27 Eylül 2009 Pazar

reşat nuri güntekin - çalıkuşu ( parça 15 )

***SÖZLÜKÇE
- A -
ab u hava: Su ve hava, iklim.
âbid e : ibad e t e düşkün kadın.
âciza n e : Söz söyl ey e n bir kims e n i n ken di yaptıklarını ab artm a m a k için kullandığı bir nez a k e t sözü.
ad d et m e k : Sayma k (Bunu olma m ış add e t m e li).
âdeta: Sanki, hemen hemen.
ah ü zara kapılma k : Âh çe kip inlem e k .
ahenk: Uyum.
âhir: Son.
âhir et: (Ahret) Dinî inanı a g ör e , insa nın öldükt e n so nr a dirilip so n s uz a dek kala c ş ağı ve Tanrı'ya he s a p
ver e c eği yer. Öbür düny a.
ahz: Alma.
âkile: Akıllı kadın.
aksiyon: Eylem, hareket.
âlâ kad e r il istitaata: Gücün yettiğinc e .
âlâ: iyi, pek iyi.
alâk a: İlgi.
alâ m e t : Belirti, işaret.
alarg a gitm e k : Açıktan gitm e k .
alela d e : Olağan, sırad a n .
âlem: Dünya.
âli: Yüksek, yüce.
alil: Hasta, sakat.
alimallah: Allah bilir.
am e liy e: işlem.
ar: Utanma.
arif: Çok anlayışlı, bilgili ve sez gili kims e .
arifan e : rif olan a yakışır biçimd e .
arife: Bilgili.
arız olma k : Sonra d a n ortay a çıkm a k .
azil: Görevden alma.
azim: Bir işteki en g e ll eri yen m e kararlılığı.
azletmek: Görevden almak.
-Bba
b a y a ni: Göst erişi ve öz e n- . tisi olma y a n , ba b a c a n tavırlı.
bahtiyar: Talihli, mutlu, mesut.
bahusus: Hele, en çok.
bakiye: Artan, geri kalan.
battal: Alışılmış o landan büyük.
Çalıkuşu - F.28
Sözlükçe
434
bedbaht: Mutsuz, talihsiz.
bedbin: Kötümser, karamsar.
behemahal: Mutlaka.
b el ertm e k : Gözlerini, akı ço k görün e c e k bir biçimd e aç m a k .
b ey h u d e : Boşuna.
b eyit: Anlam bakımı n d a n birbirine bağlı iki dize d e n oluşmuş şiir parç a s ı.
Biblioth e q u e Rose: (Fr.) Pemb e kitaplık. Metnide "ço c uk kitapları" anla mı n d a kullanılmış.
biçar e : Çare siz, zav allı kims e .
bilâkis: Tersine, aksine.
billahi: Tanrı'ya ant içerim.
bina e n a l e y h : Bundan dolayı.
bitap: Bitkin, yorgun.
bo njur: (Fr.) Günaydın. Merhab a anla mı n a da kullanılır.
bo n m a rş e : içind e her türlü giysi, süs eşya sı, oyun c a k vb. satılan büyük mağa z a .
buse: Öpücük.
- C -
caiz: Uygun.
cariy e: Efendisinin her istedi ini yapm a k zorund a bulun a n, alınıp satılan ğ kadın vey a kız.
cariy e: Para ile alınıp satılan, sav aşta e sir olmuş vey a od alık diye alınmış kız.
cazib e : Çekicilik, alımlılık.
cedide: Yeni.
cefa: Büyük sıkıntı, eziy et.
celbetmek: Çekmek.
celile: Büyük, ulu.
celpn a m e : Mahke m e tarafınd a n , dav a ed e n e , edile n e vey a tanıklara g ö n d e ril e n çağrı b el g e s i.
cerr: Medres e d e okuy a nl arın üç aylard a köy köy dolaşar a k ima mlık, vaizlik işleri için para toplam a l a rı.
cesamet: Büyüklük, irilik.
cez a reisi: Ağır cez a ma h k e m e s i başk a nı.
cihet: Yön.
-Ççapul:
Yağma, talan.
çare-i tesviye: Çözüm önerisi.
çehre: Yüz, sima.
çiy: Havad a buğu durumu n d a y k e n akşa mı n ve g e c e n i n s erinliğiyle yerd e vey a bitkilerd e toplan a n küçük
su da ml al arı.
çuh a: Tüysüz, inc e dokun m uş yün kum aş.
