Danaoslular şimdi tanrılara karşı savaşıyorlar! — Katlan, çocuğum, uğradığın sınamaya, kaygıların, acıların pek çoksa da, ellerini kaldır, kadere rıza göster. Olympos'un sahipleri arasında insanlar için belâlara katlananlar ve birbirlerine cefalar çektirenler çoktur. Ares belâya uğramıştı, o gün ki Aloeus oğulları Otos ile güçlü Efialtos onu can yakan bir zincirle bağladılar ve onüç ay tunçtan bir küp içinde esir tuttular. Kavgaya doymaz Ares mahvolacaktı, eğer zalimlerin analığı, çok güzel Eeribe, Hermes'e haber vermeseydi. Hermes onu o belâdan kaçırdığı zaman. Ares'in bütün kuvvetleri tükenmişti; zalim zincirleri işini bitirmek üzereydi. — Here de böyle bir belâya uğramıştı, o gün ki, Amfytrion'un zalim çocuğu onu üç sivri ucu olan bir okla, sağ memesinden yaraladı, katlanılmaz ağrılara tutulmuştu—. Hades o müthiş tanrı da belâya uğramıştı, o gün ki, Pylos'ta, bir adam, Egid kalkanını taşıyan Zeus'un bir oğlu, onu ölüler arasında tez giden büyük bir okla yaralamış, acılar içinde bırakmıştı. O zaman yüreğim elem içinde, Olympos'a çıkmış, Zeus'un sarayına gelmişti. Ok çok kuvvetli omuzunu deşip geçmişti. Peon, yaraya acıları savuşturan tozlar ekmiş, iyi etmişti, çünkü ölümsüzdü. —Şimdi, söylediğin adamı sana karşı kışkırtan çakır gözlü Athene'dir. Akılsız adam! Şu güzel Tydeoğlu, gönlü içinde bilmiyor ki, ölümsüz tanrılarla kavgalı olan, uzun zaman yaşıyamaz. Kavgadan, canlar yakan dövüşlerden sılasına gideceği gün çocukları dizlerini okşamıyacak, «Babacığım» diyemiyecek. Şimdi, Tydeoğlu da, ne kadar güçlü kuvvetli olursa olsun, bir gün senden daha cesur bir tanrı ile kapışmak istemiyorsa, aklını başına toplasın ki, mağrur karısı Egiale, kocasına yas töreni yapmak zorunda kalmasın, uzun zamanlar yas, kaygı içinde kalmasın. 109/555 Böyle dedi ve iki eliyle kolundaki «ihor»u sildi; hemen yara kurudu, kabuk bağladı; acılar, ağrılar savuştu O ara, Athene ile Here oturup bakıyorlar, iğneleyici sözlerle Kronosoğlu Zeus'u kışkırtmağa çalışıyorlardı. İlkin çakır gözlü tanrıça Athene söze başlayıp şöyle söylendi: — Zeus Baba, acaba söyliyeceğim şeye gücenir misin? Hiç şüphesiz, Kypris (Afrodite) yine Ahaylı kadınlardan birini ayartmış, Troyalılara kaçmağa kandırmıştı! Şu saatte onlara hudutsuz sevgi göstermektedir! Tülü güzel Ahaylı kadınlardan şunu veya bunu okşarken nazik eli altından bir toplu iğne ile çizilmiş olacak. APOLLON, DİOMEDES'İ DURDURUR Ölümsüzler böyle söyleşirken, narası gür Diomedes, Ene'nin üstüne atıldı. Apollon'un onu kollarıyla korumakta olduğunu biliyordu, fakat güçlü kudretli tanrıya da saygı göstermemişti. Ene'yi öldürmek iç ateşi hiç sönmek bilmiyor, ünlü silâhlarını da soyup ele geçirmek arzusunu yenemiyordu. Üç defa onu öldürmek hırsı ile atıldı. Apollon da üç defa şiddetle bu saldırışlara karşı koydu. Dördüncü seferinde bir tanrı gibi sıçradı, fakat yine uzağa atan Apollon müthiş bir nâra ile çıkışarak şöyle dedi: 110/555 — Geri çekil, Diomedes, sakın kendini tanrılarla bir tutma! Ölümsüz tanrılarla yeryüzünde yürüyen insanlar daima iki ayrı soy olacaktır. Böyle dedi ve Tydeoğlu biraz gerileyerek Okçu Apollon'un öfkesinden kaçındı. Apollon, Ene'yi, tapmağının bulunduğu kutsal Pergamos'a götürüp kalabalıktan uzaklaştırdı. Leto ile ok atan Artemis tapınağın geniş hariminde Ene'ye gücünü ve şanını geri verirken, yayı gümüşten Apollon ona benzer, silâhlan aynı, bir fantom yarattı; şimdi, Troyalılar ve tanrısal Ahaylılar bu fantom etrafında, karşılıklı olarak köseleden kalkanlar ve tunç silâhlarla birbirlerinin göğüslerini deşip dururlar. O ara Foebes Apollon ateşli Ares'e şöyle dedi: — Ares, Ares! insanlar musibeti, kan içici, kaleler yıkıcı Ares! Şu adamı, Tydeoğlu'nu, kavgadan uzaklaştırmak istemez misin? Şu saatte Zeus Baba ile bile dövüşebilirdi. Önce Kypris'e yaklaşıp onu bileğinden yaraladı, sonra bir tanrı gibi benim üstüme atıldı. Böyle deyip kendi, Pergamos tepesinde oturdu, ve o ara meymenetsiz Ares, Troyalıların saflarına giderek, Thrakyalıların Hani coşkun Akamas'ın çehresiyle onları kavgaya kışkırtıyordu. Ondan sonra Zeus dölü Priam oğullarına emirler verdi: 111/555 — Zeus soyu Priam Hanın oğulları, ne vakte kadar Ahaylılara halkı öldürmeğe meydan vereceksiniz? iyi yapılmış kapılarınıza kadar gelip dövüşmelerini mi bekliyeceksiniz? İşte, tanrısal Hektor kadar saydığımız savaşçı. Ene, yerlerde yatıyor. Haydin, yığınların patırdısından cesur arkadaşımızı kurtaralım. Böyle dedi ve herkesin yüreğine cesaret verdi, iç ateşini alevlendirdi. TROYALILARIN KARŞI SALDIRIŞI Bu ara Sarpedon, öfkeyle, tanrısal Hektor'a çıkıştı: — Hektor, senin o eski iç ateşin ne oldu? Şehri ordusuz, müttefiksiz, kendi başına, kardeşlerin ve kayınlarınla tutabileceğini mi sanıyorsun? Onlardan, şu anda, kimse görmüyorum; hepsi, arslandan korkmuş köpekler gibi bir kenara sinmiş duruyorlar. Yalnız biz, müttefikler, kavga ediyoruz. Ben işte çok uzaktan gelen bir müttefikinizim; Lykia ile coşkun Ksanthos suyu uzaktadır; orada karımı, masum oğlumu ve —züğürdün çenesini yoran— sayısız hazinelerimi bırakıp buraya geldim: Lykialı askerlerimi cesaretlendirmede kusur etmiyorum, kendim de teke tek dövüşmeğe büyük bir iç ateşi ile yanıyorum. Benim burada Ahaylıların alıp götürebilecekleri hiçbir şeyim var mıdır? Sen ise aylâk aylâk duruyorsun, seninkilere, karılarını korumaları için dövüşte sebat göstermek emrini bile veremiyorsun! 112/555 Herşeyi toparlıyan bir ağın ilmiklerine takılır, düşmanın avı, doyumluğu olursunuz, diye korkuyorum. Yakında güzel şehrinizin nasıl bir yağmaya uğrayacağını şimdiden gözümle görür gibi oluyorum. Bütün bunları, geceli gündüzlü düşünmek, müttefiklerin ünlü şanlı Hanlarına yalvarıp onların iç ateşini alevlendirmek sana düşer; ancak böyle yaparsan tehdit eden büyük tehlikeden kurtulabilirsin Sarpedon böyle dedi. Sözleri Hektor'u yürekten iğneledi. Hemen, pürsilâh, arabadan yere atlar; ordunun içine dalarak her tarafa koşar; sivri mızraklarını sallıyarak herkesi dövüşe cesaretlendirir, canlara kıyan kavgayı harekete getirir. İşte taburlar dönüp Ahaylılara karşı harp nizamına geçiyorlar. Fakat Argoslular da korkuya kapılmıyorlar, elbirliği ile dayanıyorlar. Sarışın tanrıça Demeter, esinlerin nefesinden faydalanarak, harmanlarda rüzgâr buğday tanelerini nasıl samandan ayırır da sonra yavaş yavaş tınazlar tozlardan bembeyaz olursa, onun gibi, Ahaylıların da vücutlarının yukarısı, atlarının ayaklarıyla toprağı döve döve havaya yükselttiği toz bulutlarından bembeyaz görünür, o ara arabacılar dizginleri döndürerek yeniden kavgaya girişilir. O zaman ateşli Ares, Troyalılara yardım etmek için ovayı birdenbire karanlık bir gece içine atar, altın kılıçlı Foebos Apollon'un emirlerini yerine getirmek için şuraya buraya seğirtir. Bu tanrı, Danaosluların koruyucusu Pallas Athene'nin uzaklaştığını görünce Ares'i Troyalıların cesaretini yükseltmeğe yollamış, kendi de Ene'yi tapınağının zengin hariminden almış, bu savaşçı Hanın iç ateşini alevlendirmişti. Ene kendi kıtasına dönünce, herkes onun sağ esen olduğunu görerek gönülleri şad oldu, fakat hiçbir sual sormadılar. Çünkü başka uğraşılacak önemli bir iş var: Gümüş yaylı tanrının, insanlar musibeti Ares'in ve ölümsüz bir iç ateş içinde Savaş'ın yeniden harekete getirdikleri canlara kıyan kavga soruşturmalara meydan vermiyordu. Bu ara iki Ayas, Odysseus, Diomedes Danaosluları kavgaya 113/555 cesaretlendiri-yorlardı. Fakat onlar da, kendileri, Troyalıların ne güçlü saldırışlarından, ne de kovalamalarından korkuyorlardı. Kronosoğlu'nun, havası çok sakin günlerde, bir dağ başının yükseklikleri üstüne yaydığı koyu sis, Boreas ve başka rüzgârlar esmeğe başlamadıkça hareketsiz durur; onun gibi, Danaoslular da yerlerinde ayak direyerek Troyalıların saldırışlarına dayanıyorlar, kaçmayı akıllarına getirmiyorlar. Atreoğlu ordunun her tarafına gidip geliyor, bol bol cesaretlendirici sözler söylüyordu: — Dostlar, erkek olun! Yüreğiniz cesaretle dolu olsun. Can yakan kavgalarda birbirinizi utandırın. Utanmak duygusu olan, yenilmeyi utanç bilen savaşçılarda sağ kalanlar ölenlerden çok olur. Kaçanlar için şan, şeref yok, yardım görmek de yoktur. Böyle dedi ve mızrağını fırlattı, silâh düşmanlardan değerli bir ere, ulu gönüllü Ene'nin arkadaşı Pergosoğlu Deikoon'a değdi, Troyalılar ona Priam'ın oğulları derecesinde saygı gösteriyorlardı, çünkü daima en ön safta dövüşmeğe hazırdı. Agamemnon Hanın mızrağı adamın kalkanına değdi, kalkanı keserek iç kemeri yırttı, karnına saplandı. Adam takırdı ile devrildi, üstünde silâhları çınladı. 114/555 O ara Ene de iki cesur Danaoslu, Diokles'in iki oğlunu, Krethon ile Ortilok'u yakaladı. Babaları güzel Feres şehrinin zenginlerindendi. Malları bütün Pylos memleketi içinde akan Alfe ırmağı boyunca uzanıyordu. Alfe suyu büyük bir boyun Hanı olan Ortilok'un babası idi. Ortilok'un da oğlu ulu gönüllü Diokles idi. Diokles'in iki oğlu, Krethon ile Ortilok, savaşın her türlüsünde usta delikanlılardı. Deniz teknelerine binerek, Argoslularla birlikte güzel, atı kısrağı bol İlion'a gelmişler, Atreoğulları Menelas ile Agamemnon uğurunda savaşa katılmışlardı. Şimdi, oracıkta, herşeye son veren ölümün avı oluvermişlerdi. Dağ başında, derin orman içinde, analarının büyüttüğü iki arslan: Ağıllara girip sığırları, iri koyunları kapıp durmakta iken, bir gece, ağılların sahipleri tarafından öldürülüveren iki arslan gibi, Ene'nin kollarıyla öldürülmüş, yüksek çam ağaçları gibi devrilmişlerdi. Onların yerlere serilmesi Ares'in sevgilisi Menelas'ın gönlünü acıma heyecanıyla doldurdu. Saflar dışındaki yiğitler arasından, başında kıvılcımlar saçan tulgası; mızrağını sallıyarak ileri atıldı. Ares bir yandan Menelas'ın iç ateşini alevlendiriyor, bir yandan da Ene'nin kolları altında devrilmesini düşünüyordu. Fakat onu ulu gönüllü Nestor'un oğlu Antilok gördü, o da yiğitler arasından ön saflara atıldı. Budunlar çobanının başına bir şey gelir diye korktu! iki hasım, dövüşmek ateşiyle dolu, birbirine karşı gelmişlerdi ki, Antilok yetişip budunlar çobanı Menelas'ın yanında durdu. O zaman, Ene, karşısında, yanyana durmuş iki kahraman görünce, ne kadar coşkun bir savaşçı da olsa, geri çekildi. Bunun üzerine iki cesedi Ahaylıların safları içine çektiler, talihsiz delikanlıları arkadaşlarının ellerine teslim ettiler; sonra yine ön safta dövüşmek üzere yüzlerini çevirdiler. 115/555 O ara, ulu gönüllü savaşçı Paflagonların Hanı, Ares benzeri Pylemen'i ele geçirdiler. Ünlü savaşçı Atreoğlu Menelas, onu karşısında bulunca mızrağı ile köprücük kemiğinden vurdu, Antilok da seyis ve arabacısı Mydon'u, kahraman Atymios'un oğlunu vurdu. Mydon kalın duynaklı atları çevirmek üzere iken, Antilok bir taş kaldırıp dirseğine attı. Fildişi parlaklığındaki dizginler ellerinden yere, tozlar içine düştü. Antilok hemen, avucunda kılıç, sıçradı, şakağından vurdu. Adam iyi işlenmiş arabadan, başı önde, tozların içine düşerek kafası omuzlarına kadar gömüldü; uzunca bir zaman, böyle, dimdik kaldı; ta ki atları gelip çarpana, onu tozların üstüne serene kadar. Antilok bir kamçı çalışıyla atları Ahaylı ordunun içine sürdü. Hektor saflar arasından onları gördü ve haykırarak o tarafa koştu. Troyalılar kuvvetli taburlar halinde arkasından yürüdüler. Başlarında Ares Enyo Sultan vardı. Can yakmada arlanmak bilmiyen kavgayı Enyo götürüyordu Ares ise, elleriyle kocaman bir mızrağı sallıyarak Hektor'un bir önüne, bir arkasına koşup duruyordu. Bunları gören narası gür Diomedes ürperdi. Geniş bir ova içinden yürürken karşısına denize akan, geçit vermez, coşkun bir ırmak çıkan insan, acizliğini duyarak nasıl duruverirse, ilerlemeğe hiç bir yol bulamayıp geri dönerse, Tydeoğlu da onun gibi geriledi ve adamlarına şöyle dedi — Dostlar, tanrısal Hektor'un cesaretine, hiç kırılmayan savaşçılığına hayran olmalıyız! Yanında daima ondan felâketi uzaklaştıran bir tanrı vardır. Bugün yanında bir ölümlü kılığında duran tanrı Ares'tir. Şimdi, yüzümüz Troyalılara karşı olarak kalalım, fakat yavaş yavaş da biraz geri çekilelim, açık açık tanrılar dövüşmekten kaçınalım. Böyle dedi: 116/555 Şimdiden Troyalılar yakınlarına gelmişlerdi. Hektor şu anda, savaşta usta, iki adam öldürdü, bunlar ikisi bir arabaya binmiş olan Menesthe ile Anhial idi. Yere devrilmeleri Telemonoğlu büyük Ayas'ın gönlünü acıma duygusu ile doldurdu; ölülerin yanına gelerek parlak mızrağını fırlattı, Selagosoğlu Amfilos'u vurdu; Peseli olan babası gümüşü ve buğdayı bol bir zengindir. Kader onu Priam'ın ve oğullarının müttefiki olarak buraya getirmişti. Telamonoğlu Ayas'ın mızrağı onun iç kemerinden yürüyerek karnına saplandı. Adam takırtı ile devrildi. Ünlü Ayas ölünün silâhlarını soymak üzere seğirtti, fakat Troyalılar hemen, kıvılcımlı sivri kargılarını yağdırırlar, birçoğunu kalkanıyla savar, ilerliyerek ayağını cesedin üstüne koydu, tunç silâhını çekip çıkardı. Daha fazlasını yapamazdı cesedin omuzlarından silâhların almasına kargılar engel olur. Mağrur ve cesur Troyalılar, avuçlarında mızraklar, önüne dikilmişlerdi; büyük, mağrur, güçlü kudretli olmakla beraber sarsıldı, geri çekildi. SARPEDON VE TLEPOLEM Canlar yakan kavga ile böyle uğraşılıyordu. Birden Tlepolem, büyük, ulu gönüllü Heraklesoğlu, karşı konmaz kaderin hükmü ile, tanrılar benzeri Sarpedon'un tam karşısında dikilmiş bulundu. Bulutların devşiricisi Zeus'un biri oğlu, öbürü torunu, iki savaşçı, birbirine doğru yürüyerek tutuştular. Birincisi, Tlepolem, öbürüne şöyle söyledi: — Sarpedon, Lykialıların öğütçüsü, hangi kader seni, savaştan hiç anlamıyan biri gibi, buralarda aylak aylak gezmeğe zorluyor? Senin 117/555 Egid kalkanını tutan Zeus'un oğlu olduğunu söyliyenler yalan söylüyorlar. Eski insanlar zamanında, Zeus'tan doğmuş ünlü kahramanlardan çok aşağı bir adamsın. Onlar, anlattıklarına göre, benim babam, hedefleri büyük, arslan yürekli Herakles'e benzer insanlarmış. Vaktiyle, babam, buraya, Laomedon'un atlarını almak için, yalnız altı gemi ve pek az insanla gelmiş ve İlion şehrini yıkabilmiş, sokaklarını ahalisiz koymuştu. Ama sen, yüreğin gevşek olduğu için, adamların mahvoluyor. Güçlü kuvvetli bir adam olsan da, Lykiadan buraya gelmekle Troyalılara herhangi, bir yardımın dokunmıyacak, sanırım; tersine, benim kuvvetimle yenilerek Hades'in kapılarını açacaksın. Lykialıların Hanı Sarpedon ona şöyle söyledi: — Tlepolem, söylediğin büyük adam, muhteşem Laomedon'un akılsızlığına uyarak İlion'u tahribe gitmişti, sonra, bu kadar uzaktan aramağa geldiği atları ona vermediği gibi, uygunsuz sözlerle de onu kı- namıştı. Şimdi de ben, öyle diyorum ki, hemen buracıkta, sen, benim gücümle yenilerek acı ölümü tadacaksın, canın da ünlü küheylânlar sahibi Hades'e gidecek. Sarpedon böyle dedi; bunun üzerine Tlepolem gönderi kayın ağacından mızrağını kaldırdı. Uzun silâhlar birden, her ikisinin elinden fırladı. Sarpedon öbürünü boynundan vurdu ve silâhın sivri ucu deşti geçti; o ara karanlık bir gece gözlerini kaplıyordu. Tlepolem de Sarpedon'u uzun mızrağı ile sol budundan vurdu, ucu öldürmek azmiyle oradan geçerek kemiğe saplandı. Fakat babası bu sefer de felâketi ondan uzaklaştırdı. 118/555 Bu ara tanrılar benzeri Sarpedon'u şanlı yarenleri kavga yerinden uzaklaştılar. Vücudunda saplanmış kalan uzun mızrak çok ağırdı. Fakat ayağını yere basabilmesi için budundan gönderilen kayından silâhı çekip çıkarmayı düşünen, aklına getiren hiç yoktu. Pek acele başka ve çok önemli işleri vardı, bununla meşgul olunacak zaman bulamıyorlardı! Tlepolem'i de güzel dolaklı Ahaylılar kavga yerinden uzaklaştırdılar. Fakat onu Odysseus, yüreği dayanıklı kahraman görerek yüreği heyecanla doldu. O zaman gönlüyle ve aklıyla iki düşünce arasında kaldı: Atılıp Zeusoğlunun işini bitirmeğe mi baksın, yoksa başka ve daha çok Lykialıların canına kıymak yoluna mı gitsin? Fakat ulu gönüllü Odysseus'un kaderinde Zeus'un mağrur oğlunu tunçtan sivri silâhıyla öldürmek yoktu. Bunun için Athene onun iç ateşini Lykialıların kalabalığına karşı çevirdi. Hemen Koeranos'u, Hromios'u ve Alkandros, Halios, Noemos, Prytenis'i birer birer avladı; ve tanrısal Odysseus daha başka Lykialıları öldürecekti, eğer tulgası kıvılcımlı büyük Hektor, onu, uzaktan, keskin gözleriyle görmeseydL Hektor hatlar dışındaki yiğitler arasından geçerek alev saçan tulgasıyla Danaosluların yüreğine dehşet saldı. Onun yaklaştığını görünce Zeusoğlu Sarpedon büyük bir sevinçle şöyle yalvardı: — Hey Priamoğlu! Beni, Danaosluların avı olarak, yerlerde bırakma. İmdadıma yetiş! Sizin şehirde ölmeğe razıyım, çünkü görüyorum ki, sılama kavuşup karımı ve küçük yaştaki masum oğlumu sevindirmek kaderimde yoktur. 