27 Eylül 2009 Pazar

reşat nuri güntekin - çalıkuşu ( parça 13 )

ÇALIKU U Ş
de il, bütün B.'nin en eh e m m i y e tli bir ahsı, Yusuf Efendi, bir Mevlevi eyhiymi , birka ğ ş ş ş ç s e n e ev v el B.'ye
g elmiş, iki kard eş, ken di ken dil erin e küçük, se s siz bir ev d e yaşıyorlar mış. Bu küçük evi bilenl er
söylüy orlar, bir mu siki müz e s i gibiymiş. Her çalgıd a n , her sazd a n var mış. Zaten Şeyh Efendi, m eşh ur bir
b e st e k â r... Öyle parç al arı varmış ki, insa n, onları ağlam a d a n dinley e m e z m iş.
Kendisini ilk defa soğuk, yağmurlu bir gün d e gördü m. Ten effüst e tale b e l e riml e b er a b e r ba h ç e y e çıkmış,
onlar a yepy e ni bir top oyunu öğretm e k ba h a n e s i yl e biraz oyn a mış, eğlen miş- tım. İçeriye girdiğim vakit
siyah önlüğüm ıslan mıştı. Arada şunu da söyl ey e yi m ki, b e nim ken di icat ettiğim bu kıyaf et me kt e pt e
yav aş yav aş yayılma y a başladı. Hatta, tale b e l e ri m ara sı n d a bile. Müdür Efendi bunun ren gin e itiraz ediy or:
"Müslüma n kısmı n a kara giym e k yakışm a z, yeşild e n yapm a lı!" diyor, am a lek e ola c ağını ba h a n e ed e r e k
aldırmıy oruz.
Muallim od a s ı n d a ko c a m a n bir çini so b a yanıy or du, iki duv ar köşe siyl e bu so b a ara sın d a ki aralığa girer e k
ayakt a durmuş, ellerimi önlüğümü n c epl erin e so k ar a k üstümü kurutuy ordu m. Kapı açıldı, içeriye otuz b eş
yaşlarınd a , inc e uzun b oylu bir ef e n di girdi. O, bildiğimiz siviller gibi giyinmişti. Böyle olduğu hald e
ba h s e d il e n Şeyh Yusuf Efendi'nin mutlak a bu zat olduğunu anla dı m. Mektept e onu çok se viy orlar.
Arkadaşlar, he m e n etrafını aldılar, palto s un u çıkardılar. Sob a b orus u n u ken di m e siper ed e r e k on a
bak m a y a başla dı m. Halim, tatlı bir ad a m d ı . Süzgün yüzünd e , ek s e riy a ölm e y e ma h k û m ha st al ard a
görül e n renk siz, nazik, şeffaf bir b ey a zlık vardı, inc e sarı sak alı, açık ma vi gözl eri ban a , pan siy o n u n loş
de hlizlerind e ma h z u n ma h z u n gülüms e y e n Isa resiml e rini hatırlattı. Hele söz söyl eyişi doyulm a y a c a k
kad ar tatlıydı. Bu halim, tallı s e st e b elli b elirsiz bir şikây et! Etrafınd a bir daire çe vir e n arka d aşlarım a bir
türlü bitm e y e n yağmurlard a n şikây et ediy or, açık hav al a n, hırçın bir sa bırsızlıkla b e kl e diğini söylüy or du.
Bir
254
Reşat Nuri Güntekin
aralık g özl erimiz birbirin e tes a d üf etti. Köşenin karanlığınd a b e ni biraz dah a iyi g ör m e k için hafifç e
gözl erini büzdü:
- Kim bu küçük h a n ı m, tale b e l e rimiz d e n mi? diye sordu Arkad aşlarım hep bird e n ba n a dön dül er. Vasfiye
güler e k
- Affed er siniz b ey ef e n di, de di. Takdim etm e yi unuttuk. Yeni Fransız c a mu allimimiz Ferid e Hanım.
Bulunduğum yerd e n başıml a s el a ml a d ı m:
- Büyük b e st e k â rı mı zı tanıdığıma ç ok memnun oldum efendim, dedim.
Sanatk ârlar böyl e cüml el e r e karşı pek ha s s a s oluyorlar. Beyaz tenind e bir pe m b e lik uçtu. Ellerini
ovuşturara k boyn un u büktü:
- Bend e niz b e st e k â r sıfatına layık ola c a k bir 1 es e r vücud a g etirdiğim e kanı değilim. Birkaç parç a e s e rim d e
küçük bir me ziy et vars a, o da Hâmıt, Fikri gibi bazı büyük şairlerd e ki ilahi mel ali sa mi mi bir s e sl e ifad e
etm e s i n d e n ibar ettir, de di.
Hülasa, bu Yusuf Efendi'yi bir ağa b e y gibi s e viy or du m.
B 7 Nisan
En büyük bir e m e li m e da h a kavuştum. Dünd e n b eri güz el, küçük, temiz bir evim var; bunu ba n a , Allah razı
olsun Hacı Kalfa buldu. Kendi evin e iki üç dakikalık m e s a f e d e , aynı s e mtin ken arın d a üç od alı, minimini,
ba h ç e li, şirin bir ev c eğiz. Daha iyisi, bunu ba n a içinin eşyalarıyla b er a b e r kiraladılar.
Munis e de, b e n de dün çok neşeliydik. Sözd e biraz temizlik yapa c a k , eşyayı düz elt e c e k tik. Ne g ez e r?
Gülme kt e n , birbirimizi kov al a m a k t a n , alt alta, üst üst e boğuşm a kt a n göz aç a m a d ı k ki...
Hele biç ar e Munise, g özl erin e inan a mı y o r, ken di sini sar ay a girmiş zann e d iy or. Sad e c e Mazlum -Çob a n
Mehmet'in verdiği ke çinin ismini Mazlum koyduk- bizi ep e y c e korkuttu. Bu
ÇALIKU U Ş
255
yara m a z , açık kalan mutfak kapısın d a n ba h ç e y e , ora d a n der e y e inen bayıra kaç mış, aşağısı min ar e boyu
var. Allah e sirg e si n, hafifç e aya ı kay a do ru der e y e dü e c e k Ho , bu eytan ma ğ ş ğ ş ş ş hluklar ayakl arını
ba s a c a k l arı yeri b e n d e n iyi bilirler ya. Neys e, içeri alınc a y a kad ar ep e y c e yürek üzüntüsü çe ktik.
Evet, evimiz d e n çok me m n u n u z. Munise, taşlıktaki ma vi çiniler e ayağını sürüy or duv ar d a ki çiçek
resimlerini elleriyle seviyor.
Yalnız.akşa m ü s tl eri ortalık kararırk e n biraz ma h z u n oluy oruz. Komşu evl er e , ellerind e m e n dillerl e ba b al ar,
kard eşl er g eliyor. Bizim kapımızı bu sa atl er d e hiç kims e çalm a y a c a k ; bu daim a b öyl e ola c a k .
Bu memleketin, öyle güzel bir ba h a rı var ki.. Her taraf ye my eşil. Bahç e m d e renk renk çiç e kl er açıy or,
od a mı n pen c e r e l e rin e sar m aşıklar tırma nıy or. Hele ba h ç e m i zin önün d e ki dik bayır, ad et a bir zümrüt
çağlay a nı Bu dalg alı yeşillik içind e g elincikler, taz e yaralar gibi kanıy or Bütün b oş günl erimi bu ba h ç e d e
Munise ile koşm a c a oyn a m a k , ip atlam a kl a g e çiriyoru m Yorulduğumuz vakit b e n, resim yapm a y a
başlıyoru m; Munise, ke ç siyl e b er a b e r çim e nl e rin üstün e uzanıy or Resim me r a k ı b e n d e yenid e n uyan dı.
Birkaç günd e n b e n Munise'nin sulub o y a bir res miyl e uğraşıyordu m. Yaram a z kız uslu durs a ça bu c a k
bite c e k , fakat pozd a n pek sıkılıyor. Başında kır çiç e kl erin d e n bir çel e n kl e , çıplak kollarınd a ke çi siyle
karşımd a oturma k on a pek güç g eliyor
Ara sıra Mazlum, hırçınlık etm e y e , uzun inc e ba c a kl arıyla de b e l e n m e y e başlıyor. O vakit Munise:
"Abacığım, vallahi b e n durm a k istiyorum am a , Mazlum durmuy o r. Ne yapayı m?" diye kaçıy or. Bazı
kızıyorum, parm ağı ml a onu teh dit ed e r e k :
- Ben, s e nin şeytanlığını anla mı y o r muyu m sa nıy or s u n? Sen hayv a nı ma h s u s gıdıklı yorsun, diyorum
Mektept e ki dersl erim galib a fena gitmiy or. Müdür Efendi b e n d e n çok m e m n u n . Yalnız, gülm e yi fazla
se v diğim için ara
256
Reşat Nuri Güntekın
il M ıl'ı
sıra darıhy or: "Kalpatanı sa n a da g etiririm ha!" diyor. Ben, yalan d a n surat ediy oru m: "Ne yapayım, Hoca
Efendi? Üst dud ağım bir parç a kıs a da ciddi durduğum vakit bile gülüy oru m sanıy or s u n uz!" diyoru m.
Şeyh Yusuf Efendi ile ah b a plığımız çok ilerle di. Bu nazik ma h s u n ha st ay a bayılıyoru m. Sesinin o gizli
şikay etiyle öyle güz el, inc e şeyler söylüy or ki... On gün evv el tuhaf bir ,vak a g e çti: Mektebin kullanılm a y a n
eşya ile dolu m etruk bir sal o n u var. O gün, bir ders levh a s ı alma k için o salo n a girmiştim. Panjurlar kapalı
olduğun d a n buray a ad et a bir akşa m kara nlığı ba s mıştı. Etrafıma bakınırk e n , köşel er d e n birind e g özü m e ,
toza, toprağa bulan mış bir e s ki org ilişti, bird e n bir e gö nlü m d e tatlı ve ma h z u n bir ihtizaz uyan dı.
Çocukluğumu n m e s ut günl eri bir orgun çaldığı ağır, derin ilahiler içind e g e ç mişti. Unutulmuş bir do st
me z a rın a yaklaşır gibi titrey e titrey e onun yan m a gittim. Bu salo n a ne yapm a y a g eldiğimi, ner e d e
olduğumu unutmuştum. Yavaşç a ayağımı ba stım, tuşlard a n birine parm ağı mı koydu m. Org, yaralı bir
gö n üld e n g elir gibi ağır, der in bir ses verdi. Ah, bu ses!
Ne yaptığımı düşün m e d e n bir san d aly e çe ktim Orgun önün d e oturdu m; yav aş olara k se v diğim
cantiqu e 'l er d e n birini çalm a y a başladı m.
Org inledık ç e yav aş yav aş ken dimi kayb e diy or, ağır bir rüya için e g ö m ül m e y e başlıyordu m. Mektebimi n
loş korid orları gözl erimin önün d e açılıyor, siyah önlüklü, ke sik sa çlı arka d aşlarım, kafile kafile bu de hlizd e n
g e çiy or du. Ne vakitten b eri bura d a olduğumu, nel er çaldığımı bilmiyordu m. Eski günl erimin e s ki rüya sın a
tama m ı yl a ken di mi terk etmiştim.
Arkamd a derin bir ah, yaprakl ar içind e n rüzg âr g e ç m e s i n e b e n z e r bir se s işittim. Hafifçe titrey er e k başımı
çe virdim. Karanlıkta g özü m e Şeyh Yusuf Efendi'nin sarışın sima s ı görün dü. Kırık bir dola b a day a n mış,
boyn un u bükmüş, ma vi gözl erind e ağır bir mel al ile b eni dinliyordu.
ÇALIKU U Ş 25 7
- Devam et yavrum, devam et, rica ederim, dedi.
Cevap ver m e d i m . Orgun üzerin e başımı dah a ziyad e eğer e k g özl erimd e n ak a n yaşlar kuruyun c a y a kad ar
çaldım. Sonra g öğsü m d e tutuk nef e sl e rl e yorgun, bitkin bir hald e durdum.
- Sizde ne derin bir istidad- ı mu siki, ne ha s s a s bir kalp varmış Ferid e Hanım! Bir ço c u k ruhunun bu en gin
hüznü nasıl bildiğine müt e h a y yirim.
Ben, lakayt g örün m e y e çalışarak ce v a p verdim:
- Bunlar, ca ntiqu e de nile n bir nevi ilahilerdir ki, e s a s e n b öyl e yanık şeylerdir efe n di m. Hüzün b e n d e değil,
onlard a.
Yusuf Efendi, bu sözl erim e inan m a d ı . Hafifçe başını sallay ar a k:
- Kendime bir üsta d- ı san at diye m e m , fakat bir mu siki- parç a s ı n d a ki me ziy etl er d e n han gi sinin b e st e k â r a ,
han gi sinin mu siki ina s a ait oldu unu tefrikte yanılma m . Sesler gibi parm a kl arın da bazı ş ğ ihtizazları vardır
ki, anc a k bir ha s s a s kalbin m el alind e n ak ar. Bu cantiqu e de diğiniz ilahilerd e n bazılarının nota sı nı ban a
ihsa n ed e b ilir misiniz?
- Bunlar kulaktan kapm a şeyler efe n di m, notalarını ne bileyim.
- Beis yok. Bir gün, bir mü s ait vaktinizd e siz org d a tekrar onları lütfed e r s e n iz, b e n d e n iz de defterim e zapt
ed e rim. Geç e nl er d e vefat ed e n bir ihtiyar rahibin tere k e s i n d e n b e n d e n i z de bir org almıştım. Musiki
aletlerin e m e r a kı m var da ef e n di m. Ben de han e d e bir köşey e koydu m. Bu parç al arı çalm a k isterim.
Konuşa konuşa sal o n d a n çıkmıştık. Ayrılacağımız vakit, Şeyh Efendi, ba n a bir va att e bulundu:
- Samimi bir mel al ma h s ulü olan bazı parç al arım var ki, kims e y e çalm a d ı m. Anlama y a c a k l arın d a n
emi n di m. Onları inşallah bir gün size çalarım, olm a z mı küçük h a n ı m?
işte bu vak a, Şeyh Efendi ile olan ah b a plığımızı bir kat da h a artırdı. Vaat ettiği parç al arı da h a dinle m e d i m ,
fakat pek
Çalıkuşu - F 1 7
258
Reşat Nuri Güntekin
güz el şeyler ola c ağını tah mi n ediy or du m. Çünkü bu ha st a ve ha s s a s Şeyh, alela d e bir tahta parç a s ı n a
dokun s a , onu feryad a g etire c e k sa nıy oru m. Birkaç gün ev v el ço c u kl ard a n biri satın alma k istediği udu
mu a y e n e ettirme y e g etirmişti. Parma kl arının ucuyla teller e şöyle birka ç defa dokun a c a k olduydu, öyle
san dı m ki, bu inc e parm a kl arla uda değil, gö nlü mü n için e dokun uy or.
B. Mayıs
Dün, büyük bir kab a h a t işledim: Meydan a çıka c a k diye yüreğim titriyor. Yaptığım şeyin iyi olm a d ığını
biliyorum; fakat ne yapayım, içimd e n öyle g eldi. Muallimler, haftad a bir g e c e m e kt e pt e nö b e t çi kalıyorlar.
Dün g e c e sıra b e ni m di.
Akşam müt al a a s ı n d a mu a vin Şehn a z Hanım'la b er a b e r m e kt e b i dolaşıyorduk. Sınıfların birind e ki
hav a g a z ı lamb a s ı nı n iyi yan m a d ığını g ör er e k içeri girdik. Muavin, çok marifetli bir kadın dı. Elinde n her şey
g elirdi. Ayağının altına bir san d aly e ç e k e r e k lamb a y ı mu a y e n e ediy or du. Kapıdan ihtiyar ha d e m e kadın
girdi. Elimd e bir me ktupl a arka sıralard a oturan bir tale b e y e yaklaşm a y a başladı.
Tam me ktu b u ver e c eği vakit mu a vin, bird e n bir e bulunduğu yerd e n :
- Dur, Ayşe Kadın! O ne? de di.
- Hiç, Cemile Hanım için kapıcıy a bir me ktup bırak mışlar da.
- Onu ba n a g etir. "Tale b e y e g el e n m e ktupl arı ev v el a b e n g ör e c eği m," diye kaç ker e size tem bi h ettim. Ne
kafa sız kadın sın!
Bu dakik a d a tuhaf bir şey oldu. Cemil e, yerind e n atlayar a k had e m e n i n elind e n me ktu b u kapmıştı.
259
ÇALIKU U Ş
Muavin hiç sükûnetini bozmadan:
- Buraya gel, Cemile, dedi. Cemile, hareket etmiyordu.
- Buraya gelmeni söylüyorum Cemile, niçin itaat etmiyorsun?
Bu cılız, ha st alıklı kadın d a öyle bir âmira n e ed a vardı ki, b e n bile titredim. Sınıfa derin bir sükût çök m üştü,
sin e k uçs a işitilec e kti.
Cemile, başını önün e eğer e k ağır ağır yanımız a g eldi. On altı, on yedi yaşlarınd a güz el bir g e n ç kızdı.
Daima arka d aşl arınd a n kaçtığını, ba h ç e d e tenh a köşel er d e , düşün e düşün e dolaştığını görürdü m.
Derslerind e de dalgın ve ma h z u n d u.
Yüzünü yakınd a n gördüğü m vakit, ço c uğun büyük bir te e s s ür içind e olduğunu anla dı m. Yüzünd e bir
da ml a kan kalm a m ıştı. Karşımızd a başını eğer e k dud a kl arı sara ny o r, gözk a- pakları he m e n titriyor
de n e c e k sur etl e açılıp kapa nıy or du:
- Cemile, o mektubu bana ver!
Muavin, hırçın bir sa bır sızlıkla ayağını yer e vurdu:
- Haydi, ne bekliyorsun?
- Niçin, Muavin Hanım, niçin?
Bu "niçin" sözün d e , bu küçük kelim e d e m e yu s bir isyan vardı. Muavin, s ert bir har e k e tl e elini uzattı, kızın
bileğini hırpalay ar a k me ktu b u kaptı.
- Haydi, şimdi yerin e git!
Şehn a z Hanım, zarfın üzerin e göz g ez dirirke n hafifç e kaşlarını çatıy ordu. Fakat, ça bu c a k ken dini topladı.
Derin sükûn et e rağm e n hey e c a n içind e olduğu hiss e dil e n sınıfa hitap ile-
- Mektup, Cemil e'nin Suriye'd e ki birad e rin d e n ... Yalnız he m e n ban a itaat etm e d iği için yarın a kad ar on a
ver m e y e c e ği m, de di.
Tale b e l e r, tekrar başlarını kitaplarının üzerin e eğdiler. Muavin ile b er a b e r dışarı çıkark e n sınıfa bir g öz
g ez dirdim. Arka sıralard a birka ç g e n ç kız, baş başa ver miş, bir şeyler fısıl-
260
Reşat Nuri Güntekin
daşıyorla dı. Cemil e'y e g elinc e , başını sıranın üstün e sakla mış, omuzl arı hafif sarsıntılarla titriyordu.
Koridora gid erk e n mu a vin e :
- Cezanız pek ağır oldu, de di m. Yarına kad ar nasıl b e kl e y e c e k , kim bilir, ne kad ar sa bı sızlık içind e dir?
- Merak etm e kızım. O, m e ktu b u hiçbir zam a n okuy a m a y a c ağı nı anla dı.
- Nasıl, Muavin e Hanım, kard eşind e n g el e n bu me ktu b u on a ver m e y e c e k misiniz?
- Hayır, kızım.
- Niçin?
- Çünkü kard eşin d e n g elmiy or.
Muavin, sesini daha ziyade alçaltarak devam etti:
- Bu Cemile, ep e y c e zen gin bir ad a mı n kızıdır. Bu se n e g e n ç bir mülazı mı s e v di. Baba sı, mü m k ü n değil,
razı olmuy o r. Gerek ev d e , g er e k m e kt e pt e bu kız, göz hap sin d e d ir. Mülazımı Bandırma 'y a g ö n d e r dil er.
Biz, bu ço c uğu yav aş yav aş ted a viy e çalışıyoruz. Halbuki o, ikide bird e biç ar e nin yara sı nı taz eliyor. Bu,
üçün c ü me ktuptur ki elim e g e çti.
Konuşa konuşa mu a vinin od a s ı n a gitmiştik. Şehn a z Hanım hırçın bir har e k e tl e bu m e ktu b u buruşturdu,
so b a n ı n kapağını kaldırara k içine attı.
Vakit g e c e yarısın a yaklaşıy ordu. Ben hâlâ nö b e t çi mu alliml er od a s ı n d a ki yatağımd a uyuya mıy o r du m .
Nihay et, kararımı verdim. Koridord a dolaşa n nö b e t çi ha d e m e y i bir ba h a n e ile aşağı g ö n d e r e r e k mu a vinin
boş od a s ı n a girdim. Perd el eri açık kalmış bir pen c e r e d e n od ay a soluk bir m e ht a p aydınlığı vurmuştu. Bir
g e c e hırsızı gibi titrey er e k so b a n ı n kapağını açtım. Yırtılmış, buruşturulmuş kâğıt yığınları içind e Cemile'nin
zav allı m e ktu b u n u bulup çıkardım.
ÇALIKU U Ş 2 61
Nöb et g e c e l e ri m d e herk e s uyudukta n so nr a b oş korid orlard a, se s siz, kara nlık yatakh a n e l e r d e dolaşm a k
çok hoşlan dığım bir şeydi. Burada üstü açılmış bir küçük kızı örterim, öte d e yatağınd a öks ür e n minimini
bir ha st a nın yorg a nı nı düz eltirim, ateşli başın a yav aşç a elimi koy arım, da h a ilerid e kumr al bir sa ç
küm e s i nin içind e bir g e n ç kız uyuyordur, yarı açık inc e dud a kl arıyla han gi ümid e gülüms e d iğini ken di
ken di m e sor arım.
Bu birç o k g e n ç kızın uyuduğu loş, s e s siz yatakh a n e l e r e ağır bir rüya bulutu çök m üş gibidir. Bu hav a yı
dağıtma m a k , biç ar el eri, er g e ç kay b e d e c e k e r i bu rüyad a n uyan dır m a m a k için ayaklarımı n ucun a ba s a
ba s a , yüreğim titrey er e k yürürüm.
O g e c e , Cemil e'nin kary ol a sı nı bulduğum vakit biç ar e , yeni uyumuştu. Bunu, kirpiklerind e da h a
kurum a m ış g özy aşı da ml al arın d a n anla dı m.
Yavaşç a üzerin e eğildim:
- Bahtiyar küçük kız, me kt e p önlüğünün ce bin d e se v diğind e n g el e n m e ktu b u bulduğun zam a n , kim bilir, ne
kad ar se vin e c e k s i n? Bu kay b ol m uş şeyi han gi görün m e z g e c e perisinin oray a g etirip bıraktığını ken di
ken din e sor a c a k s ı n . Cemile, o, bir peri değil, sa d e c e bir biç ar e dir, nefr et ettiği insa n d a n g el e bil e c e k
me ktupl arı daim a kalbinin bir parç a s ıyla b er a b e r yakm a y a ma h k û m bir talihsiz...
B... 2 0Mayıs
Dün dersl er ke sildi. Üç gün e kad ar imtihanlar a başlıyoruz. B.'deki bütün kız me kt e pl e ri bugün, şehird e n bir
sa at uzakta, bir der e ken arın d a Mayıs Bayramı yaptılar. Ben, böyl e kala b alık g ezintilerd e n
hoşlan mıy o r u m. Onun için gitme m e y e , bugün ü ba h ç e m d e g e çir m e y e niyet etmiştim. Fakat, kız
262
Reşat Nuri Guntekin
mekt e pl erinin arkılar söyl ey e r e k g e çti ini g ör e n Munise, sızılda n m a y a ba la ş ğ ş dı. Tam onun gö nlünü
etm e y e çalışırke n çat kapı çalındı. Baktım, mu allim arka d aşlarımd a n Vasfiye ile so n sınıftan birka ç tale b e .
Vasfiye, mutlak a b e ni önün e katıp götür m e k e mriyle müdür tarafınd a n g ö n d e rilmişti. Rec e p Efendi:
- Töv b e olsun, b e n onun için ha s s a t e n kuzu doldurttum, helv a yaptırdım. Ne rezal ettir bu? Olmaz,
ef e n di m, olma z , diye bar bar bağırıyor muş.
Tale b e l e ri m e g elinc e , onlar da so n sınıf na mı n a ricay a g eliyorlardı:
- Ipekb ö c eği" b e nim yeni ismim. Çalıkuşu bitti. Şimdi "Ipek b ö c eği" çıktı. Hem dah a fen a sı, büyük
tale b e l e ri m yüzüm e karşı da böyl e "Ipekb ö c eği" de m e k t e n çe kin miy orl ar. Vallahi, ad et a izzetin ef sim e ,
mu allimlik vak arım a dokunuy o r. Hem bu isim yalnız m e kt e pt e kals a yine şikây et etm e y e c eği m. Geç e n
gün, kah v el e r d e n birinin önün d e n g e çiy or du m. Zengin bir ipek tücc arı olduğunu söyl e dikl eri poturlu,
mintanlı, kab a sa b a bir ad a m , kahv e ni n bir ucun d a n öbür ucun a: "Sekiz tan e dut ba h ç e m var, b öyl e
ipek b ö c eğin e se kizi de kurb a n olsun!" diye bağırma z mı? Öyle utandı m ki, yer yarılsa yer e g e ç e c e k ti m.
"Gitme m" diye inat ets e m : "Naza ç e kiy or ken dini!" diye c e kl e r, eğlen e c e k l e r di. Onun için, çar e siz c e
çarşafımı giyer e k peşlerin e takıldım.
*
Küçük tale b e l e r e b ey a z giydirmişler di. Dere ken arı papaty a çayırların a dö n m üştü. Bu m e ml e k e tt e ne
kad ar çok kız m e kt e b i varmış. Yeşil ba h ç e l e rin ara sı n d a ki yılank a vi yollard a n, marşlar okuy ar a k g el e n
me kt e p taburları bitip tüke n m e k bilmiyordu.
Erkek ho c al ar der e ni n karşı tarafınd a ki bir ağa çlığa çe kilmişlerdi. Bizim ara mız d a yalnız Rec e p Efendi,
ma vi latası, ko c a m a n siyah şemsiy e s iyl e dolaşıyor, bir köşey e taştan oc a k
ÇALIKU U Ş 26 3
kuran aşçılara bağıra bağıra emir veriyordu. Muallimlerl e büyük tale b e l e r çarşaflarını atrnak, açık sa çık
g ezip eğle n e b il m e k için Müdür Efendi'yi güç b el a kan dırdılar, erk e kl er tarafına sav dılar.
Bilme m niçin, b e n bugün hiç eğle n miy o r du m . Bu yüzlerc e kız ço c uğunun çılgın neşe si, se vin ci ba n a
dalgın, yorgun bir hüzün d e n başk a bir şey ver miy or du.
Şurad a bir iptidai m ekt e bi mızık a ile marş okuy or, öte d e bir alay g e n ç kız, itişe kakışa, çığlık çığlığa top,
yahut e sir alma c a oynuy or, dah a ilerid e ço c u k, büyük karm a k a rışık bir insa n küm e s i ma n z u m e okuy a n ,
yahut nutuk söyl ey e n bir ço c uğu alkışlıyordu. Munise; kala b alığın içind e kay b ol m uştu. Yaram a z , b e niml e
oturur mu?
Uzakta, yüks e k bir s etin ken arın d a bir sıra ke st a n e ağacı vardı. Genç ho c al ar d a n bazıları büyük
tale b e l e rl e b er a b e r bu ağa çl ar a kola n salın c a kl arı kurmuşlardı Yaprak küm el e rinin ara sın d a renk renk
et e kl er uçuy or, çığlıklar, kahk a h a l ar dalg al a nıy or du.