Sözlükçe
435
-Ddan
dy: (İng.) (Metind e) Züppe, çıtkırıldım.
darbı m e s e l : Atasözü.
darülmu allimat: Kız öğretm e n okulu.
de b d e b e : Şatafat, gö st eriş.
delal et: Aracılık.
delişm e n : Şımarık ve delic e tavırlı, zıpır.
destlerinden busetmek: Ellerinden öpmek.
devain Daireler.
dez a nşa nt e : (Fr. Des e n c h a n - te) Hayal kırıklığına uğramış.
diba: Altın ve gümüş işlem e li bir tür ipek kum aş.
diksiyonen Sözlük.
duhul olma k : İçeri girm e k .
dülg er: Yapıların kab a ağaç işlerini yapa n kims e .
düzgün: (Metinde) Kadınların yüzlerin e sürdükl eri bir tür kre m, fond ö ten.
-Eebedî:
Sonsuz, ölümsüz. ecir: Ücret.
ed a : (Metind e) Davranış, tavır.
edib e : Edepli, terbiy eli. efkâr. Tas a , kaygı.
ehemmiyet: Önem.
ek s e riy a: Çoğunlukla.
elâl e m: Yaba n c ıl ar.
elan: Şimdi, he n üz, da h a . -
elem: Üzüntü, dert, keder.
elhamdülillah: Allah'a şükür.
elzem: Çok gerekli, vazgeçilmez.
emniyet: Güven.
emrih a zın Emir kipi.
encümen: Komisyon, komite.
endam: Vücut, beden, boy pos.
erganun: org.
erkâ nı h a r p: Kurmay sub a y.
ervah: Ruhlar.
es a s e n : Aslında.
esatir Mitoloji. Tarih öncesi dönemden bugüne gelen efsaneleri inceleyen ilim.
esef buyurmak: Üzülmek.
es ef: Acıma, yerinm e .
es k a z a : Yanlı şlıkla, kaz a ile.
esr ar. Gizler, sırlar.
evra k: Yazılmış kâğıtlar, m e ktuplar, kitaplar vs.
-Ffadıla:
Erde m sa hibi, üstün.
fantezisi: (Metinde) Süslü ve hay al ci. Ortamı n g er ç e kliğin e uyma y a n .
faraz a: Sözg elişi.
l
Sözlükçe
436
fasıla: Ara.
felekiyat: (Felekiyyat) Astronomi.
fen: Fizik, kimya, matematik ve biyolojiye verilen ad.
fenle n m e k : Yaşına g ör e bilme m e s i g er e k e n şeyleri öğre n miş olma k .
ferace: Kadınların sok a kt a giydikleri, ma nt o y a b e n z e r, arka sı b ol, yak a s ız, çoğu kez et e kl er e kad ar
uzay a n üst giysisi.
feragat: Vazgeçme.
ferah: Gönül şenl e n dir e n , iç rah atlığı ver e n .
ferahfaz a: Fera h artırıcı.
ferd a: Gele c e k zam a n , yarın.
fevk al â d e lik: Olağanü st ülük.
fitnelik: Karıştırma, ara boz m a .
fıtri: Yaradılıştan olan.
flört: Kadınla erk e k ara sın d a ki yakın ilişki.
fond a n: İçind e likör, tatlı vey a hoş kokulu ma d d e l e r bulun a n, ağızd a kolay c a eriye n bir tür şek erl e m e .
fütursuz c a : Öne m s e m e y e r e k , aldırma y a r a k .
-Ggaflet:
Dalgınlık, dikkatsizlik, aym a zlık.
gaile: Sıkıntı, dert. ga m: Tas a , kaygı, üzüntü. ga n ai m: Ganim etl er, düşma n d a n alınan şeyler. gar e z: Kin,
düşma nlık. garp: Batı.
gayrı: Artık, bun d a n böyl e. gayri ihtiyari: irad e dışı. gran di o s e : (Fr.) Ulu, yü ce. güzide: Seçkin.
-Hha
c e r- i e s v e d : (Kara taş) Kabe kapısı yanın d a bulun a n ve ha cıların öpm e l e ri ha c şartlarınd a n olan taş.
ha c e t kalma m a k : Gereği olma m a k .
ha d: Sınır, der e c e .
haiz: Elinde bulundur a n, taşıyan.
hakeza: Böyle, yine.
halayık: Kadın köle, c ariye, hizmetçi.
hâlim: Huyu yumuşa k.
halis: Saf, katışıksız.
halketmek: Yaratmak.
halûk: iyi huylu.
hami: Gözeten, koruyan.
harcıra h: Yolluk.
hâr e: Dalgalı ya da dalg al a nır gibi görün e n parlak çizgiler.