119/555 Böyle dedi, tulgası kıvılcımlı Hektor hiç cevap vermedi; bir sıçrayışla ondan öteye geçti: Argosluları çabuk bastırmak ve onlardan mümkün olduğu kadar çok öldürmek arzusuyla seğirtiyordu. O sırada tanrılar benzeri Sarpedon'u şanlı yarenleri kaldırıp Egid kalkanını tutan Zeus'un ulu meşe ağacının dibine götürdüler. İyi arkadaşı mağrur Pelagon, budundan, kayın mızrağı çıkardı, nefesi kesilir gibi oldu, gözlerinin üstüne bir sis yayıldı. Sonra, yine nefes aldı; Boreas esini üstünden geçerek yüreğini ve sönmek üzere olan nefesini canlandırdı. Bu sırada Argoslular Ares'in ve tulgası kıvılcımlı Hektor'un etkileri altında, ne kara gemilere doğru kaçmak yolunu tutuyorlar, ne de Troyalılara doğru ilerleyip kavgaya girişiyorlar; fakat düşman orduları arasında Ares'in dolaştığını hissettikçe yavaş yavaş geriliyorlar. O sırada Priamoğlu Hektor tunç tanrı Ares acaba en önce ve en son kimleri devirdiler? Tanrı benzeri Teuthras, sonra at sürücüsü Orestes, sonra Etoli'den iyi savaşçı Trehos, sonra Oenops oğlu Helemos... sıra ile avladığı erlerdir. En son, önlüğü kıvılcımlı Oresbios düşmüştür ki. Hyle'de oturan çok mal sahibi bir adamdı. Kefis gölünün kıyılarında yaşıyan Beotililerdendir. HERE İLE ATHENE'NİN ARAYA GİRMESİ 120/555 Bu sırada Here, ak kollu tanrıça, onların Argosluları, canlar yakan kavga ortasında, kılıçtan geçirip durduklarını görünce, Athene'ye şu kanatlı sözleri söyledi: — Eyvah, Egid kalkanını tutan Zeus'un kızı, yorulmak bilmez tanrıça! Menelas'a, surları sağlam İlion'u yıktıktan sonra memleketine döneceğini söylemekle, boş bir vaadde bulunmuş olacağız, eğer şu uğursuz Ares'e istediği gibi kudurganlığını yürütmeğe meydan verirsek. Haydi, biz de ikimiz, ateşli istek ve yardımımızı gösterelim! Böyle dedi ve Athene, çakır gözlü tanrıça, hayır demedi. Hemen büyük Kronos'un kızı, kutsal tanrıça Here, alın bezekleri altından atlarını gözden geçirip koşuma hazırladı. Arabanın iki yanına, demir dingilin iki ucuna, Here, yuvarlak sekiz yarım çaplı, tunç tekerlekleri taktı. Üst çember paslanmaz altındandır, bunun da üstüne tunçtan daireler geçirilmiştir: Görülecek bir hârika! Tekerleklerin merkez kısımları gümüşten; arabanın sandığı altın ve gümüş kayışlarla bağlanmış, iki kat rampa ile çevrilmiş; gümüşten bir timonu uzanmış. Arabaya, Here, güzel altın boyunduruğu taktı, onun da üstüne altın kayışlar koydu. Ondan sonra Here tez ayaklı atlarını getirip boyunduruğa koştu. Tanrıça bir an önce kavganın, meydan okuma naralarının ortasına atılmağa çok hevesliydi. Bu sırada Zeus kızı Athene, kendi elleriyle dokumuş ve işlemiş olduğu bol, yumuşak robunu giyip tanrı babasının toprağına kadar salıverdi. Sonra, bulut devşiren Zeus'un hediyesi kaftanı üste geçirdi ve cebelenerek gözyaşları döktürecek kavgaya hazırlandı. Omuzlarına 121/555 korkunç, saçaklı kalkanını attı; çepeçevre, onda, Bozgun, Atışma, Yiğitlik Güçlülük, yürekleri donduran Kovalama timsalleri ve Egid kalkanını tutan Zeus'un korkunç alâmeti Gorgo canavarının başı görünüyordu. Alnına iki tepeli tulgasını koydu. Ondan sonra, alev saçan arabaya binerek uzun, ağır, kuvvetli mızrağını eline aldı: Onunla, en kudretli tanrının kızı, öfkesinin konusu kahramanların saflarını kırıp geçirecektir. O zaman Here, kamçısının canlı bir vuruşu ile atlara dokundu. Kendiliklerinden kapılar —setlerin beklediği, Olympos'a ve geniş göklere açılan kapılar— inliyerek, kolu bulutları dağıtarak ve tekrar toplı- yarak, onlara yol verdiler. Tanrıçalar Kronosoğlunu, Olympos'un sayısız tepelerinden en yükseğine, çekilmiş öteki tanrılardan uzak bir yerde, oturmuş buldular. O zaman beyaz kollu tanrıça Here, atlarını durdurdu ve ulu Kronosoğluna şöyle sordu: — Zeus Baba, Ares'in, çılgınlıklarına hiç darılmaz mısın? Ahaylıların güzel ve sayısı çok ordusunu mahvetti! Her tarafa seğirtip, hiçbir sebepsiz, gelişigüzel vurup duruyor. Kypris ile gümüş yaylı Apollon'un, zincirini kopardıkları, şu kanun tanımaz delinin yaptıklarına, rahat rahat oturup seyirci kalmaları beni kederler, kaygılar içine atıyor. Zeus Baba, kavgadan uzaklaştırmak için Ares'e, ben, biraz sertçe çarparsam gücenir misin? Bulutlar devşiricisi Zeus ona şöyle cevap verdi: 122/555 — Peki, olsun! Üstüne doyumluk devşiren Athene'yi saldır; hepsinden çok, ona acılar, fenalıklar çektirmek Athene'nin âdetidir. Zeus böyle dedi ve beyaz kollu tanrıça Here itiraz etmiyerek atları kamçıladı. Hayvanlar, ateşle dolu, yeryüzünü yıldızlı göklerden ayıran geniş boşluğun içine uçup daldılar. Az sonra, Troya ovasında, Eimois ve Skamandros ırmaklarının kavşağında, bulunuyorlardı. Beyaz kollu tanrıça atlarını durdurup koşumdan çözdü ve etrafına kalın bir buğu yaydı. Simois suyu, o zaman, onlara tanrısal bir yem olmak üzere otlar bitirdi. Ondan sonra, iki tanrıça, ürkek kumrular yürüyüşü ile, Argosluların yardımına gittiler, At kısrak terbiyecisi Diomedes'in etrafında toplanmışlardı. Kana susamış arslanlara veya güçleri hiçbir şeyle kırılmıyan yaban domuzlarına benziyorlardı. O zaman beyaz kollu tanrıça Here durup bir nâra attı: Büyük yürekli Stentor'un kılığına girmiş,.başka elli kişinin bir araya toplanmış sesi derecesinde gür bir sesle haykırdı: — Utanın, Argoslular! Güzel görünüşlü değersiz korkaklar! Tanrısal Ahilleus kavgalara devam ettiği zamanlar Troyalılar Dardan kapılarının önüne bile çıkmağa cesaret etmiyorlardı: Müthiş mızrağından o derece korkuyorlardı. Bugün ise, şehirlerinden çok uzakta, bizim koca Karınlı gemilerin bulunduğu yerlere sokularak dövüşüyorlar! Böyle dedi ve hepsinin cesaretini ve iç ateşini alevlendirdi. O zaman çakır gözlü tanrıça Athene, Tydeoğlunu aramağa atıldı. Kahramanı arabasının ve koşumunun yanında buldu. Pandaros'un 123/555 oku ile açılmış olan yarasını havalandırıyordu. Geniş bir kayışla asılı yuvarlak kalkanı altında, kuvvetini tüketen bir ter içinde idi: Böyle bitkin, kolu yorgun, kalkan kayışını kaldırarak yaradan akan kara kanı siliyordu. O zaman tanrıça elini arabanın boyunduruğuna koyarak şöyle dedi: — Tyde'nin oğlu, babasına ne kadar az benziyor! Tyde, boyca, kısaydı, ama büyük bir savaşçı idi. Bir gün onu dövüşmekten ve öfkesini göstermekten menetmiştim. Ahay ilinden ayrılıp haberci olarak Thebes şehrine geldiği gündü. Etrafında binlerle Kadmeli vardı; sarayda verilmekte olan ziyafette rahat rahat cümbüşe katılmasını söylemiştim. Ama yüreğinde, her zaman gibi, can yakmak hırsı vardı, genç Kadmelilere meydan okuyor ve hepsini kolaylıkla birer birer yeniyordu. Ona, ben, o kadar yardım ediyordum. Seni de, ne kadar gözetiyorum! Yanından hiç ayrılmıyor, açık açık Troyalılarla dövüşmeğe davet ediyorum: Saldırışlı kavganın yorgunluğu mu böyle kollarını ayaklarını gevşetiyor? Yoksa, içine bir korkaklık sindi ve seni böyle hareketsiz mi tutuyor? O halde sen cesur Oene'nin torunu Tyde'nin oğlu değilsin! Güçlü kahraman Diomodes şöyle cevap verdi: Seni Egid kalkanını tutan Zeus'un kızı tanrıça, tanıdım. Seninle açık açık konuşacağım, senden hiçbir şey gizlemiyeceğim. Beni böyle hareketsiz tutan, yüreğime sinmiş bir korkaklık değildir. Yalnız bana verdiğin öğütleri hatırlıyorum, ölümsüz tanrılara karşı çıkıp dövüşmekten beni menetmiştin; yalnız biri müstesna: Tanrı kızı 124/555 Afrodite kavgaya gelirse, onu tunç silâhımla vuracaktım. İşte bunun için bugün geriliyorum, bunun için bütün Argoslulara burada toplanmaları emrini verdim: Ares, hâkim olarak, kavganın içinde seğirtip durmaktadır. Çakır gözlü tanrıça Athene şöyle cevap verdi: — Tydeoğlu, gönlümün sevgilisi Diomedes, artık Ares'ten ve başka hiçbir ölümsüzden korkun olmasın: Şimdi ben, sana, bu derece yardım edebilirim. Tersine, hemen kalın duynaklı atlarını Ares üzerine sür, mızrak erimine gelince ona vur; ateşli Ares'e artık hiç saygın olmasın, o kudurmuş bir çılgın, bir hoppadır, vaktiyle bize, Here ile bana, Troyalılara karşı dövüşeceğini, Argoslulara yardım edeceğini açık açık söz vermişti; şimdi ise Troyalılarla beraberdir, öbürlerini unutmuştur! Böyle dedi ve eliyle seyis Sthenelos'u geriye çekerek, tanrıça arabaya bindi, sabırsızlık içinde, Diomedes'in yanına oturdu. Ağırlığının altında dingil gıcırdadı. Böyle müthiş bir tanrıça ve böyle bir kahraman taşıyordu! Pallas Athene kamçı ile dizginleri eline aldı ve hiç gecikmeden kalın duynaklı atları Ares'in üstüne sürdü. 125/555 O sırada Ares, Etolienlerin en cesuru Perifas'ın, ünlü Ohesiosoğlu'nun silahlarını soymakla meşgul oluyordu, can yakan Ares bu işleri görmekte iken, Athene başına Hades'in tulgasını giyiyordu (yani, göze görünmez bir hale geçiyordu): Güçlü kuvvetli Ares onu görmemeliydi. ARES'İN YARALANMASI Fakat insanların musibeti Ares, birdenbire Diomedes'i gördü; hemen iri yarı Perifas'ı, canına kıymış olduğu yerde, boylu boyunca serilmiş olarak bıraktı. Doğru at kısrak terbiyecisi Diomedes'in yanına gitti. Birbirinin üstüne, yürüyerek tutuştular; ilkin Ares, arabanın üstünden, tunç mızrağı ile uzandı. Kahramanın canını almak ateşiyle yanıyordu. Fakat Athene, çakır gözlü tanrıça, eliyle mızrağı iterek yönünü değiştirdi; boşa atılan silâh, arabadan öteye gitti. Şimdi, narası gür Diomedes de, vücudu önde, tunç mızrağı elinde, uzanarak Ares'i karnından yaraladı: Pallas Athene silâhı itip kalmıştı. Diomedes, onu cildini yırtarak yaraladıktan sonra, silâhını çekip aldı. O zaman Ares, Kavgaya atılan dokuz, on bin kişinin narası kuvvetinde bir sesle haykırdı, Troyalılarla Ahaylılar korkudan bir titreme içinde kaldılar. Kavgaya doymaz Ares'in narası bu derece korkunçtu! Bir sıcak günde, bir fırtına rüzgârı koptuğu zaman, bulutlardan karanlık bir buğu nasıl yükselirse, bunun gibi, Tydeoğlu Diomedes'in gözleri önünde, tunç tanrı Ares bulutlar içinde geniş göklere yükseldi. Çabuk, tanrıların oturduğu yalçın Olympos'a çıkan tunç tanrı Ares, gönlü kaygı dolu, Kronosoğlu'nun yanma gelip oturdu. 126/555 Yarasından akan tanrısal kanı gösterdi ve iniltili bir sesle şu kanatlı sözleri söyledi: — Zeus Baba, bütün çirkin işleri gördüğün zaman içinden darılmıyor musun? Aralık vermeksizin, biz tanrılar ölümlülere yaranmak için, en fena cefalara uğramaktayız. Hepimiz sana karşı isyan etmiş bulunuyoruz. Öyle iğrenç düşünmüyor, Olympos'ta bulunan bütün öbür tanrılar seni dinlerler. Ama onu hiçbir zaman ne bir sözle, ne bir işaretle azarlamazsın. Dizgini eline vermişsin, çünkü onu sen kendi başına dünyaya getirdin, işte yine, bu yakıcı yıkıcı kızın, Tydeoğlu coşkun Diomedes'i, öfke içinde, ölümsüzlere karşı kışkırttı. En önce, bu ölümlü, yaklaşarak Kypris'i bileğinden yaraladı. Ondan sonra benim üstüme bir tanrı gibi atıldı. Tez giden ayaklarım beni onun elinden kurtardı, yoksa hâlâ iğrenç cesetler ortasında, acılar ve fenalıklar çekerek kalacaktım; veya tunç vuruşlarıyla güçsüz kudretsiz bir halde kalacaktım. Bulutlar devşiricisi Zeus ona yandan bakarak şöyle dedi: — Başındaki hoppalıkla, ayaklarıma gelip inleme. Olympos ta oturan bütün tanrıların en iğrenci, benim için, sensin. Hep zevk aldığın şeyler atışma, dövüşme, boğuşmadır. Sende ananın çekilmez, katlanılmaz öfkeleri, kızmaları vardır. Onu da sözle, çok güç, zaptedebiliyorum. Öyle sanıyorum ki, şimdi de çektiğin cefayı onun öğütlerini dinlediğin için çekiyorsun. Bununla beraber, senin daha uzun zaman acılar çekmeni istemem, çünkü sen bendensin, ana seni benim için doğurdu. Fakat başka bir tanrıdan doğmuş olsaydın, çoktan tanrı oğullarının yaşadığı yerden çok daha aşağı bir yere gitmiş olurdun. 127/555 Böyle dedi ve Peon'a Ares'i tedavi etmek için emir verdi. Peon, onun üstüne acıları savuşturucu tozlar ekti,. böylece onu tedavi etti, çünkü ölümlü doğmamıştı. İncir ağacının usaresi karıştırılarak beyaz süt nasıl koyulaştırılırsa, bunun gibi, ateşli Ares iyileşti. Ondan sonra Hebe banyosunu yaptı, güzel çamaşır giydirdi; o zaman Kronosoğlu Zeus'un yanına, şanının verdiği gurur ile gidip oturdu. Tam bu ara, tanrıçalar, Argoslu Here ve Alalkumenli Athene, Zeus'un sarayına dönüyorlardı. İnsanların mu sibeti Ares'in canlar yakmasına bir son vermişlerdi. 128/555 ŞAN : VI KAVGA DEVAM EDİYOR Troyalılar ile Ahaylılar arasında canlar yakan kavga sürüp gidiyordu. Ovanın şurasında burasında, birbirlerine uzatılan tunç mızraklarla. Simois ve Ksanthos ırmakları arasında kavga hattı çıkıntılar, girintiler halinde idi. En ilki, Ayas Telamanoğlu, Ahaylıların kalesi, bir Troya taburunu bastı, yarenlerine bir selâmet ışığı, gösterdi; ilk önce Trakyalıların en cesur savaşçısını Evssores'in oğlu, necip ve büyük Akamas'ı vurdu; silâhı at kıllarından sorguçlu tulganın tepesine değdi; mızrağını alnına sançtı, tunç ucu batıp kemiği deşti; adamın gözlerini ölüm gölgesi örttü. Narası gür Diomedes te Aksylos'u öldürdü; güzel Arisbe şehri ahalisinden Teuthras'ın oğludur. Babası çok zengindir, yol kenarında oturduğu ve geleni geçeni ağırladığı için, onu herkes sever; fakat oğlunu zalim ölümden kurtarmak için imdadına koşan yoktur. Diomedes savaşçının ve onunla birlikte o gün arabayı sürmekte olan seyisi Kalesios'un canını aldı; her ikisi yerin altına indi. Evryolos ta Dresos'u ve Ofeltios'u öldürdü. Ondan sonra Esepos ve Pedosos üzerine yürüyüp onları da vurdu. Bunlar deniz perisi Abarbare'nin ve kusursuz Bukolion'un çocuklarıdır. Bukolion ünlü Laomedon'un büyük oğludur; koyunlarını otlatırken su perisinin aşkına ve yatağına girmiş, bundan ikizler dünyaya gelmiştir. Mekestosoğlu, Evryolos, onların iç ateşlerini söndürdü ve kollarını ayaklarını kırdı, ondan sonra da omuzlarından silâhlarını aldı. Çok değerli savaşçı Polypoetes de Astyalos'u öldürdü, Odysseus ise tunç mızrağı ile Perkotlu Pidytes'i vurdu. Teukros da tanrısal Areton'u öldürdü. Nestor oğlu Antilok parlak kargısı ile Ableros'u, budunlar çobanı Agamemnon da suları berrak Satniois ırmağının kenarlarında, yüksek Pedos ilinin ahalisinden Elat'ı öldürdü. Fylak, kaçmağa çalışırken, kahraman Leitos yakaladı. Evrypyl de Melanthios'u öldürdü. Ondan sonra narası gür Menelas Adrestos'u diri olarak ele geçirdi. Ovada, giderken, birdenbire ürküp boşanan atları bir tamaris ağacına çarpmışlardı; parçalanan arabadan kurtulup şehre doğru koşan hayvanlar sahibi bir araba tekerleğinin yanında, ağzı tozlara batarak yere yuvarlanmıştı. Adrostos dizlerini kucaklıyarak yalvardı: — Atreoğlu, beni diri, esir tut, uygun bir kurtulmalık kabul et. Babam zengindir; evinde bırakmış hazineler vardır: Altın, tunç ve işlenmiş demir. Benim Ahaylıların gemileri yanında hayatta olduğumu öğrenince hazinelerinden büyük kurtulmalıklar ayıracaktır. 130/555 Böyle dedi ve Menelas'ın göğsünde, yüreğini merhamete getirdi. Onu, gemilerin yanına götürmek üzere, seyisine teslim etmeğe hazırlanırken, kendisini görüp yanına koşan Agamemnon azarlayıcı sözlerle şöyle dedi: — Vah, iyi Menelas! Bu adamlara niçin bu kadar saygı gösteriyorsun? Troyalılardan yurduna köle mi taşımak istiyorsun? Hayır, kollarınızla ölüm uçurumuna yuvarlanmaktan kimse, hattâ anasının karnındaki oğlan, hattâ kavgayı bırakıp kaçan kurtulamamalıdır! İlion insanlarının hepsi yok olmalıdır, arkalarından yas tutacak kalmamacasına, soy soplarından iz bırakmamacasına! Kahraman böyle dedi, kardeşinin de gönlü kanabildi. Çünkü fikir makuldü. Kahraman eliyle Adrastos'u itti, ve hemen böğründen vurdu; adam yuvarlandı ve Atreoğlu ayağını göğsüne basarak gönderi kayın ağacından mızrağını çekti çıkardı. O ara, Nestor Argoslulara yüksek sesle haykırıyordu: — Danaoslu kahramanlar, Ares tapuğçuları dostlarım. Artık kimse arkada kalıp cesetleri soymakla, gemilere fazla şeyler taşımakla meşgul olmasın. Şimdi adamları öldürmeğe bakalım, sonra istediğiniz kadar, bütün ovada, ölülerin cesetlerinden silâhlarını alıp götürebileceksiniz. 