Ben, yav aş yav aş kala b alıktan ayrılmış, bir sel çukuru ken arın d a ko c a m a n bir kaya nın göl g e s i n e
oturmuştum. Taşkın kovuklard a bitmiş cılız san çiç e kl eri koparıp ayaklarımı n altınd a n g e ç e n suya atıyor,
dalgın dalgın düşünüy or du m.
Birden bir e arka m d a inc e bir s e sin: "Buldum... Ipekb ö c eği bura d a!" diye bağırdığını işittim.
Meğer salın c a k eğlen c e s i için b e ni arıyorlar mış. Yarı zorla b e ni oray a kad ar götürdül er, "iste m e m ,
yorgun u m, sallan m a s ı n ı bilmiyoru m!" diyorum. Fakat ne arka d aşım a , ne tale b e l e rim e söz anlatm a k kabil
değildi. Mürüvvet Hanım -b e ni vaktiyle Merkez Rüştiye Mektebi'nd e müd af a a ed e n ke s kin kara g özlü
kadın- mutlak a b e ni ml e sallan m a k istiyordu. Salınc a kl ar d a n birine atladık. Fakat, nafile, kollarım titriyor,
dizlerim vücudu m u n yükünü kaldıra mı y o r gibi çöküy or d u. Zavallı Mürüvv et, bir hayli uğraştıktan so nr a
vaz g e ç ti:
264
Reşat Nuri Güntekin
- Nafile b ö c eği m... Sen hakik at e n sallan m a k t a n korkuy or s u n. Benzin kül gibi oldu, düşe c e k s i n, de di.
Müdür Efendi, öğle yem eğin d e biziml e b er a b e r di.
Benim bugün kü neşe sizliğimi o da fark etmişti, ikide bir: "Hani, niye gülmüy o r? Vay aksi ço c uk vay...
Gülme, de diğim yerd e güler sin, bura d a so m urtur durursun!" diyordu. Adamc ağız, yem e k t e n so nr a da
peşimi bırak m a d ı . Mektept e n, ma h s u s çay s e m a v e ri g etirmişi. Bana eliyle çay pişirme k istiyordu.
Hocalard a n biri uzakta n el işaretleriyle b e ni çağırdı:
- Hade m e l e r d e n birini g ö n d e rip Şeyh Yusuf Efendi'ye bir tamb ur g etirttik. Uzak bir yerd e on a çalgı
çaldıra c ağız. Aman, şu zevz eğin elinden kendini kurtar da gel, dedi.
Bu, hakik at e n kaçrılma y a c a k bir fırsattı. Yusuf Efendi'nin mu sikisi b e ni sardık ç a sar mıştı. Zavallı b e st e k â r,
ep e y c e zam a n d a n b eri ha st ay dı. Meteb e g el miy or du.
Bir iki günd e n b eri iyile ti ini i itiyorduk. Bugünkü me kt e p e le n c e s i n e o ş ğ ş ğ da g elm e k istemişti.
Kadın ho c al ar, bir ba h a n e ile Yusuf Efendi'yi erk e kl er d e n ayırmışlardı. Sekiz, on kişilik bir kafileyle,
ken di mizi g ö st e r m e y e çalışarak der e ken arın d a ki inc e yolu takib e başladık. Şeyh Efendi, bugün çok canlı
ve neşeliydi. Yolun uzadığını g ör er e k onun yorulma s ı n d a n kork a nl ar a gülüy or: "Bu inc e yol, e b e d i gits e
yorulma y a c ağı m. Bugün ken di mi o kad ar kuvv etli hiss e diy oru m ki!" diyordu.
Arkadaşlard a n biri usulc a kulağıma eğildi, erk e k mu alliml er d e n bazılarının bir köşe d e gizlic e rakı içtiklerini,
Şeyh Efendi'y e de birka ç kad e h verdiklerini söyl e di. Yusuf Efendi'nin neşe si, b elki biraz da bun d a n ileri
g eliyordu.
Dere yolund a on b eş dakika yürüdükt e n so nr a bir harap su değirm e ni n e vardık. "Çağlayanlar" de dikl eri bu
yerd e vadi bird e n bir e daralıy or, ad et a bir b oğaz vücud a g etiriyordu. Dere ken arın d a ki kay alıklar öyle
yüks e kti ki, gün eş aşağıya kad ar inemiy or, sular, ad et a bir fecir aydınlığı içind e akıy or du.
ÇALIKU U Ş 26 5
Burad a n bizi kims e ni n işitme si n e imkâ n yoktu. Şeyh Yusuf Efendi'yi sık yapraklı bir ce viz ağa cının altınd a
oturttular, tamb uru elin e verdiler. Ben, uzak ç a bir yer e, etraftan suların köpür e köpür e aktığı bir kaya nın
üstün e sinmiştim. Arkadaşlar, yine rah at ver m e d il er:
- Olmaz, olmaz... Buraya gel, mutlaka g el e c e k s i n! diye b e ni, b e st e k â rı n karşısın a oturttular.
Tam b ur başla dı. Bu mu siki, ömrü m c e kulaklarımd a n gitm e y e c e k ! Arkadaşlar, çim e nl e rin üzerin e yarı
uzan mışlardı. En ka b a sa b a görün e nl e rin bile ağlay a c a k gibi dud a kl arı titriyor, gözl eri doluy or du.
Kumr al, sa çl arını omz u m a day ay a n Vasfiye'nin kulağın a:
- Ben, Şeyh Efendi'yi ilk defa me kt e pt e dinle miştim. Çok güz el di tabii, fakat böyl e değildi, de dim.
Vasfiye, süz gün g özl erind e mu a m m a l ı bir gülüms e m e ile:
- Evet, çünkü Yusuf Efendi ömründe hiçbir gün bugünkü kad ar m e s ut ve aynı zam a n d a b e d b a h t olm a d ı,
de di.
- Niçin? diye sordum.
Dikkatli dikkatli yüzüm e baktı, başını tekrar omz u m a bırak ar a k:
- Sus, dinleyelim, dedi.
Şeyh, bugün hep e s ki şarkıları çalıyordu. Bunlarda n hiçbirini şimdiy e kad ar dinle m e m iştim. Her parç a nı n
so n un d a , artık bite c e k , diye yüreğim titriyordu. Fakat g özl eri yarı kapalı, yav aş yav aş sarar m a y a başlay a n
şarkıları inc e bir terle ne ml e n miş, birini bitirdikten so nr a öt ekin e başlıyordu.
Gözlerimi, bu yarı kapalı g özl er d e n ayıra mıy or d u m Bir aralık, solgun yan a kl arın a birka ç da ml a yaşın
süzüldüğünü g ördü m. Birden bir e yüreğim oyn a dı. Bir ha st ayı bu kad ar yorm a k gün a htı. Dayan a m a d ı m ,
arkılard a n birini bitirme si n d e n istifad e ed e r e k : ş-
Biraz dinle n m e z misiniz? de di m. Rahatsız g örünüy or s u n uz. Neyiniz var?
266
Reşat Nuri Güntekin
Cevap ver m e d i. Islak kirpikleri ara sı n d a o, ma s u m ço c uk gözl eriyle derin derin ban a baktı, so nr a tekrar
başını tamb urun a day ay ar a k yeni bir şarkıya başladı:
"Pür ateşim, açtırma b e nim ağzımı zinhar Zalim, b e ni söyl et me derunumda neler var."
Yusuf Efendi, şarkıyı bitirirke n, başı tamb urun üstün e düştü. Zavallıya hafif bir bay gı nlık g el mişti. Hocalar,
hep şaşırdılar. Ben: "Biz s e b e p olduk, bu kad ar yorm a m a l ıy dık!" de di m. Mendilimi ıslatm a k için süratle
taşların üstünd e n sıçray ar a k der e y e indim. Bu, çok hafif bir bay gı nlıktı. Hatta ad et a bir baş dön m e s i .
Elimd e ıslak me n dille yanın a dö n d üğü m vakit o, g özl erini aç mıştı.
- Bizi korkuttunuz efendim, dedim. O, renksiz bir gülümseme ile:
- Bir şey değil, ara sıra oluyor, de di.
Arkadaşlarımd a bir tuhaflık hiss et m e y e başlıyorum. Manalı ma n alı ban a bakıy orlar, aralarınd a yav aş se sl e
bir şeyler söyl eşiyorlardı.
Aynı yold a n g eri dön üy or duk. Ben Vasfiye ile b er a b e r en arkay a kalmıştım.
- Bu Şeyh Efendi'd e bir hal var, de dim, için için bir şey e üzülüyor gibi görünüy or.
Arkadaşım, o biraz ev v elki ma n alı bakışıyla b e ni tekrar süzdü:
- Sahi mi söylüy or s u n, Ferid e? Hatırın kalm a s ı n , fakat inan a m a y a c ağı m. Dem e k se n hiçbir şey
bilmiy or s un? Vasfiye, garip bir bakışla ba n a gözl erini dikmişti.
- Bilsem sakla m a y a ne s e b e p var? de di m. O, yine inan m a d ı :
- Bütün B.'nin bildi i bir eyi s e n na sıl bilem e z s i n? Bu ma n a s ı z üph e y e gülüm s e y e r e k ğ ş ş omuzl arımı silktim:
- Biliyorsunuz ki b e n B.'de çok kapalı ve yalnız yaşıyoru m. Kimse nin hiçbir şeyi ile alak a d a r değilim.
ÇALIKU U Ş 26 7
Arkadaşım ellerimi tuttu:
- Yusuf Efendi, seni ölesiye seviyor, Feride, dedi.
Gayri ihtiyarı ellerimi yüzüm e kapa dı m. Dere ken arın d a ço c u kl arın s e vin çli gürültüsü hâlâ de v a m ediy ordu.
Kimsey e s ez dirm e d e n kafiled e n ayrıldım, iki ba h ç e ara sı n d a ki dar bir yold a n sap ar a k ken di ken dim e ev e
dö n d ü m.
B 25 Temmuz
Yaz ayları uzadık ç a uzadı. Sıcaklar taha m m ü l edilm e y e c e k der e c e d e . Her şey sar ar dı, etrafta yeşillik
namı n a bir şey kalma d ı. Karşıdaki koyu yeşil tep el er soluk, yanık bir renk bağla dı. Uzakta, yaz gün eşinin
kam aştırıcı ışıkları içind e koc a m a n kül yığınları gibi ca n sız ve ma n a s ı z görünüy or. Sıkılıyorum. Boğulac a k
gibi, öle c e k gibi sıkılıyorum. Memlek et şimdi b o m b o ş. Tale b e l e r dağıldı, ho c al ar d a n birç oğu tatil aylarını
g e çir m e y e başk a yerler e gitti. Nezih e ile Vasfiye ban a ara sıra istan bul'd a n m e ktup gö n d e riy orlar. Bu se n e
İstan bul çok güz el miş. Suları, ad ayı anlata anlata bitire miy orlar. Bir yolunu bulurlars a ora d a kala c a kl ar mış.
Doğrusu istenirs e , b e nim de bura d a kalma y a niyetim yok. Şeyh Yusuf Efendi vak a s ı b e ni ço k müt e e s s ir
etti. İnsa n için e çıkm a y a utanır oldum. Mektepler açıla c ağı vakit başk a bir yer e razıyım. Öyle bir yer ki,
b e ni üzsün, uğraştırsın, ziyanı yok, fakat ken di ken di m e yalnız bırak sı n.
B . ~ 5 Ağusto s
Hoca olduğum d a n b eri ikinci defa dır ki tale b e l e ri mi n g elin olduğunu g örüy oru m. Fakat bu s ef er o zav allı
Zehra'nın- ki gibi değil. Bu g e c e , bu sa att e Cemile artık kirpiklerind e kuru-
268
Reşat Nuri Güntekın
ma mış gözy aşı da ml al a n yl a yatağınd a uyumuy or. Cemil e'nin güz el başın a bu g e c e , bu sa att e se v diği
g e n ç mülazımı n g öğs ü yastık oldu.
Bu ço c u kl arın ikisi de birbirlerin e olan s e v d al arın d a öyle s e b a t ettiler ki, nihay et ann el e ri, ba b al arı da baş
eğm e k me c b u riy etind e kaldı.
Cemile'yi de, Zehra gibi, kendi elimle süsledim. Bir zam a n d a n b eri hiçbir kala b alık yer e gitm e m e k için inat
ediy ordu m. Fakat Cemile ma h s u s evim e g eldi, ellerimi öp er e k yalvardı. Bir g e c e , karanlıkta ken di sin e
ettiğim hizm e ti ac a b a anla dı mı? Bilmiyorum. Fakat an a sı nı, ba b a s ı n ı razı ettiği gün ilk müjd e yi ban a
g etirmişti, ihtimal ki şüph e ediy or.
Evet, Cemil e'yi eliml e süsl e di m, duv ağını eliml e taktım. Burada bir âd et var: Kim olurs a olsun g e n ç kızların
sa ç m a mutlak a bir parç a g elin teli takıyorlar, bunu bir uğur sayıy orlar. Hırçın inadım a rağm e n Cemil e'nin
ann e s i ni, sa çı mı n bir tarafına minimini bir tel parç a s ı iliştirme kt e n m e n ed e m e d i m .
Mülazımı çok m e r a k ediy oru m. Cemile'yi onun kolund a g ör m e d i k ç e sa a d e tl erin e inan a m a y a c a k tı m. Fakat,
bun a imk â n olm a d ı. Erken d e n evim e dön m e k me c b u riy etind e kaldım.
Her yerd e olduğu gibi, bura d a da bütün kadınların gizli gizli ban a baktıklarını, birbirlerin e bir şeyler
fısılda dıklarını görüy or du m. Bütün dud a kl ar d a yine bir "Ipek b ö c eği" sözüdür dolaşıy or du. Belediy e
Reisi'nin karısı olduğunu söyl e dikl eri, elm a sl ar a , altınlara batmış bir şişma n kadın, dikkatli dikkatli yüzüm e
baktıkta n so nr a yanın d a kil er e , b e ni m işitebile c eği m bir s e sl e :
- Bu Ipekb ö c eği sa hid e n afet, ad a m c ağızın yan m a k t a hakkı varmış, de di.
Artık bura d a dura m a z d ı m. Cemil e'nin ann e s i n d e n mü s a a d e istedim; ha st a olduğumu, mü m k ü n değil
dura m a y a c ağı mı söyl e di m. Küçük g elinin yanın d a mu allim arka d aşlarım d a n birka çı vardı, ihtiyar kadın,
ba n a onları gö st er di:
ÇALIKU U Ş 26 9
- Cemile'y e ho c al arı nasih at veriyorlar, se n de bir iki şey söyl e kızım, de di.
Bu ma s u m arzuyu gülüm s e y e r e k kabul ettim. Tale b e m i bir köşey e çe k e r e k :
- Cemile, de di m, ho c a n olma k sıfatıyla ann e n , san a na sih at ver m e m i istedi. Sen, nasih atl erin en güz elini
ken di ken din e verdin. Yalnız, ço c uğu m, san a bir tem bi him ola c a k . Mülazımın şimdi s e nin yanın a
g elm e d e n ev v el sok a kt a yab a n c ı bir kadının g eldiğini, san a gizli bir şey söyl e m e k istediğini ha b e r
verirlers e sakın dinle m e , yavrum, o kadın d a n kaç, güz el ba ını mülazı mı nın kuvv ş etli g öğs ün e sakla.
Cemile, bu sözlere, kim bilir, ne kadar hayr et etmiştir? Hakkı var; çünkü şimdi b e n bile hayr et ediy oru m.
Onları bir yab a n c ı ağzınd a n işitmiş gibi se b e b i ni, ma n a s ı n ı ken di ken dim e soruy oru m.
B 27 Ağustos
Bu akşa m, minimini ba h ç e m i z d e ziyafet vardı. Munise ile b er a b e r , Hacı Kalfa ile aile sini akşa m ye m eğin e
dav et etmiştik. Alay olsun diye sok a kt a n üç dört kırmızı kâğıt fen er aldırmış, cılız bir ba d e m ağa cının sofra
üzerin e eğilen dalların a as mıştık.
Hacı Kalfa, bunları görün c e pek keyiflen di:
- Ayol, bu ziyafet değil, On Tem m u z şenliğidir, de di.
- Hacı Kalfa, bu g e c e b e ni m ken di On Tem m u z u m , de dim. Evet, bu g e c e ken di hürriyet şenliğimdi.
Çalıkuşu, kafe sin d e n kurtulalı bu g e c e tam bir s e n e olmuştu. Bir s e n e , üç yüz altmış b eş gün. Ne uzun?
Evvela çok neşeliydim. Mütema diy e n gülüp söylüy ordu m. O k ad ar ma s k a r alık ediy ordu m ki, Samaty alı
Madam, gülm e kt e n tıkanıy or, Hayga n uş'un sivilc el erl e dolu şişkin yüzü dallard a ki kırmızı fen erl er gibi bir
renk alıyordu. Hacı Kalfa'nın ellerini dizlerin e vurara k:
Reşat Nuri Güntekin
270
ı
'H,
- Dil otu mu yedin b e kızım? diye gülm e s i vardı ki...
Geç vakt e kad ar ba h ç e d e oturduk, so nr a fen erl erimd e n birini Mirat'a, birini Haga nuş'a ver er e k mis afirlerimi
sela m e tl e di m. Munise, gündüz d e n çok yorgun olduğu için dah a biz konuşurk e n sa n d aly e si n d e
uyukla m a y a başla dı. Onu yatağına gö n d e r di m, ken di m, tek başım a ba h ç e d e kaldım.
Sakin, yıldızlı bir g e c e y di. Karşı sett e ki evl er d e ışıklar sö n m üştü. Dağ yolu, bu yıldızlı s e m a n ı n içind e
korkun ç bir göl g e yığını gibi yüks eliy or du.
Bilekleriml e alnımı setin ken arıd a ki parm a klığın soğuk de mirl erin e day a dı m. Etrafımd a ne se s , ne hay at,
yalnız uçurumu n dibind e , bu day a nılm a z sıc a kl ar a rağm e n hâlâ kurum a y a n der e d e hafif bir çağıltı, birka ç
yıldız aksi.
Kâğıt fen erl erin mu mu artık tüke niy or du. Onların renkli ışıklarıyla b er a b e r içimd e ki neşe nin de sararıp
solduğunu, gö nlü m e derin, çar e siz bir kara nlığın inm e y e başla dığını hiss e diy or d u m .
Bu bir se n e n i n kâh karanlığını, kâh aydınlık günl erini bi- 1 rer birer hay alimd e n g e çirdim, ne uzun, Yarab bı,
ne uzun?
Soğuğa, cefay a, mihn e t e hiç şikay et siz tah a m m ü l ed e n sağlam bir vücudu m var.
İhtimal, da h a kırk se n e , elli s e n e yaşay a c ağı m. İhtimal dah a elli yaş bu hazin muz afferiy etin hazin
yıldö nü m ü n ü gör- 1 m e m lâzım g el e c e k . Hayat, ne uzun, Allah'ım, ne uzun?
İhtimal, Munise de ba n a kalma y a c a k .
Saçlarım a yav aş yav aş aklar düşe c e k .
Ümit ed e yi m, taha m m ü l ed e yi m, güz el. Ben, bun a razı- ' yım, fakat niçin, neyi b e kl e m e k için?
Bu bir se n e içind e, birka ç defa, ken dimi zapt ed e m e d i m , ağladım. Fakat bunların hiçbirisind e bu g e c e
gözk a p a kl arı mı n içini yak a n yaşlard a ki acılık yoktu. O vakit, sa d e c e gözl erim ağlamıştı. Bu g e c e gö nlü m
ağlıyor.
____________ÇALIKUŞU______________2 7 1
B . l Ekim
Dersler başlay alı iki hafta oluy or. Muallim arka d aşlarımı n birç oğu B.'ye dön dül er. Hatta, mutlak a
istan bul'd a kalm a k istey e n Vasfiye bile. Biçare, bir türlü açık yer bula m a m ış.
Nezih e'nin başın a bir de vl et kuşu kon muş. Bir cum a günü Surlar'da bir g e n ç zabit e tes a d üf etmişler. Zabit,
onları Boğaziçi'nd e n Fatih'e kad ar takip etmiş.
Bu iki arka d aşı mı n şimdiy e kad ar tes a d üf ettiği her erk e k gibi, o da Vasfiye'yi tercih ediy or muş. Hatta,
bilm e m han gi parkta birbirlerin e rand e v u ver mişler. Fakat aksi ola c a k , Vasfi-ye'nin o gün mis afirleri g el miş.
Zabiti m er a kt a bırak m a m a k için Nezih e'y e yalvar mış:
- Kuzum Nezihe' Sen, benim yerim e git, bugün g el e m e y e c e ği mi söyl e. Başka gün için mülak at al, de miş.
Nezih e, akşa m ev e uğradığı vakit, delikanlıyı gör e m e d iğini söyl e miş. Fakat, kızın halind e bir tuhaflık
var mı . Birkaç gün so nr a i anla ılmı . Me er o gün, Nezih e ne yapıp yapmı , g e n ç zabitin ş ş ş ş ğ ş zihnin e girmiş,
hain kız, bir hafta so nr a onunla nişanlan mış
Vasfiye, çok ma h z u n , bir yand a n , aziz bir arka d aşı tarafınd a n aldatılma k gücün e gidiyor, bir yand a n da
yalnız kaldığınd a n şikây et ediy or. İkide bird e içini ç e k e r e k :
- Ah Ferid e Hanım, Sizinle ne güz el iki arka d aş ola bilirdik. Fakat nasıl anlatayım, siz o kad ar neşeli, iyi,
munis bir kız olduğunuz hald e , yaşam a k zevkini ala m a m ış s ı nız, diyor.
Yuvalard a yeni yavruların yumurta d a n çıkm a zam a n ı n d a na sıl neşeli bir hay at uyanırs a, m e kt e pt e de öyl e
bir hal var.
Hele birka ç gün evv el şimşe kl e , gö k gürültüleriyle başlay a n şidd etli bir yağmur, sıc a k ve sakin bir yazın
ba n a verdiği müz mi n hüznü, anlaşılma z yaşam a k yorgunluğunu dağıttı. O kad ar hafif, o kad ar neşeliyim
ki...
272
Reşat Nuri Güntekin
B. 17 Ekim
Yağmurlar on gün d e n b eri de v a m ediy or, he m de ne şidd etl e, ilk günl er d e b e nim gibi se vin e n , solgun
b e nizl erin e taz e bir hay at ren gi g el e n so n çiç e kl er harap oldular. Biçarel er, ba h ç e d e durma d a n yağan
yağmurun altınd a başlarını eğiyorlar: "Artık yet er!" der gibi büzülüp titreşiyorlar.
Bu akşa m, me kt e pt e n dön düğü m vakit b e ni m de aşağı yukarı onlard a n kalır yanım yoktu. Sırılsıkla m
olmuştum. Çarşafım vücudu m a , pe ç e m yüzüm e yapışıyor, sok a kt a rast g eldiğim insanları halim e
güldürüy or du,
Munise'nin, bu akşa m b e n zi biraz soluktu. Nezle olma s ı n d a n korkar a k erk e n d e n , zorla yatağa yatırmış,
ıhlamur kayn at- mıştım. Yaram a z kız, yatakta şikây et ediy or, b e ni m ihtima ml a rı ml a eğlen e r e k :
- Abacığım, soğuk, insa n a ne yapar? Geç e n se n e kard a, sa m a n lıkt a yattığım g e c e yi unuttun mu? diyordu.
Bu g e c e , hiç uykum yoktu. Munise'yi uyuttuktan so nr a elim e bir kitap alarak s e dir e uzan dı m. Yağmurun
sa ç a kl ar d a , su oluklarınd a çıkardığı s e sl e ri, on b eş günd e n b eri bitm e y e n bu mat e mi dinle m e y e başladı m.
Ne kad ar vakit g e ç mişti, bilmiy oru m? Birden bir e hızlı hızlı kapı çalındı. Bu sa att e kim ola bilir?
Kapıyı aç m a y a ce s a r e t ed e m e d i m . Misafir od a s ı nın cum b a s ı n d a n uzan dı m. Karanlığın içind e uzun boylu
bir kadın hay al eti, cum b a n ı n altınd a yağmur d a n korun m a y a çalışıyor, elin- [ deki muşa m b a fen er d e n çıka n
ışıkla, sok a kt a ki su birikintileri içind e çırpınıyordu.
- Kim o? diye sordum. Titrek bir ses:
- Açınız, Ferid e Hanım'ı g ör m e y e g eldim, de di.
Kapıyı açtığım vakit titriyordu m. O akşa m d a n b eri yab a n- 1 cı kadınlard a n gözü m yılmıştı. Ne vakit b öyl e
birinin, b e ni ara- 1 dığını görs e m , fena bir ha b e r alac ağımı sanıy oru m. Bu vakitsiz
ÇALIKU U Ş 27 3
mis afir, yüzümü gör m e k için fen eri kaldırmıştı. Solgun bir ç e hr e , iki mük e d d e r ma vi g öz fark ettim.
- Müsaade eder misiniz içeri gireyim, ho c a n ı m?
Bu çe hr e , bu s e s , ban a e mniy et verdi. Kim olduğunu, niçin g eldiğini sor m a y a lüzum g ör m e d e n :
"Buyurunuz" de dim. Yanımd a ki mis afir od a s ı nın kapısını açtım.
Kadın, od ayı ıslatma kt a n çe kiniyor gibi, etrafına bak mı y o r, oturm a y a c e s a r e t ed e mi y o r d u.
Bir şey söyl e miş olma k için:
- Ne yağmur, ne yağmur, insanı ad et a yıkıyor! de di.
Dikkatle yüzün e bakıy or du m. Halbuki perişanlığının yağmurd a n dah a başk a bir şeyd e n g eldiği b e s b e lliydi.
Asıl ma k s a d ı n ı söyl e m e k için, da h a sakinl eşm e k istediğini anla dı m, bird e n bir e ne istediğini sor m a d ı m .
ilk hissim, b e ni aldatmıştı. Bu munis ç e hr eli, asil bir kadın dı.
Nihay et: "Kiminle g örüşüy oru m ef e n di m?" diye sordu m. Bend e n korkuy or gibi başım eğdi:
- Ferid e Hanım ef e n di, b e n yab a n c ı değilim. Gerçi şimdiy e kad ar g örüşm e d i k am a , sizi uzakta n tanıyoru m.
Biraz sustu, sonra bir cesaret hamlesiyle ilave etti:
- Bir me sl e kt aşınızın kard eşiyim. Mektebinizin mu siki ho c a s ı Şeyh Yusuf Efendi'nin.
Birden bir e yüreğim ağzıma g eldi. Fakat kuvv etli olma k , hiçbir şey s ez dir m e m e k lâzımdı:
- Öyle mi efe n di m? Görüştüğümüz e m e m n u n oldu m. Şeyh Efendi, biraz dah a iyiler inşallah, de dim.
Bu sa att e, bu hald e g el e n bir mis afire söyl e n e c e k söz, elb ett e bu değildi. Fakat başk a ne diye bilirdim?
O, cevap bulamayarak susuyor. Ben, yüzüne bakmaya cesaret edemey er e k gözl erimi yer e indiriyordu m.
Hafif bir hıçkırık s e si i ittim. Kurtulma imk â nı olma y a n bir felak et e razı olur gibi ba ımı ş ş dah a ziyad e eğer e k
b e kl e di m.
Çalıkuşu - F 1 8
274
Reşat Nuri Güntekin
O, ağlam a m a k için elleriyle g öğsün ü, b oy nu n u tutarak'
- Kardeşim bu g e c e ölüy or, de di. Akşama doğru bird e n bir e ağırlaştı. Altı sa att e n b eri ken dini bilemiy or.