Sözlükçe
437
harîm: Herke sin gire m e y e c eği yer .
ha s e t etm e k : Kıskan m a k , çe- ke m e m e k .
ha sılı: Kısaca sı, sözün kısa sı.
hassaten: Özellikle.
ha s ut: Çok ha s e t ed e n , kısk a n ç .
haşan: Çok yara m a z , el e avu- ca sığma y a n ço c uk.
haşiye: Not.
hatip: Konuşma c ı.
hattat: Güzel yazı yaza n.
hatun: Kadın.
hav a teb dili: Hava değişimi.
hay siy et: Onur, özs a y g ı.
hazain: Hazineler.
hazan: Sonbahar.
hazin: Dokun a klı, hüzün ver e n .
helâllik dilem e k : Ayrılma sıra sın d a hakkını birbirin e bağışlam a k .
he n g â m e : Patırtı.
herze: Saçma, saçma söz, zevzeklik.
hicran: Bir yerde n vey a bir kims e d e n ayrılma, ayrılık acı sı.
hidd et: Öfke, kızgınlık.
hikmet: (Metinde) Sebep, gizli sebep.
hilaf: Aykırı, karşıt, ters.
himaye: Koruma.
him m e t : Yardım, kayırm a .
hizmet-i vataniye: Vatan hizmeti.
hodkâm: Bencil, egoist.
hoyrat: Kaba, kırıcı ve hırpa- layıcı.
hulâs a : Kısaca sı.
hususiyet: Özellik.
hülasa: Özetle.
hüzün: Gönül üzüntüsü.
-I/İıtlak
=etm e k : Bir ko c a n ı n karısını b oşa m a s ı .
iblağ etm e k : Vardırma , eriştirme , ulaştırma.
ibni (ttm): Oğul.
idadi: Lise.
idar e- i ma sl a h a t: tşi şöyle b ö yle bugünlük görme.
idrak: Anlama yet e n eği, anlayşifa
etmek: Yapmak.
iffet: Namus.
iğfal etm e k : Bir kadını aldatm a k , baştan çıkar m a k .
ihsa n etm e k : Bağışlama k .
ihtimam: Özen, dikkatli davranma.
ihtiyar: (Metinde) Seçme.
ihtiyat: Sakınm a , ölçülü davr a n m a .
Sözlükçe
438
ihtiyatsız: Ted birsiz.
ihtizaz: Titreşm e , titreşim.
ikâmet: Oturma.
ikmal- i ne v a kı s: Eksikleri tama ml a m a .
iktidar: Bir işi yapa bilm e gücü.
iktifa etmek: Yetinmek.
ilanihaye: Sonsuza kadar.
ille velâkin: Gelgelelim, bununla birlikte.
ilm: Bilim.
ilmihal: Din kurallarını öğretm e k için yazılmış kitap.
iltizam: Kayırma, bir tarafı tutma.
imdi: Şimdi, artık.
imtiza ç etm e k : Uyum sağla m a k .
inha: Resmî bir gör e v e ata m a vey a bir üst aşam a için yazılan yazı.
inhima k: Çok düşkünlük, bir şey e fazla düşm e .
inkişaf: Meydan a çıkm a , g elişm e .
insa niy etli: İnsa nlığı olan.
iptida: Başlangı ç, bir işe başla m a .
iptila: Düşkünlük, tiryakilik.
irab: Düzgün konuşm a ve g er ç eği b elirtm e .
irade: (Metinde) Emir.
irfan: Kültür, bilme, anlama.
ismet: Namus.
istida: Dilekçe.
istidad: Yetenek.
istif af: Günahtan, kötülükten çekinme.
istihar e: Bir inanışa gör e , girişilec e k işin hayırlı olup olma d ığını rüyad a n anla m a k için apte s alıp dua
okuy ar a k uyuma .
istihkâ m: Düşma n a karşı savun m a yapm a k am a c ı yla düz e nl e n miş ask e ri yer, güçlü siperler.
istikran Kararlılık.
istintak etmek: Sorguya çekmek.
ıstırap: Sıkıntı, büyük üzüntü.
istiskal: Soğuk davr a nışlarla hoşlan m a d ığını b elli etm e .
istismar. Birinin iyi niyetini kötüye kullanma, sömürme.
istizah: Bir işin açık söyl e n m e s i ni istem e , açıkla m a istem e .
işret: içki.
iştirak etm e k : Katılmak.
itibar: Saygınlık, güv e nilirlik.
izb e: Basık, loş, ne mli, kuytu yer.
izdivaç: Evlenme.
izzetin efis: Onur, özs a y g ı.