131/555 HEKTOR CEPHEYİ TERK EDİYOR Nestor böyle dedi, ve herkesin kavgaya olan iç ateşini alevlendirdi. O sırada, Troyalılar Ares sevgilisi Ahaylıların baskısı altında, korkaklık duygusuna kapılarak, İlion şehrine gerileyebileceklerdi, eğer Priam oğullarından ve kâhinlerin en iyilerinden Helenos, Hektor ile Ene'ye yaklaşıp şöyle demeseydi: — Ene, Hektor, Troyalıların ve Likiahların selâmetini düşünmek herkesten önce size düşer. Çünkü her zaman en iyi dövüşenler ve en iyi tedbir alabilenler sizsiniz. Haydin, şu hat üzerinde bir mola verin; sonra, askerlerinizi şehir kapılarının önünde tutabilmek için, bütün cepheyi dolaşın, bozgun halinde karılarının kollarına kaçmalarına, düşmanlara rezil rüsvay olmalarına meydan vermeyin. Siz. bütün taburların iç ateşini alevlendirdikten sonra, biz ne derece yorgun ve bitkin de olsak, yerimizde direnip Danaoslularla dövüşebileceğiz. Böyle yapmak bir zarurettir. Fakat sen Hektor, bu ara, şehrin yolunu tut, git, ikimiz adına annemizle konuş. Troya'nın yaşlı kadınlarını, Akropolda, çakır gözlü Athene'nin tapınağını anahtarlarıyla açtırıp, orada toplanmağa davet etsin. Sonra sarayında bulacağı en büyük, en güzel tülü alsın, güzel saçlı Athene'nin dizlerine yaysın, aynı zamanda, bir yaşında, henüz üvendire altında çalışmamış oniki düve boğazlayıp kurban sunmayı adasın; tanrıçaya yalvarsın: Şehrimizde, Troyalıların kadınlarına, masum küçük çocuklarına merhamet etsin, kutsal İlion şehrinden vahşi savaşçı Tydeoğlunu uzaklaştırsın. Bence, Ahaylıların 132/555 en kuvvetlisi odur, taburları bozguna uğratmada ustadır. Bir tanrıça anadan doğmuş olduğu söylenilen savaşçılar başı Ahilleus'tan daha az korkardık. Tydeoğlu öfke içindedir, onun için ateşiyle ölçüşecek kimse yoktur. Böyle dedi, ve Hektor kardeşine itiraz etmedi; birden arabasından, pürsilâh, yere atladı. Sivri kargılarını sallıyarak ordunun arasından, her tarafa yürüyerek, herkesin kavgaya iç ateşini alevlendirmeğe, canlar yakan kavgayı uyandırmağa çalıştı. İşte şimdiden, yüz geri, Ahaylılara kafa tutmağa girişiyorlar. Argoslular mukavemeti hissederek durdular, öldürme hamlesini kestiler. Yıldızlı gökten bir ölümsüzün inip Troyalılara yardım ettiğini birbirlerine söylemeğe başladılar. O zaman Hektor, gür nârasıyla Troyalılara şöyle haykırdı: — Coşkun Troyalılar! Ünlü müttefikler! Erkek olduğunuzu gösterin, a dostlar! Ateşli cesaretinizi, yiğitliğinizi kaybetmeyin. Ben, İlion'a gidip Derneğin yaşlı kadınlarıyla ve kanlarımızla konuşacağım: Tanrılara yalvarsınlar ve yüzlük kurbanlar adasınlar. Böyle diyerek yola çıktı: Tulgası kıvılcımlı Hektor; üstte altta, ensesinden topuklarına kadar kabarık kalkanının geniş kösele kayışı çalınıp gidiyordu. GLAUKOS İLE DİOMEDES 133/555 Bu sırada Tydeoğlu ile Hippolokoğlu Glaukos, kavganın safları arasında rastlaştılar: Her ikisi dövüşmek ateşiyle yanıyordu. Birbiri üzerine yürüyerek tutuştular; ve ilkin narası gür Diomedes ötekine şöyle dedi: — Sen, çok güçlü kuvvetli savaşçı, ölümlü insanlardan kimsin? Şimdiye kadar seni, insana şan ve şeref kazandıran kavgada hiç görmüş değilim. Fakat şimdi bütün öbür savaşçılardan üstünsün, çünkü benim uzun mızrağımın önünde bile cesaretin kırılmıyor. Vay! Anasına babasına, benim öfkemin karşısına çıkmağa cesaret edenlerin! Ancak sen göklerden inmiş ölümsüzlerden isen, ben gök tanrılarına karşı dövüşmeğe çıkamam. Güçlü kuvvetli Lykurgos Dryasoğlu bile, gök tanrılarıyla kavgalaşmak istediği günden sonra, uzun zaman yaşıyamamıştır; Kronosoğlu onu önce kör etmiş, sonra da, o iğrenç haliyle çok yaşamamış. Bunun için ben de mutlu tanrılarla kavgalaş- mak istemem. Ama toprağın meyvesiyle yaşıyan bir ölümlü isen az daha yanaş da kaderin olan ölüme daha çabuk erişesin. Buna şanlı Hippolokoğlu cevap verdi: — Ulu gönüllü Tydeoğlu, doğuşumu soyumu niçin soruyorsun? Yapraklar nasıl doğarsa insanlar da öyle doğar. Yapraklar bahar günlerinde yeşeren ormanda doğarlar, sonra rüzgârlar onları toprak üzerine saçar. İnsanlar da böyle: Bir nesil silinip giderken, tam o anda, bir başkası doğar. Fakat soyumu, doğuşumu daha fazla öğrenmek istiyorsan bilenler pek çok ise de sen de öğren: Argos ilinin bir tarafında Efyr şehri vardır, orada Eol oğlu Sisyf yaşardı; Glaukos'un 134/555 babası olmuştu; Glaukos'un da oğlu kusursuz Bellerefon, tanrıların kendisine güzellik ve büyük cesaret verdikleri kahramandır. Argos Kralı Proetos'un karısı tanrısal Ante, gizli bir aşk ile, Bellerefon'la birleşmeğe müthiş bir arzu besliyor, fakat bir türlü muradına eremiyordu; bunun üzerine, iftira ederek Kral Proetos'a dedi ki: «Bana aşk ilân ederek benimle birleşmek isteyen Bellerefon'u öldürmezsen, tanrılardan senin helakini dilerim.» Bu sözler üzerine Kral, çok kızmışsa da, bir öldürme önünde yüreği çekinme hissetti; fakat Bellerefon'u eline meymenetsiz işaretleri taşıyan bir yazı vererek kayınatası Lykia kralının yanına gönderdi. Geniş Lykia'nın sahibi kral, Bellerefon'u şanlı bir konuk olarak karşıladı, dokuz gün boyunca onu ağırladı, şerefine dokuz öküz kurban ederek ziyafetler çekti; onuncu sabah gül parmaklı şafak göründüğü zaman .damadı Poetos'tan getirdiği alâmeti görmek istedi; görür görmez de damadının maksadını anladı, ve başlamak üzere Bellerefon'u Şimer'i öldürmeğe gönderdi. Tanrısal soydan olan yenilmez Şimer: Önden arslan, arttan yılan, ortası keçi bir varlıktı; her soluğundan korkunç bir alev fışkırırdı. Böyle iken, tanrıların belirmiş alâmetleriyle, onu öldürmesini bildi. Fakat kral, Lykia'da bulunan en cesur savaşçıları seçerek dönüş yolunun üzerine yolladı, onu pusuya düşürmek istedi; hiçbiri evine dönemedi, Bellerefon birer birer hepsinin canını aldı. O zaman kral onun bir tanrı dölü olduğunu anladı; kendisine bağlamak için Bellerefon'a kızını verdi. Bu evlenmeden üç çocuğu 135/555 dünyaya geldi: İsandros, Hippolok ve Laodamia. Tedbirli Zeus, Laodamia'nın yanında yattı, bu birleşmeden tanrı eşi bir oğlan doğdu: Tunç tulgalı Sarpedon. Bir ara bütün tanrıların kinini üstüne çeken Bellerefon, ünlü Solynlere karşı olan kavgada, dövüşe doymaz Ares, oğlu İsandros'u, ve büyük bir öfke içinde altın dizginli Artemis de kızını öldürmüşlerdi. Beni Hippolok Bellerefonoğlu hayata getirdi; onun oğlu olduğumu söyleyebilirim. Babanı beni Troya'ya gönderirken, her yerde en iyi savaşçı olmamı, hepsinden üstün gelmemi, atalarımın soyuna şerefsizlik getirmememi ısrarla tavsiye ediyordu; atalarım gerek Efyr'de, gerek bütün Lykia içinde en cesur erler olarak tanınmışlardır. Böyle dedi, ve narası gür Diomedes çok sevindi, uzun mızrağını besleyici toprağa batırdı ve budunlar çobanı Glaukos'a yumuşak sözler söyledi: — Evet, öyle ise sen eski, atalardan kalma hukuk ile benim konuğumsun. Tanrısal Oene, vaktiyle, konağında kusursuz Bellerefon'u ağırlamıştı, birbirine çok değerli hediyeler vermişlerdi. Oene parlak ergovandan bir kemer, Bellerefon da iki kulplu bir altın sağrak vermişti; ben memleketten ayrılırken o sağrağı sarayımda bırakmıştım. Ben, Tyde'yi hiç hatırlamıyorum, ayrıldığı zaman çok küçüktüm: Ahaylıların Thebes üzerine çullandıkları günlerdi. Böylece, sen, Argos ilinde benim konuğumsun; ben de bir gün Lykia'ya gidersem senin konuğun olacağım. Şimdiden birbirimizin mızrağından kaçınalım; benim için Troyalılar ve ünlü müttefikleri arasında vuracak 136/555 başka erler vardır, bir tanrı bana ulaştırırsa veya kendim koşuda onlara ulaşabilirsem. Senin için de elinden geldiği kadar devirecek başka Ahaylılar vardır. Silâhlarımızı değiş tokuş edelim, ve herkes atalardan kalma hukuk ile birbirimizin konuğu olduğumuzu bilsin. Böyle deyip arabalarından yere indiler, birbirinin elini tutarak dostça birbirine vefa gösterdiler. Fakat aynı anda Kronosoğlu, Glaukos'un aklını alıyordu, çünkü tunç yerine altın, dokuz öküz yerine yüz öküz vermiş oluyordu. HEKTOR İLE HEKÜBE Bu sırada Hektor, Ske kapılarına ve sur kalesine gelmişti. Etrafına, koşarak, Troyalıların kadınları, kızları, oğullarından, kardeşlerinden, akrabalarından, kocalarından bir haber almağa gelmişlerdi. O ise, hepsini, ayrı ayrı, tanrılara, dua etmeğe davet ediyordu. Çoğunun kaderinde kaygılar, yaslar vardı! Oradan Priam'ın çok güzel ve cilâlı divanhanelerle bezenmiş sarayına geldi. Onda cilâlı taştan, bir sıra üzerine dizilmiş elli oda vardır, bunlarda Priam'ın oğulları nikâhlı kadınlarıyla yatarlar. Öbür tarafta, avlunun öte yanında kızlarının odaları var: Oniki oda, cilâlı taştan, bir sıra üzerine dizilmiş; bunlarda Priam'ın damatları şanlı kadınlarıyla yatarlar. 137/555 Bu sırada, tatlı yüzlü, tatlı sözlü annesi, kızlarının en güzeli Laodike'nin dairesinde, Hektor'un yanına gelerek elini tuttu ve her türlü isimleriyle hitap ederek şöyle konuştu: — Oğlum, niçin kavgadan ayrılarak buralara kadar geldin? Surlarımızın etrafında savaşan, isimleri iğrenç Ahaylılar sizleri nasıl yıpratıyorlar! Gönlünden kopmuş olsa gerek: Buraya, Akropol'ün yukarısında, ellerini Zeus'a doğru kaldırıp yalvarmak için mi geldin? Burada dur, gideyim, sana tatlı şarap getireyim: Önce Zeus Baba'ya ve öbür tanrılara saçı kılarsın, ondan sonra sen de içer, faydasını görürsün. Yorgun bir savaşçının iç ateşi şarapla yerine gelir; sen, elbet; halkı korumak için çok yorulmuşsundur. Tulgası kıvılcımlı büyük Hektor cevap verdi: — Bana tatlı şarap sunma, hanım annem, iç ateşimi zayıflatacak hiçbir şey yapma, değerimden bir şey eksilir diye korkuyorum. Zeus'a yanık yüzlü şarapla saçı kılmak ise, arınmamış ellerle caiz değildir. Kanlı ve çamurla kirlenmiş bir adam için kara bulutlu Kronosoğlu'na dua etmek günah sayılır. Hayır, ganimetler devşiricisi Athene'nin tapınağına, armağanlarla ve yaşlı kadınları başına toplıyarak gitmek, daha çok sana düşer. Sarayında bulacağın en güzel, en büyük, en değerli vuali alıp tapınağa götürür, güzel saçlı Athene'nin dizlerine serersin. Aynı zamanda, ona, bir yaşında, henüz öğendire altında çalışmamış on iki düveden kurban sunmağı adarsın: Şehrimize, Troyalıların kadınlarına, masum yavrularına acıması ve kutsal İlion'u bozgun üstadı, vahşi savaşçı Tydeoğlu'nun şerrinden koruması için tanrıçaya yalvarırsın. Sen hemen ganimetler devşiricisi Athene'nin tapınağı yolunu tut, ben de Paris'i aramağa gideceğim, bakayım beni dinlemek istiyecek mi? Hay yer ayaklarının altında yarılsaydı! Olympos, onun yüzünden, bütün 138/555 Troyalılar, ulu gönüllü Priam ve bütün çocukları için ne müthiş musibetler vermiştir! Hades'e indiğini bir görsem, her felâketi unuturum, sanıyorum. Böyle dedi. HEKÜBE, ATHENE'NİN TAPINAĞINDA Hekübe, hemen Saray'a doğru yürüdü, çağırdığı oda hizmetçileri şehrin içinde dolaşarak yaşlı kadınları toplantıya davete gittiler. Kendi de vuallerin bulunduğu ıtır kokulu odaya indi; Sidon'lu kadınların işlemiş olduğu binbir nakışlı vualler ki, vaktiyle tanrı benzeri Aleksandros Sidon'dan getirmişti; atalar asil Helene'yi kaçırdığı seferden dönerken. Hekübe, Athene'ye sunmak üzere, vuallerden birini, nakışlar bakımından en güzelini, en büyüğünü! seçti; bir yıldız gibi parlıyordu. Sandığın en dibinde, hepsinin altında idi. Ondan sonra, yola çıktı, yaşlı kadınlarj da toplu olarak arkasından yürüyorlardı. Akropol'ün yukarısında, Athene'nin tapınağına eriştikleri zaman, onlara kapıları Kisses kızı ve atkısrak terbiyecisi Antenor'un nikâhlısı güzel Theano açtı; Troyalılar onu tanrıçanın hizmetine memur etmişlerdi. Törensel haykırışla, bütün kadınlar Athene'den yana ellerini kaldırdılar. Duacı güzel Theano, vuali alıp saçları güzel Athene'nin dizlerine yaydı; sonra yalvarıcı bir sesle, ulu tanrı Zeus'un kızına şöyle dua etti: 139/555 — Athene Sultan, şehrimizin koruyucusu, tanrıçaların en tanrısalı; Diomedes'ın mızrağını kır; kendisini de Ske kapılarının önünde, yüzükoyun, yerlere çarp. Hemen biz de, tapınağında, sana, bir yaşında henüz öğendire altında , çalışmamış oniki düve kurban sunacağız; yalvarırız sana: Şehrimize, Troyalıların kadınlarına, masum yavrularına merhamet et. Duacı Theano böyle dedi, fakat Pallas Ath'ene duayı kabul etmedi. HEKTOR İLE PARİS Kadınlar böylece ulu tanrı Zeus'un kızına yalvarıp dua ederken, Hektor, Aleksandros'un konağına vardı: Bu, vaktiyle kendisinin, usta doğramacıların yardımıyla yapmış olduğu güzel bir konaktı. Odaları, avlusu bir bina içinde, Akropol'ün yukarısında Priam'ın ve Zeus sevgilisi Hektor'un konakları yanındaydı. Hektor'un avucunda, onbir arşın boyunda bir mızrak vardı ki, bir altın halka ile sarılı tunç ucundan öne doğru ateşler yayılıyordu. Aleksandros oturmuş, silâhlarını, mızrağını, kalkanını temizliyor, parlatıyordu; kavisli yayı da elleri arasında idi. Argoslu Helene, halayıklarının ortasında, onlara güzel sanat işleri yaptırıyordu. Hektor, kardeşini görünce, aşağılayıcı sözlerle ona şöyle çıkıştı: 140/555 — Zavallı akılsız! İnsanın gönülden böyle bir öfkeye kapılması iyi bir şey değildir. Adamlarımız şehrimizin etrafında ve surların üstünde boğuşarak can veriyorlar; kavganın, boğuşmanın bu şehirde alevlenip parlaması senin yüzündendir. Canlar yakan kavgalarda birinin gevşemediğini görünce, herkesten önce ona senin çıkışman gerekirdi. Haydi! Kalk, eğer şehrimizin yangın ateşleri içinde kül olduğunu görmek istemiyorsan. Tanrılar benzeri Aleksandros cevap verdi: — Hektor, bana çıkışmağa hakkın vardır. Bütün söylediklerin adalete uygundur. Fakat sen de beni dinle ve iyi anla. Benim odaya çekilip durmam bir öfke veya Troyalılara kırılma sebebiyle değildir; kedere, acıya kapılmak da değildir. Şu saatte, karım, yumuşatıcı sözlerle gönlüme dokundu ve içimi kavgaya yöneltti. Ben de kendim düşünerek en iyisinin böyle olduğuna inanıyorum. Zafer, insanlar arasında nöbet değiştirebilir. Haydi, bekle beni: Sadece savaş zırhımı arkama geçirecek kadar bir zaman. Sen yürü, ben de arkandan gelir, yetişirim. Böyle dedi; Hektor hiç cevap vermedi; Helene, Hektor'a dönerek tatlı sözler söyledi: — Zavallı enişteciğim! Ben senin için yüreğini donduracak derecede fena bir köpekten başka bir şey değilim. Keşke doğarken beni 141/555 bir rüzgâr koparıp yüksek bir dağın üstüne ataydı veya bir dalga kapıp denizlerin derinliklerine batıraydı da, bu cinayetler dünyada olmasaydı. Ya da tanrılar bize bu korkunç fenalıkları gösterecek idiyseler, hiç olmazsa neden, insanların tekrarlanan hakaretlerine karşı ayaklanacak cesur bir adamın karısı olmadım? Ama bunun (benimkinin) hiç bir sebatlı iradesi yoktur ve hiç bir zaman olmıyacaktır bunun için iradesizliğinin cezasını çekeceğine (ektiğini biçeceğine) inanıyorum. Şimdi sen, enişteciğim, içeri gir, şu iskemleye biraz otur. Yüreği kaygı ile dolu yalnız sen varsın; bu kederlerin ise ben dişi köpek yüzünden ve Aleksandros'un çılgınlığından ileri gelmiştir! Zeus bize ağır bir kader hazırlamıştır, gelecekte insanlar bizi söyliyecek, okuyacaktır. Tulgası kıvılcımlı büyük Hektor cevap verdi: — Bana otur deme, Kelene, beni çok sevsen de; seni dinliyemiyeceğim. Gönlüm tezlikle Troyalıların yardımına koşmamı emrediyor; şimdi onlar beni yanlarında görmedikleri için çok üzülmektedirler! Fakat sen bunu (kocanı) yola çıkar, o da acele hazırlansın, ben daha şehirden çıkmadım, bana ulaşsın. Ben şimdi bir de kendi evime gidip adamlarımı, karımı, masum yavrumu görmeliyim. Bir daha yanlarına dönebilecek miyim; yoksa bir an sonra tanrıların dileğiyle Ahaylıların kolları altında devrilecek miyim? Bunu nasıl bilebilirim? Böyle deyip ayrıldı. HEKTOR VE ANDROMAK 142/555 Çabucak tulgası kıvılcımlı Hektor güzel evine geldi. Fakat beyaz kollu Andromak'ı orada bulamadı. Kadın sarayda değildi, masum oğlu ile, güzel vuali halayık ile, sur üstüne gitmişti: Gönlüyle gam yemekte, ağlayıp inlemekte! Hektor, karısını bulmayınca halayıklara sordu: — Söyleyin bana doğrusunu, halayıklar, beyaz kollu Andromak saraydan çıkıp nereye gitti? Güzel vualli kızkardeşlerimin yanına mı, erkek kardeşlerimin karıları yanına mı? Yoksa, şimdi, şu anda, başka Troyalı kadınlarla birlikte müthiş tanrıçaya yalvarmağa mı gitti? Ona tez çalışan kâhya kadın cevap verdi: — Hektor, doğrusunu söylememi istediğin için söyleyeyim: Hayır, Hanım ne beyaz tüllü kızkardeşlerinin, ne yengelerinin yanına gitti; örgüleri güzel Troyalı kadınları ile birlikte müthiş tanrıçaya yalvarmak için Athene'nin tapınağına da çıkmadı. İlion'un geniş suru üstüne gitti, çünkü Troyalıların kuvveti tükenip Ahaylıların zaferiyle işin bitmek üzere olduğunu işitti. Bu haber üzerine bir çılgın gibi fırladı, çocuğu taşıyan sütnine de beraberdir. 