Saba h a çıkm a y a c a k .
Cevap vermedim. Ne söyleyebilirdim?
- Küçükha nı m, Yusuf; b e ni m üç yaş küçüğüm d ür am a , evla dı m sayılır. Annemiz öldüğü vakit, Yusuf,
miniminicikti. Ben de büyük değildim. Böyle olduğu hald e on a an alık ettim. Ömrümü on a bağladı m. Dul
kaldığım vakit sizin yaşınızd a an c a k vardım. Tekrar evl e n e b ilirdim, istem e d i m . Tek Yusufçuğum yalnız
kalm a s ı n diye. Halbuki şimdi o, b e ni yalnız bırakıp gidiyor. Bunları size niçin mi söylüy oru m küçük h a n ı m?
Beni ayıpla m a y ı nız. Bu sa att e sizi rahat sız ettiğim için, yalvar ar a k sizd e n istey e c eği m şey için ba n a
darılma yı n, b e ni kov m a y ı n diye...
Sözünün bura sı n d a bitkin vücudun u n bird e n bir e çöktüğünü gördü m. Bir fen alık zann e d e r e k omuzl arınd a n
tutma k istedim. Dizlerimi öpüy or, yerler e sürün er e k çırpın a çırpın a ağlıyordu.
Hafif bir har e k e tl e ken dimi kurtardım. Bu dakika d a ne kad ar sakin olma k mü m k ü n s e o kad ar sakin bir
se sl e :
- Hanım ef e n di, felak etinizi anlıyoru m, s öyleyiniz. Elimd e n g el e c e k bir şeys e , de dim.
Kadının ağlam a kt a n şişen soluk ma vi gözl erind e bir ümit ışığı ca nl a n dı Zavallı, göğs ün ün sarsıntılarını
eliyle zapt etm e y e çalışarak:
- Yusuf, on se n e d e n b eri ha st ay dı. O kad ar uğraştım, o kad ar çırpındım, m elun ha st alık, bir türlü
durmuy o r, kard eşimi için için yiyip bitiriyordu. Nihay et bu vak a oldu. Sizi gördü. Zaten fazla içli bir ad a m.
Gözle görünürc e s i n e eriyip bitme y e başladı.
Sözün bura sın d a hafif bir isyan ferya dını me n ed e m e d i m .
- Hanım ef e n di ye mi n ed e ri m ki, b e n kard eşiniz e bir şey
ÇALIKU U Ş 27 5
yapm a d ı m . Kendim de zate n bir yaralıd a n başk a bir şey değilim, de di m.
- Hanım kızım, evla dı m, sizin de b elki bir s e v diğiniz var; darılma yınız. Yemin ed e rim ki bunları şikây et için
söyl e miy or u m. Ben görün düğü kad ar kab a ruhlu bir kadın değilim, işin nihay etind e Yusuf'un kard eşiyim.
Sen el er d e n b eri onun mu sikisi içind e yaşadı m. Sizde n değil, hatta bu tes a d üft e n bile şikây etim yok.
Yusuf'un yatağınd a mu m gibi eridiğini görüy oru m. Fakat öyle anlıyoru m ki, me s ut ölüyor. Ne şikây et var,
ne acı söz, ne çırpın m a . Bazen ken dini kayb e diy or. O vakit, gözk a- pakları hafif hafif titriyor, soluk
dud a kl arı gizli bir gülüms e m e ile yav aşç a isminizi tekrar ediy or. Düne kad ar bu derdind e n ban a hiç
ba h s e t m e m işti. Dün ellerimi tuttu, birer birer parm a kl arı mı öp er e k :
- Onu bir ker e da h a gö st er ban a abla! diye ço c uk gibi yalvar m a y a başladı. Yusuf için her fed a k â rlığa
razıydım. Fakat bun a imk â n gör e mi y o r d u m. içim parç a parç a oldu.
- iyi ol. Yusuf, çabuk iyi ol! Elbet bir gün yine göreceksin... diye alnını, sa çl arını okşa dı m.
- Ferid e Hanım, bu ha st a nın hiçbir şey söyl e m e d e n ban a na sıl darıldığını, başını öte tarafa ç e vir er e k na sıl
ümitsizlikle g özl erini kapa dığını görs e y di niz! Anlatma k mü m k ü n değil ki... Bugün akşa m a doğru büs b ütün
gözl erini kapa dı. Onların bir dah a açılm a y a c ağı nı biliyordu m. Uğruna ömrü m ü , sa a d e timi vakf etmiş, onu
hiçbir şeyd e n ma hru m etm e miştim. En çok istediği şeyi bir ker e gö st er m e d e n ha sr et içind e gözl erini
kapa dığını g ör m e k . .. Bu acıyı size anlatm a k mü m k ü n değil, Ferid e Hanım, mü m k ü n değil. Bu, öyle bir
se v a p ki, ca n ç e kişe nl erin dud a kl arın a verilmiş bir da ml a su gibi.
Artık de v a m ed e m e d i . Yüzünü et e kl erin e saklay ar a k ço c u k gibi hıçkırdı.
276
Reşat Nuri Güntekin
Bu g e c e n i n vak al arını bir rüya gibi hatırlaya c ağı m.
Yağmurların içind e , önü m d e k i fen erin do nuk izini takip ed e r e k birç o k dar, karanlık sok a kt a n g e çtim. Hiçbir
şey hiss et miy or, hiçbir şey duymuy o r, sel e düşmüş bir yaprak gibi irad e siz sürükle niy or du m.
Beni gölg el e rl e dolu yüks e k , g e niş bir od ay a aldılar. Duvarlard a tamb urlar, utlar, ke m a n l ar sallanıy or,
karışık raflard a neyl er sürünüy or du. Bestek âr, bu çalgılarla dolu od a nı n bir köşe sin d e g e niş bir de mir
karyola içind e ölüyordu.
Ayaklarımın ucun a ba s a r a k yanın a yaklaştım. Mum gibi sarı ç e hr e s i n e ölümü n sükûn eti şimdid e n çök m üş,
kapalı g özl erinin çukurun a kara nlık dolmuştu.
Yalnız, ağzınd a ki b e m b e y a z dişlerini gö st er e n aralık dud a kl arınd a bir parç a hay at ren gi kalmıştı.
Biraz evv el o kad ar telaşlı ve perişan görün e n kadın c ağız, bu so n vazife karşısınd a hayr et verici bir sükûn
ve tah a m m ü l gö st eriy or du. Sevgi, şefkat de n e n şeyd e ne mu ciz el er var Ya-rab bi! Mekteb e gid e c e k
ço c uğun u uyan dır a n bir an a gibi elini ha st a nın başın a koydu:
- Yusuf, ço c uğu m, bak, arka d aşın, Ferid e Hanım san a hatır sor m a y a g eldi. Aç g özün ü, Yusuf, dedi.
Hasta, hiçbir şey işitmiyor, hiçbir şey gör mü y o r d u. Onun bir ker e dah a g özl erini aç m a d a n ölm e s i ihtimali,
biçar e kadın a , o güz el taha m m ü l ü n ü yav aş yav aş kayb e ttiriyordu. Tekrar ağlam a y a , s e si boğulma y a
başla mıştı:
- Yusuf, yavurucuğum, bir ker e da h a gözl erini aç, g ör m e d e n ölürs e n , dah a ziyad e yan a c ağı m.
Yüreğim me r h a m e t t e n eziliyor, dizlerim vücudu m u n yükü altınd a çök e c e k gibi oluyordu. Karyolanın
başucu n d a ma s a y a b e n z e y e n bir karanlık küm e s i n e day a n mıştım. Bunun bir org olduğunu fark ed e r e k
titredim. Kalbim, öyle söyl e di ki, bu biç ar e g özl eri so n defa aç a c a k mu ciz e anc a k bu org ola bilir.
Düşündüğüm şey b elki cinay et, b elki bun d a n da h a büyük bir
ÇALIKU U Ş 27 7
gün a htı. Fakat ken arın d a n bak a nl arı içine çe k e n uçurum gibi bu org da b e ni m tah a m m ü l ü m ü elimd e n aldı.
Gayri ihtiyari ayağımı ba stım, parm ağı mı tuşlarda n birin e koydu m.
Org, yaralı bir g ö n ül gibi derin derin inledi. Odanın karanlık köşel eri, duv arlard a n g öl g el e rini uzata n sazlar,
gizli figanlarla titreştiler.
Hakikat mi, yok s a b e ni m yaşlarla pe rdeli gözl erimin bir ve h mi mi olduğunu söyl ey e m e c e ği m. Bana öyle
g eldi ki ha st a, bu se sl e so n bir defa ma vi gözl erini açtı.
Ablası yastığa yüzünü kap a mış hıçkırıyordu.
Bir muk a d d e s vazife yapar gibi ölünün üzerin e eğildim, he n üz bir hay al bakiy e siyl e titriyor gibi görün e n
gözl erin e dud a kl arımı sürdü m.
ilk bus e mi b e n, bir ölünün sö n m üş g özl erin e mi tevdi ed e c e k tim!
B... 2 Kasım
Bu akşa m B.'deki evimd e so n g e c e m . . . Yarın erk e n d e n har e k e t ediy oru m.
O vak a d a n so nr a tabii bura d a kala m a z d ı m. Şehird e herk e s b e n d e n ba h s e d iy or, herk e s , b e ni me r a k
ediy or. Mekteb e gidip g elirk e n kaç kişi peşim e takıldı, kaç kişi artık iki kat örtm e y e başladığım pe ç e m i n
altınd a yüzümü s e ç e b il m e k için yolumu ke sti; kaç say gı sızın, biraz se sini alç altm a y a bile lüzum gör m e d e n :
- Ipekb ö c eği, bu ha? Zavallı Şeyh! de diğini işittim.
Arkadaşlarımı n yanın d a konuşm a y a utanıy or, sınıfa girerk e n kıpkırmızı olduğumu hiss e d iy or d u m.
Bu, böyl e de v a m ed e m e z d i . Çare siz, Maarif Müdürü'n e gittim. Buranın hav a s ı n a day a n a m a y a c ağı mı
söyl e di m; başk a
278
Reşat Nuri Güntekın
bir me ml e k e tt e ban a bir der s bulma s ı nı rica ettim. Dediko dul ar d a n galib a onun da ha b e ri vardı. Çünkü
he m e n ban a hak verdi. Yalnız, başk a bir yerd e ban a g ör e ders bulma k müşküldü. Daha az ma aşlı dah a
küçük bir me kt e p olurs a da kabul ed e c eğ imi söyledim; elverir ki uzakta bir yer olsun
iki gün ev v el emri g eldi- Ç... Rüştiyesin e tayin etmişler.
Zavallı Çalıkuşu, rüzg âr a kapılmış so n b a h a r yaprakların a dö n d ü.
279
ÜÇÜNCÜ KISIM
Ç..., 23Nisan
JDUGÜN Hıdrellez. Evde yalnızım. Hatta, sa d e c e ev d e de il, kas a b a d a da he m e n he ğ m e n öyleyim. Evler
boş, çarşılar kapalı. Bütün kas a b a halkı, erk e n d e n yem e k sep e tl erıyl e Söğüt- lük'te kuzu ye m eğ e gitti.
Köşe başınd a her zam a n kötürüm bir dilen ci oturur. O bile eğle n c e d e n g eri kalm a k istem e d i , ara b a y a
bin er gibi, aza m e tli bir ed a ile bir ha m a lın sırtına bin er e k kafiley e karıştı.
Mamafih, b e nim en ziyad e hoşum a gid e n köp e kl e r oldu. Kurnaz hayv a nl ar, ziyafetin kokus u n u almışlar,
bo h ç a l ar, sep e tl er, ihraml arla yola çıka n her kafilenin arka sı n d a birka ç da onlard a n takılmış.
Munise'yi ko mşul ard a n alay ima mı Hafız Kurban Efen- di'nin karısıyla b er a b e r g ö n d e r di m. O, b e n siz
gitme m e k için bir hayli sızlan dı, fakat başım a bir çatkı çattım: "Biraz ha st ayım, açılırs a m b elki arka d a n
g elirim," de dim.
Onları, ha st ayım diye ald attım am a bugün, bilakis çok iyiyim ve çok neşeliyim. Gitme k istem e m e m i n
se b e b i n e g elinc e , b e n , artık b öyl e kala b alık eğlen c e yerlerind e n hoşlan mıy o r u m.
Evde yalnız kalır kalma z , başımd a n çatkıyı attım. Yavaş se sl e türküler söyl ey e r e k , ıslık çalar a k hanı m
hanım evimin işini g ördü m. Mektept e günl er c e erk e k gibi çalıştıktan so nr a ara sıra ev hanı mlığı etm e k
ba n a öyle tatlı g eliyor ki...
Bu işler bitinc e sıra kuşlarım a g eldi. Maskaraların kafe sl erini temizle di m, sularını tazel e di m, so nr a gün eş
alsınlar diye ba h ç e y e çıkardım. Şimdi tam yarım düzin e kuşumuz var Buraya g elirk e n Mazlum'u, Hacı
Kalfa'nın oğlun a bırak m a k m e c b uriy etind e kalmıştık. Munise, çok üzülmüş, ağlamıştı. Kızcağı-
280
Reşat Nuri Güntekin
zım içlen m e s i n diye on a bu kuşları aldım Sonra d a n , ba n a da bir me r a k g eldi. Fakat, komşun un sarı
kedisind e n bu hayv a n c ı kl ar a hiç rah at yok. Ne vakit kafe sl eri ba h ç e y e çıkars a m , g elip karşılarına oturuy or.
Görünüşte sakin, halim bir kedi. Yeşil g özl erini aralık ed e r e k ad et a şefkatle kuşlara bakıy or, hel e ara sıra
çe n e s i ni titreter e k hafif hafif s e sl e r çıkar m a s ı var ki, onlarla konuşuy or zann e d e r si niz. Bugün: "Bakalım ne
yapa c a k?" diye kuşlard a n birini kafe st e n çıkardı m, onun yüzün e doğru yaklaştırdım. Zalim hayv a nı n,
üstünd e bir rüzg âr e s miş gibi, sarı tüyleri dalg al a n dı, yeşil gözl erind e n kıvılcıml ar parladı. Yumuşak
pen ç e l e rinin içind e n tırnaklarını çıkarıy or, kuşun üstün e atılma y a hazırlanıy or du.
Zavallı yavruc a k, elimin içind e kan atlarını, boyn un u kısar a k öyle bir titriyordu ki... Öteki eliml e kediyi
başınd a n tuttum:
- Bu hain yeşil g özl er d e ki tatlılığa bak a n , se ni gö kyüzün d e ki m el e kl eri düşünüy or sanır, de dim. Halbuki
se nin derdin, bu biçar e yi parç al a m a k değil mi? Bak, b e n şimdi s e n d e n ne güz el bir intikam ala c ağı m.
Öteki elimi açtım. Zavallı kuş bird e n bir e s e n d e l e d i, azat olunduğun a inan a mı y o r gibi durdu. Sonra, inc e bir
feryat kopar ar a k uçm a y a başladı. Kedinin hayra n bir yeis ile kuşu takip ed e n yeşil g özl erini yüzüm e
yaklaştırarak kahk a h a l arl a gülüy or:
- Nasıl, kuşu parç al a n d ı n mı, sarı zalim7 diye eğleniy or du m, içimd e derin bir se vin ç vardı. Yalnız bu sarı
kedid e n değil, zav allı küçük kuşlara mu s allat olan bütün sarı ma hluklard a n öç almış gibi s e viniyordu m.
Neşemi yalnız öte ki kuşların şikây eti kırdı. Bu, hakikat e n bir şikây et miydi, bilmiy oru m, fakat ba n a , öyle
g eldi ki, zav allılar: "Niçin bizi arka d aşı mı z gibi me s ut etmiy or s u n?" diyorlar. Gönlümü n o daim a itaat etm e k
lâzım g el e n hırçın, s ert emirl erind e n biriyle kafe s e doğru yürüyordu m.
Hepsini bird e n azat ed e c e k ti m. Fakat, bird e n bir e Munise aklıma g eldi. Yanağımı kafe sl er d e n birinin teline
day a dı m:
ÇALIKU U Ş 28 1
- Sizi bırak ayı m, güz el, fakat so nr a Munise'y e, öte ki sarı mu si b e t e ne c e v a p ver e c eğiz? Ne yapalım
küçükl er, ne kad ar uğraşs a k bu sarı hainl erd e n ken di mizi büs b ütün kurtara mıy o ruz, de di m.
Kuşlardan so nr a, sıra ken di m e g eldi. Ben, hav a yı bir parç a gün eşli g ördüğü m vakit, daima soğuk su ile
sa çl arımı yıkarım. Onların yav aş yav aş gün eşt e kurum a s ı en büyük zevkim- dir.
Bugün, yine öyle yaptım; so nr a kafe sl erimin karşısınd a ki erik ağa cın a çıkar a k ıslak sa çl arımı, hafif hafif
es e n ba h a r rüzg ârın a dağıttım. Saçlarım artık uza mış, he m e n he m e n b elim e inmişti. B.'de sa çl arımı n niçin
kıs a olduğunu arka d aşlarım a söyl e m e y e utan mıştım. Onlar, bunu kadın için ayıp, dah a doğrusu bir kusur
sayıy orlar. Hacı Kalfa'ya varınc a y a kad ar, herk e st e n bir türlü sa ç ilacı salık almıştım. Saçlarımı n bu kad ar
ça bu c a k uzadığını gör e nl er, kera m e ti ken dilerind e bildiler; Maçlarınd a ki tesir e b e nim de m e t de m e t uzay a n
gür sa çl arımı şahit tuttular.
Erik ağa cı kafe sl erin tam karşısınd a y dı. Kuşlar, b o n c u k gibi parlıyor, g özl erini gün eş e diker e k
ötü üyorlardı. Ben, ıslık çalar a k onları taklit ediy or, inc e bir dalın üstünd e , salın c a kt a ş gibi sallanıy or du m.
Bir aralık yanım d a ki evin pen c e r e s i n e g özü m ilişti. Bir de ne gör e yim? Komşu alay ima mı Hafız Kurban
Efendi, ablak yüzünd e iki ca mi kandili gibi parlay a n yuvarlak çipil g özl eriyle ba n a bak mı y o r mu?! Ne
olduğumu anlata m a m . Kılığım, kıyafetim bir şey e b e n z e s e ney s e . Fakat ayaklarım çıplak, arka m d a açık
bir b ey a z g ö ml e k , ilk har e k e ti m, arka m a dökül e n ağır sa ç küm e s i n e sarın ar a k onu boyn u m a , göğsü m e
dağıtma k oldu. Sonra ken di mi bir yük gibi ağaçt a n aşağı attım. Berek et ver sin, dal yüks e k değildi.
Kulağıma: "Aman, eyv a h!"
282
Reşat Nuri Güntekin
diye bir se s g eldi. Düşen, biraz da can ı yan a n b e n di m. Fakat, bağıran komşu m Hafız Kurban Efendi'ydi.
ismini gülm e d e n söyl ey e m e d iğim bu Hafız Kurban Efendi, elli yaşlarınd a bir alay ima mı d ır. Çok zen gin
olduğunu söyl e- yorlar. Karısı pek taze, otuz yaşına bile g elm e m iş, güz el, kara gözlü, filiz gibi bir Çerk ez
kızı. Aramız pek iyidir. Bugün Muni-s e'yi g ez m e y e g ötür e n de odur. Çocuğu olma d ığı için b e ni m küçük
yara m a z ı o da, ken di kızı gibi s e viy or. Fakat, bugün kü vak a neşe mi kaçırdı. Alay ima mı n d a n çok utandı m,
kim bilir, ne kad ar ayıpla mıştır? Şimdi bu satırları yazark e n utan cı m d a n yüzümü ateş ba sıy or, kıpkırmızı
olduğumu hiss e diy or u m. Of, Yarab bi! Mektep ho c a s ı da oldu m, hâlâ deliliği bırak a mı y o r u m. Tev e k k e li
B.'deki Müdür Rec ef Efendi ba n a : "Allah g e çi n d e n versin, hanı ölüp de me z a r a girs e n, talkın ver e n ima mı
güldür e c e k s i n!" de m e z d i.
Bugünkü pro gr a mı m ı n öğled e n so nr a ki kısmı, g eldim g el eli ça nt a m d a duran defterim e so n altı ayın
vak al arını yaz m a ktı. Boğaz ile b er a b e r sa hild e ki istihkâ ml arın bir kıs mı nı g ör e n pen c e r e m i n önün e g e çtim.
Ben, bu ev e zate n yalnız bu pen c e r e yi s e v diğim için g eldim. Yoks a tama h edile c e k hiçbir şeyi yok.
B.'den kaç m a k için ilk teklif ettikleri yeri ka bul etmiş, ne burayı se vip se v m e y e c e ği mi düşün müş, ne de
aylığımın azlığına eh e m m i y e t ver miştim.
Fakat, talihime gayet iyi bir yer çıktı. Sakin, şirin bir ask e r m e ml e k e ti. Yerli olsun, yab a n c ı olsun, kimin
ba b a s ı nı, kard eşini, oğlunu, ko c a s ı nı sor ar s a n ız mutlak a ask e r di; ya zabit,ya nef er... Hocalarının bile bir
kıs mı tabur ima mı , alay müftüsü, filan gibi ask e rlikte bir ilişiği olan insa nl ar. Komşum Kurban Efen- di'nin,
sarığıyla b er a b e r ara sıra üniforma giydiği, kılıç taktığı bile oluyor.
Ç.'nın kadınları pek hoşum a gidiyor. Vefakâr, çalışkan, hay atlarınd a n me m n u n , muni s ve sa d e insa nl ar
Çalışma k gibi eğle n c e yi de çok s e viy orlar. Hafta g e ç m e z ki bir düğün olma -
ÇALIKU U Ş 28 3
sın. Bir düğün, türlü türlü isimd e kına g e c e l e riyl e tam bir hafta sürüy or. Dem e k ki onlar he m e n her g e c e
eğle niy orlar.
Evvela, bun a na sıl para day a n d ırıy orlar, diye şaşıyordu m. Fakat so nr a d a n sırrını anla dı m .
Mesela, bir kadın, ağır g elinlik elbis e si ni on s e n e , yirmi s e n e , her düğün e giyiyor, onu yine, terte miz, ken di
kızına giydiriyor. Eğlenc el e ri çok sa d e . Çalgıları, arm o ni k a çala n bir ihtiyar erm e n i kadını ki, küçük bir
kurnaş parç a s ı, birka ç para ile m e m n un oluyor.
Evet, sa d e eğle n c e l e r. Fakat değil mi ki me m n u n oluy orlar, pek âl â Keşke b e n de onların içind e
doğs a y dı m, keşk e b e n de bir gün parm a kl arı m d a , avuçlarımı n içind e hurm a gibi kınalarla... Her ney s e
başk a ba h s e g e ç e li m.
Komşularım, b e ni bird e n bir e se v dil er. Yalnız, araların a karışma d ığım a , bu eğlen c e l e r d e n zevk alma d ığım a
darılıyor- lardı. Kibirli san m a s ı nl ar diye onlar a kul, köl e oldu m, m e kt e pt e ki kızları gibi ken dil erind e n de
elimd e n g el e n nez a k e ti, yardımı e sirg e m e d i m
Burad a en se v diğim bir yer de: "Söğütlük" de dikl eri der e ken arı. Kalabalık günl erd e pek c e s a r e t
ed e mi y o r u m Fakat bazı tenh a akşa mü s tl eri, me kt e pt e n dön e r k e n Munise ile oray a uğruyoruz. Söğütlük,
ad et a bir söğüt ve çınar orm a n ı. Kim bilir, kaç yüz se n e lik? Çınarların aşağı kısıml arın d a ki dalları
ke s mişl er, yalnız gö v d e l e riyl e tep el erin d e ki dalları ve yaprakla n kalmış Akşam g öl g e s i nin çök m e y e
başladığı sa atl er d e insan, oray a gid er s e , ucu buc ağı bulun m a z bir viran kub b e n i n altına girmiş gibi oluy or.
Yand a n vuran so n gün eş ışıkları bu yüks e k , harap çınar g ö v d e l e ri m göz ala bildiğin e uzanıp gid e n kırık
sütunlar a b e n z e tiy or. Derenin ö bür kıyısınd a etrafları çitlerle ç e vrilmiş, sıra sıra ba h ç e l e r, o ba h ç e l e rin
ara sın d a göl g el e r e boğulmuş inc e cik yollar var. Karşıdan bu yollara bak ark e n ba n a öyle g eliyor ki, onlar
insa nı, bildiğimiz dünya d a n başk a yerler e götür e c e k , en umulm a z em e ll er e kavuştura c a k .
284
Reşat Nuri Güntekin
Memlek e tin zen ginl eri, Hastalar Tep e si ismind e bir yerd e oturuy orlar, ismi fen a am a ken di en şen, en
me s ut insa nl arın yeri. Geldiğim vakit, ban a ora d a güz el bir ev gö st er mişl er di. Fakat c e s a r e t ed e m e m iştim.
Şimdi B.'deki kad ar zen gin değildim. Daha fakiran e yaşam a y a , da h a küçük bir ev d e oturm a y a me c b u r u m.
Mamafih, şimdiki evim de pek fena yerd e değil. Meydanlığı, kah v e s i, dükk â nl arıyla kas a b a n ı n pek işlek bir
yerind e . Mesela sa b a hl e yin Söğütlük'e gid e n bütün Ç... halkı önü m ü z d e n g e çti. Şimdi, vakit da h a erk e n
olma kl a b er a b e r , dön üş başla dı. Biraz ev v el Söğütlük'ten bir zabit kafilesi dö nüy or d u. Acele ac el e
karşıda n g el e n bir mülazıml e konuşm a k için durdular. Mülazım:
- Niçin böyl e erk e n dö nüy or s u n? Ben da h a yeni gidiyoru m. Şimdi nö b e tt e n çıktım, de di.
Cek etinin önü daim a açık duran şişma n, yaşlı bir kolağa sı -ki her zam a n tes a d üf ed e rim- ce v a p verdi:
- Dön, zahmet etme. Söğütlük'ün tadı yok bugün. O kad ar bat a n dık. Gülb eşe k e r yok!
Bu şehrin ask e rl eri galib a gülb eş e k e ri çok se viy orlar. Çocuğunun, büyüğünün ağzınd a bir gülb eş e k e r dir
gidiyor. Anlaşılan bu, bir nevi gül tatlısı ola c a k . Fakat Hıdrellez günü m e s ir e d e gülb eş e k e r ara m a k , onu
bula m a d ığı için me y u s olma k , pek ço c ukl ar a yakışır bir şey!
Evet, bu gülb eş e k e r sözü ço c u k, büyük bütün erk e kl erin ağzınd a, kaç defa sok a kt a kulağıml a işittim.
Mesela, bir akşa mü stü me kt e pt e n dön üy or du m. Önümd e fakir kıyafetli birka ç g e n ç gidiy ordu. Bunlardan
birine bilmem ne ikram etmek istediler. O, reddeddiyor:
- Vallahi olma z , şimdi ye m e k yedim. Yeşim değil, ne ols a yiye m e m , diyordu. Bir başk a sı:
ÇALIKU U Ş 28 5
- Bir şey yiye m e z misin? Gülbeşe k e r de ols a yem e z misin? diye onu omuz u n d a n sarstı .
Delikanlı, he m e n yumuşa dı, sırıta sınta:
- Bak, ona sözüm yok, diye cevap verdi.
Bazen kahv e ni n önün d e oturan erk e kl er ma h a ll e y e su taşıma kl a g e çi n e n fakir, tuhaf tuhaf konuşa n, neşeli
bir ço c u kl a şakalaşıy orlar:
- E, Süleym a n söyl e bak alım, ne vakit s e nin düğünü yapıy oruz?
- Ne vakit isters e niz, b e n ale st a hazırım.