Sözlükçe
439
-Kkabil:
Mümkün, olabilir.
kadr (kadir): Değer, kıym et.
kâinat: Evren, dünya.
kal e m od a s ı: Resmî kuruluşlard a yazı işlerinin g örüldüğü od a .
kalfa: Saraylard a ve büyük kon a kl ard a halayıkların başınd a bulun a n kadın, ilkokullard a ho c a yardım c ı sı.
kam a r ot: Gemil er d e yolcuların işlerin e bak a n gör e vli.
kameti artırma k: Bağırarak konuşm a k .
kâmil: Olgun.
kan a at g etirm e k : inan m a k , aklı yatma k .
kas a v e t: Üzüntü, sıkıntı.
kati: Kesin.
kâtip: Sekr et er, yazıcı.
kavil: Söz, sözl eş m e , anlaşm a .
kelim e - i teyyib e : (Kelime- i tayyib e) Yatıştırıcı hoş söz.
kepazelik: Rezalet.
kerliferli (kelli fellf): Kılığı kıyafeti düzgün, olgun ve gö st erişli.
ke s b - i şeref etm e k : Şer ef duym a k .
kibir: Büyüklük, kendini büyük görme.
kok et: (Fr. Coqu ett e) Güzel g örün m e y e öz e n gö st er e n . Zarif görün m e y e , süsl e n m e y e düşkün.
kolcu b aşı: Bir şeyi korum a k için b e kl e y e n g ör e vlilerin başı.
komfiny o n : (Fr. Com m u ni o n) ima n birliği.
kötek: Dayak.
krep: Çok bükü mlü iplikle dokun m uş bir çeşit inc e kumaş.
kurum satmak: Böbürlenmek.
(tm)" •-* """
lad e n: Çamd a n çıkarılan zift gibi siyah ve kokulu zamk .
lâhza: Zama nın bölün m e y e c e k kad ar kıs a parç a s ı, an.
lakayt: ilgisiz.
lâkin: Ama, fakat.
lând o: Dört tek erl e kli, karşılıklı iki oturm a sıra sı bulun a n, atlı bin e k ara b a s ı .
lata: Osma nlılar'd a ilmiye nin giydiği bir tür üstlük.
lev azı m: Gerekli olan şeyler, g er e çler.
levh a: Bir yer e asılma k için yazılmış yazı.
leziz: Lezzetli.
lisan- ı Frans e vi: Fransız c a .
Sözlükçe
440
-Mmaahaza:
Bununla birlikte.
Maarif Nezar eti: Millî Eğitim Bakanlığı.
ma a rif: Millî Eğitim.
ma at e e s s üf: Ne yazık ki, üzüler e k söylü yorum ki.
ma b e y i n ci: Osma nlı Devle- ti'nd e padişahların dışarıyla olan ilişkilerin e bak a n , buyruklarını ilgililere
bildire n, bazı kişilerin dilekl erini ken disin e ilete n g ör e vli.
mağ mu m : Tas alı, üzgün.
ma h c u p: Utang a ç, sıkılg a n.
ma h d u m : Erkek evlât, oğul.
mahdut: Az, sınırlı, sayısı b elli olan.
ma hf e : Dev e, fil gibi hayv a nl arın sırtına kon a n , üzerind e oturma y a yaray a n sep e t, bir ç eşit ey er.
ma hlûk: Yaratık.
ma h m u rluk: Uykudan so nr a duyulan ağırlık ve s er s e m lik.
ma h s u b : Hesap edilmiş, he s a b a g e çirilmiş.
mahsus: (Metinde) Bilerek.
ma h ut: Bilinen, adı g e ç e n .
mahzun: Üzgün, üzüntülü.
maişet: Geçim, g e çi n m e .
ma k al e : Bilim, fen konularıyla
siya si, ek o n o m i k ve toplums a l konuları açıklayıcı vey a yoruml a yı cı niteli i olan gaz et ğ e vey a der gi yazısı.
makam-nezaret: Bakanlık nez ar eti.