143/555 Kâhya kadın böyle dedi. Hektor evden çıktı ve aynı yoldan, güzel sokakları dolaşarak, bütün şehrin içinden Ske kapılarına geldi; oradan ovaya doğru yürüyecekti, orada karısı Andromak'ın koşup yanına gelmek üzere olduğunu gördü. Andromak, vaktiyle, zengin hediyeler ödeyerek kaynatasından almış olduğu ulu gönüllü Eetion'un kızı Andromak. Eetion, ormanlı Plakos'un altında, Thebe şehrinde oturur. Kilikialılar üzerine hüküm sürerdi. Tulgası tunçtan Hektor oraya gitmiş, kızını karısı olarak almıştı. Şimdi Andromak yanına gelmekte ve arkasından masum çocuğu kucağında taşıyan kadın yürümekte. Hektor, çocuğunu görünce, ses çıkarmadan, gülümsedi. Andromak, ağlamaklı, yanında durdu; elini tuttu ve her türlü isimlerle hitap ederek konuştu: — Zavallı! İç ateşin seni mahvedecek. Masum çocuğuna, bana, az sonra felâketler içinde dul bırakacağın karına acımaz mısın? Ahaylılar, yakında, hepsi birden üstüne atılıp seni öldürecekler. Sen artık olmadıktan sonra benim için yerin dibine geçmek daha iyi olur. Hayır, kaderin böyle tamamlanırsa, benim için artık kederden, kaygıdan başka bir şey olmaz! Benim çoktan babam da ulu gönüllü annem de kalmamıştır. Babamı tanrısal Ahilleus öldürdü, kapıları yüksek Thebe'yi, Kilikiyalıların güzel şehrini yakıp yıktığı gün. Ama Eetion'u öldürmüşse de hiç olmazsa silâhlarını soymadı: Gönlü bundan çekindi. Tersine, onu yaktı, güzel işlenmiş silâhları ile beraber: Sonra üstüne toprak yığarak ona bir mezar verdi. Etrafında Zeus kızları, dağ perileri taze orman ağaçları bitirdiler. Yedi kardeşim vardı, hepsini birden tanrısal Ahilleus öldürdü, paytak yürüyüşlü sığır ve beyaz koyun sürülerimizin önünde. Annemi de bütün hazineleriyle beraber 144/555 götürmüştü: Babası zengin fidyeler vererek onu kurtarmıştı; onu da babasının konağında ok atan Artemis gelip vurmuştu. Haydi, artık, bir defacık, merhamet et, sur üzerinde kal; oğlunu yetim, karını dul bırakma. Orduyu yabani incir ağacının yanında, şehire en kolay girilen bu yerde durdur. Onların en namlı şefleri: İki Ayas, ünlü İdomene, Atreoğulları, cesur Tydeoğlu üç defa gelip bizi sınamışlardı: Göğün kaderini iyi bilen birinin söylemesi veya kendi gönüllerinin böyle istemiş olması üzerine. Tulgası kıvılcımlı büyük Hektor şöyle cevap verdi: — Bütün bunları senin gibi ben de düşünüyorum. Ama Troyalılar önünde ve elbiseleri uzun Troya kadınları önünde, alçak bir korkak gibi kavgayı bırakmaktan çok utanıyorum. Kendi gönlüm de beni kaçmaktan menediyor. Cesur olmayı ve her zaman Troyalıların en ileri hatlarında dövüşmeyi öğrenmiş bulunuyorum: Kendime ve babama şan, şeref ancak böyle kazanılır. Şüphesiz, gönlümle ve aklımla, çok iyi biliyorum, bir gün gelecek kutsal İlion mahvolacak, onunla beraber Priam da, Priam'ın halkı yok olacak. Ama geleceğin en büyük kaygısı gönlümde, Troyalılar için, hattâ Hekübe için, Priam Han için, hepsi yiğit olan ve düşmanların vuruşları ile tozlara yuvarlanacak kardeşlerim için değildir: senin için: Bir gün tunç cebeli bir Ahaylının 145/555 seni gözyaşları dökerken götüreceği, hürriyetini elinden alacağı aklıma geliyor da müthiş kaygılanıyorum. Belki o zaman Argos'ta başka bir kadın için bez dokuyacak belki Messeis veya Hypere pınarından su taşıyacaksın; zalim bir kader altında ezilecek, bin defa cefa çekeceksin. Bir gün ağladığını görecek olanlar, şöyle diyecekler: «Bu kadın Hektor'un karısıdır, İlion etrafındaki kavgada, at-kısrak terbiyecisi Troyalıların en başında dövüşen Hektor'un.» İşte bunları söyliyecekler, ve başından köleliği uzaklaştırmak için sonuna kadar boğuşmuş olan biricik erkeği kaybettiğinden yeni kaygılar duyup yeniden ağlıyacaksın. Öyle ise, âh! Öleyim, toprak üstüme yığılarak büsbütün örtüleyim de, seni halayık olarak sürükleyip götürürlerken hıçkırıklarını işitmiyeyim. Ün salan Hektor böyle dedi ve kolunu oğluna uzattı. Fakat çocuk başını çevirdi, ağlıyarak güzel kemerli sütninenin koynuna atıldı: Babasının heybetinden ürkmüştü. Kıvılcımlı tunçla tulganın sallanan at kılından sorgucu onu korkutmuştu. Babası kahkaha ile güldü, hanım annesi de öyle yaptı. Ün salmış Hektor hemen başından parlak tulgayı çıkarıp yere koydu. Ondan sonra, oğlunu alarak kollarında salladı, öptü ve Zeus'a şöyle dua etti: — Zeus ve siz bütün tanrılar! Sizden dilerim ki, oğlum Troyalılar arasında nam kazansın, benimkine eşit bir kuvvet göstersin ve İlion'da hüküm sürsün! Bir gün kavgadan dönüşünde, «Babasından da daha cesur bir savaşçıdır» denilsin! Öldürülmüş bir düşmanın kanlı silâhlarını getirsin de annesinin gönlü sevinç içinde kalsın! 146/555 Böyle dedi, ve çocuğu, karısının kucağına verdi! Kadın çocuğu ıtırlı bağrına basarken hem gülüyor, hem gözyaşları döküyordu. Onun bu hali kocasına dokundu; erkeği her türlü isimleriyle anarak şöyle dedi: — Zavallıcık! İnan bana, gönlün fazla kedere, kaygıya kapılmasın. Hiçbir ölümlü ecel saati gelmeyince beni Hades'e indiremez. Sana söylüyorum, hiç kimse cesur veya korkak doğduğu günden başlıyan kaderinden kurtulamaz. Hadi, artık, eve dön, işlerinle: Tezgâhınla, örekenle meşgul ol; halayıklarına gereken emirleri ver. Kavga ile de erkekler başta ben, bütün İlion'da doğmuş olanlar meşgul olacaklar. Ün salmış Hektor böyle dedi; yerden sorgucu at kılından tulgasını alırken karısı başını çevirip iri gözyaşları dökerek eve doğru uzaklaşıyordu. Az sonra canlar yakan Hektor'un güzel konağına dönmüştü. Halayıklarını toplu olarak buldu ve haliyle hepsini hüngür hüngür ağlattı. Hepsi Hektor için haykırıyorlardı; hâlâ içinde yaşadıkları konağına, Ahaylıların kollarından ve kudurganlığından kurtulup dönebileceğine artık inanmıyorlardı. HEKTOR'UN VE PARİS'İN CEPHEYE DÖNÜŞÜ 147/555 Paris yüksek sarayında fazla eğlenmeden, kıvılcımlı tunçtan zırhını giyer giymez, çevik ayaklarına güvenerek, şehrin sokaklarına atıldı. Uzun zaman yemliğinin önünde tutulup arpa ile tıka basa doyurulan bir at nasıl ipini koparıp ovaya, içinde içmeğe alışmış olduğu suları berrak ırmağa doğru koşarsa; gururla başını yüksek tutup omuzlarında yelesi sallanırsa, tıpkı onun gibi, Priam oğlu Paris de, Pergamos'un yukarısından, zırhları içinde bir güneş gibi pırıl pırıl, dudaklarında gülüş pek az sonra, tez giden ayakları Hektor'un yanına ulaştırmıştı. İlk olarak Aleksandros ona şöyle dedi: — Ağabeyciğim, geç kalmış, işine engel olmuş muyum? Tam vaktinde, bana söylediğin saatte gelmiş değil miyim? Tulgası kıvılcımlı Hektor cevap verdi: — Zavallı kardeşim! Senin kavgada oynadığın rolün kıymetini, doğruluktan ayrılmayan bir kimsenin küçümsemesi mümkün değildir. Sen cesur bir savaşçısın. Sen mahsus gevşeklik gösterir, kaçınır gibi görünürsün. Ve senin yüzünden felâketlere uğramış Troyalıların ağzından sana karşı aşağılayıcı sözler çıktığını işittiğim zaman gönlüm üzülür. Fakat şimdi bırakalım, bunları ileride dostça ayarlarız, eğer Zeus yol verir de daima var olan tanrılara sarayımızda şaraplı bir ziyafet sunabilirsek, güzel dolaklı Ahaylıları Troya ilinden kovabilirsek. 148/555 149/555 ŞAN : VII HEKTOR'UN TEKLİFİ Bunları söyledikten sonra, ün salmış Hektor kapılardan dışarı fırladı, yanında kardeşi Aleksandros da yürüyordu; her ikisinin yüreğinde kavga, dövüş arzusu vardı. Tanrı denizcilere cilâlı kürekleriyle denizi dövüp durmaktan yorgun düştükleri ve yorgunluktan kolları kopacak bir hale geldiği sırada dileklerine uygun rüzgârı verip gönüllerini nasıl sevindirirse; onun gibi, iki kahramanım orduya dönüşü, beklemekten usanç getirmiş Troyalılara, dileklerine uygun bir müjde sevinci vermişti. Hemen, birinin eline, Topuzlu lâkabıyla anılan Ameli Areithoos ve (anası) büyük gözlü Fylomedüs'ün oğlu Menesthios geçti. Hektor da sivri temrenli mızrağı ile Eione'yi boynundan, tunç başlığının altından vurdu, dizlerini çöktürdü (işini bitirdi). Lykialıların başı Hippolobos'un oğlu Glaukos kargısı ile, can yakan bir dövüş içinde, tez giden arabasının üstüne athyarak Deksides İfinoos'u vurdu. Adam omuzundan yaralanarak arabasından yere yuvarlandı, dizleri çökmüş, işi bitmişti. Fakat bu ara çakır gözlü tanrıça Athene canlar yakan dövüşmelerde Argosluların kırıldığını gördü. Bir sıçrayışta Olympos'un tepelerinden havalanıp kutsal İlion'a yetişti. Onu Pergamos'un yukarısından gören Apollon, tanrıçanın karşısına çıktı: Troyalıların zaferini istiyordu. En ilki. Zeus oğlu Apollon Han, tanrıçaya şöyle dedi: — Büyük Zeus'un kızı, Olympos'tan fırlayıp gelişinde gösterdiğin tezliğin sebebi nedir? Ulu gönlün seni ne yapmağa götürüyor? Herhalde Danaoslulara karşı saldırışlarla zaferi vermek istiyorsundur? Boyuna can veren Troyalılara hiç acıdığın yok! Ama bana inanırsan, en iyisi şu olurdu: Şimdilik bugünlük kavgayı, dövüşü kestirelim. Sonra gene dövüşürler, Troya için mukadder olan saat gelinceye kadar, çünkü siz ölümsüz tanrıçaların gönlünüzle istediğiniz: Bu sitenin harap olmasıdır. Çakır gözlü tanrıça Athene cevap verdi: — Öyle olsun! Ben ne Olympos'tan Troyalılara ve Ahaylılara doğru gelirken düşündüklerim ayniyle bunlardı. Fakat, söyle bana, bu savaşçılar arasında devam eden kavgayı nasıl durdurmak istiyorsun? Zeus'un oğlu Apollon Han cevap verdi: — Atkısrak terbiyecisi Hektor'un iç ateşini alevlendirelim, kendi başına Danaoslulara meydan okusun, kendisiyle cana kıyan bir 151/555 dövüşe girecek er arasın. O zaman tunç dolaklı Ahaylılar da, şeref duyguları kabarıp Hektor'la dövüşecek bir er çıkaracaklardır. Böyle dedi; çakır gözlü tanrıça Athene itiraz etmedi. Fakat o ara, Priam'ın oğlu Menelas, birbiriyle danışıp anlaşan iki tanrının kurduğu plânı gönlü ile sezerek, Hektor'un yanına geldi, şunları söyledi: — Priam oğlu Hektor, düşünüşte Zeus'un eşi! Kardeşim olarak sana söyliyeceklerime inanmak ister misin? Öyleyse haydi, Troyalılarla Ahaylıları oturt. Ondan sonra Ahaylıların en yiğitlerine meydan oku, seninle cana kıyan bir dövüşe girecek er ara. Henüz ölümün kur'ası çıkmamış, kaderinin son saati gelmemiştir. Daima var olan tanrıların kulağıma gelen sesi benim için bir güvenliktir. Böyle dedi, ve bu sözleri işiten Hektor çok sevindi. O zaman elinde yarı-günder mızrağı ile, Troya taburlarını tutmak için hatların önüne ilerledi. Hepsi oturdu. Agamemnon da güzel dolaklı Ahaylıları oturttu. Athene ile gümüş yaylı Apollon, Akbaba kılığında kuşlara dönerek Zeus Baba'nın yüksek meşe ağacına kondular. Adamların sık saflar halinde oturduklarını sevinçle seyrediyorlardı: Onlarda mızraklar, zırhlar, kalkanlar titreşiyordu. Zefyr rüzgârı çıkar çıkmaz deniz yüzü nasıl titreşirse, ova içinde saf saf oturan Troyalılarla Ahaylılar öyle bir titreşme içindeydi. Hektor her iki orduya şöyle dedi: 152/555 — Dinleyin beni Troyalılar ve güzel dolaklı Ahaylılar! Size göğsümün içinde gönlümün ne istediğini söyliyeceğim. Yukarılarda tahtında oturmuş olan Zeus yeminli paktı onaylamadı. İki milletimize karşı kötü niyeti, kavganın sonu olarak ya sağlam hisarları ile Troya'nın düşmesi, veya Ahaylıların kendi gemileri yanında mahvolup gitmesi saatini tespit etmiştir. Aramızda bütün Ahaylıların cesur kahramanları vardır; bunlardan gönlünde benimle dövüşmek arzusunu kim buluyorsa, bütün ordu namına tanrısal Hektor'a karşı bir şampiyon olarak meydana çıksın. Şimdi, hepinize şunları söylüyorum. Zeus aramızda şahit olsun! Eğer o, temreni uzun tunç silâhıyla beni yenerse, silâhlarımı soysun, koca karınlı gemilere götürsün; ama cesedimi bizimkilere teslim etsin. Troyalılar ve kadınları ateş payımı törenle verebilsinler. Eğer ben onu yenersem, Apollon zafer şerefini bana verirse, ben onun silâhlarını soyup kutsal İlion'a götüreceğim. Okçu Apollon'un harimi duvarına asacağım; ama cesedini denk yapılı gemilerin yanına götürüp teslim edeceğim; başları saçlı Ahaylılar onu gömsünler ve üstüne toprak serpip geniş Hellespont (Çanakkale) denizi sahilinde ona bir mezar versinler. Ve gelecekte sağlam kürekli bir gemi ile şarap tortusu rengi denizden geçilirken şöyle denebilecek: «İşte bir mezar; onda, vaktiyle, ün salmış Hektor'un öldürdüğü bir kahraman yatıyor!» Böyle denecek, şanım, şerefim hiç kaybolmıyacak. Böyle dedi ve herkes sustu, bir ses çıkarmadı. Şeref teklifin reddini, korku kabulünü menetmektedir. Nihayet Menelas hışımla kalkarak Ahay kahramanlarına küfürlerle çıkıştı: — Hay çolpalar, mendeburlar, karı Ahaylılar, size erkek denemez. Şu anda, Danaoslular içinde, Hektor'a karşı çıkacak tek bir kişi bulunmazsa, müthiş, iğrenç bir utanç olur. Haydin, hepiniz topraksu 153/555 olun, şuraya, gayretsiz, cesaretsiz oturan haysiyetsizler! Ona karşı ben silâhlanıp çıkacağım. Zafer için, değişmez hüküm yukarıda, göklerde verilmiştir. Böyle dedi. ve güzel silâhlarını takındı. Fakat Menelas, Hektor senden yüz kat daha kuvvetlidir, onunla dövüşmek ömrünün son gününü görmek demektir. Seni A'naylı Hanlar buna zorluyorlar! Atreoğlu, güçlü kuvvetli Agamemnon Han senin sağındadır, sana bütün isimlerinle hitap ediyor: — Bu çılgınlık olur, Zeus dölü Menelas! Böyle bir delilik sana yakışmaz. Sana neye mal olursa olsun, sen den çok kuvvetli biriyle dövüşmek hevesinden vazgeç. Priam oğlu Hektor bütün kahramanları korkutur. Ahilleus bile, senden yüz kat kuvvetli iken, insanın şeref kazandığı kavgada onunla karşılaşmaktan ürkerdi. Git, kendi yarenlerinin ortasında otur. Hektor'a karşı Ahaylılar başka bir yiğit çıkarabilirler; ne derece cesur ve yiğit olsa, cana kıyan dövüşmede canını kurtarsa bile, üyelerini sarsmak güç olmıyacaktır. Kahraman böyle dedi; kardeşinin yüreği kandı. Öğüt makuldü. Menelas da dinledi. Seyisleri sevinç ile omuzlarından silâhlarını aldılar. O zaman Nestor kalktı ve Ahaylılara şöyle dedi: — Eyvah, eyvah! Ahay iline ne büyük yas çöküyor? Şimdi, ne kadar ah, vah ederdi, ihtiyar araba sürücüsü Myrmidonların ulu 154/555 gönüllü öğütçüsü ve hatibi Peleus ki, vaktiyle konağında, Argosluların babaları ve oğulları hakkında bana binbir sual sormaktan zevk alırdı. Bugün hepsinin Hektor karşısında korkup sindiklerini öğrenmiş olsaydı! Ellerini ölümsüz tanrılara kaldırıp dua ederdi ki, ruhu vücudundan ayrılsın da, Hades'in konaklarına girsin. Hay Zeus Baba, Athene, Apollon! vaktiyle tek akan Keladon ırmağı kıyılarında, Yardan suyu kıyısındaki Feya (veya Fera) sitesinin suları önünde, Pyloslularla Arkadialılar arasında dövüşüldüğü günlerde olduğu gibi; şimdi genç olsaydım! Şampiyonları tanrılar eşi Erevthalion'da, omuzundaki silâhlar Areithoos Hanın, erkek, kadın, herkesin Topuzlu diye andığı tanrısal Areithoos'un silâhlarıydı. Bu lâkap ona, başka savaşçılar gibi yay, kargı kullanmayıp bir demir topuz taşıdığı ve onunla taburları bozup kırdığı için verilmişti. Lykurg onu hile ile kuvvetle değil, dar bir yolda sıkıştırarak, öldürmüştü: Orada demir topuz, korunmak için, işine yaramamıştı. Lyikurg haince üstüne çullanıp kargısı ile deşmiş geçirmişti; adam toprağa yuvarlanmıştı; Lykurg, tunç tanrı Ares'in hediyesi silâhlarını soyup aldı, ondan sonra onları seyisi Erevthalion'a nediye etmişti. Bu silâhlarla Erevthalion bütün kahramanlara meydan okurdu. Fakat hepsi korkudan titrerlerdi, onunla dövüşmeyi hiç biri gözüne almazdı. Yalnız ben; sabırlı yüreğim o derece güveniyordu ki, beni dövüşmeğe dürttü. Yaşça da, o sırada, hepsinden gençtim. Ben dövüştüm ve Athene şanı, şerefi bana verdi: En kocaman ve en kuvvetli adamı öldürdüm: Yerde boylu boyuna serilmiş, yatıyordu. Ah, şimdi de genç olsaydım, gücüm eski halinde olsaydı, tulgası kıvılcımlı Hektor ile dövüşmeğe büyük bir hevesle atılırdım! Halbuki siz, bütün Ahay ordusunun kahramanları, Hektor'un meydan okumasına cevap vermeğe hiç bir arzu göstermiyorsunuz. 155/555 İhtiyar onlarla böyle atışıyordu. Fakat işte şimdiden, dokuz kişi birden kalktı, ilkin, budunlar çobanı Agamemnon kalktı. Onun arkasından Tydeoğlu güçlü Diomenes; ondan sonra, cesaretli ateşli iki Ayas; ondan sonra İdomene ile yardımcısı Merion can yakan Enyal'ın rakibi, ondan sonra Evemon'un yiğit oğlu Evripyl; nihayet, Andremon oğlu Thoas ile tanrısal Odysseus. Hepsi tanrı eşi Hektor'la dövüşmeğe hazırdı. O zaman ihtiyar araba sürücüsü Nestor gene söz aklı. — Şimdi, birimizin seçilmesi için aranızda kur'a çekin. Seçilecek olan bütün güzel dolaklı Ahaylıların dâvası adına dövüşecek. Dövüşmede zalim ölümden kurtulursa, kendi yüreğinin şan, şeref dâvasına da hizmet etmiş olacak. Böyle dedi. Hepsi, kur'alarına birer marka koydular. Ondan sonra, kur'alar Atreoğlu Agamemnon'un tulgasına kondu. Bunun üzerine adamlar ellerini kaldırarak dua ettiler — Zeus Baba; lütfet: Ayas seçilsin, ya Tydeoğlu, ya da altın yatağı Mykene Hanı seçilsin! 