- Süleym a n , s e n bu fukaralıkla na sıl g e çi nisin?
- Kuru ek m eği mi gülb eş e k e r e sürer yerim. Allah'tan b el a mı mı istey e c eği m?
Bu şakayı he m e n her gün tekrar ediy orlar. Fakat, en tuhafı, bizim ko mşu Hafız Kurban Efendi, üç gün
ev v el kapının önün d e Munise'yi yak al a dı. Kızcağızın zorla yan a kl arınd a n öp er e k :
- Oh, mis gibi gülb eş e k e r kokuy or, de di.
Sokakta Sögütlük'te n dön e n kafileler çoğalm a y a başlıyor, inc e bir kahk a h a . Munise'nin s e si. Munise
g eliyor. Yaram a z kızı dört sa att e dört ay g ör m e m iş gibi g ör e c eği m g eldi.
23 Nisan (iki saat sonra)
Gülb eşe k e rin ne olduğunu öğren dim. Munise, Söğütlük'te tes a d üf ettiği birka ç mu allim e y e b e nim ha st a
olduğumu söyl e miş, m er a k etmişler, dön üşt e kapıd a n uğrayar a k hatırımı sor m a k iste mişler.
Birkaç dakik a içeri girm el e ri için ısrar ettim. Bunlard a n birin e şaka olsun diye: "Bari gülb eş e k e r bula bildiniz
mi? Sokakta n g e ç e n zabitler bula m a d ı kl arın d a n şikây et ediy orlardı!"
Arkadaşım güler e k c e v a p verdi:
286
Reşat Nuri Güntekin
- Pekâl â biliyorsunuz ki, biz de on d a n ma hr u m kaldık!...
- Niçin?
- Çünkü gelmediniz!
Şaşkın şaşkın yüzün e baktım, gülm e y e çalışarak:
- Ne münasebet! dedim.
Mualimler, hep gülüyorlardı. Arkad aşım, şüph eli bir bakışla:
- Sahi bilmiyor musun? dedi
- Vallahi bilmiyorum.
- Zavallı Ferid e c eği m, se n ne kad ar safsın! Gülb eşe k e r, Ç... erk e kl erinin, bu güz el ren gin için san a
koydukl arı isim. Ben, a kınlıktan ş ş kek el e y e r e k :
- Nasıl, b e n mi? Dem e k gülb eş e k e r de dikl eri, o sok a k delika nlılarının ek m e k l e rin e sürüp ye m e k t e n
ba h s e ttikleri... Eyvahlar olsun! Utancımd a n iki elimi yüzüm e kapa dı m. Dem e k b e n böyl e koc a m a n bir
kas a b a n ı n diline düşmüştüm, ne ayıp, Yarab bi!
Arkadaşım, zorla yüzümü açtı, yarı şaka, yarı sa hi:
- Bundan şikây et edile c e k ne var? Bir kas a b a n ı n erk e kl erini m eşg ul ediy or s u n uz, bu sa a d e t han gi kadın a
müy e s s e r oldu? de di.
Bu erk e kl er, sa hi çok fen a muhluklar. Bana bura d a da rah at ver miy orlar. Yarab bi, artık nasıl insa n içine
çıka c ağı m, komşul arımı n yüzün e nasıl bak a c ağı m 7
Ç.,., l Mayıs
Deminden beri yukarıd a tale b e l e rimin vazifel erini tashih ediy or du m. Kapı çalındı, Munise aşağıd a n:
- Abacığım, mis afir g eldi, diye se sl e n di.
Taşlıkta siyah çarşaflı bir hanım g e ziniyor; yüzü kapalı olduğu için tanım a d ı m , tere d d ütl e:
ÇALIKU U Ş 28 7
- Kimsiniz efendim? diye sordum.
Birden bir e inc e bir kahk a h a koptu; hanı m, ke di gibi boyn u m a sıçra dı. Meğers e Munise imiş. Yaram a z kız,
b e ni b elimd e n tutarak taşlığın içind e dön dürüy or, küçük bus el e rl e yan a kl arımı, b oy nu m u öpüy or du. Çarşaf
on a, bird e n bir e yetişmiş bir g e n ç kız hali ver mişti. Küçüğüm, bu iki se n e n i n içind e hayli s erpilmiş, he m e n
ba n a yaklaşan inc e b oyu, gün d e n gün e çiç e k gibi açılan güz elliğiyle nazlı, nazik bir küçük h a n ı m olmuştu.
Fakat insa n, daima g özün ü n önün d e duran şeylerd e ki değişikliği fark ed e mi y o r.
Onu bu hald e gördüğü m vakit he s a p ç a se vin m e m lâzım g elirdi. Halbuki bilakis ma h z u n odu m. Bunu
Munise fark etti:
- Abacığım, ne oldu? Şaka yaptım. Seni sakın darıltma y a yı m? de di.
Zavallı ço c uğun, bir kab a h a t yapmış gibi dargın dargın yüzün e bakıy or du m:
- Munise, de di m. Seni büs b ütün alıkoy m a k mü mk ü n değil. Çünkü görüy oru m ki, durma y a c a k s ı n . Şimdid e n
düğünl er d e g elin tellerini başın a takark e n için titriyor. Anlıyorum kızım, durm a y a c a k s ı n , mutlak a g elin
olma k istey e c e k s i n , b e ni yalnız bırak a c a k s ı n .
Bu yalnızlığın acısı şimdid e n içime çök m üş gibi g özl erim doluy or du. Munise'nin bir kelim e ile b e ni tes elli
etm e s i için haliml e , bakışlarıml a ad et a yalvarıy or du m. Fakat hain kız, dud a kl arını büktü.
- Ne yapalım ab a c ığım, âd et b öyl e, de di.
- Dem e k , bir yab a n c ı nı n karısı olma k için b e ni bırak a c a k s ı n?
Munise ce v a p ver m e d i, sa d e c e güldü. Fakat ne gülüş! Zalim, şimdid e n onu b e n d e n ziyad e s e viy or du.
Bu sef er b e n, biraz ev v elki sözl erimin aksini söyl e m e y e başla dı m.
- Gelin ols a n bile harh ald e yirmi yaşına kad ar vakit var.
288
Reşat Nuri Guntekin
- Yirmi yaş çok değil mi ab a c ığım.
- O hald e on dokuz, haydi nihay et on se kiz. Cevap ver miy or s u n am a , gülüyor s un. "Ben biliyorum" de m e k
ister gibi sinsi sinsi gülüy or s u n. Vallahi, on se kizd e n aşağı olm a z.
Afacan gülüy or, paz arlığımla eğleniy or du. Utanma s a m hün gür hün gür ağlay a c a ktım. Sarı insanların hep si
vefa sız oluy or, hep si insa nı başk a türlü üzüyor.
Ç , 1 0 Mayıs
Mektep tale b e l e ri içind e on iki, on üç yaşlarınd a bir zen gin paşa kızı var. Büyümüş de küçülmüş gibi
kavruk, çürük dişli, bücür, aza m e tli bir kız.
Nadid e Hanım ef e n d i, -eğlen m e k için hanı m e f e n d i diyoru m, m e kt e pt e şimdid e n onu öyle çağırıyorlar-
Hastalar Te- pe si'nin en güz el kon ağın d a oturur, her gün paşa ba b a s ı nı n land o s u ve koç b oy nuzu gibi
pala bıyıklı emir çavuşuyla m e ktebe gelir gider.
Öyle sa nıy oru m ki, bu küçük h a n ı m, bir şey öğre n m e k t e n ziyad e fakir arka d aşların a, hatta ho c al arın a
kurum satm a k için m e kt e b e g eliyor. Çocuklar, onun halayıkları vaziyetind e d ir Hocalar, onun bin türlü
kahrını, nazını çe k m e y i vazife biliyorlar. Ara sıra büyük hanı m e f e n d i, kızının mu alliml erini kon ağa dav e t
ed e r, ziyafet verirmiş. Zavallı arka d aşlarım, ora d a gördükl eri de b d e b e ve saltan atı, yedikleri yem e kl e ri,
hanım e f e n d il erin tuval etl erini söyl ey e söyl ey e bitirem e zl e r. Arkad aşlarımı n bu hali b e ni he m güldürür, he m
iğrendirir Bu Abdürrahim Paşa'la- rın ne ruhta insanlar olduğunu anla dı m. Debd e b e l e ri, saltan at- larıyla
birtakım g ör gü s üz, eh e m m i y e t siz insa nl arın g özün ü kam aştırm a kt a n zevk alan, ka b a birtakım "Ne oldu m"
delileri.
Arkada larım birka ç defa b e ni de götür m e k istediler, bir hak ar et e u ramı gibi kızardım, ş ğ ş istihfafla
omuzl arımı silktim.
ÇALIKU U Ş 28 9
Fakat ço c u kl arın potinlerini bağla m a k , ça m urlarını temizle m e k t e n çe kin m e d iğim hald e bu aza m e tli
küçük h a n ı m ef e n diy e hiç yüz ver miy oru m. Hatta, der st e hırpala dığım da oluy or. Fakat aksiliğe bakınız ki,
o her ho c a d a n ziyad e ban a mu s allat. Hiç peşimd e n ayrılmıy or.
Bu sa b a h , öğley e doğru kapımd a bir ara b a durdu. Bir de ne bak a yı m. Abdürrahim Paşa'nın land o s u değil
mi? Palabıyıklı emir çavuşunun ara b a kapısını açtığını, tale b e m Nadid e Ha-nım'ın etraftan koşan ma h a ll e
ço c u kl arı ara sı n d a bir pren s e s aza m e tiyl e evim e g eldiğini gördü m. Bütün ma h a ll e , hayr et içind e y di. Karşı
evl er d e ki kafe sl erin arka sı kadın başlarıyla doluydu.
Nadid e Hanım, büyük abla sı nın bir tezk er e s i ni g etiriyordu.
Maksadı derh al anla dı m. Akılları sıra s erv e tl eriyle, de b - de b e l e riyle öte ki ho c al ar gibi b e nim de g özl erimi
kam aştıra c a kl ar, ilk fikrim; bir iki soğuk teşekkür kelim e s iyl e küçük h a- nımı, çavuşu ve land o yu g eri
gö n d e r m e k oldu. Fakat, kalbimd e bird e n bire arzu uyan dı: Bu so nr a d a n g ör m e ne oldu m delilerin e güz el
bir ders ver m e k . ..
istan bul'd a, bu paşaların çok dah a yüks e k numu n e l e rini gör müştüm. Hatta, böyl el eriyle biraz uğraşırdım
da. Yüzlerind e n yalan cı ma s k e l e ri sıyırma k , aza m e tli gö st erişler altınd a gizlen e n çirkinlikleri, hiçlikleri
me y d a n a çıkar m a k ; Çahku- şu'nun en büyük eğle n c e s i y di Ne bileyim b e n, böyl e doğdu m. Pek fen a bir kız
değilim, küçükl eri, eh e m m i y e t sizl eri çok s e viy oru m. Fakat serv e tl eri yahut yapm a c ı k kibarlıklarıyla
övün e nl e r e karşı daim a zalimim.
İlk se n e hanı m hanım c ı k oturdukta n so nr a bugün bir parç a afa c a nlık etm e k b e ni m hakkım d ı.
İnadım a , sa d e fakat çok şık giyindim. Allah'tan, bir kat laciv ert elbis e m vardı. Amca m Paris'te n
gö n d e r mişti.
Nadid e Hanım ef e n d i'yi, aşağı od a d a biraz fazla b e kl et m e k t e n çe kin m e d i m . B.'de iken pek b eğe n diğim için
bir Avrupa
Çalıkuşu - f 1 9
290
Reşat Nuri Güntekin
me c m u a s ı n d a n ke sip sakla dığım bir baş mo d e lini ayn a nı n ken arın a iliştirdim, bütün kuvv etimi, ma h a r e timi
sarf ed e r e k onu taklit ettim. Bu baş, fazla fantezisi ve viöjö idi. Fakat ne m e - lâzım? Ben bugün, bir aktris
gibi bu kibar "Kenar dilb erl eri" üstünd e yapa c ağı m tesir e bak arım.
Aşağıdaki küçük h a n ı mı , sa d e c e ken di mi süsl e m e k için yalnız bırak m a d ı m . Biraz da bu fakir eşyalı loş
od a nı n ayn a sı n d a gülüm s e y e n g e n ç kızı seyr et m e k için b e kl ettim. Bir yab a n c ı yı seyr e d e r gibi, on a utan a
utan a bakıy or du m. Mademki defterimi b e n d e n başk a kims e oku m a y a c a k . Niçin hep sini itiraf etm e m e li?
Onu güz el, he m de dikkat ettikç e sar a n bir biçimd e güz el buluy or du m. Gözlerim, istan bul'd a tanıdığım
şen, kay gı sız Çahkışu'nun b erra k aydınlık parç a s ı içind e titrey e n birka ç yıldız kırıntısınd a n ibar et açık ela
gözl eri değildi. Onlarda, karanlıklara bak a bak a g e ç miş birç o k yalnız g e c e l e rin d e n kalm a siyah bir acı,
yorgun bir tah ayyül, uykuya ve da h a başk a şeyler e doy m a m ış g özl erin, süz gün ma h m u rluğu vardı. Bu
gözl er, gülüms e m e s e l e r , canlı bir ıstırap gibi büyük ve derin g örün e c e k l e r . Fakat, gülm e y e başla dıkları an
her şey değişiyor. O vakit küçülüy orlar, ziyalar içlerin e sığmıy or, küçük pırıltılarla yan a kl arın üstün e
dökülm e y e başlıyor.
Bu yüzd e ne güz el, ne inc e çizgiler vardı. İnsa n a ağlam a k arzusu ver e c e k kad ar güz el şeyler.
Kusurlarınd a bile şimdi bir se vimlilik görüy or du m Tekirdağ'd a ki enşite m derdi ki: "Fend e , s e nin kaşların
lakırdıların a b e n ziy or, güz el güz el, inc e inc e başlıyor, fakat so nr a yolunu sapıtıyor!" Onun de diği gibi
güz el, inc e inc e başladıkta n so nr a, yolunu sapıta n bu kaşların, şakaklar a doğru öyle güz el bir dağılışı
vardı ki.
Sonra, bir parç a kıs a olduğu için daim a güle n, daim a üst dişlerimi bir parç a açık bırak a n dud ağım
-düşün m e li ki bu dud a k, B.'deki Hoca Efendi'nin de diği gibi- b e ni me z a rı m a bile gülüms e y e gülüms e y e
götür e c e k .
291
ÇALIKU U Ş
Küçükha nı m m a a ıd a, ma h s u s potinlerini vurara k g e zin di ini i itiyor, fakat ş ğ ğ ş bir türlü ayn a d a ki
küçük h a m m d a n ayrıla- mıy or du m.
Bana, B.'de Ipekb ö c eği, Ç.'de Gülbeşe k e r de dikl eri zam a n ne kad ar üzülmüş, titizlen miştim. Şimdi ayn a d a
gördüğüm g e n ç kıza, bu s e h e r aydınlığı gibi b err ak, kırağılarla ıslan mış nisan gülleri gibi taz e ma hluk a , bu
isiml eri ver m e k t e n ç e kin mi- yordu m. Bir aralık görün m e k t e n korkuy or gibi etrafım a baktım, so nr a ken di
ken di mi, gözl erimi, yan a kl arımı, çe n e m i öp m e k için ayn ay a uzan dı m. Yüreğim kuş gibi çırpınıy or,
dud a kl arım ıslak bir lezz etl e titriyordu.
Fakat, yazık ki bu ayn al ar da erk e k icadı, insa n ne yaps a , me s e l a sa çl arını, g özl erini öp e mi y o r. Ne yaps a ,
ne kad ar uğ-raşsa ken dini yalnız, mün h a s ır a n dud a kl arın d a n , ağzınd a n ...
Neler söylüyorum?.. Sor Aleksi: "Papaz elbisesi ad a mı n ruhunu da pap az ed e r!" derdi. Koket başı da
ad a mı kok et mi yapıy or, ne dir? Bir m e kt e p ho c a s ı için ne ma n a s ı z, ne ayıp lakırdılar bunlar.
Hanımları, sal o nl arının içind e , ban a karşı ac e mi aktrisler gibi tuhaf tuhaf pozlar almış g örün c e içimd e n
güld üm: "Görürsünüz, biraz sabredin!" dedim
îki se n e uslu uslu oturdukta n so nr a, biraz afa c a nlık etm e k bugün b e ni m hakkım d ı.
Onlar, başk al arı gibi hanım e f e n d iyi, küçük h a n ı m e f e n d il e- rı et e kl e m e d iğimi, gay et sa d e ve s er b e s t bir
sela ml a iktifa etı- ğimı görün c e hayr et ettiler. Birbirlerin e bakıy orlardı. Mürebbi- ye olduğunu tah min ettiğim
adi Beyoğlu kok o n a s ı , altın g özlüğünü tutarak, b e ni baştan aşağı süzdü.
Tavırlarımd a , har e k e tl erim d e öyle tabii bir akıcılık, sözl erimd e öyle fütursuz bir e mniy et vardı ki, sal o n u n
içi gizli bir
292
Reşat Nuri Güntekin
fırtınay a uğramış gibi altüst oluyordu. Bu sal o n, kibarlık ve zevkt e n ziyad e para nın bin türlü pah alı eşya ile
doldurulduğu bir ne vi ma nifatura cı ca m e k â m idi. Hanımcı kl ar, s e n e l e r d e n b eri birer ma n k e n ölülüğüyle bu
sal o n d a oturuy orlar, Ç.'nin zav allı gör gü s üz kadınlarını hayr etl er e düşürm e k t e n zevk alıyorlardı.
Serb e st ve afa c a n cür etiml e yav aş yav aş bu salo n a sa hip oluy or, ken dilerini ac e mi , b e c e rik siz bir mis afir
me v kiind e bırakıy ordu m. Bu ka b a ve gülünç kom e d y a y ı oyn ark e n tabiilikten çıkm a m a y a , oyunu m u b elli
etm e m e y e gayr et ettim. Her ne gö st er diler, ne söyl e dil er, ne yaptılars a b eğe n m e d iğimi hiss e ttirdim. Hem
de onlar a, zav allılıklarını, g ör gü s üzlükl erini derin derin, acı acı duyurm a k şartıyla. Mesela, paşa nın büyük
kızı, ba n a tabloları g ö st e riy ordu; b e n, bunların adi şeyler olduğunu nazik ve üstü örtülü kelim e l e rl e
söyl e dikt e n so nr a, bir köşe d e bir miny atür buluyor, sal o n d a ye g â n e bir sa n at es e ri olan bu güz el şeyin
niçin buray a atıldığını soruy or du m. Hülasa, hiçbir de b d e b e l e rin e hayr et etm e d i m. Her şeylerini tenkit ettim.
Hele ye m e k t e onlar a o kad ar gizli eziy etl er ettim ki... Bu mük e m m e l , zen gin sofra sı n d a , kim bilir, kaç
kişinin lokm a s ı boğazın d a kalmıştı? Kim bılir.ka ç mis afir, çatal bıç a k kullan m a s ı nı b e c e r e m e d i kl e ri için gizli
gizli ter dök müş, kaç biç ar e , na sıl alına c ağını nasıl yen e c eği m bilm e diği bir ye m eği red d e t m e k
me c b u riy etind e kalmıştı? Bugün hep onların intikamı nı aldım. Öyle b e c e rikli, ah e n kli har e k e tim vardı ki,
hanıml ar göz ucuyla, hayra n hayra n bak m a k t a n ken dilerini alamıy o rl ardı. Ben de ara sıra onlar a
bakıy or du m. Fakat naz arlarım, onların elind e ki çatalı titretiyor, b oğazlarını tıkıyor, su içm el e rini
şaşırtıyordu. Hele o g ör gü s üz, ca hil kadınlar a ken disini ad a m diye sata n, gülün ç Fransız c a s ıyla övün e n
Beyoğlu kok a n a s ı nı düny ay a g eldiğini pişma n ettim.
O bir mür e b b iy e , b e n bir me kt e p ho c a s ı olduğum için ken di sini b e niml e kapı yoldaşı farz ediy or du.
Beniml e gizli bir
ÇALIKU U Ş 29 3
mü c a d e l e y e girişme yi, bir me sl e k m e c b uriy eti bildi. Fakat, bu ma s k a r a yı öyle boz du m ki... Türkç e derdini
anlatm a kt a n aciz kalıyor, "Türkç e iyi anlata mı y o r u m" diye kurtulma k istiyordu. Ben, o vakit, Fransız c a
söyl e m e y e başlıyor; bu defa Fransız c a- sıyla eğle niy ordu m. Hülas a, küçük, eh e m m i y e t siz, iptidaiy e ho c a s ı
kayb ol muş: "Dam do Siyon"un en zarif lakırdıcı mu alliml erini ağlam a klı ed e n zalim Çalıkuşu, bütün
haşarılığı, alaycılığı ile yenid e n doğmuştu.
Yüks e k m e c lisl er e ait bir ka bul etik etini mün a k aş a ed e r k e n söz bulma kt a aciz kaldı: "Mamafih, b e n birç o k
yüks e k me clisl er e girdim, çıktım, gözü ml e g ördü m!" diye b e ni mat etm e k istedi. O vakit, mağrur bir
istihfafla yüzün e baktım, gülüms e y e r e k :
- Evet, am a , yalnız girip çıkm a k kâfi değil, insa nın o muhitte ken di tabii hay atını yaşam a s ı lâzımdır, de dim.
Bu pek terbiyeli olmadı ını itiraf etti im hücu m u m üzerin e kadın c a ızı hafak a nl ar ğ ğ ğ b oğuy or du. Minimini
paşaz a d e l e r d e n biri, ders sa ati g eldiğini ba h e n e ed e r e k alela c e l e yanımız d a n çıktı.
Hanımlar, kuzu gibi olmuşlardı. Bu çirkin süs ve gurur ma s k e l e rini attıktan so nr a ruhlarının asıl ç e hr e s i ni
gö st er diler. Hakikat e n fen a insa nl ar değildiler. O vakit, b e n de yav aş yav aş halimi bilen, eh e m m i y e t sizliğini
takdir ed e n ma zlum, sakin, iptidaiy e mu allim e s i m e v kiin e indim.
Hanım ef e n di ve küçük h a n ı ml a r sık sık g elm e m i sa mi miy etl e rica ediy orlardı. "Ara sıra taciz ed e rim, fakat
her zam a n nasıl olur, ne söyl erl er? Sık sık g eldiğimi g örürler s e mutlak a sizd e n bir şey b e kl e diğim fikrine
düşerl er" de dim.
Hanım ef e n di, kim olduğumu m e r a k ediy or, mutlak a b e ni söyl etm e k istiyordu.
- iyice bir ailenin fakir düşmüş bir kızı, de dim.
- Hanım kızım, siz bu güz elliğinizle, bu me ziy etinizle pek iyi bir yer e g elin ola bilirdiniz.
294
Reşat Nuri Güntekin
- Belki, hanı m e f e n d i, b e ni de istey e c e k zararsız bir ad a m ola bilirdi. Fakat, b e n ken di alnımı n teriyle
ken di mi g e- çindirm e yi da h a iyi buldu m. Çalışma k ayıp değil, de dim.
- Sizi iyice bir ailenin iyice bir ço c uğu için iste s e l e r ne der siniz?
- Tabii, kaz a n dığım bu şeref için teşekkür ed e rim, fakat zann e d e ri m ki ka bul etm e m .
Asıl ma k s a tlarını biraz so nr a anla dı m. Meğer bugün sa d e c e aza m e t satm a k , saltan atlarıyla gözl erimi
kam aştırm a k için, bu kon ağa çağrılma m ışı m!
Paşa'nın büyük kızı ban a ba h ç e yi gö st er m e k istemişti. Bahç el e ri de, tıpkı sal o nl arın a b e n ziy or du. Bin bir
çeşit çiç e k, ot, fidan sak sı ile sözü m on a yab a n a süsl e n miş, dah a doğrusu döşe n miş, tefriş edilmiş olan bu
ba h ç e d e dolaşırk e n, üç er b eşer se n e lik se kiz on b o d ur ça m d a n ibar et yapm a bir orm a n - cıkta...
Fakat bunu anlatabilmek için on iki gün evvelki bir vakaya dönmeye mecburum.
Mektebimizin teneffüs ba h ç e s i n e bitişik koc a bir bağ var. Çocuklar, ara d a ki çit duv arı söktükl eri için iki
ba h ç e he m e n he m e n bir gibi. Bir zam a n d a n b eri o bağd a üç, dört fakir işçi, başlarınd a kırmızı me n dillerle
çap a çap alıy orlardı. Ten effüs sa atl erind e yanların a gidiyor, biç ar el e rin kan ter içind e çalıştıklarını
seyr e diy or du m. O ba h s e ttiğim gün, bunların ara sın d a g e n ç bir am e l e y e dikkat etmiştim. O da onlar gibi
giyinmişti, fakat sima s ı n d a , halind e bir başk alık fark ediliyordu. Mesela; yüzünün e s m e r cildind e renkli bir
şeffaflık, gözl erind e başk a bir parıltı vardı. Hele elleri, kadın elleri kad ar nazik ve küçüktü. Öteki işçiler gibi
yaşlı başlı olma d ığı için yanın a yalaşa mı- yordu m. Fakat o, b e ni m yanım a g elm e y e c e s a r e t etti. Sıcakta n
çok sus a d ığını, me kt e p ço c ukl arın d a n birin den kendisi için su istememi söyledi.
Horozd a n kaç a n insa nl ar d a n düny a d a hoşlan m a m . Onun
ÇALIKU U Ş _____ 29 5
için çe kin m e d i m . Hatta bir m e kt e p ho c a s ı olduğumu düşün er e k : "Peki oğlum, biraz b e kl e, söyl ey e yi m!"
de di m.
Kendi kendime: "Bu, mutlaka sonrad a n düşmüş bir asilzad e filan ola c a k!" diye düşündü m. Bu işçi, he m
utan g a ç he m c e s ur du. Konuşurk e n kelim e l e rini şaşırac a k kad ar sıkılıyordu. Fakat bir taraftan da
müt e m a d i y e n sualler, he m de mün a s e b e t s i z sualler soruy or du:
Buraya yeni g el miş, ucuzluk va r mıymış, kış nasıl olurmuş, armu d u, elm a s ı b ol muy m uş?
O, suyu içerk e n b e n, gülüm s üy o r: "Anlaşılan biç ar e nin aklınd a bir nok s a n var!" diyordu m. Paşa'nın
ba h ç e s i n d e ki ça m orm a n ı taklidind e , ma s k a r a edilnıiş bir biçar e ağa çl ar içind e g ördüğüm şeyin, b e ni ne
kad ar müt e h a y yir etiğini anlatm a k için bu kad ar tafsilat kâfi.
Evet, bu ağa çl ar içind e yine o fakir işçi ile karşı karşıya g eliyordu m. Fakat bu sef er büs b ütün başk a bir
kıyaf etle. O, başınd a ki ala br o s sa çl ar a varın c a y a kad ar kılıcı, düğm el e ri, nişanla n, yaka sı, yüzü, dişleri,
ha sılı her şeyi pırıl pırıl parlay a n bir erk â nı h ar p yüzb aşısı idi. Fotoğraf çe ktirir gibi, iki ça m ağa cının
ara sın d a ; başı yüks e k , vücudu dik, parm a kl arı birbirin e yapışmış duruy ordu, inc e bıyıklarının altınd a, yarı
açık dud a kl arının içind e dişleri, cür etk âr g özl eri parlıyordu. Hülasa, öyle bir duruş, öyle bir kıyafet ki, insan
b ey a z eldiv e nl eriyle kılıcını çe k e r e k : "Hazır ol!" kuma n d a s ı n ı ver m e s i ni b e kliyor.
Mamafih, bir saniy e d e anla dı m ki, zabit e "hazır ol" kum a n d a s ı nı başk aları ver miş.
Nerime Hanım, (Paşanın büyük kızı):
- A! ihsa n, se n bura d a miydin? Nered e n çıktın ay ol? diye hayr et etti.
Fakat biç ar e kadın c ağız, rolünü o kad ar ac e mi c e oynuy or ki: "A! ihsa n, se n ner e d e n çıktın?" diye hayr et
ed e r k e n se sin e : "Vah vah! Yalan söyl e diğimiz ne kadar da belli oluyor!" der gibi bir ahenk geliyor.
296
Reşat Nuri Güntekin
Evet, bu gülün ç "op er a k o mi k" de k o ru içind e gülünç bir kom e d y a oyn ay a c a ktık, niçin? Bunu dah a so nr a
anlay a c ağı m. Şimdilik hiçbir şey sez dir m e m e k , sakin ve c e s ur olm a k lâzım .
Herhald e , bu paşalar, sürpriz yapm a s ı n ı çok s e v e n insa nl ar. Fakat b e nim de, bugün inatçılığım üstümd e .
Ne yaparlars a yapsınlar, şaşırmış görün m e y e c eği m. Galiba, b e nim utan m a m ı , kaçın m a m ı b e kliyorlar hiç
vak ar ve sükûnu m u b oz m a d ı m .
Nerime Hanım de di ki:
- Ferid e Hanım ef e n d i, siz de bizim gibi istan bullusunuz. Amcaz a d e ve süt kard eşim Ihsan'ı size takdim
etm e m d e bir ma h z ur g ör m e z s i niz, değil mi?
Ben, hiç fütursuz:
- Bilâkis, çok memnun olurum efendim, dedim. Sonra, onun söz söylemesine meydan vermeden kendimi
takdim ettim:
- Feride Nizamettin. Maarif ordusunun küçük zabitlerinden...
Genç zabit, o güz el ve cür etk âr sükûnun u muh af a z a ed e m e d i . Hakkı da yok mu ya? Küçük iptidaiy e
ho c a s ı birka ç gün evv el am e l e kıyafetind e g ördüğü bir şahsı, bugün gün eş gibi parlak, peri ma s a lı
şehz a d e l e ri gibi güz el ve muht eş e m görür de hey e c a n ı n d a n bayılma z; bu, akla sığar şey mi?
Evet, bilâkis, o şaşırdı. Bize me kt e pt e , eh e m m i y e tli bir şeymiş gibi s e n e l e r c e öz e n e b e z e n e talim ettikleri o
ma h ut; "Selam me r a si mi"ni pek iyi bilmiy or du. Galiba, bir ask e r tem e n n a s ı için kaldırdığı elini yarı yolda
tekrar indirdi, elimi tutmayı tercih etti. Fakat, bu defa da elimd e ki eldiv e ni g ördü. Bu biç ar e eldiv e n d e n ,
bird e n bir e ateş almış gibi öyle bir de hş etl e elini ç e k m e s i vardı ki...
Üç, b eş dak ika kad ar hiç fütursuz konuştum. Göz g öz e g eldikç e zav allı delikanlı, b e s b e lli am e l e kıyaf etiyle
b e n d e n su istediğini hatırlıyor, muh c u b a n e gözl erini indiriyordu. Fakat b e n , hiç oralı olmuy or, onu ilk defa
gör müş gibi konuşuy or du m.
ÇALIKU U Ş 29 7
Biraz so nr a Nerime Hanım'la içeri giriyoduk. Kadınc ağız, ter e d d ütl e ban a baktı ve de di ki:
- Ferid e Hanım, tabii Ihsan'ı tanıdınız. Mektept e ki vak a yı, de m e k o da biliyordu. Sad e c e :
- Evet, dedim.
- Belki aklınıza bir şey g elir. Size işin doğrusun u söyl ey e yi m ef e n di m, ihsa n, arka d aşlarıyla ba h s e girmiş.
Gençlik bu ya efe di m, olur şeyler.
Hayretle dud a kl arımı bükm e k t e n ken di mi ala m a d ı m:
- Ne münasebet efendim?
Nerime Hanım, kızarıyor, ma h c u b iy etini sakla m a k için gülüy or du:
- Efendim, zabitlerd e n bazıları size m e kt e pt e n g elirk e n tes a d üf etmişler, pek güz el olduğunuzu
söyl e mişl er. Biz istan bulluyuz, tabii buralılar gibi bunu bir hak ar et say m a y ız değil mi, güz elim? ihsa n,
ba h s e girmiş: "Mutlaka bir çar e si ni bulur, bu Muallime Hanım'la görüşürüm." de miş. O gün, üşen m e d e n
am e l e l e r d e n birinin elbis e s i ni giyinmiş, ba h si kaza n mış. Tuhaf değil mi?
Ben, c e v a p ver m e d i m . Zavallı Nerime Hanım, sözl erinin yaptığı soğuk tesiri pek iyi anlıyordu.
Bugünkü garip ko m e d y a n ı n so n perd e s i ni tekrar yukarı salo n d a oyn a d ık, ihsa n Bey'le g örüştüğüm ha b e ri,
bizd e n çok evv el yukarı g elmişti. Bütün simal ar bunu g ö st e riy ordu.
Büyük Hanım ef e n d i'nin gizli bir işareti üzerin e sola n d a ki- ler dışarı çıktılar. Yalnız Nerime Hanım kaldı.
Hanım ef e n di biraz ter e d d ütt e n so nr a söz e başla dı:
- Ihsan'ı nasıl buldunuz, hanı m kızım? Ben, yine gay et sa d e :
- Çok iyi bir g e n ç g örünüy or, hanım e f e n d i. O:
- Yüzü de güzeldir, tahsili de iyidir: Terfian Beyrut'a tayin edildi.
298
Reşat Nuri Güntekin
- Ne kad ar iyi! Hakikat e n güz el, s e vi mli bir g e n ç . Malumatı da, de diğiniz gibi mük e m m e l görünüy or.
Ana kız, birbirinin yüzün e baktılar. Bu sözl erim e he m hayr et ediy orlar, he m me m n u n oluy orlardı.
- Allah s e n d e n razı olsun, kızım! işimizi kolaylaştırdın de di. Ben Ihsan'ın sütan n e s iyim, evlat gibi elimd e
büyüttüm. Ferid e Hanım kızım, g e n ç kızlarla doğrud a n doğruya konuşm a k olma z am a , maşalla h, siz akıllı
uslusunuz. Sizi Allah'ın emriyl e İhsa n' a istiyorum. Sizi pek b eğe n miş. Mademki siz de onu b eğe n diniz
inşallah me s ut olursun uz. Bir ay izin alırız, düğününüzü bura d a yaparız, olm a z mı? Sonra b er a b e r
Beyrut'a gid er siniz.
i in buray a g el e c e ini dah a evv el d e n hiss e t mi tim. Hakikat e n gülün e c e k bir vak ş ğ ş a y dı. Fakat, bilm e m
ne d e n , yab a n c ı m e ml e k e tt e koc a y a istenilm e k ban a bu dakik a d a garip bir ma h z u nluk veriyordu. Mamafih,
neşe m gibi hüznümden de renk vermedim:
- Hanım ef e n di, bu cariy e niz için büyük şer ef. Size de, ihsa n Bey'e de bütün kalbiml e teşekkür ed e rim.
Fakat mü m k ü n değil, de dim.
Büyük Hanım, bird e n bir e şaşırdı:
- Niçin kızım? Biraz ev v el onu b eğe n diğinizi, güz el bulduğunuzu s öylediniz ya! Gülerek cevap verdim:
- Hanım ef e n di, yine tekrar ediy oru m ki, ihsa n Bey, güz el ve değerli bir g e n ç , fakat ara mı z d a bir izdiva ç
ihtimalini aklımd a n , yahut kalbimd e n g e çir miş ols ay dı m, bu m e ziy etl erini açıkta n açığa söyl ey e b ilir miydim
ef e n di m? Bu, bir g e n ç kız için biraz fazla ser b e s tlik olma z mıydı?
Ana kız, tekrar birbirlerin e baktılar, küçük bir sükût hüküm sürdü. Sonra, Nerime Hanım, ellerimi tuttu:
- Ferid e Hanım! Herhald e kati ce v a b ı nız bu olm a y a c a k , çünkü ihsa n, çok müt e e s s ir ola c a k .
ÇALIKU U Ş 29 9
- ihsan Bey, yine tekrar ediyorum, çok güzel bir genç, kimi isterse alabilir.
- Evet, fakat o, sizi istiyor. Demin size arka d aşlarıyla bir ba h s e tutuştuğunu söyl e m e k lâzım g eldi. Hiç
böyl e şey olur mu, güz elim? Zavallı ço c u k, on gün dür öyle telaş içind e ki: "Ölürüm, on d a n vaz g e ç e m e m ,
mutlak a, alac ağım!" diyor.
Nerime Hanım'ın, bu ba h si uzata c ağını, b e ni kan dır m a k için birç o k şeyler söyl ey e c eği ni hiss e diy or u m.
Nazikân e , fakat gay et kati birka ç sözl e bun a imk â n olm a d ığını söyl e di m. Gitme k için mü s aade istedim.
Nerime Hanım, ad et a müt e e s s ir olmuştu. Yorgun bir tavırla ann e si n e :
- Kuzum ann e , Ihsan'a söyl e, b e nim dilim var m a y a c a k , Ferid e Hanım'ın red d e d e c e ği ni aklına bile
g etirmiy ordu. Şimdi, çok müt e e s s ir ola c a k , de di.
Ah, bu erk e kl er! Hepsind e aynı gurur, aynı ken dini b eğe n mişlik. Bizim de bir kalbimiz olduğunu, bizim de
"mutlak a" istey e c e k bir şeyimiz ola bile c eğini, bir türlü akıllarına g etirm e k iste miy orlar.
Paşanın land o s u b e ni evim e bıraktığı vakit Munise, komşu d a y d ı. Soyun m a d a n ev v el bir ker e dah a
ken di mi s eyr et m e k istedim. Oda, iyiden iyiye karar mıştı. Duvara vurmuş don uk bir ay ışığına b e n z e y e n
ayn a d a , ken dimi hay al m e y al se ç e b iliyordu m. Bilme m na sıl bir ışık oyunu oldu. Laciv ert kıs a elbis e m ban a
b ey a z gibi görün dü. Uzun et e kl eri kara nlıklard a kaybolan bir beyaz ipek.
Birden bir e ellerimi yüzüm e kapa dı m. Bu dakik a d a Munise od a y a girdi:
- Abacığım!
Onda n imd at ister gibi ellerimi uzattım. "Munise" diye-
300
Reşat Nuri Güntekin
çe ktim, fakat dud a kl arımd a n yanlışlıkla başk a bir isim, nefret ettiğim büyük düşma n ı mı n ismi çıktı.
Ç..., 6 Mayıs
Bu hafta b e ni m kıs m e ti m açıldı. Dünkü vak a nı n sıc ağı sıc ağın a bugün bir ko m e d y a y a dah a kahra m a n
oldum. Fakat, bu dünkün d e n bin kat da h a gülünç, bin kat dah a isyan ettirici bir ko m e d y a .
Vakayı olduğu gibi yazıy oru m. Sahn e , bizim aşağı mis afir od a s ı, Hafız Kurban Efendi'nin karısı, arka sı n d a
düğünl er e gid erk e n giydiği gron çarşafı, b oy nun d a dizi dizi b eşibirlikleriy- le mis afir g eliyor. Mamafih,
halind e bir tuhaflık var, g özl eri ağlamış gibi. Konuşma y a başlıyoruz.
Ben:
- Galiba teklifli bir yere misafir gideceksiniz. O:
- Hayır, he mşir e c eği m, ma h s u s size g eldim. Ben:
- Ne kadar süslüsünüz bugün. Benim için mi? O:
- Evet, he mşir e sizin için. Ben gayri ihtiyari eğlen e r e k :
- O halde, bana görücü geldiniz? O, saf gözlerinde saf bir hayretle:
- Nered e n bildiniz? Ben, bird e n bir e şaşaladı m:
- Nasıl, siz ban a g örüc ü mü g eliyors un uz?
- Evet, he mşir e c eği m! Ben:
- Kimin için?
O, dünya nı n en sa d e bir şeyind e n ba h s e d e r gibi:
ÇALIKU U Ş 30 1
- Bizim efendi için.
Bu kad ar saf bir kadının, böyl e hiç renk ver m e d e n aka etm e s i, tabii ho u m a gidiyor, ş ş kahk a h a l arl a
gülüy or du m. Fakat o, gülmüy o r, bilâkis gözl erind e yaşlar var!
O:
- Hemşire c eğim, efe n di size g öz koymuş, sizi alma k için b e ni b oşa m a y a kalktı. Yalvardım, yakardı m:
"Ziyanı yok, o hanımı al, tek b e ni b oşa m a . Biz, güz el güz el g e çi niriz. Ben, sizin yem eğinizi pişiririm,
hizm etinizi ed e ri m!" de dim. Kuzum kar- şed eşim, ba n a acı!
- Bu Kurban Efendi sizi bırakırs a , b e ni ala bil e c eğin d e n e mi n mi?
O, isyan ettirici bir saffetle:
- Öyle ya! Tam elli b eşibiryerd e ver m e y e razıyım, diyor. Ben:
- Zavallı ko mşu m, haydi g ö nlün rahat etsin. Dünyad a, b öyl e bir şey e imk â n yok.
Biçare kadın, dualar ediy or ve perd e kap a nıy or.
Ç..., 1 5 Mayıs
Bu akşa m, me kt e p tatilind e Müdire Hanım, b e ni od a s ı n a çağırdı, çatkın bir çe hr e yl e şu sözl eri söyl e di:
- Ferid e Hanım kızım, ciddiy et ve hayr etinizd e n m e m n u n u m . Fakat bir kusurunuz var: Kendinizi hâlâ
istan bul'd a sa nıy or s u n uz. Güzellik başa b el a dır, diye meşh ur bir söz vardır kızım, siz he m güz el, he m
yalnız bir taze olduğunuz için ken dinizi biraz day a iyi korum a n ı z lâzım g elirdi. Halbuki bazı
ihtiyatsızlıklarınız oldu. Telaş etm e yiniz kızım. Kabah at de miy or u m, sa d e ihtiyatsızlık. Mesela, bu
me ml e k e t o kad ar kapalı bir yer değil, kadınlar ep e y c e süslü olara k g ez e b iliyorlar. Muallimlerimiz de
hak e z a . Fakat, başk al arı için tabii görül e n bir şey, sizd e
302
Reşat Nuri Güntekin
naz arı dikkati celp etti. Çünkü, kızım, g e n çliğiniz, güz elliğiniz, her rast g eldiğiniz erk eğe baş ç e virtiyordu.
Öyle ki, kas a b a d a gizlid e n gizliye bir de dik o d u başla dı. Ben, bura d a , hiçbir şey bilme m gibi otururum am a ,
her şeyi ha b e r alırım. Mesela, kışlad a ki zabitlerd e n , kahv e d e k i es n afta n tutunuz da, idadi m e kt e b i n d e k i
büyük tale b e l e r e varın c a y a kad ar sizi uzaktan tanım a y a n , sizd en ba h s e t m e y e n yok muş.
Bunlarda n ne hakla ve niçin size ba h s e ttiğim m e s e l e s i n e g elinc e , bun a da iki s e b e p var kızım. Birisi
tecrüb e s iz, fakat cidd e n iyi bir ço c u k s u n uz. Biz, artık insa n sarrafı olduk, onun için size bir an alık, ablalık
vazife si yapm a k istedim. Sonra, m e kt e b i n me nf a ati me s e l e s i var, kızım. Öyle değil mi?
Müdire, yüzüm e bak m a d a n tere d d ütl e de v a m ediy ordu: - Mektep, ca mi gibi muk a d d e s bir yerdir. Onu
de dik o d u d a n , iftirad a n, da h a sair lek el er d e n korum a k bizim için en büyük vazifedir. Öyle değil mi? Halbuki
bu mün a s e b e t s i z de dik o d ul ar me kt e b e de, ma at e e s s üf, söz g etirm e y e başla dı. Akşam üstü kızlarını,
kard eşl erini alma k için, me kt e p kapısın a g el e n pe d e r ve birad e rl erin ne kad ar çok olduğun a dikkat ediy or
mu s u n uz? Siz, b elki farkınd a değilsiniz. Fakat b e n biliyorum. Onlar, ço c ukl arın d a n ziyad e sizi g ör e b ilm e k
için g eliyorlar. Bir gün, fakir tale b e l e ri miz d e n birinin sa çl arını örmüşs ün üz, ucun a bir de kurd el e para ç a s ı
takmışsınız. Bilme m kimd e n duymuşlar, çapkın bir mülazı m, sok a kt a ço c uğa para ver er e k kurd el e yi,
elind e n almış. Şimdi ara sıra yaka sı n a takıyor: "Bana artık paşalar paşa sı de m e li siniz, değil mi
Gülb eşe k e r' d e n nişan aldım!" diye arka d aşlarını eğle n diriyor muş.
Dün, kapıcı Mehmet Ağa, tuhaf bir ha b e r verdi: Evvelki g e c e , me y h a n e d e n dön e n sarh oşlar, me kt e b i n
kapısın d a durmuşlar, bunlard a n birisi: "Ben duv ard a ki siyah taşa Gülb eşe k e r'in elini sürdüğünü gördü m.
Allah hakkı için şu Hac er- i Esve di bir öp elim!" diye nutuk ver miş. Görüyors un uz ki kızım, bunlar ne
ken diniz için, ne me kt e p için hiç hoşa gid eÇALIKU
U Ş 30 3
çe k şeyler değil. Halbuki bu yetmiy o m uş gibi, bir ted birsizlik dah a yapmışsınız. Abdüra him Paşa'nın
evind e Yüzbaşı ihsa n Bey'le konuşmuşs u n uz. Hanım ef e n di nin teklifini kabul etmiş ols ay dınız, bund a bir
b eis görülm e y e b ilirdi. Fakat, g e n ç bir ad a ml a g örüşm e n iz, so nr a da bu kad ar iyi bir kısm e ti redd et m e n i z
naz arı dikkati çe kti: "Made mki ihsa n Beyi iste m e d i, de m e k , bir başk a sı nı s e viy or, ac a b a kimi?" yolund a
de dik o d ul ar m e y d a n aldı.
Bu sözleri cevap vermeden, hiçbir har e k e t yapm a d a n dinle miştim. Evvela, b e ni m itiraz ve isyanı m d a n
korka n müdi- re, şimdi bilakis, sükûtum d a n şüph el e niy or du. Bir parç a tere d d ütl e:
- Bunlara ne der siniz, Ferid e Hanım? diye sordu. Hafifçe içimi çe ktim, düşün e düşün e:
- Sözlerinizin hep si doğru Müdire Hanım, de di m. Kendim de yav aş yav aş farkına varıyoru m. Bu güz el
me ml e k e t e acıy oru m, fakat ne yapayım? Siz artık idar ey e yazarsınız, bir s e b e p g ö st e r e r e k b e ni başk a bir
yer e g ö n d e r m e l e rini istersiniz. Bu işte ban a ed e c eği niz en büyük insaniy et ve mürüvv et, asıl s e b e b i
söyl e m e m e k . . . Lütfen ba k a bir ba h a n e bulunuz: "idar e siz" deyiniz, "Elind e n i g elmiy ş ş or, ca hil" deyiniz,
"asi" deyiniz, ne der s e niz deyiniz, Müdire Hanım, size hatırım kalma z . Yalnız: "Şehird e dile düştüğü için
iste miy oru m!" de m e y i niz .
Müdire bir şey söyl e m e d e n düşünüy or du. Gözlerimin dolduğunu g ö st e r m e m e k için pe n c e r e y e dö n d ü m.
Ufukta akşa mı n uçuk ma vi se m a s ı içind e, inc e inc e tüten dum a nl ar a b e n z e y e n karşı dağları s eyr et m e y e
başladı m.
Çalıkuşu, bu dağlard a n, yine gurb et koku s u alma y a başlıyordu. Gurb et kokus u! Bu kokuyu bütün ruhuyla
kokla m a y a n l ar için ne ma n a s ı z bir söz! Hayalimd e yollar, gittikç e inc elip ma h z u nl aşa n, bitip tüken m e z
gurb et yolları uzanıy or, kulağımd a Çeç e n ara b al arının o inc e yanık se sli çın gıra kl arı ağlıyordu.
304
Reşat Nuri Güntekin
Ne vakt e kad ar Yarab bi, ne vakt e kad ar? Niçin? Hangi em e l e yetişm e k için?
Ç..., 5 Haziran
Kuşlarımın ahi tuttu. Tatilin bu uzun aylarınd a onlar gibi ma h p u s kaldım. Müdire Hanım, eylüld e n ev v el
başk a bir yer e nakl etm e y e imk â n olma d ığını söyl e di. Şimdilik ken di mi unutturma y a çalışıyor, he m e n hiç
sok ağa çıkmıy or u m. Komşularım da artık b e ni e s kisi gibi ara mıy orlar, ihtimal, bu de dik o d ul ar d a n g özl eri
korktu. Yalnız, ara sıra teyz e m e b e n z e y e n bir büyük hanıml a konuşuy oru m. Hele s e si öyle b enziy or ki
g e ç e n gün, utan a utan a ond a n bir şey istedim:
- Kuzum hanım c ığım, ba n a ho c a n ı m de m e y i n, sa d e c e Ferid e deyin, olma z mı? de di m.
Komşum, bir parç a şaşırdı, fakat arzumu redd et m e d i . Bana söz söyl erk e n g özl erimi kapıy oru m, ken di mi
Kozyatağı'nın ba h ç e s i n d e -Ne mün a s e b e t s i z sözl er söylüy oru m? Galiba b e n d e sinir ha st alığı başlıyor.
Herhald e bir karar sızlık var- yine es kisi gibi gülüy oru m, yine Munise ile ha m a l ço c ukl arı gibi alt alta, üst
üste b oğuşuy oruz. Yine kuşlara ıslık çalıyoru m. Fakat hüznü m gibi neşe mi n de kararı yok. içim içim e
sığmıy or.
Buraya g elirk e n g e c e vapurd a uykum kaç mıştı. Yanık s e s- 1 li bir yolcu suların kara nlığına -karşı:
"Send e d ir av ar e g ö nlü m, [ s e n d e d ir" diye bir şarkı söyl e mişti.
Bunu o g e c e işitme ml e unutm a m bir olmuştu. Aylarda n l so nr a, ba h ç e m d e k i çiç e kl erin aç m a y a başla dığı
bir nisa n günün d e , durup dururk e n yav aş yav aş bu şarkıyı söyl e m e y e baş- 1 ladım. insan ruhu ne
anlaşılma z bir mu a m m a ? Bir ker e işitti-1 ğim bu şarkıyı, b e st e siyl e, güfte siyl e nasıl aklımd a tutmuştum! O
gün d e n so nr a, iş görürk e n , kuşlara su verirk e n, pe n c e r e m - 1 de n g örün e n de niz parç a s ı nı s eyr e d e r k e n bu
şarkı, dud a kl arı- '
ÇALIKU U Ş 30 5
m m ucun a g eliyor. Dün akşa mü stü: "Send e dir av er e gö nlü m s e n d e d ir" diye so n mı sr aı tekrar ed e r k e n hiç
se b e p s iz ağlam a y a başladı m. Bu adi şarkı parç a s ı nın ne güfte sin d e , ne b e st e si n d e ağlan a c a k hiçbir şey
yok. Dedim ya, sinir. Bir da h a bu şarkıyı söyl e m e y e c e ği m.
C..., 20 Haziran
Mektept e Nazmiy e ismind e bir arka d aşı m vardı. Yirmi dört yirmi b eş yaşlarınd a, güz el c e , şen, şaka cı bir
kız; gay et tatlı söz söylüy or, güz el ut çalıyor, bunun için kibar ailel er el üstünd e tutuyorlar, her g e c e bir
yer e dav et ediy orlar. Muallim arka d aşları onu pek s e v m e z l e r, hakkın d a bazı ufak tefek de dik o d ul ar
işitiyorum.
ihtimal, biraz açık giyinm e s i ni hoş g ör müy o rl ar, yahut da kısk a nıy orlar, ne bileyim?
Nazmiy e' nin bir yüzb aşı nişanlısı varmış. Çok iyi bir ço c u k m uş. Fakat bu nişanlının aile si şimdilik
evl e n m e l e rin e rıza g ö st e r m e d iğind e n , mün a s e b e t l e rini gizli tutuyorlar. Nazmiy e, bunu ban a , bir sır gibi
söyl edi, kimseye söylemememi tembih etti.
Dün ev d e , ca n sıkıntısınd a n bun al a c ağı m bir dakik a d a Nazmiy e g eldi:
- Ferid e Hanım sizi alma y a g eldim. Bu g e c e Feridun'un teyz e sin e dav etliyim. Subaşı'nd a ki bağınd a ziyafet
veriyor. Sizi tanım a d ığı hald e gözl erinizd e n öptü. Mahsus rica etti.
Nazmiy e, g özl erinin sitemli bir bakışıyla:
- Nişanlımın teyz e si niçin s e nin yab a n c ı n olsun? Hem başk a bir fikrim da h a var, sa n a nişanlımı
gö st er e c eği m. Zanne diy oru m ki, zevkimi takdir ed e c e k s i n. Sen gitme z s e n vallahi b e n de gitme m .
Ben gitmemek için birçok bahaneler gösteriyordum.
Çalıkuşu - F 2 0
306
Reşat Nuri Güntekın
Fakat hep sin e c e v a p buldu. Zaten b e nim ba h a n e l e ri m de ço c uk ç a şeylerdi ki, yukarıd a da söyl e di m ya,
Nazmiy e, çok şeytan bir kız! İnsa nın altç e n e s i n d e n girip, üstç e n e s i n d e n çıkıy or.
O kad ar dil döktü, o kad ar yalvardı ki, day a n a m a d ı m , arzusun u ka bul ettim.
Yalnız, bir şey dikkatimi c elp etmişti. Munise'yi giydirm e k isteğim vakit Nazmiy e, hafifç e kaşlarını çatmış:
- Küçüğü de götür e c e k misin? de mişti.
- Tabii, Munise'yi na sıl ev d e yalnız bırak ayı m? Bir ma ni mi var? diye sordu m.
- Hayır, ne ma ni ola c a k? Daha iyi. Bazen onu ev d e bırakıy or s u n da...
- Evet, fakat şimdiy e kad ar g e c e yatısın a gitme di m ki.
Ben, artık pek g özü kapalı bir kız sayılm a z dı m. İki s e n e d e n b eri dışarılard a n ço k şeyler g ör müş, çok şeyler
işitmiştim. Ne oldu, nasıl bir gaflet dakik a m a g eldi de Nazmiy e'nin bu sözl eri b e ni şüph ey e düşürm e d i? Bir
türlü bunu anla mı y o r d u m.
İhtimal, can sıkıntısı, açık hav a ihtiyacı b e ni iyiden iyiye bun altmıştı.
Küçük bir talika ara b a s ı bizi der e nin öbür kıyısın a g e çirdi. Bahç el e r ara sın d a , yapraklarla örtülü inc e
yollard a n birisin e girer e k yarım sa at, üç çeyr e k uzakta bir bağa g ötürdü. Buraları ne tenh a , fakat ne güz el
yerlerdi. Yolda bir sürüy e tes a d üf ettik. İhtiyar bir ço b a n , bir b o st a n kuyusun u n tahta tulumb a s ı nı ç e k e r e k
taş bir yalakta koyunlarını suluy ordu. İnc e boy- nuzlarıyla yalağın başınd a birbirlerini iten ke çi yavruları
Munise ile ba n a Mazlum'u hatırlattı, me r a kı mı zı kaldırdı.
Gözlerimizd e yaşlarla ara b a d a n atlad ık, bir ke çi yavurusu yak al ay ar a k uzun kulaklarını, sular da ml a y a n
inc e ç e n e s i ni öptük. Bir aralık ço b a n d a n onu satın alma yı düşündü m. Fakat ney e yarar? Mademki yakınd a
yine bırakıp gid e c eğiz. Derdimiz ek sik gibi niçin başımız a yeni bir s e v d a satın almalı?
Gittiğimiz köşk; ucu buc ağı görün m e y e n bir bağın ortaÇALIKU
U Ş 30?
sınd a e s ki bir bina idi. Etrafını yüks e k çard a kl arın yeşilliği sar mıştı.
Feridun Bey'in teyz e si, yaşlı, şişma n bir kadın. Elbis e sini, süsün ü doğrusu gözü m tutma dı, ihtiyar bir
kadın a bu kad ar fantezi yakışma z . Saçları sarıya b oy alı, şakağınd a lad e n, yüzünd e tek erl e k allıklar, ha sılı
ac ayip bir şey!
Bu kadın, bizi üst katta bir od ay a aldı, çarşafımı çıkardı. Sonra, fazla bir teklifsizlikle koklar gibi
yan a kl arımı öp er e k :
- Görüştüğümüz e me m n u n oldum, elma s kızım. Gülbeşe k e r de ne Gülbeşe k e r! Sahid e n insanın yiyec eği
g eliyor. Yanıp tutuştukları kad ar varmış, de di.
Fen a hald e bozuldu m. Fakat renk ver m e m e k lâzım. Ne söyl e diğini bilm e y e n bazı mün a s e b e t s izl er vardır
ya, onlard a n ola c a k .
Bir od a d a ep e y c e zam a n b e ni Munise ile yalnız bıraktılar. Güneş batmıştı. Çardığı örten sık yaprak
küm e l e ri içind e akşa mı n pe m b e yaldızı yav aş yav aş sö n üy or du. Küçükle şakalaşar a k ken di mi oy al a m a y a
çalışıyordu m. Fakat, yüreğim e gizli bir kurt düşmüştü, içim içime sığmıy or du.
Bahç e d e n karışık, kadın erk e k s e sl e ri, kahk a h al ar, hafif hafif çığlıklar g eliyor, bozuk bir ke m a n ı n ak ort
edildiği işitiliyordu.
Penc e r e d e n başımı uzatım. Sık as m a yaprakl arı ara sın d a hiçbir şey se ç m e k mü mk ü n değildi.
Nihayet, merdivenden doğru, gürültü ve ayak s e sl e ri g elm e y e başladı. Kapı açıldı. Ev sa hi bi hanım, elind e
koc a m a n bir lamb a ile içeri girdi.
- Elma s kızım, se ni ihmal ettim am a , ma h s u s karanlıkta bıraktım. Güneş bat ark e n bu ba h ç e l e rin
güz elliğine doyu m olma z .
İhtiyar kadın, lamb a n ı n fitilini düz elt er e k , me h t a p g e c e l e rin d e bu ba h ç e n i n ce n n e t gibi olduğunu anlatırk e n
Nazmiy e girdi. Kapının dışınd a gözü m e uzun boylu iki zabit üniform a s ı
308
Reşat Nuri Gûntekin
ili ti. Ba ım açıktı, gayri ihtiyari çe kin dim. ş ş Kolumla sa çl arımı kapamak istedim.
Nazmiye gülüyor:
- Cicim, s e n ne kad ar dışarlıklı olmuşsu n? Herhald e nişanlımd a n kaç a c a k değilsin, çe k kolunu, ayıp
vallahi! diyordu. Hakkı vardı, fazla kaçın m a k için se b e p yoktu.
Zabitler, biraz ter e d d ütl e od a y a girmişlerdi. Nazmiy e onlard an birini takdim etti:
- Feridun Bey, nişanlım, Ferid e Hanım, arka d aşım. Talihim e iki se v diğimin isiml eri de birbirine yakın düştü.
Küçüklüğümd e büyük a n n e m ac a yip bir kibrit kutusu alırdı. Bunların üstünd e burm a bıyıklı, çarpık omuzlu,
kıvırcık sa çlıların bir filoza sı gözün ün üstün e kad ar inen bir pan ayır palikarya sı res mi vardı. İşte bu
Feridun Bey, tıpkı kibrit kutularının birind e n fırlamış gibiydi. Elimi, teklifsizc e sert avuc un u n içine aldı,
sallay a sallay a. s a r s a sars a sıkar a k:
- Efendim, teşekkür ve mi nn ettarlığımızı sun arız, âle mi miz e şeref verdiniz, sağ olun, de di. Sonra da
arka sı n d a duran zabiti takdim etti.
- Müsaa d e ed e r s e n i z kulunuz da ca n d a n bir arka d aşı, bir velinim e ti takdim etsin: Binbaşı Burhan ettin Bey.
Binbaşı am a bildiğiniz binb aşılard a n değil, m eşh ur Solakz a d e l e rin küçük ma h d u m u . ..
Solakz a d e l e rin bu küçük b eyi he m e n kırk b eşi aşkın bir zattı. Saçlarıyla bıyıklarının bir kısmı ağarmıştı. Bir
kibar evla dı olduğu halind e n b elliydi. Giyinişi, duruşu, söz söyl eyişi Feridun'd a n büs b ütün başk a idi.
Çehr e si ve b ey a z sa çl arı, arka d aşının ban a verdiği korku ile karışık fena tesiri he m e n he m e n izale eti.
içim e biraz e mniy et g elir gibi oldu.
Burhan ettin Bey, kolay ve s eri söz söylüy ordu. Nazik bir baş işaretiyle uzakta n s el a m verdi, hafifç e
eğiler e k:
- Burhan ettin b e n d e n iz. Efendim, ped e r me r h u m e ml a ki içind e en ziyad e bu bağı s e v e r di. "Burası
uğurludur, ba n a ne
ÇALIKU U Ş 30 9
kad ar sa a d e t g eldiys e bu bağd a n g eldi!" de m e y i mutat edin mişti. Ten e z z ül e n teşrif ettiğinizi öğre nin c e ,
me r h u m u n bu sözl erini tam bir keramet gibi tesdik ettim.
Bu, he s a p ç a bir ko mplim a n ola c a ktı. Fakat bu Burhan et- tin Bey'in ne alak a s ı vardı?
Hayretle Nazmiy e'nin yüzün e bak ar a k ce v a p b e kl e di m. Fakat, o, ban a bak mı y o r, g özl erini g özl erimd e n
kaçırm a kt a inat ediy or du. Bu dakik ay a kad ar bağ sa hibi sa n dığım hanım, Munise'yi elind e n tutarak dışarı
götür müştü.
Yarım sa att e n ziyad e bir zam a n bu od a d a b er a b e r oturduk. Şurad a n , bura d a n konuşuy or duk. Daha
doğrusu konuşuy orlardı. Çünkü b e n d e konuşm a y a değil, söyl e n e n sözl eri bile anla m a y a me c a l
kalm a m ıştı. Demir bir pen ç e kalbimi sıkıy or, nef e si mi daraltıyordu. Zihnim durmuştu. Hiçbir şey
düşün mü y o r, hiçbir şey duymuy o r, yuva sı n d a tec a v üz e uğramış bir hayv a n yavrus un un idrak siz
korkus uyla köşe m e büzülüy or, küçülüyordum.
Aşağıda bir ke m a n taksimi yaptılar, bunu bir gaz el, da h a so nr a kalınlı, inc eli birç o k se sl erin söyl e diği
şarkılar takip etti.
Bir kan e p e d e yan yan a oturan Nazmiy e ile nişanlısı, gittikç e da h a ziyad e birbirlerin e so kuluy orlardı. Yavaş
yav aş onlar a arka mı çe virdim. Bunlar çok adi ruhlu insa nl ar dı, iki yab a n c ı nı n önün d e , sin e m a d a k i o çirkin
aşk sa h n e l e rin d e n birini oyn ar gibi ç e kin m e d e n , utan m a d a n baş başa... Evet, bunlar çok adi ve fen a
insa nl ar dı.
Biraz evv el şişma n hanı m, ma s a n ı n üstün e şişeler, tab a kl arla dolu bir tepsi bırak mıştı. Burhan ettin Bey,
elleri ce bin d e , od a nı n içind e dolaşıy or, ara sıra biz e arka sı nı ç e vir er e k bu ma s a n ı n önün d e duruy or du.
Bu g ezin m e l e r d e n birind e binb aşının önü m d e durduğunu, hafifç e eğildiğini gördü m:
- Inayeten kabul buyurm a z mısınız, küçük h a n ı m?
Hayretle gözl erimi kaldırdım. Elindeki küçük bir kad e hi n
310
Reşat Nuri Güntekin
içind e yakut kırmızı bir içki parlıyordu. Başımla red d e ttim. Gayet yav aş:
- istemem, dedim.
O, dah a ziyad e eğildi, sıc a k nef e si yüzüm e dok unarak:
- Zararlı bir şey değil, küçük h a n ı m. Dünyanın en nazik ve ma s u m bir likörü. Değil mi, Nazmiy e Hanım?
Nazmiy e, on a başıyla işaret etti:
- Israr etm e yiniz Burhan ettin Bey, Ferid e, bura d a ken di evind e sayılır. Nasıl isters e öyle yapsın.
Burhanettin Bey, a arm a y a ba la mı sa çl arı, munis ve kibar ç e hr e s i bu dakikay a kad ğ ş ş ar ban a müph e m bir
em niy et ver mişti. Neydi bu başım a g el e n şey Yarab bi? Kendimi na sıl kurtara c a ktım?
Odad a ki ışıklar yav aş yav aş sö n üy or, g özl erim e çök e n bu karanlığın içind e kıvılcıml ar uçuşuy or du. Çalgı
se si kulağıma uzak bir de nizin uğultusu gibi g eliyordu:
- Elma s kızım yem e k vakti g eldi, sofra d a birka ç mis afirimiz var, sizi b e kliyorlar.
Bu sözl eri o şişma n kadın söyl e mişti. Biraz ken di mi toplar gibi oldu m:
- Teşe k kür ed e rim, rah at sızım, b e ni bura d a bırakınız, diye bildim.
Bu sef er, Nazmiy e yanım a yaklaştı:
- Ferid e ciğim, vallahi yab a n c ı değil, Feridun'la, Burhan Bey'in iki arka d aşı, so nr a, onlard a n bazılarının
nişanlıları, zev c e l e ri, öyle ya zev c e l e ri, g elm e z s e n çok ayıp olur. Mahsus s e n in için geldiler.
Bileklerimi Nazmiy e'nin elind e n kurtarm a y a çalışıyor, koltuğun ken arların a tutunar a k köşe m e
büzülüy or du m. Söz söyl e m e k mü m k ü n değildi. Dişlerimi sıkm a s a m , onların birbirin e çarp a c ağını
hiss e d iy or d u m .
Burhanettin Bey:
- Misafirimiz ne emr e d e r , nasıl isters e öyle har e k e t et-
,1111
g^^^Hlflflj^^^^^^Hl----n.
ÇALIKU U Ş 3 1 1
me k b or c u m u z . Siz mis afirlerin yanın a ininiz. Ferid e Hanım'ın biraz rah atsız olduğunu söyl eyiniz. Binnaz
Hanım, siz de bizim yiye c eğimizi buray a g etiriniz. Misafirimi yalnız bırak m a m a k b e ni m vazife m.
Bu dakik a d a çıldırıyordu m. Bu od a d a , Burhan ettin Bey'le yalnız kalma k , b er a b e r yem e k ye m e k!
Ne yaptığımı bilme d e n , düşün m e d e n yerimd e n fırladım, var kuvv etimi tolay ar a k:
- Peki, iste diğiniz gibi olsun., de dim.
Nazmiy e ile nişanlısı kol kola önü m ü z d e n iniyorlardı. Burhan ettin Bey, bir adım g erid e n b e ni takip
ediy ordu.
Karanlıkta taşlığın nihay etind e bir kapı açıldı. Kamaştırıcı bir pırıltı bird e n bir e g özl erimi yaktı. Avizelerin
tava n d a n döktüğü ışık s ell eri içind e s e n d e l e y e s e n d e l e y e birka ç adım yürüdü m.
Duvarlard a, salo n a hudutsuz derinlikler ver e n en d a m ayn al arı parlıyor, aviz el erin aksi, karanlık bir yold a
koşa n m eşal el e r gibi ta uzaklar a gidiyordu.
Birçok g özl er, ç e hr el e r, rüyad a g örülmüş gibi karışık, bulanık kadın, erk e k ç e hr el e ri. Sonra korkun ç bir el
şakırtısı koptu. Çalgının uğultusu içind e s e sl e r derinleşiyor, bulanıy or, fakat bir türlü sö n m ü y o r, uğultulu
dağ rüzg ârları gibi ta uzaklar a haykırıyordu: "Yaşasın Burhan ettin Bey, yaşa sın Gülb eşe k e r, Gülbeşe k er,
Gülb eşe k e r ."
*
Gözlerimi açtığım vakit ken di mi Munise'nin kollarınd a buldu m. Küçüğüm: "Abacığım" diye ağlayar a k
yüzünü yüzüm e sürüy or, ıslak sa çl arımı, kolo ny a d a n yan a n g özl erimi öpüy or du. Üstüm başım sırılsıkla m
olmuştu. Odanın yarım aydınlığınd a birç o k gözün ba n a baktığını hiss e d iy or d u m , ilk har e k e ti m, kollarıml a
açık boyn u m u sakla m a k oldu.
312
Reşat Nuri Güntekin
Tanım a d ığım bir s e s :
- Dışarı çıkın, rica ed e rim, dışarı çıkın.diy e bağırıyordu. Hafifçe çırpın m a k , yerimd e n kalkm a k istedim. Bir
el b eni omzumdan tuttu:
- Korkma kızım, hiçbir şey yok, korkm a , de di.
Kirpiklerimin ara sın d a n bu sözü söyl ey e ni n yüzün e baktım, her zam a n c e k e tinin önü açık duran şişma n
kolağa sıy dı. O da ban a baktı, so nr a yanınd a kil er e dö n e r e k :
- Biçare, sa hid e n ço c u k m uş, de d i.
Nazmiy e, yer e diz çök m üş, bilekl erimi ovuşturuy or: "Feri- 1 de ciğim, biraz açıldın mı? Aklımızı başımız d a n
aldın!" diyordu.
Yüzünü gör m e m e k için başımı öte tarafa ç e virdim, g özl e- 1 rimi kapa dı m.
Sonra d a n öğre n diğim e g ör e , bu bay gı nlık bir ç eyr e kt e n l fazla de v a m etmiş, Kolonyalar, yün yakıp
koklatm al ar, hiçbir ey tesir etmiy or mu . O kad ar ki, artık ümit ke s m e y e ba la mı ş ş ş şlar, şehird e n dokt or
g etirm e k için bir bağ ara b a s ı hazırlatmışlar.
Kendime g eldikt e n so nr a, o ara b a ile b e ni şehr e götür m e - 1 lerini istedim. Razı olma zl ar s a g e c e vakti tek
başım a yola düş- 1 m e kt e n ç e kin m e y e c e ği mi söyl e di m. Çare siz, razı oldular. Şiş-| ma n kolağa sı palto s un u
giyer e k ara b a c ı nı n yanın a atladı.
Yola çıktığım vakit Burhan ettin Bey, ç e kin e ç e kin e ba n a| yaklaştı, yüz üme bakmaya cesaret edemeyek:
- Ferid e Hanım, de di, siz bizi çok yanlış anla dınız, emi ni olunuz ki, kims e n i n size karşı fena bir niyeti
yoktu. Sad e c e ik-l ram etm e k , bir bağ eğle n c e s i gö st er m e k istemiştik. Istanbul'd al terbiy e g ör müş, so nr a
me s e l a birka ç gün ev v el arka d aşlarımız- ! dan biriyle konuşm a kt a bir b eis gör m e m iş bir küçük h a n ı mı nj bu
kad ar vahşi tabiatlı ola c ağını na sıl tah mi n ed e r dik? Tekrar| temin ed e ri m ki, size karşı bir fen a niyet yoktu.
Mamafih, üzüldüğünüz için sizd e n af rica ed e rim.
ÇALIKUŞU 313
Araba, inc e dağ yollarının kara nlıkların a dalmıştı. Bir köşe d e üşür gibi titrey er e k büzülüy or, g özl erimi
kapıy or du m. Yavaş yav aş başımd a bir başk a g e c e n i n hay ali uyanıy or du. Kozyatağf nda ki köşkte n
kaçtığım, ne yaptığımı düşün m e d e n bir başım a , karanlık yollara düştüğüm g e c e . ..
Baygın kokulu iğde dallan, ara sıra ara b a n ı n pen c e r e s i n d e n giriyor, yüzüm e , gözl erim e dokun ar a k b e ni
rüyam d a n uyan dırıy or du.
Başını ara b a n ı n ö bür pen c e r e s i n e day ay a n Munise'nin derin derin içini ç e ktiğini işittim. Yavaşç a:
- Munise, se n uyum a d ı n mı? diye sordu m.
Cevap ver m e d i, başını da h a ziyad e eğdi. O zam a n dikkat ettim; küçüğüm ağlıyor, he m de bir büyük insa n
gibi g özy aşlarını karanlıkta gizle m e y e çalışarak:
Ellerini tuttum:
- Ne var, kızım? de dim.
Bend e n dah a çok yaşamış, dah a çok anlaşmış büyük bir insa n ıstırabıyla başımı kollarının içine aldı,
kulağım a eğiler e k:
- Abacığım, b e n bu g e c e ne kad ar ağladım. Ne kad ar korktum. Seni niçin oray a çağırdıklarını anla dı m,
ab a c ığım. Bir dah a öyle yerler e gitm e y e li m E mi? Ya s e n? Allah esirg e s i n, ann e m gibi... Ben ne olurum
so nr a ab a c ığım!
Ah, ne zillet ne s ef al et, Yarab bi! Düşmüş bir kadın gibi bu ço c ukt a n utanıy or, yüzün e bak m a y a c e s a r e t
ed e mi y o r d u m .
Başımı, onun küçük dizlerin e koydu m, ev e gidinc e y e kad ar ann e si nin kuc ağınd a ağlay a n bir ço c u k gibi
için için ağladı m.
Müdire Hanım'ın evin e gittiğim vakit gün eş yeni doğmuştu. İhtiyar kadın, sa b a h ı n bu sa atind e ağlam a kt a n
şişmiş g özl erim, sar ar mış yüzüml e b e ni g örün c e şaşırdı:
314
Reşat Nuri Güntekin
- Hayırdır inşallah. Ferid e Hanım. Ne oldu, kızım? Seni hiç böyl e g ör m e d i m. Hasta mı sın? de di.
Bu hanımı n sakin ciddiy eti, çatkın ç e hr e s i b e ni daim a biraz korkutmuş, kalbimi aç m a y a ma ni olmuştur.
Fakat bu sa att e, bu yab a n c ı me ml e k e tt e on d a n başk a derdimi anlata c a k kims e m yoktu. Sonra vazife m,
me sl eğim b e ni bun a m e c b ur ediy or du.
Utuna utan a, titrey e titrey e dün g e c e k i vak a yı anlattım. Hiç bir nokta sı nı gizle m e d i m . İhtiyar kadın, biı şey
söyl e m e d e n dinliyor, kaşlarını çatıy ordu. Hikâye nin so n un d a b oy nu m u büktüm, yaşlı gözl eriml e
gözl erind e n bir tes elli ce v a b ı diley er e k :
- Müdire Hanım, de dim, sız b e n d e n yaşlısınız. Bend e n çok fazla şeyler biliyorsunuz. Allah için ba n a
doğrusun u söyl eyin. Şimdi b e n , artık fena bir kadın mı sayılırım?
Bu sual, müdir e d e , umulm a z bir hey e c a n ve te e s s ür uyan dır mıştı. Çen e m d e n tutarak başımı kaldırdı, ta
yakınd a n g özl erimin için e baktı, he m de her vakıtki gibi bir müdir e gözüyl e, bir yab a n c ı g özüyl e değil,
se v e n ve anlay a n bir ann e gözüyl e.
Sonra ç e n e mi okşay ar a k, dizlerin e koyduğu m ellerimi elleriyle s e v e r e k , müt err e d dit, titrek kelim el e rl e
unları söyl e di: ş-
Ferid e, b e n, s e nin bu kad ar ma s u m , temiz bir kız olduğunu bugün e kad ar anla m a m ıştım. Seni, dah a
ken di m e yakın bulundur m a k , da h a iyi hima y e etm e k mü m k ü n d ür. Yazık. Ah, O Nazmiy e! Kızım, b e n
birç o k eyler biliyorum. Her eyi anlıyoru m. Fakat düny a öyle bir düny a ki, bildiklerinin ş ş birç oğunu sakla m a k
lâzım. Nazmiy e, fena bir ma hluktur. Mektebi onun şerrind e n kurtarm a k için mür a c a a tl ar d a bulundu m, çok
uğraştım. Fakat b ey h u d e . Onu yerind e n oyn at m a k mü m k ü n değil Çünkü mut a s a rrıfınd a n, alay b eyind e n ,
tabur ima ml a rın a kad ar he s a p s ı z ha mil eri var. Nazmiy e bura d a n gid er s e kibar hanı ml ar a kim dalka vukluk
ed e e e k ? Büyük me m u rl arın gizli gizli yaptıkları g e c e eğlen cl erind e kim ut çala c a k , hatta oyn a y a c a k?
ÇALIKU U Ş 3 1 5
O Burhanettin Bey gibi azılı mira s y e d il er, s e nin gibi ma s u m , saf, taze, güz el ço c u kl arı nasıl ele g e çir e c e k ?
Ferid e, san a tertiple dikl eri planı b e n tama m ı yl a anlıyoru m. Bu Burhan ettin Bey, ba b a s ı n d a n kalan s erv eti
birç o k biç ar e kadınları iğfal etm e k , birç o k aile ço c ukl arını yakm a k için israf etmiş bir ihtiyar çapkın dır.
Bütün Ç.'nin, güz elliğind e n ba h s e ttiği bir g e n ç kızı el e g e çir m e k , onun için bir izzetin efis m e s e l e s i oldu.
Genç zabitlerin sok a kl ar d a kılıç şakırd atar a k yolunu b e kl e diği, pe ç e s i altınd a yüzünü g ör m e yi bir
muv affakiy et say dığı bir g e n ç kızı kolun a takar a k bir işret ve safa h at âle mi n e götür m e k , birç o k ha s ut
çapkınları: "Yaşasın Burhan ettin Bey" diye bağırtma k için bir şer efti.
Bahusu s, s e nin ihsa n Bey'le konuştuğunu da duymuştu, işte kızım, Nazmiy e'y e mür a c a a t ettiler, kim bilir,
ne va at ed e r e k san a bu oyunu oyn a d ıl ar? Bu kad arla kurtulduğun a yine şükret, kızım! Mamafih, san a
şunu da söyl e m e y e me c b u r u m ki, artık bura d a kala m a z s ı n . Vakanın bir iki gün e kad ar bütün şehird e
duyula c ağı muh a k k a k . İlk varupla bura d a n gitm elisin? Gide c e k yerin, akra b a n , bildiğin var mı, Ferid e?
- Müdire Hanım, kims e m yok.
- O hald e izmir'e git. Orada b e ni m iki bildiğin var. Biri bir mu allim arka d aşım. Bir tan e si de Maarif Başkâtibi
Sana bir me ktup ver e yim, bir ders bulma k için elind e n g el e n yardımı esirg e m e z ümidind e yi m.
Bu şefkat, b e ni şaşırtmıştı. Yağmurd a , kard a ölm e kt e n kurtarılmış bir kedi yavrusu gibi sokulduk ç a
sokuluy or, sa çl arımı okşay a n ellerin e korka kork a yan ağımı sürüy or, so nr a, bu eli ç e vir er e k , avuçl arının
içind e n öpüyordum.
İhtiyar kadın, hafif bir g öğüs g e çir er e k de v a m etti.
- Sen bu halle artık evin e gid e m e z s i n Ferid e. Hem artık bu, caiz olma z . Haydi kızım, yukarıd a s e ni
yatırac ağı m, bir parç a uyu. Ben eşyan ile bar a b e r Munise'yi buray a g etiririm. Gidinc e y e kad ar bura d a
kalırsın.
316
Reşat Nuri Güntekın
Müdirenin yukarıd a ki od a s ı n d a akşa m a kad ar uyanıp uyanıp tekrar uyudu m. Ben g özl erimi açtıkç a ihtiyar
kadın, yanım a g eliyor, elini alnıma koyuy or, artık Ç.'nin kızları gibi iki kalın örgü ile ördüğüm sa çl arımı
o kşuyor:
- Hasta mısın, Ferid e? Bir yerin ağrıyor mu, kızım? diye soruy or du.
Bir şeyim yoktu, ha st a değildim. Fakat halsiz halsiz yastığın üstün e başımı bırakıy or; küçük bir ço c uk gibi
nazla nıy or du m. Bana öyle g eliyor ki, ken dimi da h a fazla okşatıp se v dirir- s e m, bu yeni bulduğum an a
se v gi si g ö nlü mü n içine dah a fazla sin e c e k , ilerid e g e çir e c eği m yalnızlık ve ha st alık günl erind e -he diy e
me n dillerind e kalmış kokular gibi- ba n a bir tes elli ola c a k .
Prençı b e z a Maryu vapuru, 2 Tem m u z
Rüzgâra karşı ma nt o m a burundu m, ay batın c a y a kad ar yukarıd a oturdu m. Güverte b oştu. Yalnız,
akşa m d a n b eri hiç vaziy etini değiştirme y e n uzun boylu bir yolcu, kollarını de mir parm a klığa dayıy or,
rüzg âr a karşı ıslıkla ma h z u n hav al ar çalıyordu. Ben, de nizi, derin derin yaşay a n, daim a güle n, söyl ey e n ,
dinley e n , darılan bir şey gibi tanır ve se v e r di m. Halbuki bu g e c e sular ban a çar e si, tes ellisi olma y a n büyük
bir yalnızlık gibi g örün dü.
Gec e ni n rutub eti iliklerim e işlemiş gibi titrey er e k aşağı indim. Munise kam a r a n ı n ranza sı n d a uyuyor. Bu
büyük yalnızlığın kalbi vurur gibi ta derinl erd e n g el e n sarsıntılarını dinley er e k defterim e yaz m a y a
başladı m.
*
Bugün mü dir e m, b e ni isk el e y e kad ar g etirdi. Bildiklerimd e n kims e y e ve d a etm e d i m. Yalnız teyz e m e
b e n z e y e n büyükÇALIKU
U Ş 3 1 7
hanım a uğradım, g özl erimi kapay ar a k so n bir defa "Ferid e" diye adımı söyl e m e s i ni dinle dim.
B.'de Mazlum'u bırak mıştım. Burada da kuşlarımd a n ayrılma k lâzım g eldi. Onları müdir ey e em a n e t ettim,
yeml e rini, sularını unutm a y a c ağı n a söz verdirdim.
Müdire dedi ki:
-Feride, mademki onları bu kad ar se viy or s u n, ken di elinle azat et, da h a se v a p olur.
Mahzun mahzun gülümsedim:
- Hayır, Müdire Hanım, de di m, b e n de sizin gibi zann e d e r di m. Fakat, artık fikrimi de ğiştirdim. Kuşlar, ne
istediğini bilm e y e n zav allı, akılsız ma hluklar. Kafeste n kaçın c a y a kad ar türlü türlü üzüntüler içind e
çırpınıyorlar. Fakat, sanır mısınız ki, dışarıd a dah a fazla ba htiyar ola c a kl ar? Hayır, bun a imk â n yok. Ben,
öyle sa nıy oru m ki, bu biç ar el er her şey e rağm e n kafe sl erin e alışıyorlar, açık hav a y a kavuştukları zam a n
bir dal üstünd e , başlarını kan atları içine gizley er e k g e çirdikleri g e c e l e r d e sa b a h a kad ar bu kafe si
düşünüy orlar, küçük g özl erini pe n c e r e l e rin aydınlığına dik er e k ha sr et çe kiy orlar. Kuşları zorla kafe sl er d e
alıkoy m a h Müdire Hanım, zorla, zorla.
ihtiyar kadın. ç e n e m i okşa dı:
- Ferid e, se n anlaşılma z bir ço c uk s u n . Bu kad ar eh e m m i y e t siz bir şey için ağlanır mı? de di.
*
Vapurda, b e ni ml e b er a b e r Ç.'de n binmiş birka ç yolcu vardı. Bunlard a n iki zabit ara sın d a şöyle bir
konuşm a y a kulak mis afiri oldu m:
Genç, yaşlısın a de di ki:
- insa n Bey dört gün evv el har e k e t ed e c e k ti. Birkaç gün b e kl e de Beyrut'a kad ar b er a b e r gid elim, de di m.
Bilme d e n zav allıyı felak et e sürükle miş oldum. Öyle ya dört gün ev v el gits ey di, bu hal başın a g el m e y e c e k ti.
318
Reşat Nuri Güntekin
Yaşlısı:
- Hakikat e n e s ef edile c e k bir vak a. Bu ihsa n, öyle pek titiz bir ad a m değildi am a , bilme m na sıl oldu? Sen
vak a nı n tafsilatını biliyor mu s u n?
- Ben g özü ml e g ördü m. Dün Belediy e gazin o s u n d a idik. Burhan ettin bilard o oynuy or du. Bu es n a d a ihsa n
kapıd a n girdi, binb aşıyı bir köşey e ç e k e r e k bir şeyler söyl e m e y e başla dı. Evvela sakin, nazik nazik
konuşuy orlardı. Bilme m aralarınd a ne g e çti? Birden bir e Ihsan'ın bir adım g erile diğini, Burhan Bey'e müthiş
bir tokat indirdiği gördü m. Binbaşı, rov elv e rin e davr a n m a k istedi. Fakat, ihsa n dah a evv el ken di silahını
çe k mişti. Birkaç kişi he m e n üstlerin e atılma s a y d ı, muh a k k a k kan dökül e c e k ti. Divanıh arp yarın İhs a n'ın
muh a k e m e s i n e başlıyor.
- Bizlerd e n birimiz bu işi yaps a y dı k, halimiz yam a n d ı . Fakat ihsa n zann e d e ri m, Paşa'nın bir şeyi oluy or.
- Karısının yeğe ni ve sütoğlu.
- Kendi söyl eyişlerin e g ör e politika kav g a s ı . Şu ordud a n politikayı çıkar a m a d ıl ar gitti.
- Vallahi ba n a kalırsa, bu, yine bir kadın me s e l e s i ola c a k . Burhan'ı bilm e z miyiz?
Zabitler, konuşa konuşa yanım d a n uzaklaşmışlardı. Biraz evv el ihtiyar bir san d al cı nın kam a r a m a g etirip
bıraktığı gül de m e tinin kimd e n g eldiğini şimdi anlıyordu m.
ihsa n Bey, hay atta b elki bir dah a size tes a d üf ed e m e y e c e ği m, yahut ed e r s e m de sizi tanım a m ış gibi
görün m e k lâzım g el e c e k . Fakat b e nim için diva nı h ar p karşısın a çıkm a y a hazırlan dığınız bir gün d e yine
b e ni andığınızı unutma y a c ağı m. Kimden olduğunu bile söyl e m e m e k inc eliğini gö st er diğiniz bu güllerin bir
küçük yaprağını defterimd e , hatıranızı da, en temiz bir şey gibi kalbimd e saklay a c ağı m.
ÇALIKU U Ş
319
Dışarıda, o kims e s i z yolcu, hâlâ çaldığı ma h z u n hav al ar a de v a m ediy or. Kamara mı n açık pe n c e r e s i n d e n
başımı uzattım. Denizd e , suların içind e kaynıy or gibi görün e n b erra k bir se h e r başlıyor.
Çalıkuşu, haydi yat artık, g e c e ve yorgunluk zav allı g özl erini ağrıtıyor. Seh er d e n san a ne? Seh er, ta
uzaklard a uykuya ve da h a başk a şeyler e kan mış "sarı çiç e k"l erin me s ut gözl erini aç a c a kl arı vakittir.
321
DÖRDÜNCÜ KISIM
îzmır, 2 0 Eylül
• •
UÇ aya yakın bir zam a n d a n b eri izmir'd e yim, i lerim iyi gitmiy or. Son bir ümidim kaldı. ş Yarın, onu da
kayb e d e r s e m , bilm e m ne ola c ağı m 7 Düşünm e y e bile c e s a r e t ed e mi y o r u m. Ç.'deki müdir e nin b e ni tavsiy e
ettiği ad a m, b e n g elm e d e n bir ay ev v el ha st ala n mış, altı ay teb dilihav a yl a istan bul'a gitmiş. Çare siz ken di
ken di m e Maarif Müdürlüğü'n e gittim. Karşıma kim çıks a b eğe nirsiniz? B.'deki o uyur gibi otura n, sayıklar
gibi söyl ey e n battal zat değil mi? Kudretin, bak m a k t a n ziyad e uyuma k için yarattığı o güz elim ma h m u r
gözl er, b e ni bittabi tanım a d ı: "Birkaç gün so nr a uğrayın da bak alım, bir şey buluruz" de di. "Birkaç gün"
onun lisanın d a bir iki ay de m e k ti. Nitekim öyle oldu.
Bugün tekrar uğramıştım. Lütfen bir parç a iltifat g ö st e r di. O halim ma s u m s e siyl e,
- Kızım, buray a iki sa atlik bir me s a f e d e bir nahiy e me kt e b i var. Abuhav a s ı latif; ma n z ar a s ı ferahf ez a , diye
başladı.
Bu nutuk, b e ni Zeyniler'e gö n d e r diği vakit verdiği nutkun aynı idi. Birden bir e deliliğim tuttu, güler e k sözün ü
ağzınd a n aldım:
- Yorulma yınız b ey ef e n di, sizin yerin e b e n söyl ey e yi m, de di m, idar e birç o k him m e t ve ma s r afı ihtiyar
ed e r e k yeni bir m e kt e p vücud a g etirdi. Yalnız, b e ni m gibi g e n ç bir mu allimin him m e t ve fed a k ârlığına
muht a ç değil mi? Mersi, b ey ef e n di. Bu lütfunuzu bir ker e B.'de Zeyniler'e gid erk e n gör müştüm.
Çalıkuşu - F 2 1
322
Reşat Nuri Guntekin
Tabii b e n, bunları söyl erk e n kovulm a yı g öz e almıştım. Fakat tuhaf değil mi? O, hiç kızma d ı. Bilakis,
kahk a h al arla güldü, gay et filozof bir tavırla:
- Ne yapar sın kızım? idar e nin icapları. Sen gitme , o gitm e si n... Maarif müdürl erinin od al arın d a mis afir
ek sik olmuy o r. Köşed e ki koltuktan çatlak bir s e s g eldi:
- Ay, bu ne çıtıdık çıtıdık fmdıkkurdu böyl e!
Fmdıkkurdu mu? Benim İpek b ö c eği ve Gülbeşe k e r' d e n zate n canı m yan mış, bura d a da fmdıkkurdu ha!
Şidd etl e dö n d ü m. Bana türlü isiml er -he m de inatların a b öyl e tatlı ve b ö c e k isiml e n- ver e n say gı sızlard a n
birini nihay et yakala mıştım.
Ona güz el bir der s ver e c e k , bütün öt ekilerinin acısını bu b ey d e n çıkar a c a ktı m.
Müdür, hürmetle cevap verdi:
- Emre d e r si niz Reşit Beyef e n di, fakat bugün cidd e n mü nh alim yok. Yalnız Rüştiye'nin Fransız c a
mu allimliği var. Tabii hanı mı n işine g elm e z .
- Niçin g elm e s i n ef e n di m? de di m. Zaten cariy e niz B.'de Darülmu alim at Fransız c a mu allım e s iy di. Müdür,
tere d d üt ediy or du:
- Evet, fakat mü s a b a k a ilan ettik. Yarın imtihan var.
- Pekâl â küçük h a n ı m d a imtiha n a girıv erir, ne çıkar? Ben de zate n imtihan d a bulun a c ağı m. Allah kerim.
Ben g el m e d e n sakın imtihan başla m a s ı n ha...
Bu Reşit Bey, herh ald e mühim bir ad a m ola c a k . Fakat, ne o tas a v vur a sığma z çirkinlikti Yarabim!
Yüzüne bakarken kahk a h a l arl a gülm e m e k için dud a kl arımı ısırıyordu m.
insa n, ya es m e r olur, ya b ey a z değil mi? Bu b ey ef e n di nin yüzünd e yeni kapa n mış yaraların nazik
b ey a zı n d a n kö mür kara sı n a kad ar bin ç eşit renk vardı. Öyle kirli bir es m e rlik ki, yak alığını nasıl
kirletm e d iğin e hayr et edilirdi. Sanki birisi, eğle nÇALIKU
U Ş
323
me k için elini kö mür tozun a sok m uş da bu yüzü şöyle karm a k a rışık karalayıv er miş.
Yara gibi kırmızı, kirpiksiz gözk a p a kl arı içind e birbirine gay et yakın iki şeb e k gözü. Beyaz bıyıklarının
üstünd e ta dud a kl arının ucun a sark a n bir ac a yip burun. Hele öyle avurtları var ki, görül e c e k şey. Hani,
ma y m u nl arın ağzınd a fıstık falan sakla dıkları ke s el e r vardır, tıpkı onlar gibi, yüzünün iki tarafınd a n
sarkıy or.
Mamafih, ben de ileri gidiyordum. Bana birkaç sözl e ettiği iyilik, doğrusu az şey değil. Herhald e kudr et, bu
b ey ef e n di nin yüzünü yarattıktan so nr a fazla ileri gittiğini g ör müş, hak sızlığını güz el c e bir kalb e tazmin
etmiş ola c a k .
Benc e , gö n ül güz elli i g öz, yüz güz elli ind ğ ğ e n da h a iyi bir şey.
Kalpsiz bir güz elliğin, fakir teyz e kızlarının hay atını kırma kt a n , gö nlünü sö n d ür m e k t e n başk a ney e fayd a sı
var ki?..
İzmir, 2 2 Eylül
Bugün, mü s a b a k a y a girdim. Tahriri imtihan fena gitti; istikrar, istism a r istifa gibi s e kiz, on fiilin muz arilerini,
emrih a- zırlarını, tahriren tasrif ediniz, de diler. Kelimel erin Türç el erini bilmiyoru m ki, Fransız c a s ı nı yazayım.
Fakat şifahi imtihan iyi oldu, Reşit Beyefe n di b e niml e Fransız c a konuştu. Behe m e h a l kaz a n a c ağı mı ümit
ettire c e k bazı sözl er söyl e di.
Allah, Munise'y e acı sın.
izmir, 25 Eylül
Netice anlaşıldı, imtihanı kaza n a m a d ı m . Kâtiplerd e n biri de di ki:
324
Reşat Nuri Güntekin
- Eğer Reşit Beyef e n di iste miş ols ay dı, b e h e m a h a l kaz a nırdınız. Onun reyi hilafına iş gör m e k kimin
ha d din e düşmüş! Herhald e bir fikri var.
Vaziyetim çok fen a. iki gün e kad ar ayb aşı oluyor. Kira ver m e k lâzım. Anne ciğimd e n kalan so n bir
ma d a ly o n imd a dı m a yetişti. Bugün onu karşı komşulard a n birin e verdim. Kocasın a sattırarak para sı nı
g etire c e k . Bu yadig ârı eld e n çıkar m a k istemiy or du m; çünkü içind e ann e ml e ba b a m ı n evl e n dikl eri se n e
çe ktirdikleri fotoğraf vardı. Biçare fotoğraf, şimdi çıplak kaldı. Fakat bunun için de bir tes elli buldu m. Kendi
ken di m e : "Anne ml e ba b a m , kims e s i z kızlarının kalbi üstünd e durma yı, elb ett e bir altın parç a s ı içind e
yatm aya tercih ederler" diyorum.
izmir, 27 Eylül
Bugün Reşit Beyefe n di'd e n bir tezr ek e aldım. Bana bir iş bulmuş. Görüşm e k için Karşıyaka'd a ki köşkün e
çağırıyor. Maarifteki kâtip, bu b eyin ba n a düşma nlık ettiğini söyl e mişti. Bu sözün doğru olm a d ığı
anlaşılıyor. Bakalım, yarın anlay a c ağı m.
izmir, 28 Eylül
Reşit Bey'in, Karşıyaka'd a ki köşkün d e n dön üy oru m. Saray gibi bir yer. Bu b ey e , niçin bu kad ar eh e m m i y e t
verdiklerini şimdi anlıyoru m.
Reşit Bey, b e ni nez a k e tl e ka bul etti. Fransızc a m ı b eğe n diğini, fakat arka d aşlarının ban a hak sızlık
etm e l e rin e ma ni ola m a d ığını söyl e di. Mektubun d a ba h s e ttiği iş, kızlarının Fransız c a mu allimliğiymiş. Bana
de di ki:
- Hanım kızım, iktidarınız gibi hal ve tavrınız da hoşum a gitti. Maarif m e kt e pl erin d e sürünüp ne
yapa c a k s ı nız? KızlarıÇALIKU
U Ş
325
ma Fransız c a der si verirsiniz. Berab e r oturur kalkar sınız. Size güz el bir od a veririz, olma z mı?
Bu, ad et a mür e b b iy elikti. Herhald e b e nim mu allimliğimd e n da h a rah at ve kârlı iş ola c a ktı. Ne çar e ki, b e n,
bu me sl eği öte d e n b eri s e v m e m , hizm e t çilik ka bilind e n bir şey ad d e d e r di m.
Reşit Bey'i kırma k doğru değildi. Gösterdiği em niy et ve nez a k e t için teşek kür ettim. Fakat Munise'yi
ba h a n e ed e r e k kabul ed e m e y e c e ği mi anlattım. Reşit Bey, bunu se b e p say mıy o r du:
- Onun da başımızın üstünd e yeri var, kızım. Küçük bir ço c uğun fakirha n e mi z e ne yükü olur? diyordu.
Kati ce v a b ı mı ver m e d i m. Üç gün mühl et iste dim. Son bir teşe b b ü s t e bulun a c ağı m. Resmi bir mu allimlik
bulurs a m âlâ. Olmaz s a ne çar e!
Karşıyaka, 3 Ekim
Munise ile ba n a köşkün üst katınd a de niz e karşı bir od a verdiler. Küçük, fakat kuş kafe si gibi şirin bir yer.
Geç vakt e kad ar pe n c e r e m d e n rıhtımı ve de nizi seyr ettim. Penc e r e m , bütün körfezi g örüy or. Karşıda
fzmir, yıldızlarla don a n mış bulut küm el e rin e b e n z e y e n tep el e riyle, muht eş e m bir don a n m a aydınlığı içind e
yan a n Kordonu'yla g örül e c e k şey.
Fakat doğrusu, önü m d e k i Karşıyak a rıhtımı, b e ni dah a ziyad e eğlen dirdi. Burada ne güz el, ne eğle n c e li bir
hay at var. Gec e yarısın a kad ar tramv a yl ar işliyor, hav a g a zl arının yeşil aydınlığınd a ardı arka sı ke silm e y e n
g e n ç kafilel eri piyas a ediy or. Uzakta, de niz e allı, ye illi ziyalar akıtan bir gazin o d a , ş gitarla kâh şen, kâh
ma h z u n hav al ar çalıy orlar.
Bilme m niçin, ban a öyle g eliyordu ki, bu hafif aydınlıkta
yalnız elbis el e rinin siyah yahut b ey a z lek el erini fark ettiğim insa nl ar, hep, birbirlerini se v e n nişanlı çiftlerdir.
Yalnız onlar değil, kara nlığın bütün görün m e y e n köşel eri, de nizin içind e koyu hay al etl eri fark edile n kay a
yığınlarının üstü, hep böyl e görün m e y e n s e v gil erl e dolu.
Denizd e n g el e n fısıltılar, dud a k dud ağa gizli söyl eşm e l e r . Gec e nin g öğsü m e ba s a n , nef e si mi tıkaya n ılık
nef e sl eri, öyle g e n ç kızların dud a kl arınd a n g eliyor ki, başları s e v gililerinin boyn un d a , g özl eri onları g e c e
de nizl eri gibi koyulaşmış yeşil g özl erind e .
Beni bu köşk e bir küçü kha m m gibi nez a k e tl e kabul ettiler. Kendi yüküm, hiçbir zam a n ban a ağır
g elm e m işti. Böyle olduğu hald e bavulu mu ken di eliml e od a m a çıkar m a m a mü s a a d e etm e y e n , onu zorla
elimd e n çe kip alan ihtiyar kalfaya minn ettar oldu m. Munise, da h a bunları anlay a c a k yaşta değil. Köşkün
ihtişamı biçar e ni n gözl erini kam aştırdı. Demin yukarı çıkark e n , evimizd e her zam a n yaptığı şakayı tekrar
etm e k istedi, me r div e ni n yarısınd a bird e n bir e et eğimi yakala dı, çıktığım ba s a m a k l a r d a n b e ni g eri
indirm e y e uğraştı. Kolunda n tuttum, kulağın a eğiler e k:
- Munise, biz artık başk a s ı nın evind e yiz ço c uğu m. .. İnşallah yine ken di evimiz olurs a o vakit kızım, de dim.
Çocuk, bird e n bir e durdu. Ne de m e k istediğimi anla mıştı.
Oday a girdiğimiz vakit, güz el küçük yüzünd e ki se vin ç sö n m üştü. Bu ço c u k, b e ni ne kad ar inc e anlıyor.
Kollarını b oy nu m a dola dı, her zam a n d a n ziyad e ba n a sokular a k küçük küçük bus el e rl e yüzümü n her
tarafını öptü.
Penc e r e mi kap ark e n bir ker e da h a dışarıya baktım. El, ayak çe kilmiş, fen erl er sö n m üş, biraz ev v el sa hil f
en e rl er iyle oyn aşa n de niz bile, şimdi kums a lın bir kısmı nı b oş bırak ar a k
ÇALIKU U Ş 32 7
da h a uzaklar a çe kilmiş, yav aş yav aş uyuya n bir ço c u k gibi başını kayaların b ey a z yastığına koy muş...
*
Ben buray a bugün g elirk e n... (Fakat bunu yaz m a y a ce s a r e t ed e m e y e c e ği m, dursun.)
Karşıyaka, 7 Ekim
Reşit Bey'in köşkün d e hay at fen a g e ç mi y o r. Tale b e l e ri m, biri b e n yaşta, biri da h a küçük iki kız.
Büyüğünün ismi Ferhun- de, güz ellikte b ey b a b a s ı n ı n bir eşi. Bunun için gay et hırçın tabiatlı. Küçük
Saba h a t, onun zıddı. Bir b e b e k gibi güz el, şirin, yumuk yumuk bir kız...
Kalfa hanı ml ar d a n biri, bir gün ma n alı ma n alı göz kırptı:
- O vakitlerd e rah m e tli hanı m e f e n d i ha st ay dı. Bir g e n ç ask e ri dokt or g elir gid er di. Hanım ef e n di b e s b e lli bu
dokt orun yüzün e bak a bak a ço c uğu güz el oldu, de di.
En büyük korkum hizm e t çil erd e n . Niçin hakik ati sakla m a - lı, az çok onların kapı yoldaşı değil miyim? Fakat
b e n, çok iyi har e k e t ettim, hiçbirisin e iş buyurm a d ı m. .. Onun için hürm e t ediy orlar...
Mamafih, bun d a Reşit Beyefe n di'nin verdiği eh e m m i y e tin de -zann e d e ri m- tesiri var.
Köşkün en büyük kusuru arı kov a nı gibi işlem e s i. Misafir, hiç ek sik olmuy o r. Daha fen a sı, Ferhun d e ile
Saba h a t, mutlak a her mis afire çıkm a m için ısrar ediy orlar. Köşkün bund a n dah a büyük bir kusuru, Reşit
Beyef e n di'nin büyük oğlu Cemil Bey... Otuz yaşlarınd a kad ar, ma n a s ı z ve se vim siz bir g e n ç ... Sen e nin on
ayını Avrupa'd a. b a b a s m ı n para sını yem e kl e g e çirirmiş. iki ayını da bura d a , izmir'd e. Berek et versin, bu iki
ayın so n gün- lerind e yiz. Öyle olma s a y d ı, köşkü üç gün ev v el bırak mış ola-
328
Reşa t Nuri Güntekin
çaktım. Sana ne mi, diye c e k s i n? Ben de, ken di ken dim e öyle de di m am a , he s a p yanlış çıktı.
Üç gün evv el Ferhun d e ile Saba h a t, g e ç vakt e kad ar b e ni aşağı salo n d a alıkoy m uşlardı. Onlard a n
ayrıldıktan so nr a karanlıkta yukarı çıkıyoru m... Üçüncü kat me r div e ni n başınd a bir erk e k g öl g e s iyl e
karılaştım. Birden bir e ürktüm, g eri çe kilm e k istedim.
Cemil Bey'in sesi:
- Korkmayınız, küçük h a m m , yab a n c ı değil, de di. Yan pen c e r e d e n birind e n , yüzüm e hafif bir aydınlık
vuruy ordu.
- Affedersiniz, beyefendi, bird e n bir e tanım a d ı m efe n di m, de dim. Geçm e k istedim.
Cemil Bey, sa a do ru bir adım attı. Merdiven b a ı dar oldu u için g e ç ğ ğ ş ğ e c e k yol kalmıy or du.
- Uykum kaçtı, küçük h a m m , pen c e r e d e n me h t a b ı b e kl e m e y e çıktım.
Maksadı hiss et miştim. Bir şey anla m a m ış gibi g örün e r e k usulc a kaç m a k istiyordu m. Mamafih, sözü
ce v a p s ız bırak m a m a k için:
- Mehtap zam a n ı değil ki, efe n di m, de di m. O, yav aş yav aş.
- Nasıl değil, küçük h a n ı m. y a bu m er div e n başınd a bird e n bir e doğa n pe m b e m e ht a p! Hangi m e ht a b ı n
aydınlığı ac a b a o kad ar gö n ül alıcıdır ki?!
Cemil Bey, bird e n bir e b e ni bilekl erimd e n yak al a dı, sıc a k nef e si ni yüzümd e hiss ettim ve kuvv etl e ken di mi
g eriy e attım. Bir me r div e n parm a klığın a sarılma s a y d ı m , aşağıya kad ar yu: varlan a c a ktı m. Fen a hald e
başımı çarpmıştım. Hafif bir ıstırap ferya dını zapt ed e m e d i m .
Cemil Bey, gürültü etm e k s izin yanım a inmişti. Yüzünü gör m e d iğim hald e pek telaş ve hey e c a n içind e
olduğunu hiss e d iy or d u m.
ÇALIKU U Ş 32 9
- Ferid e Hanım, b e ni affediniz, bir yeriniz incindi mi? de di.
- Hayır, eh e m m i y e ti yok, yalnız b e ni bırakınız, diye yalvar a c a ktı m. Fakat dud a kl arım d a n b oğuk bir
hıçkırıktan başk a s e s g el m e d i. Bu hıçkırığı b oğm a k için me n diliml e ağzımı kapa m a k istedim. O vakit,
hafifç e yaralan a n dud ağımd a n inc e inc e kan sızdığını g ördü m.
Merdive n pen c e r e s i nin yanınd a y dı k. Açık kalmış bir panjurd a n gire n hafif aydınlık içind e Cemil Bey de bu
kanı g ör müştü. Sesi te e s s ürlü titrey er e k:
- Ferid e Hanım, de di. Bu g e c e b e n düny a nın en adi bir ad a mı gibi har e k e t ettim. Beni affettiğinizi
söyl e m e k mürüvv etini esirg e m e y i niz, Ferid e Hanım.
Yapılan terbiy e sizlikten so nr a bu soğuk ed e b iy at, tüylerimi ürpertti ve ban a bütün c e s a r e timi iad e etti.
Sert bir sesle:
- Yaptığınızd a bir fevk alâ d e lik yoktur ef e n di m, de dim. Kadın hizm et çi, evlatlık ka bilind e n insa nl ar a b öyl e
mu a m e l e l e r yapm a k âd ettir... Konağınızd a bunların vaziy etind e n pek farklı olm a y a n bir vaziyeti kabul
etm e kl e b e n , bun a ça n a k tuttum. Bir g e v e z e lik falan etm e m d e n korkm a yı n, yarın sa b a h ras g el e bir
ba h a n e ile çıkıp gid e c eği m.
Bunları söyl e dikt e n so nr a telaşsız ve lakayt bir tavırla me r div e nl e ri çıktım, od a m a doğru yön el dim.
Bir elim e çantayı, bir elim e Munise'yi alarak kapıyı çe kip gitm e k kolay. Fakat ner e y e ? Aradan üç gün
g e çtiği hald e bu karar tatbik edile m e d i . Hâlâ bura d a yı m. Çünkü g eldiğim g e c e , defterim e bile yaz m a y a
utandığım şeyi artık itiraf etm e k zam a n ı g eldi.
Ben buray a bir akşa mü s tü ortalık kararırk e n g elmiştim.
r
Reşat Nuri Güntekin
330
"lı"
Ertesi sa b a h ı b e kl e m e k da h a mün a s ip değil miydi? Tabii böyl e. Fakat bun a imkâ n yoktu.
Buraya g eldiğim o ümitsiz akşa m d a , köşk mis afirlerle doluydu. Reşit Beyef e n di ve küçük h a n ı ml ar b e ni
yeni satın alınmış bir süs eşya sı gibi mis afirlerin e gö st eriy orlardı. Herke s ban a b eğe n e n , hatta biraz
acıy a n bir gözl e bakıy or du. Yeni vaziyetimin b e ni m e c b ur ettiği ma h c u p nez a k e tl e herk e si n ayrı ayrı
gö nlünü alma y a çalışırke n, üstüm e hafif bir bay gı nlık g elmiş, ken dimi kayb e t miştim. Yalnız bird e n bir e
san d aly e ni n ken arın a oturmuş, dud a kl arımd a ki şaşkın gülüms e m e y i bile sö n d ür m e y e çalışarak yarım
dakik a, b elki da h a az g özl erimi kapa mıştım.
Reşit Bey, küçük h a n ı ml ar, mis afirler telaş etmişlerdi.
Saba h a t, elind e bir bard a kl a koşmuş, şakalaşır gibi ikimiz de güler e k ban a zorla birka ç yudu m su içirmişti.
Misafirlerd e n yaşlı bir hanı m e f e n di gülüm s e y e r e k :
- Bir şey değil, lod o s u n tesiri ola c a k . Ah, bu zam a n ı n as a bi, nazik küçük h a n ı ml a rı. Bir parç a hav a
değişm e s iyl e gül gibi sararıp soluy orlar, de di.
Hepsi b e ni, meş a k k at e taha m m ü lü olma y a n bir küçük h a- nım, nazik, ha st a bir kız sa nıy orlardı.
Ben, onları başıml a tasdik ediy or, böyl e zann ettikleri için ad e ta minnettar oluyordum.
Onlara yalan söyl e miştim.
Bu hafif bay gı nlığın s e b e b i başk ay dı. Çalıkuşu, o gün, ömr ün d e ilk defa aç kalmıştı.
Karşıyaka, 1 1 Ekim
Bugün Ferhun d e ile Sab a h at'in yine izmir'd e n mis afirleri g elmi ti. On b e ile yirmi ş ş yaş ara sın d a dört
küçük h a n ı m. Öğled e n so nr a bir de niz g e zintisi yapa c a k , sa n d alla Bayraklı'ya giÇALIKU
U Ş 33 1
dip g el e c e k tik. Fakat tam sok ağa çıka c ağı mı z vakit, aksi gibi yağmur başladı. Arkamız d a çarşaflarımızla,
ma h z u n ma h z u n sal o n a dö n d ük. Küçükh a nı ml ar bir parç a piyan o çaldılar, biraz de dik o d u yaptılar. Sonra,
birer birer köşel er e ç e kiler e k gizli gizli konuştular. Böyle baş başa gıdıklan mış gibi gülüşer e k ne
konuşala c ağı malu m.
Saba h a t, çok tatlı, çok şeytan bir kız. Misafirlerini eğle n dir m e k için, güz el ma s k a r alıklar icat etti. Bir
etaj erin üstünd e aile, ah b a p fotoğraflarıyla dolu albü ml e r vardı. Bunlard a n bir tan e sini çe k e r e k ma s a n ı n
başın a g e çti, arka d aşlarını etrafına toplayıp onlara fotoğraf gö st er m e y e başla dı. İşin zevki fotoğraflard a
değil, Saba h at'in onlar için söyl e diği sözl er d e y di. Her birisiyle öyle eğle niy or, hay atları, tabiatları için öyle
tuhaf şeyler söylüy ordu ki, gülm e kt e n bayılıyorduk. Mesela, göğsü nişanlarla dolu, hey b e tli bir paşa,
düny ay a e mr e d e c e k gibi g örün e n bu koc a sak allı ad a m, karısınd a n süpü rg e ile day a k yermiş.
Akrab aların d a n kerliferli bir hanım e f e n d i, fakat dışırlıklı olduğu b elli, bir gün vapurd a n Kokaryalı isk el e sin e
çıkark e n kaz a ile de niz e düşmüş, m e ml e k e ti nin şive siyle: "Tatlı ca nlarım gidiyor, kurtarın!" diye bağırmış.
Reşit Bey'in, Konyalı bir süt dayısı vardı ki, bak m a kl a doyulur şey değildi. Bu, sarıklı poturlu bir ho c a
ef e n di kıyaf etind e g örünüy or du. Onun karşısınd a duran fotoğrafını ise, me b u s oldukta n so nr a frak ve tek
gözlükl e çıkar mıştı.
Hoca Efendi, hiddetle gözlerini açarak me b u s a bakıy or, me b u s , dud a kl arını bük er e k ho c a yı alay a
alıyordu. Bu ma n z a r a , o kad ar güz el di ki, sayfayı ç e virm e m e s i için Sab a h at'in elini tutuyor, deli gibi
gülüy or du m.
Ferhun d e , b e ni ml e şaka etm e y e çalışıyordu:
- Ferid e Hanım isters e niz sizi bu güz el zatla evl e n dir elim, şimdi mün h al dir. ilk karılarını boşa dı, şimdi
me b u s a lâyık bir alafran g a hanı m arıyor, de di.
332
Reşat Nuri Güntekin
Ben, hâlâ güler e k ma s a n ı n başınd a n ayrıldım, Ferhun- de'y e :
- Heme n me ktup yazınız, b e n razıyım, insan, başk a sa a d e t bulun m a z s a bile, hiç olma z s a ömrün ü tatlı tatlı
gülm e kl e g e çirir, de di m.
- Ferid e Hanım, bu fotoğrafı g örürs e niz, me b u s u m u z a varm a kt a n kork arım, vaz g e ç e r si niz, de di.
Misafirler, hep bir ağızda n: "Ah, ne güz el..." diye haykırıştılar. Ellerini sallay ar a k b e ni çağırıyorlardı.
- Nafile, ne olurs a olsun, b e n m e b u s u m d a n vaz g e ç e m e m diyer e k yaklaştım, albü mü n üstün e , birbirine
karışan dalg alı sa ç küm e l e ri ara sı n d a n başımı uzattım. Ben de onlar gibi hafif bir feryadı me n ed e m e d i m .
Albümün yaprakl a n içind e n gözl erim e bak ar a k gülüms e y e n bu fotoğraf, Kâmran'ın fotoğrafıydı.
*
Saba h a t, bu fotoğrafın sa hi biyle eğlen m e d i bilâkis, çok alak a ve harar etl e arka d aşların a şu tafsilatı verdi:
- Bu bey, Münevver Teyzem'in zevcidir. Geçen ilkbaharda istanbul'd ayk e n düğünl eri oldu. Kendini
görs e niz ac a b a bu fotoğraf bir şey mi? Bir g özl eri, bir burnu var ki, g örül e c e k şey! Size da h a tuhafını
söyl ey e yi m: Bu b ey, teyz el erin d e n birinin kızını s e v e r miş. Bu kız, ufak tefek gay et hopp a , gay et şımarık bir
şeymiş, hatta bunun için ismin e Çalıkuşu derl er miş. Çalıkuşu, bu Kâmran Bey'i bir türlü iste m e m iş. Gönül
bu ya",.
Nihay et, evl e n m e l e ri n e bir gün kala, bir başın a ev d e n kaç mış, yab a n c ı me ml e k e tl e r e gitmiş. Kâmran Bey,
aylarc a yem e d e n , içm e d e n ke silmiş bu vefa sız kızı b e kl e miş. Hiç dö n m e y e niyeti ols a, g elin ola c ağı g e c e
kaçıp gid er mî? Münevv er Teyz e m , kayn a n a s ı nı n elini öptüğü vakit ora d a y d ı m, ihtiyar hanım e f e n d i, o bir
dald a durm a z, ac a yip Çalıkuşu'nu hatırlamış ola c a k ki, ço c u k gibi ağladı.
ÇALIKU U Ş 33 3
Bu tafsilâtı, arka m d a ki piyan o y a day a n a r a k hiçbir şey söyl e m e d e n , hiçbir har e k e t etm e d e n dinle miştim.
Kâmran, hâlâ albü mü n içind e ban a gülüyordu. Gayet yav aş bir s e sl e ; "Kalpsiz" de dim.
Sabahat, bana döndü:
- Çok doğru söyl e diniz, Ferid e Hanım, de di. Bu kad ar güz el, bu kad ar nazik bir g e n c e vefa etm e miş bir
kıza "kalpsizd e n başk a bir şey de n e m e z .
Kâmran, b e n se n d e n nefr et ediy oru m. Öyle olma s a y d ı, bu ha b e ri aldı ım vakit a lar, ğ ğ bayılır, mat e mi ni
tutardım. Halbuki b e n, ömr ü m d e hiçbir gün, bugün kü kad ar gülm e d i m, etrafım- dakileri bu kad ar neşe ve
şenliğe b oğm a d ı m. Hatta, başımd a n mün a s e b e t s iz bir kaza g e ç m e s e y d i bugün e , ömrü m ü n en m e s ut
günü diye bil e c e k tim. ••
Akşamü stün e doğru hav a aç mış, uzunc a bir kır g e zintisi yapm a m ı z a mü s a a d e etmişti. Bir s el çukuru
ken arın d a n g e çiy or duk. Misafirlerd e n biri, çukurun öte yaka sı n a bir kasımp a tı gördü: "A, ne güz el!
Koparma k mü mk ü n ols ay dı!" de di. Ben, güler e k : "isters e niz onu size he diy e ed e yi m?!" de dim. Çukur, bir
tehlik e teşkil ed e c e k kad ar derin ve g e nişti.
Hanımlar gülüştüler, birisi:
- Köprü ols ay dı, iyi ola c a ktı, diye şaka etti. Ben sa d e c e :
- Köprüsüz de g e çilir zann e d e ri m, de di m ve bird e n bir e atladım. Arkamd a n bir çığlık koptu.
Öteki tarafa g e ç m e y e muv affak olmuştum. Fakat ne çar e ki va at ettiğim kasımp a tını kop arıp g etire m e d i m .
Çünkü ayaklarım çukurun tam ken arın a ba s mıştı. Düşme m e k için bir dik e n küm e s i n e sarılmış, ellerimi
yırtınıştım. Evet, bu kaz a başım a g elm e s e y d i, avuc u m a bat a n dike nl erin sızısı b e ni, akşa m
334
Reşat Nuri Güntekin
karanlığı içind e köşk e dö nün c e y e kad ar ağlatm a s a y d ı, bugün e ömrü m ü n en şen, en eğlen c e li günü
diye c e k tim.
Kâmran, b e n se n d e n nefr et ettiğim için, yab a n c ı me ml e k e tl e r e kaç mıştım. Şimdi, nefretim o der e c e y i
buldu ki, bu uzaklık kâfi g elmiy or, s e nin yaşadığın, nef e s aldığın düny a d a n uzaklar a kaçmak istiyorum.
Artık bu ev d e kalm a m a y ı iyiden iyiye zihnim e yerleştirdim. İki üç gün d e bir İzmir'e iniyor, Maarif İdar e si'n e
uğruyor- dum. Dün sa b a h vapurd a e s ki mu alliml er d e n Sor Berenis' e tes a d üf ettim. Onu bir ker e de iki ay
ev v el gör müş, me kt e pt e y k e n pek se viştiğimiz için bir parç a halimi anlatmıştım. Sor Be-renis dün de di ki:
- Ferid e, b e n birka ç gün d e n b eri se ni arıyorum. Karanti-na'd a ki m e kt e b i mi z d e bir Türkç e ve resim
mu allimin e ihtiyaç var. Müdirey e s e ni tavsiy e ettim. Ayrıca ev tutmay a ha c e t yok, m e kt e pt e kalırsın. Zaten,
se n bizim hay atımız a alışıksın.
Kalbim çarp m a y a başla dı, öyle" sanıy oru m ki, tekrar oray a, o günlük kokularının, p ağır erg a n u n se sl erinin
için e düşer s e m , ço c u kluk rüyalarımd a n bir kıs mı n a tekrar kavuşm a k mü m k ü n ola c a k .
Düşünmeye bile lüzum görmeden:
- Peki Ma Sor, g elirim, teşek kür ed e rim, de di m.
Bugün, oray a gitm e d e n evv el Maarif İdar e si'n e uğradım, ma k s a d ı m , evra kı mı g eriy e alma ktı. Müdürün üç
gün d e n b eri b e ni aradığını söyl e dil er. Ne istediğini me r a k ed e r e k yan m a girdim. Maarif Müdürü beni
görünce:
- Çok b e kl e di n kızım, fakat talihin e iyi bir yer çıktı. Seni Kuşada sı me kt e b i n e gö n d e r e c eği m, de di.
Kuşada sı, ne güz el isim; b e ni m adım. içimd e n öyle g eldi ki, mutlak a güz el bir yer ola c a k . Fakat Sor
me kt e b i için verdiğim söz... Bir iki dakika kaldım, ce v a p ver m e d e n düşünüy or du m.
Bu tarafta rah at bir hay at vardı. Öbür tarafta b elki yine
ÇALIKU U Ş 33 5
zaruret, s ef al et, fakat bunun da başk a bir tes ellisi, başk a bir cazib e si yok muy du? Gözümü n önün e ,
me kt e pl e rimizin bakı m s ı z kalmış ka b a sa b a eller e ziyan olmuş, miniminileri g eldi. Bu biç ar el er, açılm a k
için biraz gün eş, bir parç a şefkat b e kl e y e n çiç e kl er gibiydi. Bu şefkat, bu har e k e ti g ö st e r e nl e r e ,
gö n üllerinin bütün minn et ve muh a b b e tini veriyorlardı. Her şey e rağ-m e n . b u küçük s efilleri, derin derin
se v m e y e başladığımı anla dı m. Munise bile onlar ara sın d a n g elm e m iş miydi?
Bundan başk a so n bir s e n elik hay atımı n bir iki tecrüb e s i da h a vardı. Aydınlık, ha st a gözl eri na sıl
incitiyors a , sa a d e t de ha st a gö n ülleri öyle sızlatıyor. Hasta g özl er gibi ha st a gö n üller için de kara nlıkta n iyi
ilaç yok.
Ben, mu allimliği açlıktan ölm e m e k için kabul etmiştim. Hesa bı m doğru çıkm a d ı. Bu me sl e k , bir gün
açlıktan öldür e bilir. Fakat ne ziyanı var? Değil mi ki, b e nim gö nlü mü n şefkat e olan açlığını doyur a c a k ,
ken di hay atını başk alarının sa a d e tin e vakfet m e k tes ellisini ban a ver e bil e c e k . O ölmüş günl erin ölmüş
rüyasını yenid e n uyan dır m a k zate n mü m k ü n değildi. Başımd a n günlük korkularının ağır hülya sı,
kulaklarımd a n erg a n u nl arın ha s s a s iniltileri yav aş yav aş silindi. Kuşada sı'n a, tekrar kavuşa c ağı m
miniminilerin muh a b b e t ve m er h a m e t b e kl e y e n hay allerin e gülüm s e y e r e k :
- Peki, beyefendi, giderim, dedim.
Emrimi alınc a y a kad ar kö kte kims e y e bir ey söyl e m e k istemiy or du m. Fakat yeni ş ş bir vak a b e ni bun a
me c b u r etti: Büyük kalfa bir zam a n d a n b eri ban a tuhaf tuhaf şeyler söylüy or du. Mesela g e ç e n gün, hiç
mün a s e b e t i yokk e n de mişti ki:
- Kızım, b e n s e ni gün d e n gün e da h a ziyad e se viy oru m. Sad e b e n değil, herk e s öyle... Ferhun d e ile
Saba h a t, g e n ç ço c ukl ar am a , ev e tat ver miy orlar. Sen g eldikt e n so nr a bir baş-
Reşat Nuri Güntekin
336
illi !
kalık oldu. Tabiatın, ahlâkın güz el, büyükl e büyük, küçükl e küçük oluy or s u n.
Buna b e n z e r dah a birç o k sözl er... Kalfa hanı mı n bu sözl erin e b e n bir: "Kapı yoldaşı tev e c c ü h ü n d e n başk a
bir ma n a ve- remiy or du m. Halbuki ihtiyar kadın, dün g e c e büs b ütün açıldı:
- Kızım, ne yaps a k da s e ni bu ev e bağlay a bils e k ac a b a ? Benim aklıma bir çar e g eliyor am a , sakın aklına
bir şey g elm e s i n , hani vallahi kims e bir şey söyl e m e d i .
Kalfanın bu sözl erinin, birisi tarafınd a n söyl e n diğin e şüph e m kalm a d ı. Fakat anla m a m a z h k t a n g el er e k
dinle m e y e de v a m ettim. O başladığı bir söz e de v a m a c e s a r e t ed e m e d iği vakit, başk a söz e atlay ar a k
söylüy or du:
- Beyef e n di, yaşlı bir ad a m değil, b e n ço c ukluğunu bilirim. Güzel bir ad a m değil am a , de b d e b e s i , saltan atı
var. Eh, tabiatı da fena değil. Kızım, ev hanı m s ı z gitm e y e c e k , yarın öbür gün Ferhun d e ile Saba h at
koc a y a gid erl er. Maazallah, bir hara mz a d e y e düşer s e k , hal fen a. Ferid e Hanım, insan burm a bıyıklı
delika nlılara da varır am a , bu de b d e b e y i bula m a z . Ah, şu Bey'e mün a sip bir kızc ağız bula bils e k, ne der sin
kızım?
Ben, bir şey de miy o r acı acı gülüms e y e r e k düşünüy or du m.
Reşit Beyef e n di'nin ban a o kad ar hü rmet etm e s i, Saba- hat'le Ferhun d e ' nin der sl erin e bu der e c e
eh e m m i y e t ver m e s i , biziml e sa atl er c e şakalaşm a s ı , hatta top oyn a m a s ı ... Dem e k bütün bunlar... Maarif
kâtibinin: "Reşit Beyefe n di iste s e s e ni Fransız c a mu allimliğin e tayin ed e r di, herh ald e bir ma k s a d ı var!"
diye söyl e diği sözl er aklıma g eldi. Birkaç se n e evv el böyl e bir şey e isyan ed e r di m. Fakat şimdi, sözü
ke s m e k için kalfaya lakayt bir tavırla şu ce v a b ı verdim:
- Sizinle g örüc ü gid er, Reşit Beyefe n di'y e bir hanım c ı k arardık. Ne çar e ki, b e n bir iki gün e kad ar
Kuşada sı'n a gidiyoru m. Birkaç ay so nr a nişanlım oray a g el e c e k , evl e n e c eğiz, de- 1 dim. Sonra şaşkın
şaşkın yüzüm e bak a n ihtiyar kadın a:
ÇALIKU U Ş 33 7
- Allah rah atlık versin, kalfacığım, b e n erk e n yata c ağım, deyip od a m a ç e kildim.
Kuşada sı, 2 5 Kasım
"Kuşada sı'n a gid er misiniz?" de dikl eri vakit, bird e n se vin miş, ken di ken di m e : "Kuşada sı, b e ni m ad a m, bu
kad ar zam a n d a n b eri ara dığım sa a d e ti, gö n ül rahatımı mutlak a ora d a bula c ağı m!" de miştim. Bu his b e ni
aldatm a m ıştı. Burasını her yerd e n ziyad e s e v di m. Pek güz el bir me ml e k e t diye mi? Hayır. Kuşada sı,
ev v el c e zann ettiğim gibi. Munise ile -bu sarı pap ağa nı ml a - av ar e , yalnız bir hay at g e çir e c eği m bir
Rob e n s o n ad a s ı çıkm a d ı .
Rahatım pek yolund a olduğu için mi? Bu da değil. Bilakis her zam a n kin d e n ziyad e çalışıyoru m. Şu hald e?
Verilec e k ce v a p biraz gülünç. Fakat ne yapayım ki hakikat. Bej) Kuşada sı'nı güz el ve rah at yer olma d ığı
için se viy oru m. Öyle sa nıy oru m ki, kudr et, yalnız güz el simal arı değil güz el toprakları, güz el de nizl eri de
insa n a gizli g ö n ül azapl arı versin diye yaratmış.
Bir ay evv el buray a g eldiğim vakit, me kt e b i n başmu alli- m e s i b e ni karşısın a aldı. Elli yaşlarınd a kad ar,
ha st a, bitkin bir kadın, ba n a de di ki:
- Kızım.birbirind e n tam üç ay fasıla ile dağ gibi iki oğlumu kara toprağa verdim. Dünyayı g özü m g ör müy o r.
Seni buray a ikinci mu allim elikl e g ö n d e r mişl er. Genç sin, malu m a tlı g örünüy or s u n , m e kt e b i sa n a
bırakıy oru m. Bildiğin gibi idar et et. iki mu allimimiz da h a var, yaşlı iki hanım, onlard a n hayır yok.
Elimd e n g eldiği kad ar çalışac ağımı va at et tim ve sözümde durdum.
Başmuallim Hanım, ban a dün de di ki:
- Ferid e Hanım kızım, san a ne kad ar teşek kür ets e m az, va at ettiğind e n on kat ziyad e çalıştın. Bir ay
içind e g er e k me k -
Çalıkuşu - F 2 2
338
Reşat Nuri Güntekın
tep, g er e k ço c ukl arımız çiç e k gibi oldu. Allah se n d e n razı olsun. Arkad aşlarınd a n en minimini ço c ukl ar a
varın c a y a kad ar herk e s se ni se viy or Ben bile vakit vakit derdimi, yüreğimin acısını unutuyoru m, s e n
gülerk e n gülm e y e başlıyoru m.
Zavallı kadın, ken di kara g özl eri için çalıştığımı zann ediyor, minnettar oluyordu.
Çalışma k, bütün ruhuyla, ken dini başk aların a ver m e k ne güz el şey! Çalıkuşu tama m ı yl a e s ki Çalıkuşu
oldu. Ne o, Ç.'deki müp h e m yaşam a k yorgunluğu, ne İzmir'd e ki isyanlar, hiçbiri kalma d ı, bir yaz se m a s ı n a
mu s allat olmuş g e çi ci bir bulut gibi'h e p si dağıldı.
Saçlarım, birer birer ağarın c a y a kad ar başk al arının ço c u kl arın a, onların sa a d e tl erin e ken di mi vakf etm e k
artık b e ni korkutmuy o r, iki se n e evv el, bir so n b a h a r akşa mı, g ö nlü mü n içind e öldürül e n küçükl erin b oş
yerini başk al arının ço c u kl arın a verdim.
Kuşada sı, l Aralık
Bir zam a n d a n b eri etrafımd a bir muh a r e b e sözü dolaşıy ordu. Hayatımı me kt e b e vakf ettiğim için kulak bile
ver miy or du m. Bugün kas a b a birbirin e girdi. Muhare b e başla mış.
Kuşada sı, 1 5 Aralık
Muhare b e başlay alı on b eş gün oldu, ha st a n e y e her gün kafile kafile yaralı g eliyor muş. Mekteb e bir
neşe sizlik çöktü, küçükl erimd e n birç oğunun ordud a ba b al arı, kard eşl eri, var. Biçarel er tehlik eyi, şüph e siz,
bilmiy or, fakat hiss e diy orl ar. Üstlerin e büyük ad a m gibi halim bir ma h z u nluk çöktü .
ÇALIKU U Ş 33 9
Kuşada sı, 1 6 Aralık
Ne aksilik, Yarab bi, ne aksilik! Bugün kum a n d a nlığın e mriyle m e kt e b i işgal ettiler. Muvakkat ha st a n e
yapa c a kl ar mış. Ne isterlers e yapsınlar, umru m d a değil. Fakat me kt e p kurtulunc a y a kad ar b e n ne
yapa c ağı m, na sıl vakit g e çir e c eği m?
Kuşada sı, 24 Aralık
Bugün, m e kt e pt e kalan birka ç kitabı alma y a gitmiştim. Öyle bir karışıklık ki, insan, kitabını değil, ken dini
kayb e t s e bula m a y a c a k . Çare siz g eri dön üy or du m. Bir ha st a b a k ı cı kadın, kapılard a n biri aç ar a k:
- Bir ker e de Başhekim Bey'e sor alım. O, galib a birka ç kitap kaldırmıştı!... de di.
Odanın içi şişeler, sargılar, e cz a kutularıyla doluydu. Başhekim, sırtınd a n c e k e tini atmış, inley e oflaya bu
karışık şeyleri düz eltm e y e çalışıyordu. Arkasını dön düğü için, yalnız b oy nu n u, ak sa çl arını ve sıvalı
bilekl erini g örüy or du m. Bu hald e bir ad a m d a n kitap sor m a k say gı sızlıktı. Hastab a kı cıyı et eğind e n çe ktim.
- Vazg e çi niz, de di m. Fakat o, farkınd a olm a d ı:
- Beyef e n di hani siz Fransız c a resimli kitaplar bulmuştunuz, ner e d e onlar? de di.
ihtiyar dokt or bird e n bir e kızdı. Başını ç e vrim e d e n öyle fena, öyle ayıp bir ce v a p verdi ki, gayri ihtiyari
ellerimi yüzüm e kapa dı m, ora d a n kaç m a k istedim. Fakat, tam bu dakik a d a , yüzünü ç e virmişti. Birden bir e:
- Vay küçük yine mi s e n? diye bağırdı.
Yüzünü görür görm e z , b e n de ken dimi tutam a d ı m:
- Doktor Bey, Zeyniler'deki Doktor Bey! diye feryat ettim.
340
Reşat Nuri Guntekin
Mübalağa etmiy or du m. Bu, bir feryattı.
Şişele n de vir er e k yanım a g eldi, ellerimi tuttu; başımı ç e k e r e k , çarşafımı n üstünd e n sa çl arımı öptü. Yalnız
bir gün, hatta bir gün bile değil, birka ç sa at birbirimizi gör müştük. Hangi gizli ruh alak a s ı bizi birbirimiz e
bağla mış, iki s e n e so nr a kırk yıllık iki do st, hatta bir ba b a kız gibi bizi birbirimizin kollarına atmıştı? Ne
bileyim, insa n kalbi, öyle anlaşılma z bir şey ki!...
Hayrullah Bey, tıpkı Zeyniler'd e ki gibi ba n a :
- Söyle bak alım, yara m a z , s e nin bura d a ne i şin var? diye sordu.
Çocuk gözl eri gibi b err ak ma vi gözl eri, b ey a z kirpiklerinin içind e tarif edilm e z bir tatlılıkla parlıyordu. Ben,
yine tıpkı Zeyniler'd e ki gibi, bu gözl erin için e güler e k :
- Biliyorsunuz ki, b e n, mu allim e yi m Doktor Bey, de dim. Memlek et m e ml e k e t g e ziy oru m. Şimdi buray a tayin
ettiler.
Bütün hay atımı ve g ö nlü mü biliyor gibi nihay et siz bir e s efl e:
- Hâlâ mı ha b e r yok, küçük? de di. Birden bir e yüzüm e su s erpilmiş gibi ürperdim, g özl erimi kırpıştırdım.
Hayret ediy or gibi görün m e y e çalışarak:
- Kimden, Doktor Bey? dedim.
O, ca nı sıkılmış gibi b e ni parm ağıyla teh dit etti:
- Ne yalan söylüy or s u n küçük? Dudakların yalan söyl e m e y i öğ ren miş am a g özl erin, halin dah a pek toy.
Kimden mi ha b e r soruy oru m. Seni böyl e me ml e k e t me ml e k e t g e z dir e n her kims e on d a n .
Güler e k omuzl arımı silktim:
- Maarif de m e k istiyorsunuz, so nr a tabii me ml e k e ti mi n ço c ukl arın a hizm e t etm e k em e li.
Doktor, yine Zeyniler'd e ki iddia sını tekrar etti. Bu söz, b e ni çok müt e e s s ir ettiği için kelim e s i kelim e s i n e
aklımd a kalmıştı:
ÇALIKU U Ş 34 1
- Bu yaşta, bu halle, bu çe hr e yl e mi? Peki, öyle olsun yara m a z , öyle olsun, tek s e n vahşilik gö st er m e .
O ilaçlarını, b e n kitaplarımı unutmuştuk, konuşm a y a de v a m ediy orduk:
- Mektebimizi aldığınıza o kad ar üzüldüm ki, Doktor Bey...
- Bana başk a bir fikir g eliyor... Ne mu si b e tti o köyün adı? Orad a san a ha st a b a k ı cılık ettirdimdi. Hatırlarsın
ya? Burad a da ba n a yardım ed e r misin, ha? Zaten ara d a büyük bir fark yok, ha s e nin minimini
ma y m u n c u kl arın, ha b e nim se v gili ayıcıklarım! Zaten ikisi ruh itibariyle öyle birbirlerin e b e n z e r ki... Aynı
saffet, aynı temiz ço c uk yüreği, he m de ateş karşısınd a yandıkları bu aylard a b e nimkil er e yardım, dah a
ecirli bir iştir, küçük kız...
Birden bir e yüzüm güldü, ço c u k gibi s e vin dim. Bana kuvv etimi ve s e v gi mi harc a y a c a k bir iş olsun da, ne
olurs a olsun.
- Peki Doktor Bey, ne vakit isters e niz işe başlarım.
- Heme n şimdi, bak şurasını ne hal e koymuşlar? El değil k i, adeta...
Yine hatırı sayıla c a k der e c e d e fen a bir kelim e . Ben utan ar a k:
- Fakat bir şartla Doktor Bey... Yanımd a pek ask e r c e konuşm a y a c a k s ı n ... O, güler e k:
- Gayret ed e rim küçük, gayr et ed e rim... Mamafih arad a bir kaz a olurs a kusur a bak m a z s ı n artık, de di .
Akşama kad ar b er a b e r çalıştık, yarın g el e c eğini ha b e r aldığım ha s atları ka bul e hazırlan dık.
Kuşada sı, 2 6 Aralık
Bir ayd a n b eri Hayrullah Bey'in yanınd a ha st a b a k ı cıyı m. Muhab er e de v a m ediy or, ha st a n e y e g el e n yaralı
kafilelerinin
342
Reşat Nuri Güntekin