' ma k b ul: Beğenilen, hoş karşılan a n .
ma k b ul e g e ç m e k : Çok b eğe nilm e k , hoşa gitme k .
mâlik olmak: Sahip olmak.
malûm: Bilinen.
malû m a tlı: Bilgili.
ma n a s tır: Kesin kuralları olan, rahip vey a rahib el e -
• rin düny a ile ilgilerini ke s e r e k yaş adıkları yapı, keşişha n e .
manevi: Görülmeyen, duyularla sezilen.
maren: (F. Marin) Denizci.
marifetli: Ustalıklı, hün erli.
ma z ari: Dilbilgisind e g e niş zam a n .
mazbata: Tutanak.
ma zi: Geçmiş.
mazlum: Sessiz, uysal ve boynu bükük.
mecburiyet: Zorunlu olma durumu.
me ci diy e : Eskid e n kullanılan ve o zam a n ı n 2 0 kuruşu değerin d e olan gümüş sikk e
Sözlükçe
441
mel al: Bıkma, usa n m a .
melun: Kötü, lanetli.
memalik: Ülke.
me n a z ı n Manzara.
me n a z ır- ı tabiiye: Tabiat ma n z ar a s ı.
me n d e b u r: Süms ük, sün e p e , pis, iğre nç.
menetmek: Yasaklamak.
me r et: inatçı, kab a .
meş a k k at: Güçlü sıkıntı, zorluk.
meşk: Alışmak ve öğre n m e k için yapılan çalışma .
meşru: Yasal. Yasa nın, dinin ve kamu vicd a nı nın doğru bulduğu.
meşu m: Uğursuz, kötü.
met a n e t: Metin olma , day a nıklılık.
methetmek: Övmek.
metruk: Terk edilmiş.
me yil: Eğilim. Sevm e , g ö n ül ver m e .
meyus: Ümitsiz, üzgün.
meziyet: Yetenek.
meziyetli: Yetenekli.
mih m a n d a r : Resmî konukları ağırlam a k ve onlar a kılavuzluk etm e kl e gör e vl e n dirile n kims e .
mihn e t: Sıkıntı, zah m e t , eziy et.
mihr: Sevgi.
miralay: Albay.
miskin: Çok uyuşuk, zav allı.
miza ç : Huy, yaradılış.
miz er: (Fr. Misere) Zavallılık, yok sulluk.
mu a h a d d e r a t: Örtülü kadınlar, islâm kadınları.
mu allim: Öğretm e n .
mu allim e : Bayan öğretm e n .
muamelat: Dairelerde evrak üzerinde yapılan işleml er.
mu a m e l e : Davranış.
mu a m m a : Anla ılmay ş a n , bilinm e y e n şey.
mu a v e n e t : Yardım.
mu a vin: Yardımcı, yardım ed e n .
mu a yy e n : Belli, ke sin olara k b elirlen miş.
mu g a yir. Uymaz, aykırı.
muhabbet: Sevgi.
muhacir. Göçmen.
muh a r e b e : Savaş ma , iki ordu ara sın d a ki sav aş.
muharrir: Yazar.
muh a s a r a : Kuşatma, sar m a , ç e virm e .
muin: Yardım ed e n , yardım c ı.
muk a b e l e : Karşılık ver m e , karşılık.
muk a b il: Karşılık, bir şey e karşılık olar ak yapılan.
Sözlükçe
442
muk a d d e r : Yazgıd a var olan, kaçınılma z.
mukaddes: Kutsal.
muk aşs e r: Metinde, bir kadın, içi, yüzü, g özü açılmış anla mı n d a kullanılmış.
muk a v e l e : Sözleşm e .
mukt e dir: Bir şeyi yapm a y a , başar m a y a gücü yet e n.
munî s: Cana yakın, se vimli.
mu s a d d a k : Geç erli olduğu res mî yazı ile bildirilmiş.
muta a s s ı p: Bağnaz, tutucu.
muta s a rrıf: Tanzim att a n so nr a idar e b ölüml e rin d e vilay etl e kaz a ara sın d a ki b ölü mü n idar e amiri.
mutat: Alışılan, alışılmış şey.
mut e b e r Saygın, inanılır.
muv affak olma k : Başarma k.
muv affakiy et: Başarı.
muv afık: Uygun.
muvakkat: Geçici.
muvazene: Denge.
muvazzah: Bir görev ve hizmetle yükümlü olan kimse.
mü c e d d e d : Yeni, yenile n miş.
mü c e d d e t : Yeni, yenile n miş.
nıüdd e i umu mî: Savcı.
müdür-i umumi: Genel müdür.
müebbeden: Ömür boyu.
mükedder: Üzgün, kederli.