156/555 Böyle diyorlardı. İhtiyar araba sürücüsü kur'aları salladı; tam herkesin dilediği, Ayas'ın kur'ası tulgadan dışarı sıçradı. O zaman çavuş, sıçrayan kur'ayı aldı. sağdan başlıyarak yığınlar arasından, birer birer kahramanlara götürüp gösterdi. Birer birer kur'ayı tanımayıp «hayır» diyorlardı, en son, ün salmış Ayas'ın önüne gelen çavuş, kur'ayı onun eline verdi, Ayas markasını görüp tanıdı; yüreği büyük sevinç içinde, kur'ayı yere atarak şöyle dedi: — Dostlar, kur'a benimkidir, ve yüreğimde sevinç var, çünkü tanrısal Hektor'u yeneceğimi sanıyorum. Haydin, ben zırhımı giyerken, siz de Kronosoğlu Zeus Hana dua edin, kendiniz için, ağzınızı açmadan; Troyalılar sezinlemesinler; isterseniz, açık açık dua edin, kimseden pervamız yoktur çünkü. Beni kimse kaçmağa mecbur edemiyecek, ne arzusu ile, ne de bilgisi ile: Anam Salamin'in doğurup büyüttüğü, umarım ki, toy bir çocuk değildir. Böyle dedi, hepsi gözleri geniş göklere açılmış, Kronosoğlu Zeus Hana dua etti: — Zeus Baba! İda'nın sahibi, ulu şanlı tanrı! Zaferi Ayas'a ver, ona büyük bir şan, şeref kazandır. Ama Hektor'u seviyorsan, ve onun için kaygılanıyorsan, her ikisine eşit kuvvet ve şan, şeref bağışla! Böyle diyorlardı. 157/555 HEKTOR İLE AYAS'IN DÖVÜŞMESİ Bu sırada Ayas göz kamaştıran tunç silâhlarını takındı, vücudu tamamıyla silâhlandıktan sonra ortaya sıçradı. Kronosoglu nün, yürekleri yakan savaş ateşinin harareti içinde, kavgaya tutuşturduğu savaşçılara ulaşmak için canavar tanrı Ares öyle bir sıçrayışla atılır. Ahaylıların kalesi, in yarı Ayas da öyle bir sıçrayışla ortaya atıldı. Yüzü gülümsüyor, ayakları geniş adımlarla yürüyor, elleriyle de uzun mızrağını sallıyordu. Onu görünce Argoslular sevinç içinde kaldılar. Troyalıların yüreklerinde ise zalim bir korku sinmişti. Hektor bile göğsünde yüreğinin çarpıntısını hissetti. Fakat meydan okuyan kendi olduğu için, soldan yarım çark edip yarenlerinin yanına çekilmesine vakit, kalmamıştı. O sırada, Ayas, elinde bir kuleye benziyen tunç kalkanıyla, yaklaştı: Tyhios'un sanatıyla yapılan bu kalkanın yedi kat kurumuş öküz köselesinden, sekizinci, dış katı tunçtandı. Hyle ahalisinden ve öküz derilerini biçmede usta olan Tyhios, bu kıvılcımlı kalkanı iyi beslenmiş yedi boğanın derisinden yapmış, en üste bir tunç levha çekmişti. Telemanoğlu Ayas bunu göğsünün önünde tutuyordu, Hektor'un iki adım önünde durarak tehdit edici bir tavırla şöyle dedi: — Hektor, şimdi sen kendin deniyeceksin. Ahaylılardan ne kıratta yiğitler vardır: Safları bozan arslan yürekli Ahilleus'tan başka. Ahilleus, deniz teknelerinin ortasında, küskün, budunlar çobanı Agamemnon'a kızgın, oturup dinleniyor. Ama biz de senin karşına çıkacak boyda ve sayıdayız. Haydi, şimdi, dövüş ve savaş işaretini ver. Tulgası kıvılcımlı büyük Hektor cevap verdi: 158/555 — Tanrı dölü Ayas Telemanoğlu, budunlar başı, beni zayıf bir çocuk veya kavgadan anlamaz bir kadın yerine koyup sınamaya kalkma. Ben kavgadan, dövüşten iyi anlarım. Kurumuş öküz derisinden yapılı, çok dayanıklı cenk âletimi sağa sola götürmesini iyi bilirim. Tez koşan arabalar karşılaşmasında hücuma geçmesini iyi bilirim. Göğüs göğüse dövüşmede Ares'in dansını iyi oynarım. Ama senin gibi bir adamı, gözetleyip şaşkınlığa getirerek değil, açıktan açığa, silâhımı değdirmeğe çalışarak vurmak isterim. Böyle dedi, uzun mızrağını sallıyarak fırlattı ve Ayas'ın müthiş kalkanının sekizinci tunç katına değdirdi. Suali ucunun bükülmez tuncu kalkanın altı katını deldi, yedincisi onu durdurdu. Bunun üzerine tanrısal Ayas da uzun mızrağını fırlattı ve Priamoğlunun yusyuvarlak kalkanına değdirdi. Sağlam silâhın ucu parlak kalkanı deşerek iyi işlenmiş zırha saplandı; böğür boyunca yürüyerek cebeyi yırttı. Fakat, her ikisi, elleriyle uzun silâhlarını çekerek birbirlerine saldırdılar. Kan içici arslanlara veya kuvvetleri hiçbir şeyle kırılmaz yaban domuzlarına benzetilebilirlerdi. Priamoğlu mızrağı ile kalkanın ortasına dokundu, ama onu yırtacağı yerde, ucunun tuncu büküldü. O zaman Ayas bir sıçrayışla Hektor'un kalkanını deşip geçirdi. Tam hamle üstü, savaşçıyı geri itti, boynundan çizdi, ve hemen oradan siyah kan akmağa başladı. Fakat tulgası kıvılcımlı Hektor'un dövüşmesi bu kadarla kalmadı. Az geriledi ve ötede bulunan büyük, pürtüklü, ağır bir taşı kuvvetli eliyle kaldırdı, sallıyarak fırlattı, bu taşın altında Ayas'ın müthiş kalkanını, ortasından ezdi, tuncun çınlaması etrafa yayıldı. Bunun üzerine Ayas da ondan çok daha büyük bir taş alıp çevirerek, gücünün bütün hızıyla fırlattı ve bir değirmen taşı kadar olan bu kaya parçasının altında kalkanını çökertti. Hektor, kendi kalkanının altında çiğnenerek ayakları sendeledi ve boylu boyunca yere serildi; ama Apollon hemen, aniden, onu ayağa kaldırdı. O zaman, kılıçla birbirlerine saldırmak üzere iken, iki çavuş, biri 159/555 Troyalılar, öbürü tunç cebeli Ahaylılar namına, araya girdi. Zeus'un ve insanların habercileri olan çavuşlar, ki bilge: Talthibios ile İdeos'tur. Değneklerini kaldırdılar; sonra, İdeos çavuş söz alarak şöyle dedi: — Çocuklar, dövüşü, savaşı kesin; ikiniz de bulut devşiren Zeus'un sevgililerisiniz; ikiniz de savaşçısınız; bunu hepimiz biliyoruz. Fakat işte gece geldi, geceyi de dinlemek lâzım O zaman Ayas Telemanoğlu cevap verdi: — İdeos, böyle konuşmağa, her ikiniz, Hektor'u davet etmelisiniz. Bütün bütün yiğitlere meydan okuyan odur, işareti o versin. Ben Hektor'un diyeceğini yapmağa hazırım. Tulgası kıvılcımlı büyük Hektor cevap verdi: — Ayas, tanrı sana büyüklük ve kuvvet verdiğinden bunlara bilgeliği de kattığından, mızrakta ise Ahaylıların birincisi olduğundan, şimdilik bugünlük dövüşü, savaşı keselim. Daha sonra, tanrı iki milletimiz arasında tercihini belirtip zaferi birine vereceği güne kadar gene dövüşürüz, işte gece de geldi; .geceyi dinlemek de haktır. Gemilerin yanına gidip bütün Ahaylıları, hususiyetle, yarenlerini, dostlarını sevindirirsin. Ben Priam Hanın büyük şehrinde, Troyalıları ve 160/555 elbiseleri yerlere kadar uzun Troya kadınlarını sevindiririm ki, bana inayetlerini dilemek için Tanrılar Meclisine gireceklerdir. Haydi, birbirimize kıymetli armağanlar verelim. Böylece Troyalılarla Ahaylılarda herkes şöyle desin: «ikisi yürekleri yakan atışma yüzünden dövüştüler ve aralarında dostluk kurarak birbirinden ayrıldılar.» Böyle dedi, ve o sırada gümüş çivili bir kılıcı, iyi biçilmiş kını ve kayışıyla, birlikte getirerek Ayas'a verdi; Ayas da ona pırıl pırıl erguvandan bir kemer hediye etti. Ondan sonra ayrıldılar, biri Ahaylıların ordusuna, öbürü Troya yığınlarına doğru yürüdü. Troyalılar onu; sağ salim, Ayas'ın iç ateşinden ve kuvvetli ellerinden kurtulmuş görerek sevindiler; onu şehre götürdüler; az önce ise kurtuluşundan ümitlerini kesmişlerdi. PAZARLIKLAR Atreoğlu'nun barakasına gelinir gelinmez budunlar çobanı Agamemnon Kronos'un en kudretli oğluna beş yaşında bir öküzü kurban kesti. Derisini yüzdüler, hazırladılar, doğradılar; sonra bilgi ile parça parça kestiler, şişlere geçirdiler, büyük dikkatle kızarttılar; nihayet hepsini ateşten çektiler. Bu işler bitince ziyafete oturdular, ve herkesin payını aldığı bu yemekten şikâyet eden olmadı. Uzun filetoları yemek şerefini Atreoğlu kahraman Agamemnon Han Ayas'a sakladı. Sonra, susuzluk ve iştiha tatmin edildiği zaman, ihtiyar Nestor hepsinden önce davranarak, tasarladığı projenin iplerini dizmeğe 161/555 başladı. Öğüdü daima onaylanan da o idi. Uslu akıllı söz alarak şunları söyledi: — Atreoğlu, ve siz bütün Ahay ordusunun alp savaşçıları, bizim başları saçlı Ahaylılardan ölenler çoktur, kanları, coşkun Ares'in vuruşlarıyla, akışı güzel Skamandros suyunun kıyılarında saçılmış, ruhları Hades'e inmiştir. Ahaylıların içinde bulundukları kavgayı, tan ağarmasıyla, durdurmalısın. Biz de toplanalım: Öküzlerle, katırlarla ölülerimizi buraya taşıyalım; onları gemilerin az önünde yakalım; içimizden kimler kalırsa, küllerini evlerine, çocuklarına götürelim; vatan toprağına dönebileceğimiz gün. Ondan sonra, cenaze ateşinin etrafında, toprak yığıp müşterek bir mezar yapalım; bu mezar için gelişigüzel ova içinde bir yer seçeriz. Buna yakın olarak, çabuk, yüksek burçları olacak bir hisar yaratalım ki, gemilerimiz ve kendimiz için koruyucu bir sığınak olsun; iyi tanzim edilmiş kapılar açalım, onlardan ferah ferah arabalar geçebilsin. Sonra, Sur'un dışında ve ona çok yakın, bir hendek kazalım, ki düşman atlarını ve savaşçılarını bizden uzak tutsun, mağrur Troyalıları üstümüze saldırmaktan alıkoysun. Böyle dedi ve bütün Hanlar onayladılar. Bu sırada, Troyalılar da, İlion'un Akropol'ü üstünde, 162/555 Priam'ın kapılarına yakın, dernek kurdular: Müthiş fırtınalı bir dernek. Bu toplantıda, en ilki, akıllı tedbirli Altenor söz alarak konuştu: — Dinleyin beni, Troyalılar, Dardanlılar, müttefikler, size göğsümde yüreğimin emrettiklerini söyliyeceğim. Karar verelim, Atreoğullarına Argoslu Helene'yi ve bütün hazinelerini teslim edelim, götürsünler. Bu saatte, devam eden kavga, yeminli pakt'ın bozulması yüzündendir. Bizim için taundan faydalı bir şeyin çıkacağını, bizi söylediğimden kurtaracak bir neticenin alınabileceğini bekliyemiyorum. Böyle deyip yerine oturdu. Bunun üzerine güzel saçlı Helene'nin kocası tanrısal Aleksandros ayağa kalktı. Şu kanatlı sözlerle ona cevap verdi: — Altenor, hoşuma gidecek bir dil kullanmıyorsun. Halbuki daha kutlu fikirler vermesini de bilirsin. Gerçekten ciddi mi konuşuyorsun? Öyle ise, tanrılar aklını almışlar demektir. Şimdi ben, at-kısrak terbiyecisi Troyalılarla ben konuşacağım. Açık açık söylüyorum: Hayır, kadını vermiyeceğim. Buna karşılık, Argos'tan konağına getirebilmiş olduğum hazineleri, hepsini geri vermeğe razıyım hattâ kendi hazinelerimden de katabilirim. 163/555 Böyle deyip yerine oturdu. Bunun üzerine, Dardanoğlu, Dernekte tanrı eşi Priam ayağa kalktı; uslu akıllı söz alıp konuştu: — Dinleyin beni, Troyalılar, Dardanlılar, müttefikler, size göğsümün içinde yüreğimin emrettiklerini söyliyeceğim. Şimdilik, akşam yemeğini, âdet üzere, şehirde yiyin. Aynı zamanda, kendinizi korumağa bakın, tetik olun. Sonra; İdeos, tan ağarmasıyla, koca karınlı gemilere gitsin, Atreoğullarına, Agamemnon ile Menelas'a, bu çekiş- menin sebebi olan Aleksandros'un teklifini söylesin. Buna makul bir teklif ilâve etsin. İsterlerse can yakan kavga, ölülerimizi yakabilmek için, bir müddet durdurulsun. Sonra gene dövüşürüz; tanrı iki milletimiz arasında tercihini belirtip zaferi birine nasip edeceği saate kadar. Böyle dedi, hepsi güzelce dinleyip onayladılar. Akşam yemeğini, kıta kıta, ordugâhta yediler. Tan ağarırken İdeos çavuş koca karınlı gemilere gitti; Ares hizmetçileri Danaosluları, Agamemnon'un gemisi yanında Dernek kurmuş buldu. Gür sesli çavuş ortalarında durarak şöyle dedi: — Atreoğlu ve siz, bütün Ahay ordusunun alp savaşçıları! Priam ve Troya'nın öbür başları bana emrettiler ki, beğenip onaylarsanız, bu çekişmenin sebebi olan Aleksandros'un teklifini söyliyeyim: Argos'tan Troya'ya dönerken hay dönemez olaydı beraber getirdiği hazineleri, hepsini, geri vermeğe, hattâ kendininkilerden de katmağa razıdır. Fakat şanlı Menalas'ın nikâhlı karısını geri vermiyeceğini söylüyor. Bununla beraber, Troyalılar onu buna sıkıştırıyorlar! Bundan başka şunu da söylememi emrettiler: Ölülerimizi yakmak için 164/555 bir müddet can yakan kavgayı durdurmak ister misiniz? Sonra gene dövüşürüz: Tanrı iki milletimiz arasında terchini belirtip zaferi birine nasip edeceği saate kadar. Böyle dedi ve hepsi dinleyip sustular, ağızlarını açmadılar. Sonra narası gür Diomedes söz alıp konuştu: — Kimse kabul etmesin, ne Aleksandros'un teklif ettiği hazineleri, ne de Helene'yi. Herkes, en ahmak insan bile, bilir ki Troyalıların mahvolması mukadderdir. Böyle dedi, ve Ahay oğulları, tek sesle, alkışladılar, at-kısrak terbiyecisi Diomedes'in söylevinden çok hoşlandılar. Bunun üzerine Agamemnon Han, İdeos'a şöyle dedi: — Ahaylıların nasıl konuştuklarını, sana nasıl cevap verdiklerini kendin işitiyorsun. Ben de bu cevabı beğeniyorum. Buna mukabil, ölüleri yakmak teklifine karşı değilim. Hayatı terkedenlere, kadavralarını yakarak ateşle verilecek ilk hafiflik reddedilemez. Bu paktımıza Here'nin gürler sesli kocası şahit olsun. Böyle dedikten sonra, bütün öbür tanrıları tanıklığa çağırmak işareti olarak elindeki asayı kaldırdı, İdeos da kutsal İlion'a doğru 165/555 yürüdü. Orada, Troyalılar ve Dardanlılar, hepsi, Dernek halinde toplanıp oturuyorlar, İdeos'un dönüşünü bekliyorlardı. Çavuş dönünce ortalarında durup getirdiği mesajı tebliğ etti. Bunun üzerine, çarçabuk bazıları ölüleri taşımağa, bazıları odun arayıp getirmeğe koştular. Argoslular da, denk yapılı gemilerinden uzak, tezlikle, ölüleri toplamağa ve odun tedarik etmeğe koyuldular. MÜTAREKE, HİSARIN YAPILMASI Derinden yavaş yavaş akan Okeanos'tan göğe yükselen güneşin tarlalara şualarını yeni yaydığı saatte idi; ve işte birbirleriyle (sağ kalanlar ölenlerle) tekrar yüzyüze geliyorlar. Fakat o sırada adamları birer birer tanımak çok güçtü. Yaralarının kanı su ile yıkanıyor, ve sıcak gözyaşları dökerek, yük arabalarına konuyordu. Büyük Priam cenazelere ağlamak âdetine izin vermedi. Yürekler kederli, sükût içinde, kadavraları ateş öbekleri üzerine yığıyorlardı; cenazeleri yaktıktan sonra kutsal İlion'a doğru yürüdüler. Onlar gibi, öbür yandan, güzel dolaklı Ahaylıların da, yürekleri kederli, cenaze ateşinin öbekleri üzerine kadavraları yığdıktan ve yaktıktan sonra koca karınlı gemilerine doğru yürüdükleri görülüyordu. Henüz tan ağarmamıştı, daha, gündüz denemiyecek bir vakitti, ki ateşin etrafında, Ahaylılardan seçkin bir zümre toplandı. Toprak yığıp müşterek bir mezar yaptılar; bu mezar için, ova içinde, gelişigüzel bir yer tuttular; buna yakın olarak burçları yüksek bir hisar yarattılar ki, gemileri ve kendileri için koruyucu bir sığınak olsun. Ondan sonra ferah ferah arabaların geçebileceği kapılar açtılar. 166/555 Hisarın dışında boylu boyunca bir hendek kazdılar Ve kazıklar kaktılar. Fakat başları saçlı Ahaylılar bu işlerle uğraşırken, tanrılar, şimşek fırlatan Zeus'un etrafında dernek kurup tunç cebeli Ahaylıların başardığı büyük işlere bakarak düşündüklerini söylediler. İlkin yeri sarsan Posseidon sözü aldı: — Zeus Baba, artık sonsuz yeryüzünde bir ölümlü var mıdır ki, tasarladığını ve düşündüğünü ölümsüzlere bildirmek istesin? Bir defa daha görüyorsun, işte başları saçlı Ahaylılar, gemileri için bir hisar diktiler ve ona boydan boya hendek de çektiler: Bunun için tanrılara şanlı yüzlük kurban sunmadılar. Şafak nerelere uzanıyorsa bu hisarın şanı oraya kadar gidecek; halbuki bizim, Feobos Apollon ile benim, zahmetlere katlanarak, kahraman Leomedon için diktiğimiz şehrin şanı unutulacak. Ona, bulut devşiren Zeus, büyük bir öfkeyle şöyle söyledi: — Vah, vah! Güçlü kuvvetli yeri sarsan! Bu söylediğin sözler nedir? Senden, kolları ve ateşliliği yönünden yüz kat daha kuvvetsiz bir tanrı böyle bir şeyin olacağından korkuya düşebilirdi. Fakat senin şanın, Şafak nerelere yayılıyorsa, oraya kadar gidecektir. Bak, dinle beni, başları saçlı Ahaylılar, gemileriyle, vatanlarına dönmek üzere hareket edecekleri gün, git, hisarlarını yık, enkazını denize dök, uzun 167/555 sahilleri yeniden kumlarla ört, böylece Ahaylıların hisarı senin istediğin gibi yok olsun. Aralarında söyledikleri konular bunlardı. Güneş batmak üzere iken Ahaylıların tasarladığı işler tamamlanmıştı. Barakalarında öküzler boğazlayıp akşam yemeklerini yediler. Onlara Lemnos'tan şarap getiren birçok kayıklar vardır. Bu şarabı onlara Jason oğlu Eune gönderiyor: Budunlar çobanı Jason'un kollarında, gebe kalan Kyssipyl onu doğurmuştu. Jason oğlu, Atreoğullarına, Agamemnon'la Menelas'a, ayrıca bin ölçek şarap hediye etmektedir. Başları saçlı Ahaylılar şaraplarını almak için kimi tunç, kimi pırıl pırıl demir, kimi deriler, kimi canlı öküzler, hattâ esirler verirler. Ondan sonra, bol bir ziyafet tertip ettiler ve bütün gece başları saçlı Ahaylılar cümbüş yaptılar, Troyalılar ve müttefikleriyle aynı zamanda. Akıllı tedbirli Zeus da bütün gece onların felâketini tasarlıyordu-, müthiş bir gök gürlemesi işitildi; yüzleri sapsarı oldu, sağraklarındaki şarap yerlere döküldü ve artık kimse güçlü kudretli 168/555 Kronosoğluna saçı kılmadan şarabı ağzına götürmeğe cesaret etmedi. Sonunda, uyuyup uykunun hediyelerini topladılar. 