mülazı m: Teğm e n .
münas e b e t alma k: Uygun düşm e k .
mün a s e b e t s i zlik: Uygun olm a y a n , yakışıksız davra nışlard a bulun m a , say gı sızlık yapm a .
münasip: Uygun, yerinde.
mün h al vukuun d a : (Metinde) Boş kadr o olduğund a .
mün h al: Boş olan, açık bulun a n.
mün h a s ır a n : Yalnız, öz ellikle.
münkir: inkâr eden, kabul etmeyen.
müpt e di: Bir şeyi öğren m e y e yeni başlay a n.
mürdu m g iriz: Çürümüş. Metinde içi g e ç miş anla mı n d a kullanılmış.
mür e b b iy e : Kendisin e bir ço c uğun eğitimi ve bakımı verilmiş kadın.
mürüv et siz: insa nlığı olma y a n .
mü s a m a h a : Hoşgörü.
müsta c el: Çabuk yapılma s ı g er e k e n .
mü st a h a k : Bir kims e n i n layık oldu ğu ödül vey a c ez a .
mü st a ki m: Temiz, doğru, na mu slu.
müstebit Zorba, despot.
Sözlükçe
443
müsterih olmak: tçi rahat etmek.
mü s v e d d e : Yazı taslağı, karala m a .
müşkül m e v ki: Zor durum.
müşkü l: Zor.
mütala a: Okuma , ders çalışma , etüt.
mütala a h a n e : Okuma od a s ı.
müteessir: Üzüntülü.
müt ef errika se n e tl eri: Çeşitli küçük harc a m a l a rı n para s e n e tl eri.
müt e h a y yir: Şaşkın, şaşırmış olan.
mütekaid: Emekli.
mütemadiyen: Ara vermeden, sürekli olarak.
müyes s e r: Kolaylıkla ortay a çıka n, kolaylıkla eld e edile n.
müzahrafat: (Müzahrefat) Parlak boyalar ve süsler.
müz a k e r e etm e k : (Metinde) Öğrencil erin der s hazırlam a l arı için çalışmal arı.
müz a k e r e etm e k : Öğrencil erin der s hazırlam a l arı için çalışmal arı.
müzakk er e : (Müzekk er e) Bir iş hakkın d a üst ma k a m a sunula n yazı.
müzmin: Uzun süreli.
-Nnadid
e : Az görülür, değerli.
nadir: Seyrek, az.
nafîa: Bayındırlık.
nafile: Yararsız, b oşa gid e n.
nalç a: 1) Ayakka bılar ça b uk es kim e s i n diye altına çakılan de mir. 2) Katır, eşe k, sığır gibi hayv a nl arın
tırnakları altına çakıla n de mir parç a s ı.
namünasip: Uygun olmayan.
nan: Ekmek.
nasih at: Öğüt.
nazın Bakan.
ne d a m e t : Pişma nlık.
nefer: Asker.
nek a h a t: Hastalık so nr a s ı sağlıklı durum a g e ç m e dön e mi .
nekin Bilmezlik.
neş retmek: Yaymak.
netic e itibarıyla: Sonuç olara k.
netice: Sonuç.
ne v'i: (Nevi) Çeşit, cins, tür.
nihayetinde: Sonunda.
nimet: Yiyecek içecek, özellikle ekmek.
nim etşina s : İyilik bilir.
nisp et: (Metind e) Kıyaslam a .
nisp et: (Metind e) Oran, kıyasla m a .
Sözlükçe
444
nizam: Düzen. numune: Örnek.
- P - parloir: (Fr.) Dışarıda n g el e nlerle
konuşm a od a s ı. payz e n: Ayağına pran g a vurulmuş.
pe d e r a n e : Baba gibi. peyd a olma k : Ortaya çıkm a k . pod ö s ü et: Yumuşak, prez a nt e etm e k : Tanıtm a k .
pus et m e k : Öpme k . puşid e: Örtü.
rastık: Kadınların kaşlarını vey a sa çl a n nı b oy a m a k için sürdükl eri siyah bya.
raşe: Titreyiş.
reh a v e t: Vücutta g örül e n g e vş e klik, ağırlık, tem b e llik.
rezz ak- ı âle m: Bütün yaratıkların rızkını ver e n .
riayet etmek: Uymak.
rikkat: İnc elik, yufkalık.
riyas et âlisi: Yüks e k başk a nlığı-
• riyas et: Başkanlık.
riyaziyat: (Riyazziyat) Matematik.
nzk: Yiyec e k , içe c e k şey, nimet.
röm a r k: (Fr. Remar q u e) Dikkate alma . (Metind e: Te spit, dikkat ç e k m e anla mı n d a kullanılmış.)
ruhani: Ruhla ilgili.
rüştiye: Ortaokul.
-Ssa
d a k a r Düz dokun m uş açık sa m a n ren gin d e bir tür ipek kum aş.
saffet: Saflık.
sahih: Gerçek, hakiki.
sair. Başka, öt eki, diğer.
saliha: (Metind e) Din buyrukların a uygun davr a n a n .
salisen: Üçüncü olarak.
sallap ati: Düşünm e d e n , say gı sız c a , kab a sa b a , patav at sız c a .
sefaret: Elçilik.
se k e r at: Can ç e kişirk e n ken din d e n g e ç m e .
sela m e tl e m e k : Yolcuyu, konuğu uğurlam a k .
ser a s k e r kapısı: Seras k e rin res mî gör e v yeri.
ser a s k e r : Sadraz a mlık g ör e viyl e yükümlü olma y a n ve Osma nlı ordus un u n ko mut a nlığını yapa n vezirin
unv a nı.
sırac a : Deride ve dah a çok
Sözlükçe
445
boyun d a g örül e n değişiklik, lenf düğüml e n m e l e rinin şişkinliğiyle b elire n bir tüb erkül oz türü.
siray et: Yayılma.
site m: Bir kims e y e , yaptığı har e k e tin vey a söyl e diği bir sözün üzüntü, alıng a nlık, kırgınlık gibi duygular
uyan dırdığını öfk el e n m e d e n b elirtm e .
so e u n (Fr.) Kız kard eş, rahib e . Metinde "Ma sor" söz c üğü aynı zam a n d a "rahib e " olan öğretm e n l e r e bir
hitap şekli olarak g e çiy or.
souv e nir d'am o u r: (Fr.) Aşk hatıra sı.
souv e nir: (Fr.) Hatıra.
spleen: (tng.) Terslik, huysuzluk, kin.
sülüs: Bir çeşit yazı.
süp eriy or: (Fr. Superieur) Üst. Manastır, dins el kurum vs. başk a nı.
sürme: Kirpik diplerine sürülen siyah boya.
-şşaha
d e t n a m e : Diplom a . şayan: Uygun, yaraşır. şefkat: Acıyarak ve koruy ar a k s evme.
ek err e n k : ki ki i ara sı n d a ki do stluk, arka d a lık ili kisinin b ozuk oldu unu b elirtm ş İ ş ş ş ğ e k için kullanılır.
şen a at: Kötülük, fen alık.
şer'iye: Şeriat kuralların a uygun.
şeriat: Dinî tem e ll er e day a n a n Müslüma nlık kanunları.
şevk: istek, he v e s .
şifa: Has talıktan kurtulma.
şifahi: Sözlü, sözl e.
şime n dif er: Demiryolu.
şirret: Geçimsiz, huysuz, ed e p siz, kav g a çıkartm a kt a n hoşlan a n .
-Ttaalluk
etm e k : İlgili bulun m a k , ilgilen dirm e k .
taarruz: Saldırı.
tabiat: (Metinde) Huy.
tabiatıyle: Doğaldır ki.
tabiî: Doğal.
tabiiye: Tabiat bilgisi.
taciz etm e k : Sıkıntı ver m e k , ca n sıkm a k .
tafsilât: Ayrıntılar.
tahammül etmek: Dayanmak, katlanmak.
taha m m ü l: Kötü, güç duruml ar a katlan m a , karşı koy a bilm e gücü.
Sözlükçe
446
taha s s ür: Özlem, kavuşm a k isten e n şey vey a k imse için üzülme.
tahayyül: Hayald e ca nl a n dır m a .
tahkikat: Araştırma.
tahkir: Horlama, alçaltma.
tahrirat: Resmî bir daire d e yazılan yazılar.
tahrirî: Yazılı.
tahsisat: Ödenek.
takbil: Öpme.
taksim: (Mat.) Bölme.
talika: Dört tek erl e kli, üstü kapalı, bir tür yaylı at ara b a s ı .
talkın: (Telkin) Ölü gö m ül dükt e n so nr a ima mı n m e z a r başınd a söyl e diği dinî sözl er.
tamim: Genelge.
tas a v vur etm e k : Düşünm e k , göz ö n ü n e g etirm e k , hay al etm e k .
tashih etmek: Düzeltmek.