169/555 ŞAN : VIII TANRILARIN ARAYA GİRMESİ KALDIRILIYOR Tülü safran renginde Şafak bütün yeryüzüne yayılıyordu ki, gürler sesli Zeus, dorukları sayısız Olympos'un en yüksek tepesinde Tanrılar Derneğini kurmuştu. Kendi söz alıp konuşuyor, bütün Tanrılar dinliyordu: — Dinleyin beni, hepiniz, tanrılar ve tanrıçalar: Göğsümün içinde yüreğimin emrettiklerini söyliyeceğim: Hiç bir tanrı, hiç bir tanrıça, emrimin dışına çıkmak denemesinde bulunmasın: Hepiniz, oy birliğiyle onaylayın da şu işleri en büyük tezlikle sona erdireyim. Eğer Tanrılardan birini görürsem, ki bilerek sözümden çıkıp Troyalılara veya Ahaylılara yardım etmeğe gidiyor, öyle çarparım ki, Olympos'a acınacak halde döner; veya onu yakalar, sisli puslu Tartarın içine, yerin altında en aşağılara batan uçurumun dibine atarım: Oranın demir kapıları ve tunç eşiği vardır; gök yerden ne kadar yukarıda ise, orası da Hades'ten o kadar aşağıdadır. O zaman bütün tanrılardan ne kadar üstün olduğumu anlarsınız. Haydin, tanrılar, tecrübesini yapın da görün: Gökten bir altın ip sarkıtın, sonra hepiniz, tanrılar ve tanrıçalar, bir ucuna yapışın; ne kadar çabalarsanız, Zeus'u, en üstün mevlâyı gökten yere indiremezsiniz. Fakat ben, kendi irademle, çekmek istemiş olsam, sizinle beraber yeri de, denizi de çekebilirim. Sonra, ipi Olympos'un sivri bir kayasına bağlasam, her şey ve siz hepiniz beraber, havalar arasında uçardınız, tanrılardan ve insanlardan o kadar üstünüm! Böyle dedi, ve hepsi sustu, ağız açmadı, söylediklerinden heyecan içinde kalmışlardı: O derece sert konuşmuştu. Neden sonra, çakır gözlü tanrıça Athene söz aldı: — Kronosoğlu babamız, en üstün hakan! Biz iyi biliriz. Senin gücün kuvvetin, bükülmez bir kuvvettir. Fakat zalim kaderlerine yaklaşıp mahvolmak üzere olan Danaoslu savaşçılar için kaygılanmaktan da kendimizi alamıyoruz. Peki, senin dediğin gibi, biz kavgadan uzak duralım; fakat Argoslulara, işlerine yarıyacak bir fikir telkin etmek isterdik ki. Öfkenin kurbanı olarak hepsi can verip gitmesin. Bulut devşiren Zeus gülümsiyerek şöyle dedi: — Ümitsiz olma, sevgili kızım. Tritogeni; söylediklerimden öyle fazla korkuya kapılmak gerekmez; sana karşı yumuşak davranmak isterim. 171/555 Bu sözleri söyledikten sonra, arabasına, uçuşu tez, ayakları tunçtan, alınlarındaki yele altından iki at koştu. Kendi de omuzlarına altın elbiseler atarak eline bir altın kamçı aldı: sonra arabaya bindi ve bir kamçı vuruşu ile atları havaya kaldırdı. İçleri ateş dolu, hayvanlar, yer ile yıldızlı gök arasındaki geniş uzay içinde uçtular. Bu gidişle pınarları çok İda dağına, canavarlar yatağı Gargar tepesine ulaştı: Tapınağı ve ıtırlı harimi oradadır. Tanrıların ve insanların babası atları durdurup koşumdan çıkardı ve üstlerine kalın bir buğu yaydı. Ondan sonra, şanına, mağrur, yapayalnız tepeye geçip oturdu: Oradan Troyalıların sitesine ve Ahaylıların gemilerine uzun uzun seyirci kaldı. AHAYLILARIN BOZGUNU Bu ara başları saçlı Ahaylılar, yemeklerini barakaların ortasında çabucak yediler, ondan sonra zırhlarını giyindiler. Troyalılar da bütün şehire dağılarak silâhlandılar. Sayıları daha az ise de kavgaya, dövüşmeğe ateşli arzuları küçük değildi: Çocuklarım, kadınlarını korumak ihtiyacı onları zorlamaktaydı. Bütün kapılar açıldı, ordu gerek yayan, gerek atlı arabalı olanlar dışarı atıldı; büyük kargaşalık sesleri yükseldi. Az sonra iki ordunun savaşçıları karşı karşıya geldiler, tutuştular; zırhları, kargıları, savaşçı ateşlikleri çarpışıyor, kabarık kalkanları tokuşuyordu; hıçkırıklar, haykırışlar, zafer naraları hep birden yükseliyordu. Öldürenler, cansız düşenler karışıyor, sel gibi akan kan yerleri kaplıyordu. 172/555 Şafak söküp kutsal gün yükseldikçe mızraklar, oklar yağıyor, adamlar düşüyordu. Güneş göğün ortasını aşınca, tanrıların babası altın terazisini açtı; iki kefeden birine at-kısrak terbiyecileri Troyalıların , öbürüne tunç cebeli Ahaylıların ölüm tanrıçalarını koydu; sonra, ortasından kaldırdı, Ahaylıların kefesi aşağı ağdı, günün onlar için uğursuz olacağını gösterdi. O zaman Zeus, İda'nın üstünden, müthiş bir gürleyiş gürletti ve Ahay ordusuna doğru alevli bir ışık yayıldı. Bunu görünce dehşet içinde kaldılar, yüzlerini sapsarı bir korku kapladı. O sırada, ne İdomene'nin, ne Agamemnon'un yüreği sabır ve sebat gösteremedi; Ares'in tapuğcuları iki Ayas da cesaretsizliklerini saklıyamadılar. Yalnız Nestor, Ahaylıların ihtiyar koruyucusu, korku eseri göstermedi, halbuki tam o ara cesareti kıracak bir taarruza uğradı; Atlarından biri vuruldu. Tanrısal Aleksandros, güzel saçlı Helene'in kocası, bir okla, başından, atların kafalarındaki yelenin başladığı yerden yaralamıştı. Hayvan, okun beynine değmesiyle duyduğu acıdan, sıçrayıp arabayı altüst etti. İhtiyar, elinde bir hançer, atılıp hayvanı arabaya bağlayan kayışları keserken Hektor'un tez koşan atları yetişti. Çok cesur bir arabacının sürdüğü atlar Hektor'u oraya getirmişti: İhtiyar o ânda candan olacaktı, eğer narası gür Diomedes, keskin gözleriyle, onu görmemiş olsaydı. Müthiş bir nâra atarak Odysseus'u şu sözlerle cesaretlendirdi: — Tanrısal Laestosoğlu, yığınlarla sürüklenerek bir korkak gibi arka çevirip nereye kaçıyorsun? Dikkat et, böyle kaçarken, düş- manın biri kargısını omuzlarının arasına saplamasın! Haydi, sebat et, ve ihtiyardan şu şaşkın savaşçıyı uzaklaştıralım. 173/555 Böyle dedi, fakat tanrısal Odysseus, çok sabırlı kahraman, onu dinlemedi, hep koşarak Ahaylıların koca karınlı gemilerine doğru ilerledi; yalnız Tydeoğlu hatlar dışındaki yiğitler arasına gidip yer aldı. Nele oğlu Nestor'un arabası önünde durdu ve ona şu kanatlı sözleri söyledi: — Hey ihtiyar! Genç savaşçılar seni çok üzüyorlar. Gücün kırılmış, yaşlılık yakana sarılmış; seyisinde pek kuvvet kalmamış, arabanın koşumu ağırlaşmış. Haydi, hızlanıp benim arabama bin. Tros'un hediyesi olan atların ne değerde olduğunu göreceksin; onları ben Ene'den alınıştım. Bozgun ustası hayvanlardır. Şu iki atla seyislerimiz. Bu ikisini, kendimiz, at-kısrak terbiyecisi Troyalılara karşı süreceğiz. Hektor da öğrenecek, benim de mızrağım, ellerinin içinde, iç ateş- liliğini ne dereceye kadar gösterebilecek. Böyle dedi, ve ihtiyar araba sürücüsü Nestor itiraz etmedi. Nestor'un ipleriyle gayretli Sthenelesos (Diomedes'in seyisi) ile cesur Evrymedon (Nestor'un seyisi) meşgul oldu. iki kahraman beraber Diomedes'in arabasına bindiler. Nestor kızıl dizginleri eline alarak atları kamçıladı. Çabucak, Hektor'un önünde idiler. Bu kahraman, hemen, öfkeyle üstlerine yürürken Tydeoğlu mızrağını fırlattı. Silâh hedefe değmedi; Hektor'un seyis arabacısı coşkun Thebe'nin oğlu Eniope, göğsünden, memeye yakın bir yerden vuruldu. Elinden dizginleri düşen adam, arabadan devrildi; tez koşan atları bir tarafa kaçtı, kendi, hayatı ve bütün güçlülüğü kırılmış, yerde kaldı. Arabacısının kaderini gören Hektor'un ruhu can yakan acılar içinde kaldı. Böyle bir arkadaşın kaybından üzgünlüğü büyüktü, fakat onu toprak üzerinde uzanmış bırakarak, cesur bir arabacı aramağa seğirtti ve atları uzun 174/555 zaman kılavuzsuz kalmadı: Hektor çabuk İfites'in alp oğlu Arheptolem'i buldu, arabaya oturtarak dizginleri eline verdi. O zaman çaresi bulunmaz bir felâket ve ümitsizlik olmak üzereydi. İlion içinde ağılda koyunlar gibi kapalı kalacaklardı, eğer tanrıların ve insanların babası onları keskin gözleriyle görmeseydi. Hemen müthiş bir tarzda gürledi ve beyaz bir yıldırım fırlattı; Diomedes'in arabası önünde toprağı yaktı. Kükürt kokusu içinde, müthiş bir alev fışkırdı. Korkuya tutulan atlar, şimdiden, arabama altına sinmiş bir halde idiler; kızıl dizginler Nestor'un ellerinden çıktı. Yüreği ürken ihtiyar Diomedes'e şöyle dedi: — Tydeoğlu, inan bana, senin için artık duynakları kalın atlarını kaçışa sürmekten başka yapacak bir şey kalmıyor. Görmüyor musun ki, Zeus'un yardımı sana değildir? Bu sefer Zeus şanı öbürüne veriyor bugün ona. Yarın, canı isterse, bize verecektir. Hiçbir ölümlü Zeus'un ne kurduğunu sezinleyip kestiremez. İnsan ne derece zekâsına mağrur olsa da Zeus ondan yüz kat üstündür. Narası gür kahraman Diomedes şöyle cevap verdi: — Bütün söylediklerin, ihtiyar, çok iyi söylenmiştir. Fakat yakıcı bir kaygı ruhuma ve yüreğime giriyor: Hektor'un bir gün Troyalılara Tydeoğlu önümden kaçıp gemilerine sığınmıştır! diyebileceğini 175/555 düşündükçe. Evet, böyle övünecektir... Keşke ayaklarımın altında yer yarılsaydı! ihtiyar araba sürücüsü Nestor şöyle cevap verdi: — Eyvah! Kahraman Tyde'nin oğlu! Nasıl sözler söyledin öyle? Hektor istediği kadar senin için korkak, cebin desin! Troyalılar ve Dardanoğullarından kimse ona inanmıyacak; kocalarını yerlere sermiş olacağın kadınlar, ulu gönüllü savaşçıların karıları arasında da ona inanacak kimse çıkmıyacaktır. Böyle dedi, ve duynakları kalın atları kaçışa sürdü. Bozgun arasından giderken, Troyalılar ve Hektor korkunç bir haykırış içinde, üstlerine, hıçkırıklar kaynağı oklar yağdırıyorlardı. Tulgası kıvılcımlı büyük Hektor yüksek sesle yuhaladı: — Hey Tydeoğlu! Eskiden Danaosluların senden fazla kıymet verdikleri kimse yoktu: Onlarda şeref yeri senindi, etler, sağrak sağrak şaraplar sana sunulurdu; fakat bugünden sonra seni hor görecekler, çünkü karıya döndün. Sefil kukla, seni! Kötü saatten kurtulma. Kavgadan asla çekilmiyeceğim, ve sen hiç bir zaman hisarlarımıza ayağını basmıyacak, kadınlarımızı gemilerinize götürmeyeceksin: Ondan önce kaderini eline vermiş olacağım. 176/555 Böyle dedi, ve Tydeoğlu iki tasarlayış arasında bocaladı: Arabayı çevirip Hektor'a kafa tutsun, onunla savaşa girişsin mi? Üç defa ruhu ve yüreği bu kararsızlık içindeydi ve her üç defasında tedbirli Zeus, İda'nın üstünden gürledi, Troyalılara bir zafer vaadeden alâ- metler gösterdi. O zaman Hektor yüksek sesle Troyalılara hitabetti: — Troyalılar, Lykalılar, Dardanlılar, teke tek dövüşünde usta savaşçılar! Dostlarım, erkek olduğunuzu gösterin; ateşli değerlerinizi unutmayın. Görüyorum ki, Zeus bize iyilikle davranıp zafer ve büyük şan vâdediyor. Danaosluları ise mahvetmek isteğini gösteriyor. Zavallıcıklar! Şu hiç bir işe yaramıyacak hisarlardan ne ümitlere düşmüşler, ahmaklar! Bizim saldırışlarımızı bu hisarlar durduramıyacak, atlarımız kolaylıkla, bir sıçrayışta hendekleri aşacaktır. Onların koca karınlı gemileri önüne geleceğim zaman, her şeyi yiyen ateşi unutmıyacağım: Gemilerini alevlere vereceğim ve aynı saldırışta, dumandan bunalmış olacak Argosluları imha edeceğim. Böyle dedi, ve şu sözlerle de küheylânlarına hitabetti: — Ksanthe, Podorge, Ethon ve sen tanrısal Lampos! Size Andromake'nin, ulu gönüllü Eetion kızının, tatlı buğday yedirdiğini, gönlünüz istedikçe içmek üzere şarap kardığını; ben genç ve güzel kocası olmakla övündüğüm halde, benden önce sizi ağırladığını hatırlamanız ve bana hizmet etmeniz saati gelmiştir. Haydin! Tezlikle davranın! Nestor'un zırhını elde etmeliyiz: Göklere varan bir söylenti ile som altından olduğu bilinmektedir. At-kısrak terbiyecisi Diomedes'in omuzlarından Hefaestos'un sanat eseri olan işlenmiş zırhı bugün 177/555 söküp almalıyız! Bu iki şeyi elimize geçirebilsek, Ahaylıları bu gece tez giden gemilerine bindirebileceğimi ümit ediyorum. HERE'NİN BOŞUNA ÖFKELENMESİ Böyle deyip övündü. Here Sultan öfkelenerek tahtı üzerinden kımıldadı, bütün Olympos titredi. Sonra büyük tanrı Poseidon'a bakarak şöyle dedi: — Güçlü kuvvetli, yeri sarsan! Senin de göğsünün içinde yüreğin, Danaosluların böyle can verdiklerini görüyor da hiç acımıyor. Halbuki Helike'de, Egers'te sana o kadar güzel şeyler, kıymetli armağanlar sunan onlardır. Hey büyük tanrı, onlar için zaferi dile. Tutalım ki, biz hepimiz, Danaosluları korumak istiyen tanrılar, birleşip gürler sesli Zeus'u kenarda bıraktık: Orada, İda'nın üstünde, küskün küskün, yapayalnız oturur kalırdı. Güçlü kuvvetli Yeri Sarsan şiddetle kızarak şöyle dedi: — Here, dili tedbirsiz tanrıça, söylediklerin nasıl söz öyle? Bizim, bütün tanrıların Kronosoğlu Zeus'a karşı savaşa kalktığınızın görülmesini, ben, hiç istemem, çünkü o, hepimizden çok daha kuvvetlidir. 178/555 AHAYLILARIN KARŞI SALDIRIŞI Onlar aralarında böyle konuşuyorlardı. Bu sırada, gemiler tarafından, hisar ile hendek arasına atlar, savaşçılar dolmuş, birbirleri üstüne sıkışıp kalmışlardı; onları böyle sıkıştıran Ares benzeri, Priamoğlu Hektor idi ki, Kronosoğlu Zeus ona zafer yüzü göstermişti. Böyle gitse güzel gemileri alevler içine atacaktı, eğer Here Sultan, hemen tezlikle, Ahaylıları cesaretlendirmeğe, çalışmak fikrini Atreoğlu Agamemnon'a telkin etmeseydi. O da hemen harekete geçerek, Ahaylıların barakalarıyla gemileri arasında, elinde dört köşeli büyük bir erguvan parçası, bir bu yana, bir o yana, seğirtmeğe koyuldu. Şimdi ise Odysseus'un gemilerinde, iki böğürü derin kara geminin üstünde durdu; hattın ortasına gelen bu gemi her iki tarafa sesi işittirmeğe elverişli idi; hattın bir ucunda Telamonoğlu Ayas'ın, öbür ucunda Ahilleus'un gemileri vardı; iç ateşlerine ve kollarının kuvvetine güvenerek iki ucu tutmuşlardı. Agamemnon, bütün Danaoslular için işitilebilir yüksek bir sesle haykırdı: — Ayıp, utanın, Argoslular, görünüşleri çok güzel korkaklar! Hani övünüp böbürlenmeniz nerede kaldı? Sözde kahramanlardık, Lemnosta, düz boynuzlu sığırların filetolarını atıştırır ağızlarına kadar dolu şarap testilerini yuvarlarken, kendi kendimize övünür dururduk: birimiz tek başına, yüz, iki yüz Troyalı ile savaşabilecektik! Şimdi ise, hepimiz tek bir Troyalıya, Hektora karşı koyamıyoruz! Biraz daha sonra böyle giderse, gemilerimizi ateşe verip yakacaktır. Hey Zeus Baba, hiç güçlü hanlardan bir başkasının gözlerini bu derece kör ettiğin, elinden şanı şerefi aldığın var mıdır? Halbuki ben söyliyebilirim: hiç bir zaman, buraya felâketime gelirken, hiç bir zaman senin çok güzel tapınaklarından birine, kürekleri sağlam bir gemi üzerinde 179/555 uğrayıp ta sana bir öküzün butlarını ve iç yağını yakmıyayım. Surları sağlam Troyayı almak arzusu bende o derece kuvvetli idi. Hey ulu tanrı, dileğimi yerine getir: tehlikeden kurtulmamıza yol ver. Ahaylıları Troyalılara yendirme. Böyle dedi. Tanrıların Babası onun göz yaşları döktüğünü görünce acıdı, dileğini onayladı: ordusu sağ esen kalacak, mahvolmıyacak. Çabuk kartalı, kuşların en emniyetlisini salıverdi; kartal, pençesiyle tuttuğu tez koşan bir dişi geyiğin yavrusunu, Ahaylıların çok güzel tapınağına bıraktı: burada bütün seslerin sahibi (alâmetleri bilerek gösteren) Zeus'a kurbanlar sunmak Ahaylıların âdeti idi. Alâ- metin Zeus'tan geldiğini anladılar ve taze bir ateşlilikle Troyalılara saldırdılar; artık kavgadan başka bir şey düşünmüyorlardı. Bu kadar çok sayıda olan Danaoslulardan kimse Tydeoğlundan önce davranamamıştı: en ilki Diomedes tez koşan atlarına hendeği aştırdı, düş- mana karşı girip kavgaya başladı. Herkesten çok önce, Troyalı bir savaşçıyı, Fradmonoğlu Agelaos'u, atlarını kaçışa sürerken, kargısını arkasına, omuzları arasına sapladı ve göğsünü deşti geçirdi. Adam arabasından devrildi, üstünde silâhları çınladı. Diomedes'in arkasından Atreoğulları, Agamemnon ile Menelas geliyordu; ondan sonra ateşli cesaretiyle iki Ayas; sonra İdomene, İdomene'nin arkasından Enyoles'in (Ares'in) benzeri Merion, sonra Evemon'un ün salmış oğlu Evrypyl; nihayet dokuzuncu olarak, yayı ile ucunu arkaya kadar gererek çeken Tevkros geliyordu. Tevkros gidip Telamanoğlu Ayas'ın kalkanı altında yer aldı; sonra Ayas hafifçe kalkanının yerini değiştirince, Tevkros tedbirli bir göz attı ve az sonra yığınlar içinde okunun değmesiyle bir savaşçı olduğu yere düşerek can 180/555 verdi; Tevkros ise, annesine dönen bir çocuk gibi, tekrar Ayas'ın gölgesine girdi. Ayas da onu parlak kalkanıyla sakladı. Kusursuz Tevkros'un yıktığı Troyalılar kimlerdi? En önce Orsilohos'u, Ormenon ve Ofelestes'i Daitor ile Hromios'u ve tanrılar eşi Lykofontes'i Polyemonoğlu Amopaon'u ve Melanipos'u. Hepsini, birer birer, bereketli toprağın üstüne serdi. Budunlar Hanı Agamemnon, onun, güçlü yayı ile Troyalıların hatlarına ölümü götürdüğünü görerek sevinç içinde kaldı; yanına gelerek şöyle söyledi: Tevkros, sevgili baş, Telamonoğlu, savaşçılar başı! böyle, ok atmağa devam et, belki Danaoslular için ve baban Telamon için selâ- met ışığı olursun. İşin nasıl olacağını sana söyliyeyim: eğer egid kalkanını tutan Zeus ve Athene bana güzel İlion sitesini alıp talan etmeği nasip ederlerse, benden sonra ilk olarak sana, seçkin bir şeref payı ayıracağım: bir üç ayaklı, ya arabasıyla bir çift at, veya yatağına girecek bir kadın. Kusursuz levkros da şöyle cevap verdi: — Ulu şanlı Atreoğlu, ben kendim ateşli bir kavga arzusu içindeyim, beni cesaretlendirmeğe ne hacet? Onları İlion'a sürmeğe başladığımız saatten beri pusudayım, ve oklarım onlardan adamlar öldürmektedir. Uzun temrenli sekiz ok atmış bulunuyorum, hepsi de cesur delikanlıların etine kemiğine saplanmıştır. Yalnız şu kudurmuş köpeği vuramıyorum. 181/555 Böyle dedi, ve yayının kirişinden doğru Hektor üzerine bir ok daha fışkırttı; bütün gönlüyle ne kadar ona değdirmek istiyordu! Fakat ok kayarak onun yerine kusursuz Gorgytion Priam oğlunu göğsünün ortasından vurdu. Bir haşhaş çiçeği bahar yağmurlarıyla meyvası altında bir yana nasıl eğilirse, vurulan savaşçının başı da öyle eğildi. Tevkros, yayının kirişinden doğru Hektor üzerine bir ok daha fışkırttı; bütün gönlüyle ne kadar vurmak istiyordu! Bu sefer de oku Apollon kaydırdı. Ok kayıp Arheptolem'i, Hektor'un çok cesur arabacısını göğsünden, memenin yanından vurdu. Adam, arabasından devrildi, atları bir tarafa kaçtı, vurulan ise oracıkta, hayatı kesilmiş, iç ateşi sönmüş kaldı. Arabacısının öldüğünü gören Hektor'un yüreği yakıcı, acı kaygılar içinde kaldı. Bir arkadaşı kaybetmekle çok üzüldü ise de vurulanı orada bıraktı; pek yakın bir yerde olduğunu gördüğü kardeşi Kebriona seslenerek arabanın dizginlerini almasını emretti. Kebrion dinledi ve itiraz etmedi. Kendi pırıl pırıl arabadan yere atlayıp korkunç naralar attı. Eliyle yerden bir taş kaldırarak doğru Tevkros'a yaklaştı. O sırada Tevkros okluğundan yeni bir ok çekmiş, kirişin üstüne koymuştu bile; omuz boyunca, köprücük kemiğinin, göğsü boyundan ayırdığı yere, isabetin en kolay olduğu noktaya çekiyordu, ki tulgası kıvılcımlı Hektor sivri taşı atarak Tevkros'un kirişini kırdı. Kolu bilekten uyuştu; oracıkta devrilerek diz üstü çöktü; yay elinden düşmüştü. Fakat Ayas düşen kardeşini terketmedi, onu korumağa, kalkanının altına almağa koştu. İki sevimli arkadaş, Ehios oğlu Mekiste ile tanrısal Alestor sokularak vurulanı koca karınlı gemilere kaçırdılar; o ise boyuna ağır hıçkırıklarla inliyordu. 182/555 AHAYLILARIN YENİLMESİ O zaman Olymposlu, Troyalıların savaş ateşini yeniden yükseltti: Ahaylıları, doğru, derin hendek üzerine bastırdılar. Hektor, kuvvetine mağrur, en ön saflarda yürüyordu. Tez ayaklı bir köpek bir yaban domuzunun veya bir arslanın arkasından giderek nasıl tezlikle kovalar, yanlarını veya sağrısını sıkıştırır, her hareketini gözetlerse, onun gibi Hektor başları saçlı Ahaylıları kovalıyor, daima en arkadakini öldürüyordu; ötekiler kaçıyorlardı. Fakat tam bozgun halinde kazıkları ve hendeği geçtikten ve yüzlerde Troyalının saldırışı altında can verdikten sonra gemilerin yanına geldiler. O zaman kaçışı durdurarak birbirlerini çağırmağa ve cesaretlendirmeğe başladılar, ve elleri göğe uzanmış, her biri bir tanrıya, hararetli dua ettiler; bu sırada Hektor güzel yeleli atlarını her yana koşturup döndürüyordu; gözlerinde Gorgon'un ve ölümlüler musibeti Ares'in bakışı parıldıyordu. HERE İLE ATHENE'NİN HEYECANA GELMESİ Onları o halde gören beyaz yollu tanrıçanın yüreği acıma ile doldu. Hemen Athene'ye dönerek kanatlı sözler söyledi: — Eyvah! egid kalkanını tutan Zeus'un kızı! Anaosluların böyle can verdiklerini görürken, son bir defa olarak yardımlarına koşmaktan nasıl vaz geçeriz? Tek bir adamın, Priamoğlu Hektor'un saldırışları 183/555 altında hazin kaderlerini tamamlayıp mahvolsunlar mı? Bu adamın öfkesi sona ermeli artık! Şimdiden ettiği fenalık çok fazla: Çakır gözlü Athene şöyle cevap verdi: — Bu adamın, çok çabuk, kendi vatanının toprağı içinde, Argosluların kollarıyla, ateşliliği de söner nefesi de kesilirdi. Ama benim babam da kızgın; düşüncelerinde, yüreğinde hiç insaf yok. Daima zalim, adaletsiz; arzularımı kırıyor, iç ateşimi söndürüyor. Kaç defa, Eurysthe'nin (emriyle Heraklisin) işleri sırasında, son nefesini vermek haline gelen oğlunu kurtarmış olduğumu hatırlamıyor: göğe ellerini kaldırıp ağlarken, Zeus, beni gökten yardımına yolladı. Kapıları sıkı sıkı kapalı Hadese, Erebes'ten Hades köpeğini götürmeğe gönderilmişti! Styks suyunun derin akıntısından yakayı kurtaramıyacaktı. Şimdi ise bana hınç gösterirken Thetis'in arzularını yerine getirmiştir: deniz tanrıçası dizlerine sarılmış, eliyle çenesini okşamış, oğlu şehirler fatihi Ahilleus'un şerefini yükseltmek ricasında bulunmuştur. Bir gün gelecek, bana: «çakır gözlü, sevgili kızım» diyecek! Fakat, saati geldi: sen duynakları kalın atları hazırla. Bu sırada ben, kendim, egid kalkanını tutan Zeus'un sarayına sokulacağım, savaş için silâhlanacağım. Öğrenmek istiyorum: Priamoğlu, tulgası kıvılcımlı Hektor, ikimizin kavga meydanında görünmemizden haz duyacak mı? Veya Ahay gemilerinin yanında bir Troyalının eti, kemiği, yağı ile kurda kuşa yem mi olacak? 184/555 Böyle dedi ve kolları beyaz tanrıça Here itiraz etmedi. Büyük Kronos'un kızı sayın tanrıça Here alınlarının bezeği altından atlarını hazırlamağa ve teftiş etmeğe gitti. O sırada, egid kalkanını tutan Zeus'un kızı Athene, kendi elleriyle dokuduğu ve işlediği yumuşak elbisesini babasının toprağına salıverdi: sonra bulut devşiren Zeus'un kaftanını giyerek göz yaşları kaynağı kavga için silâhlandı. Nihayet alev gibi pırıltılı arabaya bindi; güçte kuvvet o en üstün tanrının kızı olarak, öfkelendiği kahramanların saflarını bozmak için kullandığı uzun, ağır, kuvvetli mızrağını eline aldı. O zaman, Here, kuvvetle atları kamçıladı ve işte saatların beklediği gök kapıları kendiliklerinden inlediler: kalın bir bulutla örtmek veya bulutu dağıtmak vazifesiyle birlikte Olymposun ve geniş göklerin girişini beklemek bu saatlere verilmiştir. Atları üvendirekle dürterek arabayı buradan geçirdiler. Fakat Zeus Baba İda'nın üstünden onları görerek müthiş bir öfke içinde kaldı ve altın kanatlı İris ile onlara şu haberi gönderdi: — Tez uçan İris, yola çık, onları geri çevir; benimle yüz yüze gelmelerine meydan verme: İş kavgaya giderse çok fena olur. Ne olacağını sana söyliyeyim: boyunduruk altında tez koşan atlarının baldırlarını kıracağım; arabalarını da parçalayacağım. Yıldırımlarımla öyle bir hale gelirler ki, ondan sonra on yıl, birer birer, geçse onları ondurmuş olmaz. Çakır gözlü Bakire babasıyla dövüşeceği günü hep hatırlayacaktır. Here'ye karşı hıncım, kinim daha azdır, benim istediğime engel olmak onun her zamanki âdetidir. 185/555 Böyle dedi, ve yelayaklı İris haberciliğine atıldı. İdanın tepelerinden yukarı Olymposa ulaştı. Girintisi çıkıntısı çok Olymposun birinci kapısında tanrıçalarla karşı karşıya geldi; Zeus'un buyurduklarını tekrarlıyarak onları alıkoymıya çalıştı — Ne yapmak arzusundasınız? İçinizde yüreğinizi öfkeye getiren nedir? Kronosoğlu Argosluların yardımına gitmenize yol vermiyor. Kronosoğlunun tehditleri işte neler yapacağını anlatıyor: tez koşan atlarınızın boyunduruk altında, baldırlarını kıracak; sizi, oturduğunuz yerden aşağı atacak; arabanızı parçalıyacak. Yıldınmlariyle öyle bir hale geleceksiniz ki, ondan sonra on yıl, birer birer, geçse sizi ondurmuş olmıyaraktır. Çakır gözlü Bakire, babanla dövüşeceğin günü hep hatırhyacaksın. Here'ye karşı hıncı, kini daha azdır: onun isteğine engel olmak Here'nin her zamanki âdetidir. Böyle dedikten sonra, yelayaklı İris çekildi, gitti. Bunun üzerine Here Athene'ye şöyle söyledi: — Eyvah, egid kalkanını tutan Zeus'un kızı! Olduğumuz yerde duralım. Ölümlüler için, ikimizin, Zeus'a karşı kavgaya kalkmamızı ben doğru bulmuyorum. Onlardan filân ölmüş falan yaşamış: kader ne ise öyle olsun! Troyalılarla Ahaylılar arasında, yüreğiyle ve tasarlayışlarına göre karar vermek Zeus'a düşer: bundan iyisi yoktur. 186/555 Böyle dedi, ve duynakları kalın atlarını çevirdi. Saatler güzel yeleli atları koşumdan çözdüler; ondan sonra göksel yemliklere bağladılar. Arabayı girişin karşısında ki pırıl pırıl duvara dayadılar. Tanrıçalar da, yürekleri kederli, tanrılar arasındaki altın tahtlarına oturdular. ZEUS, TROYALILARA YARDIMDA BULUNMAYA KARAR VERiYOR Zeus Baba İda'nın üstünden, atlarıyla ve güzel tekerlekli arabasıyla, Olympos'a sürerek tanrılar Meclisine geldi. Ün salmış Yeri sarsan, atlarını koşumdan çözdü, arabayı kaidesi üzerine koydu ve üstünü örttü. Bu ara gürler sesli Zeus altın tahtına çıkıp oturdu; ayaklarının altında geniş Olympos sarsıldı. Athene ile Here, Zeus'tan uzak bir yerde, sessiz sedasız, hiç bir şey sormaksızın oturuyorlardı. Ulu tanrı aklıyla düşünerek ve bilerek şöyle dedi: — Niçin bu kadar kederli duruyorsunuz, tanrıçalar, Here, Athene? pek te fazla yorulmuş olmasanız gerek; şu müthiş kin beslediğiniz Troyalılara karşı, şan şeref kazandıran kavgada uzun boylu dolaşmış ta değilsiniz? Ateşli gücüm ve ellerim öyle müthiştir ki, Olympos'ta oturan tanrılar birleşse, hepsi birden karşıma çıksa sırtımı döndüremez. Siz gözlerinizle kavgayı ve bütün dehşetli işlerini görmeden, parlak endamlarınız korkuya tutuldu. İleri gitseydiniz ne olacaktı, onu size ben söyliyeyim: yıldırıma çarpılacak arabanızla ölümsüzlerin oturduğu Olympos'a dönemiyecektiniz. 187/555 Böyle dedi. Here ile Athene mırıldandılar. Yan yana oturmuşlar, Troyalılara nasıl fenalıklar edeceklerini tasarlıyorlardı. Athene sus pus oturmuş Zeus Babaya gücenikliğiyle beraber ağzından kelime çıkmıyordu; ama gittikçe öfkesi içini yakıyordu. Here ise, göğsünde öfkesini bastıramadı, söz alıp konuştu: — Müthiş Kronosoğlu, o söylediklerin nasıl sözlerdir? Biz çok iyi biliyoruz, senin kolun bükülecek kol değildir. Bununla beraber Danaoslu savaşçıların felâketine acımaktan kendimizi alamıyoruz: kötü kaderlerini tamamlayıp hepsi mahvolup gidecek. Madem ki emrediyorsun, pekiyi kavgadan uzak duralım, fakat Argoslulara, işlerine yarıyacak bir fikir de mi telkin etmiyelim? Sen bir kere onlara öfkelendin diye hepsi mahvolmamalıdır. Bulut devşiren buna cevap olarak şöyle dedi: — Tan ağarmasını bekle büyük güzel gözlü Here Sultan! ve pek ısrar ediyorsan güçlü kuvvetli Kronosoğlunun Argoslu savaşçıların geniş ordusuna ölümü nasıl götüreceğini görürsün. Güçlü Hektor ayağına çabuk Peleoğlunun, gemilerin yanında, harekete gelmesinden önce kavgayı kesmiyecektir: ölecek Patroklos'un cenazesi için en müthiş savaşların başlıyacağı güne kadar. Karar verilen kader böyledir. Seni, senin öfkeni hiç umursamam, yer ile denizin hudutlarına varsan bile: orada Japet ile Kronos, hiç kurtulmamak üzere, kapanmış, güneşin lâtif ışınlarından ve havanın nefeslerinden mahrum tutulmuştur; yakınlarında ise Tartar var! Oralara kadar gidip dolaşsan bile seni hiç mühimsemem çünkü senden daha köpek hiç bir 188/555 şey yoktur. Böyle dedi, ve kolları beyaz Here hiç karşılık vermedi. Bu arada güneşin alevli pırıltıları Okeanosun altına inerek bereketli yer üzerine karanlık geceyi yaydı. Troyalılar ışığın battığını esefle gördüler. Ahaylılar için ise, tersine, üç kat beklenen karanlık gece büyük bir sevinçle karşılandı. GECENİN TROYALILARI DURDURMASI Ün salmış Hektor, bu arada, Troyalıların Derneğini topladı: gemilerden uzaklaşarak, burgaçlı ırmağın kenarında, kadavralar arasında kalmış temiz bir yer bulmuştu. Arabalarından yere inerek oturmuşlar, Zeus'un sevgilisi Hektor'un söylediğini dinliyorlardı. Avucunda, on bir arşın uzunluğunda tunç temreni altın çenberle sarılmış bir mızrak tutuyordu: alevleri önüne yayılıyordu. Hektor ona dayanarak konuştu: — Dinleyin beni, Troyalılar, Dardanlılar, müttefikler! Az önce sanıyordum ki, bir kere Ahaylıları gemileriyle birlikte imha ettikten sonra, rüzgârların dövdüğü İlion'un yolunu tutabileceğiz. Fakat daha önce karanlık geldi ve şimdilik Argosluları ve deniz kumsalı üzerinde gemilerini işte bu karanlık kurtardı. Biz de şimdilik karanlık geceyi dinliyelim, akşam yemeğimizi hazırlamakla meşgul olalım. Arabaların altından güzel yeleli atları çözün; yanlarına yemlerini koyun. Sonra şehirden öküzler ve kocaman koyunlar getirirsiniz. Çabuk davranın! 189/555 Evlerinizden de şarap ve ekmek tedarik edin. Nihayet, çok çok odun da toplayın, bütün gece, sabah tan ağarıncaya kadar, bir çok ateşler yakmalıyız, alevlerinin ışıkları göklere yükselsin: eğer başları saçlı Ahaylıların, kaçmak için, karanlık geceden faydalanıp geniş denize açılmalarını istemiyorsak. Fakat hayır, dövüşmeden, rahat rahat gemilerine binip gitmemelidirler; her biri, gemisine atlarken de olsa ya bir okla ya temreni sivri bir mızrakla bir kere daha yaralansın da memleketine öyle dönsün; bir daha at kısrak terbiyecileri Troyalılara göz yaşları döktüren Ades'i getirmek hevesinden vazgeçsinler. Zeus'un sevgilileri çavuşlar şehir içinde yaysınlar ki emir vardır: genç delikanlılar ve şakakları ağarmış yaşlılar, şehri çeviren kuleleri yüksek, tanrı yapısı hisarlarımız üzerinde toplansınlar. Her kadın kendi evinde büyük bir ateş yaksın; ve aralıksız nöbet beklesin, düşman pusu kurup savaşçıları dışarda olan şehre sokulmağa fırsat bulmasın. Dediğim gibi yapın, ulugönüllü Troyalılar. Şimdi söylediklerim, şu saatteki duruma göre alınmış tedbirlerdir. Sabah tan ağarırken at kısrak terbiyecileri Troyalılara başka tedbirler söyliyeceğim. Umuyorum Zeus'tan ve bütün taunlardan diliyorum ölüm tanrıçalarına gönül vermiş şu köpekleri buradan koğalım. Yarın, şafakla, baştan ayağa, silâhlı olarak, koca karınlı gemilerde, ateşli Ares'i uyandıralım. O zaman anlıyacağım: Tydeoğlu Güçlü Diomedes mi beni gemilerden bizim hisarlara sürecek, yoksa ben mi onu tunç temrenle deşip kanlı soykalarını götüreceğim. Fakat sanıyorum ki, yarın ki güneş doğarken, yığın yığın yere yuvarlanacak yaralıların en ilklerinden olacak! Hay bana nasip olaydı: yaştan ve ölümden korunmuş olaydım! Athene gibi, Apollon gibi bir tanrının şerefi bana da verilmiş olaydı! işte o gün Argosluları felâkete atmak bir hakikat olurdu! Hektor böyle konuştu, Troyalılar da onu alkışladılar. Hemen, terlemiş atlarını boyunduruktan çözdüler; sonra arabalarının yanında kayışlarla bağladılar, ve çabuk davranarak şehirden öküzler, kocaman 190/555 koyunlar getirdiler; evlerinden tatlı şarap ve ekmek edindiler, çok çok odun topladılar ve az sonra yanık yağ dumanı göklere yükseliyordu. Hepsi büyük ümitler ve yüksek düşünceler içinde, bütün gece kavga meydanında kalıp ateşler yaktılar. Gök kubbesinde, yelsiz ether içinde, ışıklı ay etrafında, sayısız yıldızlar nasıl şıkır şıkır parıldarsa; onun gibi, gemilerle Ksanthe ırmağı arasında, Troyalıların İlion önün de yaktıkları ateşlerden pırıl pırıl alevler yayılıyordu. Birdenbire sonsuz ether içinde, Şafak altın tahtı üzerinde görünerek tan ağardı, çobanın gönlü sevinç içinde kaldı. Atlar da, ayakta, önlerine atılmış olan beyaz arpayı ve esmer sumteri o sırada bitiriyordu. 