tasrif etmek: Dilbilgisinde bir fiilin çekimi.
tavsiy e: Öğüt, yol g ö st e r m e .
tazmin etm e k : Zararı öd e m e k .
tecdit: Yenileme.
tedris: Öğretim.
tedris at- ı iptidaiy e: ilköğretim.
teessür: Üzüntü.
tefrik: Ayırma, ayırt etm e k .
tefriş: Bir yeri g er e kli eşya ile döşe m e .
tefsir. Yorumlama.
tekaüt: Emeldi.
tekdirat: Azarlama.
tek ellüf: Güçlüğe katlan m a .
teklifsiz: Resmî veya çekingen davranmama.
tekmil: Bütün, tüm.
telaffuz etme: Söyleme.
tembih: Uyarma.
tem e n n a etm e k : Eli başa götür er e k selâ ml a m a k .
temin: Sağlam a , eld e etm e .
temrin: Alıştırma.
teneffüs: Temiz hava, dinlenmek için verilen ara.
ten e zz ül etm e k : Kendi durumu n a , düz e yin e aykırı dü e n bir ş şeyi kabul etm e k .
tercü m e - i hal: Özg e ç miş, biyo gr afi.
tere d d üt: Kararsızlık.
teres: Pezevenk.
tesadüf etmek: Rastlamak.
teskin etm e k : Acı, öfk e, hey e c a n gibi duyguları yatıştırma y a , dindirm e y e çalışma k.
teşrif etm e k : Bir yer e g el er e k orayı onurlan dır m a k .
Sözlükçe
447
teşvik etm e k : İstekl e n dir m e k , öz e n dir m e k .
tetkik etmek: incelemek.
tevazu: Alçakgönüllülük.
tevdi etm e k : Verme k , bırak m a k .
teveccüh: Güleryüz göster m e , yakınlık duym a .
tev e k kül: Kader e b oyun eğm e k , katlan m a k .
tevil etm e k : Söz vey a davr a nışa başk a bir anla m ver m e k .
tezevvüç etmek: Evlenmek.
-Uulema:
Bilginler. ulûm: ilimler, bilimler. ulum-i diniye: Din bilgisi. ulvî: Yüce. usul: Yöntem. usuletle:
Usulüyle. usul-i cedit: Yeni yöntem.
- V -
vaftiz: Hıristiyan dinind e bir kutsal işlem.
vak a n Ağırbaşlılık.
vakfetmek: Adamak.
vâkıf olma k : Bilmek, öğre n m e k .
vâkıf: Bilen.
vakur: Ağırbaşlı, onurlu.
varak- ı mıhr- i vefa: Sevgi, bağlılık evra kı.
vasıl ol ma k: Ulaşma k, varm a k .
vav e yl a: Çığlık.
vefa: Sev gid e s e b a t, s e vid e durm a , se v gi bağlılığı.
vefa sız: Sevgisi ça b uk g e ç e n , hakik atsiz.
vehim: Kuruntu.
vekâlet: Birinin yerine bakmak, görevini üstlenmek.
vel e v: Kaldı ki, hatta.
vera n d a : Camlı taraç a .
vesile: Sebep, bahane.
viöjö: (Fr. Vieux'd eri) Yaşlı işi.
viran e : Yıkılmış vey a harap olmuş yapılard a n g eriy e kalan yıkıntı.
vukuf: Bilgi.
Y yadellen Baba evinden uzak yerler, gurbet.
yadig âr: Bir kims e yi ya da bir olayı hatırlatan ne s n e ya da kişi.
yan Sevgili.
yaşma k: Eskid e n kadınların fera c e ile birlikte kullandıkları, g özl eri açıkta bırak a n inc e yüz örtüsü.
Sözlükçe
448
yazıh a n e : Yazı ma s a s ı .
yegâne: Tek.
yeis: Üzüntü, umutsuzluktan
do a n kara m s a rlık. yortu: ğ Hıristiyan bayra mı.
Zz
aaf: Düşkünlük, day anamama.
zabit: Subay. zarp: (Mat.) Çarpma . zaruri: Zorunlu. zat: Kimse, kişi.
zayi etmek: Kaybetmek.
zemz e m : Müslüma nl ar c a kuts al sayılan su.
zerzevat: Sebze.
zev c e : Erkeğin nikâhla n dığı kadın, eş.
zıb: Süs.
zikretmek: Söylemek.
zillet: Hor görülme, alçalma.
ziya: Işık.
ziyade: Çok, daha çok.
ziynet: Süs.