191/555 ŞAN : IX AHAYLILARIN GECE TOPLANTISI Böyle, Troyalılar nöbetçileri bekletirken, Ahaylılar, yürekleri donduran bozgunun kardeşi çılgın bir korku içinde kalmışlardı. Bütün kahraman savaşçıları katlanılmaz bir matem çarpmıştı. Balıklı deniz birden esen iki rüzgârla nasıl kabarırsa, her ikisi Thrakiadan esen Boreas ile Zefir nasıl birden bire siyah dalgalar yükseltir ve sahillere boylu boyunca yosunlar saçarsa onun gibi, göğüsleri, içinde, Ahaylıların yürekleri yırtılmış, parçalanmıştı. Bu ara, Atreoğlu yürekten müthiş kederlenmiş her tarafta gür sesli çavuşları arıyarak onlara Derneği toplamak emrini veriyordu: üyeler teker teker, isimleriyle çağrılacak, hiç ses çıkarılmıyacaktı. Kendi de onlardan ilkin buna çalışıyordu. Üyelerin hepsi, gamlı oturmuş, Dernek toplanmıştı. O zaman Agamemnon gözlerinden yaşlar dökerek ayağa kalktı: yalçın bir kayadan kara sularla akan karanlık bir pınara benziyordu. Ağır hıçkırıklarla Argoslulara şunları söyledi: — Dostlar, Argosluların başları ve kılavuzları! Kronosoğlu Zeus beni müthiş bir felâket tuzağına düşürdü; zalim, vaktiyle bana söz vermiş ve va'dini teyid etmişti ki, ancak hisarları sağlam İlion'u alıp talan ettikten sonra memlekete dönecektim. Meğer bana fena bir pusu kuruyormuş, şimdi işte beni Argos'a dönmeğe çağırıyor: alnımda, boşuna bunca insanları mahvetmiş olmak şerefsizliği olduğu halde! Ne çare! Zeus böyle istiyor, kudreti sonsuz Zeus ki bunca Hanın başından tacını almış, daha da başkalarından alacaktır; çünkü güçte kuvvette en üstün odur! O halde haydin, hepimiz benim dediğim gibi yapalım, gemilerimize binip vatanın sahillerine doğru kaçalım. Saati geçmiştir, geniş Troya şehri artık bizim olmıyacaktır. Böyle dedi; hepsi sustular, ses çıkarmadılar. Uzun bir zaman Ahaylıların oğulları, böyle, dilsiz ve gamlı kaldılar. Nihayet, narası gür Diomedes söz alıp konuştu: — Atreoğlu, düşüncesizliğin için, en önce seninle atışacağım; Dernek'te görenek böyledir, ey Han! Darılmıyasın. İlk olarak sen öfkelenip Danaosluların önünde yiğitliğime hakaret ettin: bana hamasetsiz, gevşek, korkak dedin. Bütün bunları Argoslular, gençleri ihtiyarları, iyi bilirler. Sana gelince, dolap çeviren Kronosoğlu vergi vermede tutumlu hesaplı davranmıştır: çok kudretli, hepsinden üstün bir asa vererek şanını şerefini yükseltmiştir, fakat hamaset, kavgada iç ateşi vermemiştir, en yüksek erdem ise budur. Zavallıcık, sen Ahay oğullarını bu derece gevşek, korkak mı sanıyorsun da öyle konuşuyorsun? Yüreğinde böyle bir sıla arzusu varsa, kalk git: önünde yolun açık; gemilerde denizin yanında duruyor, o gemiler ki Mykenes'ten çıkarken, donanma olarak arkadan gelmişlerdi. Başları saçlı başka Ahaylılar, Troyayı alıp talan edinceye kadar burada kalacaklardır. Onlar da isterlerse gemilerini alıp sevgili vatan toprağına kaçsınlar. Yalnız ikimiz. Sthenelos ile ben, kalırız. Troya'nın kaderini elde edinceye kadar dövüşürüz. Burada bulunuyorsak her halde tanrının dileği ile bulunuyoruz. 193/555 Böyle dedi, ve bütün Ahay oğulları at kısrak terbiyecisi Diomedes'in söylediklerini beğenerek alkışladılar. Sonra araba ustası Nestor ayağa kalkarak konuştu: — Tydeoğlu, kavgada güçlü kuvvetlisin. Dernekte de yaşıtların arasında, hepsinden üstünsün. Ahaylılardan söylediklerini beğenmiyecek, aksini söyliyecek kimse yoktur. Fakat her şeyi söylemiş değilsin. Hakikat şu ki gençsin; oğlum, bütün oğullarımdan sonra doğmuş bir oğlum olabilirsin. Böyle ise de, Argos Hanlarına sağduyu sahibi bir adam gibi konuşmaktan geri kalmıyorsun. Fakat ben, senden çok daha yaşlı olmakla övünen ben, söylediklerini tamamlamalıyım, her şeyi söylemeliyim. Ve sanırım ki, söyliyeceğim şeyler için, beni kimse, Agamemnon bile kıramıyacak. Demos içinde harp isteyen adamda aile, görenek, yurt, vatan duygusu yoktur: bu yüreği üşütüp titreten savaştır. Fakat haydin şimdi karanlık geceyi dinliyelim, akşam yemeğini hazırlıyalım. Bekçi takımları açık hendeğin yanında, hisarın dışında nöbet beklemeğe gitsinler; bunları delikanlılara söylüyorum. Ondan sonra, Atreoğlu, sen bize baş ol, çünkü en büyük Han sensin, ihtiyarlara ziyafet vermek itirazsız sana düşer. Barakaların şarapla doludur: Ahaylıların gemileri her gün sana Thrakiadan geniş deniz üzerinden getiriyorlar. Ağırlamak için her şeyin vardır bir çokları üzerine de hanlık hükmü sürmektesin. Dernek toplantılarında kimlerin en iyi tedbirleri ileri süreceğine kulak asarsın. Şu saatte, düşman, gemilerimizin çevresinde sayısız ateşler yakmakta iken Ahaylıların en iyi ve en sağlam tedbirlere ihtiyaçları yok mudur? Kimin içi rahat edebilir? Gece orduyu ya parçalıyacak veya selâmete çıkaracak. Böyle dedi, ve hepsi dinleyip kandılar. 194/555 Bekçi takımları, silâhlanmış olarak, iş başına gidiyorlardı: başlarında ya budunlar çobanı Thrasymedes Nestoroğlu, ya Aresoğulları Askalafos ile İalmenes; ya Merion, Afareos, Deipyros; ya Kreonoğlu tanrısal Lykomedes vardı. Bekçi takımlarının başları yedi idi, her birinin çevresinde yüz delikanlı, ellerinde uzun mızrakları ile, toplanmıştı. Hendek ile hisar arasında yerleştiler; her takım ateşini yakarak akşam yemeğini hazırladı. Bu ara, Atreoğlu, bütün Ahay ilinin ihtiyarlarını toplu olarak kendi barakalarına götürdü, onlara yüreklere neşe veren bir ziyafet verdi. Onlar da hazırlanıp önlerine konan yemeklere ellerini uzattılar; ve iştihalarını susuzluklarını yatıştırdıktan sonra, ihtiyar Nestor söz alıp tasarladığı plânı açıkladı: — Çok şanlı Atreoğlu, budunlar Hanı Agamemnon, sözün sonunu sana getireceğim gibi söze de seninle başlıyorum. Hükmün altında pek çok halk bulunuyoruz. Zeus ise eline hem asayı hem görenekleri vermiştir ki onları tedbirle idare edesin. Bunun için söz söylemek sana ne kadar gerekiyorsa başkalarını dinlemek te gerektir; biri gönlünün dürtüsü ile cümlenin iyiliği için söz söylerse onun ileri sürdüğüne uygun tedbir almak gerektir. İşte ben şimdi, bana en iyi görüneni söyliyeceğim. Benim çoktan edinmiş olduğum ve bugün üstünde durduğum kanaate varmış bir başkası yoktur. Zeus dölü, öfkelenmiş Ahilleus'un barakasından bizim istediğimize aykırı olarak kız Briseis'i aldığın gün bu kanaate gelmiştim! Seni vazgeçirmek için ne kadar çok söz söylemiştim! Fakat sen yüksek gönlüne kapıldın; ölümsüzlerin, şanın şerefini yükselttiği bir kahramana hakaret ettin; şeref payını elinden aldın ve hâlâ tutuyorsun! Şimdi, haydi, vakit 195/555 varken, gönül çeken hediyelerle, tatlı sözlerle onu nasıl yatıştırabileceğimizi düşünelim. AGAMEMNON'UN TEKLİF ETTİĞİ HEDİYELER Ona budunlar Hanı şöyle karşılık verdi: — İhtiyar, sayıp döktüğün hatalarım yalan değildir. Bu hataları inkâr etmiyorum. Nice savaşçı değerindedir o kahraman ki, Zeus şerefini yükseltmek için Ahaylıların ordusunu bozguna uğratmaktadır. Fakat meymenetsiz, duygulara uyarak hatalar işledimse, şimdi de tamirleri için sayısız kurtulmalıklar vermeğe hazırım. Hepimizin önünde, vereceğim çok seçkin hediyeleri sayayım: yedi üçayaklı ki henüz alev görmemiş; on batman (talant) altın; yirmi tane ateş gibi pırıl pırıl kazan: yarışlarda bir çok ödül kazanmış on iki kuvvetli at: bu duynakları kalın atların yarışlarda bana kazandırmış oldukları ödülleri biri elde etse kıymeti çok büyük altın edinebilirdi! Ona kusursuz işlerde eli yatkın yedi kadın da vereceğim. Bunlar Lesboslu kadınlardır: kendisi güzel Lesbos şehrini aldığı zaman onları kendime ayırmıştım: güzellikte bütün kadınlardan üstün oldukları için. Bunları ona vereceğim, ve onlarla birlikte, vaktiyle kendisinden aldığım Brises'in kızını da bulacaktır; ve büyük and içiyorum ki hiç bir zaman yatağıma almış değilim: erkeklerle kadınlar arasında âdet olan münasebette bulunmamışımdır. Bütün bunlar, hemen kendisine verilecektir. Bundan başka, eğer tanrılar bize Priam'ın geniş sitesini alıp talan etmeği nasip ederlerse, Ahaylılar arasında ganimetler paylaşılırken gelsin, gemisini bol bol altın ve tunç yüklesin; fazla olarak, 196/555 Argoslu Helene'den sonra en güzel Troyalı kadınların yirmisini seçsin, götürsün. Ve bir gün Ahay ilinde, yerin memesi Argos'a dönersek, damadım olsun; kendisine, büyük itinalarla büyütülmekte ve şımartılmakta olan, benim tekne kazıntısı sevgili oğlum Orestes ile aynı derecede saygı ve sevgi göstereceğim. Güzel yapılı konağımda üç kızım vardır: Hrysothemis, Laodike ve İfianossa hangisini isterse alsın Peleus'un konağına götürsün ve bana hediyeler vermesin: ben onlara, dünyada kimsenin kızına vermediği zengin çeyizler hediye edeceğim. Ona güzel şehirlerimden de yedi tane vereceğim: Kardamyl, Enope, Hire şehirlerini otlaklarıyla beraber; tanrısal Peres'i ve çayırları gür Antheia'yi, güzel Epeia'yı ve bağlarıyla birlikte Pedasus'u ona mülk edeceğim. Hepsi deniz sahiline yakın, kumsal Pylos'un ötesindedir. Onlarda oturan, koyunları ve sığırları bol, zengin insanlar ona tanrı gibi saygı gösterecekler, asasının hükmü altında ona zengin vergiler ödeyeceklerdir. İşte öfkesini yatıştırmak için bütün bunları vermeğe hazırım. Artık o da razı olsun! Dediğinden vazgeçmiyen, inadı bükülmiyen bir Hades vardır, bu yüzden insanların en çok nefret ettikleri tanrı da odur. Ondan daha büyük hükümdar olduğum gibi yaşça da ondan büyük olmakla övünebildiğim için bana uyarlık göstersin. Buna ihtiyar araba sürücüsü Nestor karşılık verdi: — Çok şanlı Atreoğlu, budunlar Hanı Agamemnon! Ahilleus Hana verdikleri hiç te küçümsenecek hediyeler değildir. Haydin, hemen seçkin kimseler gönderelim, en büyük tezlikle Peleoğlu Ahilleus'un barakasına gitsinler. Haydin, şimdi belirteceklerim itaate hazır olsunlar. En önde, Zeus sevgilisi Feniks başa geçip kılavuzluk etsin, arkasından büyük Ayas ile tanrısal Odysseus yürüyecekler; çavuşlarımızdan da Odios ile Evrybates yanlarına katılacak. Şimdi eller için su getirin; sonra sükût emredilsin, dualarımızla Kronosoğlu Zeus'a yalvaralım ve bize acımasını ümit edelim. 197/555 Böyle dedi, ve söylediğini hepsi beğendi. Vakit geçirmeden ellere su döktüler; delikanlılar Kraterleri (testileri) ağızlarına kadar doldurdular; sonra herkesin sağrağına tanrılara saçı kılınacak şarabı döktüler. Saçılar bittikten ve gönül istediği kadar içildikten sonra Atreoğlu Agamemnon'un barakasından çıktılar, ihtiyar araba sürücüsü Nestor hepsine ayrı ayrı tavsiyelerde bulundu, bir göz işaretiyle de Odysseus'a anlatmış oldu: Kusursuz Peleoğlu'nu kandırmağa çalışsınlar! ELÇİLERİN AHİLLEUS'A GİTMESİ Kumlu çakıllı kıyı boyunca, denizin gürültüsü içinde, yan yana gidiyorlar ve Yeri sarsan tanrıya çok yalvarıyorlardı: kolaylıkla Aiakos soyu Peleoğlunun ulu gönlünü kandırabilsinler! Myrmidonların gemilerine ve barakalarına geldiler. Orada Ahilleus'u buldular. Kitara çalarak gönül eğlendiriyordu; güzel sesli kitarası sanatla içlenmiş, gümüşle süslenmişti. Bu çalgıyı alıp talan etmiş olduğu Eeton şehrinin ganimetleri arasından kendisi için ayırmıştı. Bunu çalarak ve kahramanların destanlarını okuyarak gönlü şad oluyordu. Karşısında Patroklos, yalnız başına, sükût içinde oturmuş, Eiakos soyu Ahilleus'un çalgıyı kesiş anlarını gözetliyordu. Tanrısal Odysseus başta, ilerleyip Ahilleus'un önünde durdular. Şaşkınlıkla sıçrayıp ayağa kalkan Ahilleus, kitarayı elinde tutarak, oturmuş olduğu yere bıraktı; Patroklos da onun gibi, kahramanları görünce ayağa kalktı. Sonra, elinin bir jesti ile, ayağına çabuk Ahilleus şöyle dedi: 198/555 — Selâm size! Dostlar gibi geliyorsunuz, elbet; yoksa büyük bir ihtiyaç mı var? Çok darılmış isem de, ikiniz, Ahaylılar arasında en çok sevdiklerimsiniz. Tanrısal Ahilleus böyle diyerek onları ergovan halılar üzerine oturttu; sonra, hemen yakınında duran Patroklos'a şöyle dedi: — Menoetiosoğlu, daha büyük bir Krater (şarap testisi) al, daha kuvvetli bir şarap hazırla; herkes için sağraklar getir; çatımın altına gelenler çok sevgili dostlardır. Böyle dedi; Patroklos da sevgili arkadaşına itaat etti. Çarçabuk büyük bir et masası getirerek ocağın eşiği içine yerleştirdi; üstüne bir koyun ve bir semiz keçi sırtı, bir de iyi beslenmiş, çok yağlı bir domuz arkası getirip koydu. Automedon etleri tutuyor, tanrısal Ahilleus doğruyordu; parçaladıktan sonra şişlere dizdi. Tanrılar benzeri Menoetios oğlu da büyük bir ateş yaktı. Odunlar iyice yanıp alevleri sönmeğe başlayınca, korları yaydı ve etlere tanrısal tuzu ekerek şişleri ateşin üstüne uzattı. İyice kızardıktan sonra etleri şişlerden tepsilere sıyırdı. Patroklos güzel sepetler içindeki ekmeği dağıtırken Ahilleus kebapları pay pay ayırıyordu. Sonra tanrısal Odysseus'un karşısına geçip oturdu ve arkadaşı Patroklos'a tanrılara kurban sunmak emrini verdi. Ondan sonra, hazırlanmış, önlerine konmuş seçkin paylara, hepsi, ellerini uzattılar. İstedikleri kadar yiyip içtikten sonra, Ayas Feniks'e işaret etti; bunu gören tanrısal Odysseus, şarapla doldurduğu sağrağını kaldırarak şöyle konuştu: 199/555 ODYSSEUS'UN NUTKU — Selâm sana, Ahilleus! Herkesin payını aldığı ziyafetler, bugün, gerek Atreoğlu Agamemnon'un barakasında gerek şimdi burada eksiksizdir. Gönüllerin hoşlandığı yemekler boldur. Fakat şu saatte ziyafeti cünbüşü düşünecek halde değiliz. Önümüzde, Zeus dölü, büyük bir felâket kuruyor, ondan korkuyoruz. Denk yapılı gemilerimiz kurtulacak mı, mahv mı olacak? Sen büyük hamasetinle yardıma gelmedikçe bizim için bu acı düşünceden kurtuluş yoktur. Coşkun Troyalılar ve ün salmış müttefikleri gemilerimizle hisar arasında kamp kurmuşlar, sayısız ateşler yakıyorlar; daha ziyade dayanamıyacağımıza inanarak kara gemilere atılmamızı bekliyorlar. Kronosoğlu Zeus şimşekler çakarak onlara hayırlı alâmetler göstermektedir. Hektor da, kuvvetine mağrur, Zeus'un yardımından emin, kudurmuşçasına her tarafa seğirtiyor, tanrılara insanlara hürmet göstermiyor. Tanrısal Şafak'ın görünmesini bekliyor. Gemilerimizi ateşlere vermeğe ve dumanlar içinde bunalacak Ahaylıları kılıçtan geçirmeğe hazırlanıyorlar. Bütün bunlardan gönlümle korku içindeyim: Tanrılar tehditlerini hakikate eriştirecek mi? Kaderimiz atkısrak yatağı Argostan uzak, Troya ili içinde mahvolmak mıdır? Yorgun, bitkin bir halde olan Ahayoğullarını kurtarmağa, içinde, geç kalmış bir arzu duyuyorsan, fazla beklemeden kalk artık! Fenalık olup bittikten sonra çaresi bulunmaz; senin için de gelecekte acı bir pişmanlık olabilir! Buna meydan vermeden, Danaoslulardan felâket gününü uzaklaştırmağı düşün. Hey sevgili dost! Baban Peleus'un, seni Agamemnon'a sefere gönderdiği gün şunları söylediğini hatırla: «Çocuğum, zaferi sana Athene, Here vereceklerdir eğer isterlerse! Fakat ulu gönlünü göğsünde bastırmak sana düşer; tatlılıkla hareket etmek daima en doğru yoldur. Yaramaz atışmaya gem vur ki Argoslular, ihtiyarları, gençleri, sana daha çok hürmet etsinler.» İhtiyar bunları söylemişti, sen ise unutuyorsun! Haydi, daha vakit 200/555 geçmemiştir, canlar yakan öfkeni artık bir tarafa bırak. Agamemnon, öfkeden vazgeçersen, sana küçümsenmiyecek hediyeler teklif ediyor; henüz alev görmemiş yedi tane üç ayaklı; on batman altın; yirmi tane ateş gibi pırıl pırıl kazan; yarışlarda bir çok ödül kazandırmış oldukları ödülleri biri elde etse kıymeti büyük altın edinebilirmiş! Kusursuz işler yapmada elleri yatkın yedi Lesboslu kadın da verecek; bunlar, en güzel Lesbos şehrini alıp talan ettiğin zaman, güzellikte bütün kadınlardan üstün oldukları için, kendisine ayırmıştı; bunları sana verecek ve bunlarla birlikte senden aldığı Brises'in kızını bulacaksın; ve büyük bir and ta içiyor ki hiçbir zaman onu yatağına almış değildir; onunla erkeklerle kadınlar arasında âdet olan münasebette bulunmamıştır. Bütün bunlar sana hemen verilecektir. Bundan başka, eğer tanrılar nasip eder de Priam'ın geniş şehrini alıp talan edersek, Ahaylılar arasında ganimetler paylaşılırken, sen de gemini bol bol altın ve tunç ile yükliyeceksin; fazla olarak —Argoslu Helene'den sonra— en güzel Troyalı kadınlardan yirmisini seçip götürürsün. Ve bir gün, kısmet olur da, Ahay ilinde, yerin memesi Argosa dönersek damadı olacaksın, sana büyük itinalarla büyütülmekte ve şımartılmakta olan tekne kazıntısı oğlu Orestes ile aynı derecede saygı ve sevgi gösterecektir. Güzel yapılı konağında üç kızı vardır: Hrysothemis, Laodike ve İfisanossa, hangisini istersen alır, Peleus'un konağına götürürsün; ona hediyeler vermiyeceksin; onlara, kendi dünyada kimsenin kızına vermediği zengin çeyizler hediye edecektir. Bunlardan başka, sana, güzel güzel şehirlerinden yedi tane verecek. Karcamyl, Enope, Hire şehirlerini otlaklarıyla beraber; tanrısal Feres'i ve çayırları gür Antheia'yı; güzel Epelia'yı ve bağlarıyla birlikte Pedasos'u sana mülk olarak bırakacaktır. Hepsi deniz sahiline yakın ve kumsal Pylos'un az ötesindedir. Onlarda oturan, koyunları ve sığırları bol zengin adamlar sana tanrı gibi saygı gösterecekler; âsa'nın hükmü altında, sana zengin vergiler ödeyeceklerdir, işte öfkeni yatıştırmak için bütün bunları yapmağa hazırdır.— Eğer Atreoğlu ve hediyeleri, senin ulu gönlüne, eskisinden de daha iğrenç gelecek olursa... o halde dahi, hiç olmazsa öbürlerine, ordu içinde yorgun ve bitkin bir halde olan bütün 201/555 Ahaylılara acı! Onlar bundan sonra, seni bir tanrı gibi sayacak ve sevecekler. İğrenç bir kudurganlık içinde, Hektor, buraya gemileriyle gelmiş olan Ahay ordusu içinden kendisiyle boy ölçüşecek tek kahramanın bulunmadığına inanıyor! Bu sefer, seninle temasa gelince, onu yenecek, haddini bildirmiş olacaksın! Ahaylılara ne büyük bir şan kazandıracaksın! Ayağına çabuk Ahilleus şöyle cevap verdi: