27 Eylül 2009 Pazar

reşat nuri güntekin - çalıkuşu ( parça 14 )

in
ardı arka sı ke silmiy or. İş o kad ar çok ki... Bazı g e c e l e r evim e bile dön e mi y o r u m.
Dün g e c e g e ç vakt e kad ar ağır yaralı bir ihtiyar yüzb aşı ile meş g ul olma k lâzım g elmişti. Sab a h a kaşı
yorgunlukta n bitap düşmüş, e cz a od a s ı n d a ki bir koltuğun içind e uyukla mış- tım.
Omuzlarım a hafif bir elin dokun d uğunu hiss ettim; gözl erimi açtım, Doktor Hayrullah Bey'di. Benim
üşüm e m d e n korkmuş, uyan dır m a m a y a çalışarak üstüm e inc e bir battaniy e örtm e k iste mişti; pen c e r e d e n
gire n hafif se h e r aydınlığı içind e da h a s olgun ve yorgun görünen mavi gözleriyle gülümsedi:
- Uyu küçük, rahat sız olm a , de di.
Bu dakik a d a , bu şefkat, ba n a öyle tatlı g eldi ki... Bir şey söyl e m e k , minn e timi anlatm a k istiyorum.
Yorgunluk, uyku gal e b e etti, dalgın dalgın gülüm s e y e r e k tekrar uyudu m.
iki büyük kusurun a rağm e n , bu ihtiyar dokt oru çok s e viy oru m. Bunlard a n biri ka b a kelim el e r kullan m a s ı .
Gerçi etrafınd a kil er de bun a hak kaz a n a c a k mün a s e b e t s i zlikler yapıyorlar am a , bu da se b e p olur mu ya?
Bazı ağzınd a n öyle şeyler çıkıy or ki, yanınd a n kaçıy oru m. Günlerc e yüzün e bak a mı y o r u m. Mamafih,
ka b a h a tini ken di de biliyor,
- Aldırma küçük, bunların irapta ma h a lli yok, ask e rliktir, diyor.
Hayrullan Bey, ka b a h a tl erini, saf pi ma nlıklarını, s e vi mli ma h c u b iy etl eriyle affettiren, ş hatta hoş g ö st e r e n
ço c u kl ar a benziyor.
İkinci kab a h a ti bund a n dah a büyük. Bu ka b a sa b a ad a m d a anlaşılma z bir nic elik var. İnsa nı n ken din e bile
itiraf et e m e - diği en olma y a c a k şeyleri öyle ustalıkla ağzınd a n alıyor ki... Mesela, b e nim kims e y e
söyl e m e m e k için o kad ar çalıştığım s er güz eştimin büyük bir kısmı nı biliyor. Bunları na sıl söyl e di m. Kendim
de farkınd a değilim. Ara sıra sorduğu tek tuk sualler e kuru c e v a pl ar ver m e k t e n başk a bir şey
yapm a m ıştım.
ÇALIKU U Ş 34 3
Halbuki o, bu sözleri bir araya toplaya toplaya bütün bir hikâye meydana çıkardı.
Doktorun kims e s i yok, yirmi b eş s e n e ev v el evl e n miş, dokuz ay so nr a karısı tifoda n ölmüş. O vakitten b eri
b e k â r kalmış, ken disi Rodo sluy muş, fakat Kuşada sı'n d a da bazı eml a ki var. Miralaylık ma aşın a herh ald e
ihtiyacı olma y a n bir ad a m . Çünkü onun birka ç mislini ha st al ar a sarf ediy or. Mesela bir gün ev v el, yaralı bir
nef erin m e ml e k e ti n d e n g el e n m e ktu b u n u oku muştum. Neferin ihtiyar an a s ı, s ef al etl erinin so n der e c e y i
bulduğunu, ço c ukl arın açlıktan, sok a kl ar a döküldükl erini yazıy ordu. Yaralı, bu me ktu bu dinlerken derin
derin ah etti.
Hayrullah Bey, yanımız d a ki yatakta bir ask e ri mu a y e n e ediy or du. Birden bir e bu biçar e nef er e dö n d ü:
- Çok m e m n u n oldu m, neyiniz e güv e nir de b öyl e alay alay yumur c a k çıkarırsınız ortay a? de di.
Bu zalim alay, ok gibi yüreğim e sapla n mıştı. Münasip bir vakitte bunu ihtiyar doktar a söyl ey e c e k ti m. Fakat
o, ba n a da h- ha ev v el bu m e s e l e d e n ba h s e tti:
- Küçük, b elli etm e d e n o ayının an a sı nı n adr e si ni al, b eş on lira g ö n d e r e lim, de di.
Öyle anlıyoru m ki, bu ihtiyar dokt or, ne para için ne de bir vazife fikriyle ask e rlik ediy or, onun bir iptilası
var: "Sev gili ayıcıklarım" de diği biç ar e nef erl er e muh a b b e t! Fakat bilm e m niçin, bu muh a b b e ti, utanıla c a k
bir şey gibi daim a gizle m e y e çalışıyor.
Kuşada sı, 28 Ocak
Bu sa b a h , ha st a n e y e g eldiğim vakit ağır yaralı dört zabit g etirildiğini ha b e r aldım. Hasta b a k ı cılar,
Hayrullah Bey'in b e ni ara dığını söyl e dil er. Ne vakit nazik bir am e liyat yapa c a k ols a, b e ni yanın d a istiyor:
344
Reşat Nuri Güntekin
- Sana, böyl e şeyler g ö st e r m e k doğru değil, am a , küçük, elind e n iş g el e c e k ad a m yok, b e ni kızdırıp
bağırtıyorlar, ne yapa c ağı mı şaşarıyoru m, diyor.
Çarşafımı attım, ac el e ac el e g ö ml eğimi giydim. Fakat, b e n hazırlanın c a y a kad ar am e liyat bitmişti. Yaralıyı
se d y e içind e yukarıya gö n d e riy orlardı.
Hayrullah Bey, b e ni yanın a çağırdı:
- Küçük, de di. Ehem mi y e tli bir terzilik ettik: "Ameliyata terzilik diyor." Genç bir erkâ nı h a r p binb aşı sı. Bir
bo m b a , sağ kolu ile yüzünün bir tarafını b er b at etmiş, ken di od a mı verdim. Artık, onunla se n meş g ul
olursun. Çok büyük ihtima m a ihtiyacı var.
Konuşa konuşa od a y a girdik, yatakta yüzü, kolu sargılar içind e s e s siz bir insa n yatıyordu. Doktorla yanın a
yaklaştık, yalnız yüzünün sol tarafı bir parç a görünüy or du. Bu ç e hr e ban a yab a n c ı değildi. Fakat bu yüzü
bir türlü bulup çıkar a mı y o r d u m.
Hayrullah Bey, yaralının sol na b zını tutmuştu. Yüzün e | doğru eğiler e k iki ker e:
- ihsan Bey, ihsan Bey! diye seslendi.
Birden bir e zihnimd e bir şimşek çaktı. Ç.'de Abdürrahim | Paşa'nın evind e tanıdığım erk â nı h ar p yüzb aşısı
idi. Bir adım g eri çe kildim; od a d a n çıka c a k , bir dah a b e ni bu yaralı zabiti yanın a g ö n d e r m e m e s i n i
dokt or d a n rica ed e c e k ti m. Fakat ha st a, gözl erini aç mış, b e ni g ör müştü. Tanıdı, lâkin b e n olduğum a ihtimal
ver m e d i. Yaralan dığı gün d e n b eri, kim bilir, kaç defa ken dini kay b et miş, ha st alığı, ateşi, on a ne çılgın
rüyalar ver mişti? Evet, dalgın gözl erin bakışlarınd a n anla dı m ki, b e n olduğum a ihtimal ver m e d i, b e m b e y a z
dud a kl arınd a , hafif bir gülüms e m e y l e tekrar gözl erini kapa dı.
ihsa n Bey! Bir zam a n evv el ço c ukluğum d a n , b e ni müd af a a ed e n bir ba b a m , bir kard eşim, bir... Bildiğim
olma m a s ı n d a n istifad e etmişler, b e ni"g e c e âle ml e rin e sürükle mişlerdi.
Yüreğimd e , sürgün e gö n d e ril e n bir adi sok a k kadını zilleÇALIKU
U Ş 34 5
tiyle elimi suç s uz yüzüm e kapay ar a k ehird e n çıkıyordu m. Dünyayı ba tan ba a bir ş ş ş zulüm, ken dimi o
zulme baş eğm e kt e n başk a çar e si olma y a n bir sefil gibi görün düğü m gibi o günd e b e ni müd af a a ettiniz,
me sl eğinizi, istikb alinizi tehlik ey e koym a k , hatta b elki ölm e yi g öz e alarak mürüvv etini gö st er diniz.
Mademki hazin bir tesadüf, bugün bizi karşı karşıya g etirdi, sizd e n kaç m a y a c ağı m, bu ümitsizlik ve acı
günl erimiz d e bir küçük kız kard eş gibi ken dimi hizm e tiniz e vakfe d e c eği m.
Kuşada sı, 7 Şubat
ihsa n Bey'in yara sı tehlikeli değilmiş, bir aya kad ar ken dini toplay a bilirmiş. Fakat sağ kaşının üstünd e n
başlay ar a k ç e n e s i n e kad ar bütün yan ağını kaplay a n yara onu korkun ç bir sur ett e çirkin bıra c a k mış.
Hayrullah Bey, sar gıları değiştirirken yanınd a bulun mu y o r d u m . Yüreğim day a n a m a d ığı için değil, -çünkü
her gün yaranın bun d a n çok dah a fen al arını görüy oru m- fakat b e nim bakışımı n on a, korkun ç yara sı n a
dokun m uş bir bıç a kt a n dah a fazla ıstırap verdiğini gördüğü m için...
Zavallı ad a m, ne çe hr e ile ha st a n e d e n çıka c ağını biliyor, açıkta n açığa bir şey söyl e m e d iği hald e , derin bir
ümitsizlik içind e bulunuyor.
Hayrullah Bey:
- Biraz dah a gayr et delika nlı, yirmi gün e kad ar dipdiri ayağa kalka c a k s ı n, de diği zam a n , ad et a telaşa
düşüyor.
Yaralının bugünl erini hoş g e çir m e s i için kalbimin bütün şefkat ka biliyetini sarf ediy oru m; baz e n yatağının
başucu n d a kitap okuy oru m, hatta, ma s a l bile söyl e diğim oluyor.
Evet, biç ar e nin hiçbir şey söyl e m e d iği hald e daim a çirkin kalma k aza bı n d a n bir dakika kurtulam a d ığı o
kad ar b elli ki...
346
Reşat Nuri Guntekin
Bazen gizli tes elliler icadın a çalışıyordu m. Büsbütün başk a şeylerd e n ba h s e d iy or gibi g örün e r e k yüz
güz elliği kad ar düny a d a lüzums uz, hatta muzır bir şey olma d ığı, asıl güz elliği ruhta, g ö n üld e ara m a k lâzım
g eldiğini söylüy oru m.
Kuşada sı, 2 5 Şubat
ihsa n Bey, ümit ettiğimizd e n az zam a n d a iyi oldu. Bu sa b a h sütlü çayını götürdüğüm zam a n , onu giyinmiş
buldu m.
Bir se n e evv el Abdürrahım Paşa'nın ba h ç e s i n d e tes a d üf ettiğim parlak elbis eli, güz el ve mağrur ç e hr eli
erkâ nı h a r p yüzb aşısı gayri ihtiyari gözü mü n önün e g eldi.
Bin başı üniform a s ı nı n yak a s ı içind e inc e cik b oy nu n u yan a doğru m e yl ettire n, yüzünd e ki yara yerind e n , bir
ayıp gibi utan a n ha st a ask e r, o güz el, mağrur erkâ nı h a r p zabiti miydi?
Te e s s ür ü m ü galib a gızley e m e m iştirn. Onu, başk a bir şeyle tevil etm e y e çalışarak yalan d a n darılma y a
başladı m:
- İhsa n Bey, bu yaptığınız ad et a ço c u kluk, dah a tama m ı yl a iyi olm a d a n niçin giyindiniz? de di m. Gözlerini
önün e indirdi:
- Yatmak daha ziyade hasta ediyor da ondan, diye cevap verdi.
ikimiz de susuy or duk. O, hırçın as a biy etini gizle m e y e çalışarak:
- Artık gitm e k istiyorum, bir şeyim kalm a d ı, tama m ı yl a iyi oldum, diye ilav e etti.
Yüreğim me r h a m e t t e n eziliyordu, renk ver m e m e k için, şakay a vurdum:
- ihsa n Bey, g örüy oru m ki, b e ni dinle m e y e c e k s i niz. Yine ask e r inadınız uyan dı. Fakat, şunu ha b e r ver e yim
ki, b e n , şimdi fitnelik etm e y e gidiyorum. Doktorunuz a her şeyi ha b e r ver e c eği m, sizi iyice payla sın da
görürsün üz, de dim.
ÇALIKU U Ş ______ 347
Tepsiyi bırak ar a k ac el e ac el e dışarıya çıktım. Fakat dokt oru gör m e y e gitm e di m.
25 Şubat (Akşama doğru)
Hayrullah Bey'le müthiş bir kav g a ettim. Ama iş için değil, başk al arının işine karışma k say gı sızlığını pek
ileri vardırdı da ond a n ...
Demin İhs a n Bey'd e n ba h s e d iy or d uk. Yüzünün onu fazla müt e e s s ir ettiğini söyl e di m.
Hayrullah Bey, dud a kl arını büktü:
- Hakkı var, b e n , onun yerind e ols a m , şurad a n ken di mi de niz e atardım. Öyle surat, balıklara yem
olma kt a n başk a ney e yarar? de di.
- Ben, sizi ba k a türlü sa nıy or du m, Doktor Bey. Ruh güz elli i yanınd a yüz güz elli inin ş ğ ğ ne eh e m m i y e ti olur?
de di m. Hayrullah Bey gülm e y e , b e ni ml e eğlen m e y e başla dı:
- Lakırdıdır o küçük, o suratlı ad a m a kims e met elik ver m e z . Hele siz yaştaki kızlar yok mu?
Şikây et ed e r gibi yaka sı nı silkeliyordu. İsyan ettim:
- Hayatımı bir parç a biliyorsunuz, bazı esr arımı he m e n he m e n zorla b e n d e n çaldınız. Benim güz el he m de
çok güz el bir nişanlım vardı. Beni aldattı diye onu kalbimd e n silip attım, on d a n nefret ediy oru m.
Hayrullah Bey, yenid e n bir kahk a h a kop ar dı. Sonra b ey a z kirpiklerinin içind e küçül e küçül e güle n ma vi
gözl erini ta kalbimin için e dikti:
- Bana bak küçük, de di. Öyle değil, g özl erimin için e bak da söyl e, onu s e v miy or mu s u n?
- Ondan nefret ediyorum.
Çenemi tuttu, hâlâ gözlerime bakmakta devam ediyordu:
- Ah, zav allı küçük, s e n onun için s e n e l e r d e n b eri çıra
348
Reşat Nuri Güntekin
gibi cayır cayır yanıy or s un. O hayv a n, se ninl e b er a b e r ken di ken din e de yazık etmiş. Bu aşkı, o,
başk a s ı n d a zor bulur. Hiddett e n s e si m boğular ak:
- Niçin ba n a bu ağır iftirayı rev a görüy or s u n uz, ner e d e n biliyorsun uz? de di m.
- Hatırlarsın ya, se ni o köyd e gördüğü m gün, bunu anla dı m. Saklam a y a çalışma nafile. Sevd a, ço c uk
gözl erind e n uyku gibi akıy or.
Gözlerim kararıy or, kulaklarım uğulduy or du. O, hâlâ söylüy or du:
- Başkalarının içind e yaşark e n öyle herk e s e , her şey e yab a n c ı bir halin, rüya gör e n insanlar a ma h s u s
dalgın, ma h z u n bir gülüms e y işin var ki, yüreğimi yakıy or küçük. Sen, yaradılış itibariyle bile herk e st e n
başk a s ı n. Esatir, bus e d e n doğmuş bus e ile gıd al a n mış, büyümüş birtakım perilerd e n ba h s e d e r . Bunları
yalnız bir hay al zann et m e m e l i. Onların düny a d a numu n e l e ri vardır. Ferid e cik, se n onlard a n birisin. Sen,
se v m e k , se vilm e k için yaratılmış bir ma hluk s u n. Ah, deli kız, çok yanlış har e k e t etmişsin, ne olurs a olsun,
bu ser s e m oğlanın yaka sı nı bırak m a m a l ı y dın. Mutlaka m e s ut ola c a ktın.
Bir isyan ferya dıyla kıvran dı m. Çırpınar ak, ayaklarımı yer e vurara k:
- Niçin bunları söyl e diniz? Bend e n ne istiyorsunuz? diye ağlam a y a başladı m.
O vakit, dokt orun da aklı başın a g eldi:
- Doğru küçük, hakkın var, bunlar sa n a söyl e n e c e k şeyler değildi. Berbat bir halt ettik, affet b e ni küçük
diye b e ni teskin etm e y e çalıştı.
Artık, darılmıştım, yüzün e bak m a y ı ca nı m istemiy or du:
- Göre c e k s i niz, onu se v m e d iğimi na sıl ispat ed e c eği m, de dim. Şidd etle kapıyı kap ay ar a k dışarı çıktım.
ÇALIKU U Ş 349
Yine 25 Şubat g e c e s i
ihsa n Bey'in lamb a s ı n ı gördüğüm vakit, o hâlâ soyun m a - mıştı. Penc e r e ni n önün d e , ayakta duruyor,
akşa mı n de nizd e ki so n kızıltılarını seyr e diy or du.
Söz olsun diye:
- Üniforma nızı ne kad ar g ör e c eğiniz g elmiş ef e n di m, de dim.
Oday a, akşa mı n alac a k a r a nlığı iyiden iyiye çök m üştü, ihsa n Bey, bu kara nlıkta n ce s a r e t almış gibi
mu a m m a l ı bir teb e s s ü ml e başını salladı, ilk defa açıktan açığa derdini söyl e di:
- Üniforma m mı efe n di m? Evet, şimdi ümidim yalnız on d a . Yüzümü o, bu hal e g etirdi. Uğradığım felak eti
tamir etm e k kudr etini on d a görüy oru m.
Bu sözlerin ma n a s ı nı anla mı y o r, hayr etl e yüzün e bakıy or du m. O hafif bir göğüs g e çir er e k de v a m etti:
-Gayet sa d e , Ferid e Hanım anlaşılma y a c a k şey değil. Bir nizamiy e zabiti gibi g eriy e dön e c eği m.
Bomb a n ı n yarım bıraktığı iş tama m olsun, b e n de kurtulayım.
Genç binb aşı, bu sözl eri bir ço c u k saffet ve ıstırabıyla söylüy ordu. Lamb a yı yakm a k için on a arka mı
dö n m üştüm. Tutuşturduğu kibriti, b elli etm e d e n üfledim, fitili düz eltm e k istiyor gibi eğiler e k gay et yav aş:
- Böyle söylemeyiniz ihsan Bey, siz isterseniz bahtiyar ola bilirsiniz Mesela, zararsız bir kızla evl e nirsiniz,
iyi bir aileniz, minimini ço c u kl arınız olur, her şeyi unutursunuz.
Başımı çe vir m e d iğim hald e hiss e d iy or d u m ki, o da ban a bak mı y o r hâlâ pen c e r e d e n de nizi seyr e diy or du.
- Ferid e Hanım, ne kad ar temiz kalpli bir kız olduğunuzu bilme s e m , b e niml e eğle niy or s un uz, diye c e k tim.
Beni bu hald e kim ister? Ben ki b öyl e olma d a n evv el, bir kadının hiç olma z s a gülm e d e n yüzüm e
bak a bil e c e i günl erd e bile ho a gitm e mi tim. imdi ğ ş ş Ş öyle bir alilim ki.
350
Reşat Nuri Güntekin
Artık de v a m etm e k iste m e d i, ken di sini topla m a y a çalışarak:
- Ferid e Hanım, bunlar lüzums u z sözl er. Affed er siniz, lamb a yı yakar mısınız? de di.
Bir kibrit da h a çaktım, fakat elim bir türlü lamb a y a gitmiy or du. Gözlerimi bir titrek ale v e dik er e k düşün e
düşün e onun sö n m e s i ni b e kl e di m. Oda, es ki kara nlığın için e düşünc e yav aş yav aş:
- ihsa n Bey, de dim. Siz o muv affakiy et sizliğe uğradınız vakit mağrur, ho d k â m bir erk e ktiniz. Elem,
ümitsizlik, kalbiniz e bu inc eliği ver m e m işti. O vakit, me sl eğinizi çiğn ey e r e k , b elki ölümü göz e alarak, bir
küçük kızı, hakir bir iptidaiy e ho c a s ı nı müd af a a etmiştiniz. Sonra bunların hep sin d e n da h a mühim olar ak
bugün kü kad ar, -artık sakla m a y ı nız, derdinizi anlıyoru m- bugün kü kad ar b e d b a h t değildiniz. Niçin o biç ar e
iptidaiy e ho c a s ı ömrün ü sizin sa a d e tiniz e vakf etm e s i n?
Hasta binb aşı, tıkan mış bir s e sl e :
- Ferid e Hanım, rica ed e rim, b e ni böyl e olma y a c a k hay all er e düşür er e k büs b ütün b e d b a h t etm e yi n, de di.
Artık, kararımı ver miştim. Ona dön dü m . Başımı önü m e eğdim:
- ihsan Bey, ben sizinle, evl e n m e y i rica ediy oru m. Beni ka bul ediniz, g ör e c e k s i niz, sizi ne kad ar me s ut
ed e c eği m, ne kad ar me s ut ola c ağız...
Gözyaşlarıyla perd eli kirpiklerimin ara sın d a n binb aşının kara nlık yüzünü g ör e mi y o r d u m. Sad e c e uzattığım
eli dud a kl arın a götür er e k korka kork a parm a kl arı mı n ucunu öptü.
Her şey bitti. Artık, bund a n so nr a kims e b e ni m onu için için s e v diğimi söyl e m e y e ce s a r e t ed e m e y e c e k .
ÇALIKU U Ş 35 1
Kuşada sı, 2 6 Şubat
O günd e n b eri, se n b e nim için bir yab a n c ıy dı n, bir düşma n d a n başk a bir şey değildin KâmranL Bir da h a
yüz yüz e g elm e y e c e ği mizi, bu düny a nın gözl eriyle birbirimiz e bak m a y a c ağı mı zı, birbirimizin s e sini
işitmey e c eği mizi biliyordu m. Böyle olduğu hald e b e n, s e nin nişanlın olma k hissini bir türlü gö nlüm d e n
çıkar a m a m ıştım. Ne söyl e s e m , ne yaps a m ; ken dim e , san a ait birşey g özüyl e bak m a k t a n
kurtulamıy or du m .
Evet, niçin yalan söyl ey e yi m? Bütün nefretl erim e , isyanlarım a , bütün o g e ç miş şeyler e rağm e n , b e n yine
bir parç a se nin dim.
Bunu, ilk defa bir başk a sı nı n nişanlısı, bun c a se n e n i n, bun c a sa b a h ı n d a s e nin nişanlın diye uyan dıkta n
so nr a bir gün, başk a s ı nın nişanlısı diye uyan m a k , Kâmran, b e n asıl bu sa b a h , s e n d e n ayrıldım. Hem de
bir hatıra g ötürm e y e , so n bir defa başını ç e vir er e k , arka sı n d a bıraktığı şeyler e bak m a y a hakkı olma y a n bir
biçar e muh a cir gibi.
*
Bu sa b a h , ihsa n Bey'le g örüştükt e n so nr a onu dokt or Hayrullah Bey'in od a s ı n a götür e c e k ,
nişanla n dığımızı ha b e r ver e c e k tim. Bu büyük vak a için her günkü ha st a b a k ı c ı g ö ml eğim pek sa d e
düşe c e k , yeni nişanlımı b elki ma h z u n ed e c e k ti. Bahç e d e cılız çiğd e ml e r yetişmişti. Onlard a n küçük bir
de m e t yapar a k göğs ü m e iliştirdim.
İhsa n Bey'i, bu sa b a h yine giyinmiş buldum. Beni görün c e bir ço c uk saffetiyle gülüms e m e y e başladı.
Düşündüm ki, bugün d e n so nr a onu me s ut etm e k b e nim vazife m.
Zorla gülm e y e çalışarak ellerimi uzattım:
- Bonjur, İhs a n Bey, de dim.
Sonra, çiğd e ml e r d e n birka ç tan e si ni ayırarak üniform a s ı nı n g öğs ün e iliştirdim:
352
Reşat Nuri Güntekin
- Bu g e c e rahat uyuduğunuzu tah min ediy oru m.
- Pek çok. Ya siz?
- Altı aylık bir ço c uk kad ar m e m n u n , mü sterih bir uyku.
- Niçin yüzünüz solgun öyleyse?
- Dü ününüz ki, ba htiyarlık da insanı ş soldur a bılir.
Bu cevap üzerine ikimiz de sustuk.
İhsa n Bey'in dud a kl arı b e m b e y a z d ı Kısa bir sükûttan so nr a ağır ağır söz e başla dı. Ara sıra se sinin
titrem e s i n d e n korkuy o r gibi susuyor, birkaç saniye tereddüt ediyordu, dedi ki:
- Ferid e Hanım, size ölün c e y e kad ar minn ett arım. Bana es ki ba htiyar zam a nl arım d a da na sip olma m ış
em s a l siz bir g e c e g e çirttiniz. Size de mi n hakikati söyl e m e d i m ; b e n bu g e c e sa b a h a kad ar uyuma d ı m. ..
"Ben sizinle evl e n m e y i rica ediy oru m" diyen se siniz kulağımd a n gitme di. Uyuyam a d ı m , çünkü sizin
nişanlınız olar ak g e çirdiğim tek sa a d e t g e c e s i nin bir dakik a s ı nı ziyan etm e m e k lâzımdı Ömrümü n so nu n a
kad ar size minn ett ar kala c ağım.
- Sizi daim a me s ut ed e c eği m, dedim.
O, derin bir hey e c a n içind e y di. Ellerimi tutma k istiyordu. Fakat c e s a r e t ed e m e d i . Bir ha st a ço c uğa hitap
ed e r gibi, halim, okşayı cı bir se sl e :
- Hayır, Ferid e Hanım, bu g e c e n i n bir ferda sı ola m a z d ı, bunu biliyorum. Bu g e c e , çok m e s ut oldu m. Fakat,
bun a rağm e n , b e n, bugün gidiyoru m, birka ç sa at so nr a sizd e n ayrılmış ola c ağım.
- Niçin İhsa n Bey? Beni iste miy or mu s u n uz? Doğru değil, ban a bu kad ar ümit verdikt e n so nr a gitm e k
doğru değil.
Zabit, arka sı nı duv ar a day a dı, gözl erini kapay ar a k , derin derin: "Ah, bu ses!" dedi. Sonra, birdenbire
silkindi, hemen hemen sert bir sesle:
- Biraz dah a gayr et ets e niz, m e r h a m e t size, b e ni s e v diğinizi iddia ettire c e k .
ÇALIKU U Ş 35 3
- Niçin olma s ı n, ihsa n Bey? Mademki sizinle nişanla n m a k istedim, de m e k ki bund a bir se b e p vardı. O,
ad et a acı bir istihza ile ce v a p verdi:
- Evet, siz ma d e m k i b e ni ml e evl e n m e y i ka bul ettiniz, de m e k ki b e ni se viy or s u n uz. Fakat, b e n, sizin
tarafınızd a n bu kad ar s e vilm e k iste miy oru m. Siz, izdiva c a sa hid e n ihtimal verdiniz miydi, Ferid e Hanım?
- Ferid e Hanım, b e ni, ümitsiz bir alile karşı duyulmuş bir m er h a m e t t e n başk a saiki olm a y a n bir aşk
sa d a k a s ı nı ka bul ed e c e k kad ar düşmüş, bitmiş bir ad a m mı sanıy or s u n uz?
Nihay et bir ma h z u nlukla başımı eğdim:
- Hakkınız var. Biz iki biçar e insa nız, iki derdi birleştirirs e k, b elki me s ut oluruz diyordu m, yanılmışım.
Duvard a asılı duran kılıcı g ö st e r e r e k ilav e ettim.
- Sizin yine bir tes elliniz var. Dediğiniz gibi vazifenizin başın a dön e c e k s i niz. Ben kadınım, sizd e n da h a
biçar e yi m.
*
Bir do nuk kış sa b a h ı n a g öğüsl erin d e birka ç cılız çiğd e m, dud a kl arın d a onlar gibi yalan cı bir teb e s s ü ml e
karşı karşıya g el e n yeni nişanlılar on dakik a so nr a g özl erind e yaşlarla b e d b a h t bir ağa b e y , kims e s iz küçük
bir kız kard eş gibi birbirlerind e n ayrıldılar.
Kuşada sı, 2 Nisan
Üç gün evv el, m e kt e b i iad e ettiler. Beş yıllık fasılad a n so nr a tekrar der s e başla dık. Fakat, ne m e l a z ı m,
se n e so n u oldu gitti. Bahar, sınıfları pırıltılı gün eş aydınlıklarıyla, ılık çiç e k kokularıyla dolduruy or.
Duvarlard a Akdeniz'in yeşil har el eri
Çalıkuşu - F 2 3
354
Reşat Nuri Güntekin
dolaşıy or, ço c u k olsun, büyük olsun, kims e d e çalışma y a istek yok.
Başmuallim, bir türlü Kuşada sı'nd a kalm a k istemiy or du. Bir ay evv el başk a bir yer e g ö n d e r dil er. Yerine
b e ni tayin ettiler. Hem de unva nı mı "Müdire"y e ç e virm e k şartıyla. Ben bu cih ett e n bu işe me m n u n
olma d ı m. Çünkü mu allim arka d aşlarım tuhaf bir naz arla bak m a y a başladılar.
Gerçi bunlar, öyle malu m a tlı, me ziy etli insa nl ar değil, fakat ne olurs a olsun, yaşlı başlı kadınlar. Maarif
me m u rl arının de dikl eri gibi her birinin on b eş er, yirmişer s e n e lik "kıd e m"l e - ri var. Onların yerind e ols a m,
so nr a, günün birind e ken di kızımd a n küçük bir ço c uğu başım a g etirs el e r, zann e diy oru m ki b e ni m de
kalbim kırılır.
Mart iptida sın d a Hayrullah Bey'i tekaüt ettiler.
Kendisi zengin adam, maaşa muht a ç değil. Mamafih, ma h z u n oldu.
- Sevgili ayıcıklarımd a n birç oğunun g özl erini eliml e kapa dı m, isterdim ki, b e ni m g özl erimi de onlar
kapa s ı nl ar, me z a rı m a onlar götürsünl er, olma d ı, de di.
Hayrullah Bey, malumat cihetinden de çok mükemmel bir adam.
Bütün g e n çli ini oku m a kl a g e çir mi . Evind e ko c a m a n bir kütüph a n e s i var. Dünyad ğ ş a kitaptan lüzums uz,
boş şey olma d ığını söylüy or. Kitap yaza nl ar gibi, okuy a nl arın da hay atta hiçbir şey gör m e d e n g e çip gid e n
bud al al ar olduğunu iddia ediy or. Geç e n gün onu kuvv etli bir itirazla mağlup etm e k istedim.
- Mademki öyle siz niçin bu kad ar çok okudun uz, hatta b e ni de bun a teşvik ediy or s u n uz? de dim.
Bu, öyle itirazdı ki, ak a n sulan durdururdu. Fakat o, hiç bozulm a d ı, bilâkis, kahk a h a l arla gülüp, b e ni ml e
eğle n e r e k :
- Daha iyi de din ya, b e ni bud al a değil diye sa n a kim söyl e di, küçük, de di.
Bu ihtiyar dokt oru anla mıy or u m ki... Her neyi s e v e r s e
ÇALIKU U Ş 35 5
aleyhind e bulunuy or. Hatta öyle hiss e d iy oru m ki, b e ni bile azarla dığı zam a n her zam a n kin d e n da h a çok
se viy or.
Hastan e yi bıraktığı gün d e n b eri kâh günl er c e evin e kapa n a r a k kitap okuy or, kâh ask e rlikte n kalma
çizm e l e rini ç e kiy or, sırtına jand ar m a gibi bir tüfek takar a k Düldül'e biniyor: (düldül, onun pek s e v diği
em e k t ar atıdır) bu kıyafetl e köyl erd e bak a c a k ha st a, ken dini meş g u l ed e c e k bir iş ara m a y a gidiyor.
Evind e s e k s e n lik bir sütan n e ile "Oda b aşı" diye çağırdığı topal bir ba h çıy a n var.
Üç gün evv el b e niml e Munise'yi evin e dav e t etmişti. Pek keyifliydi. Ben, kütüph a n e yi karıştırırke n o,
Munise ile sa atl er c e ço c uk gibi oyun oyn a d ı. Munise'y e öyle ciddi emirler veriyordu ki, gülm e k t e n
bayılıyordu m:
- Şimdi sakla m b a ç oyn ay a c ağız, lâkin güç yer e sakla n m a k yok ha, parm a k kad ar vücudun var. Bir yer e
sıkışırsın, sa atl er c e b e ni yorar sın. Sonra, b e ni bula m a z s a n , me r a k etm e ha, b elki sakla n dığım yerd e uyur
kalırım
Munise'yi birka ç gün e kad ar çarşafa sokuy oru m. Şöyle böyl e on dördün e giriyor. Boyu şimdi tam b e ni m
boyu m kad ar. Küçük çiç e kl er gibi açıldı, b ey a z de n e c e k kad ar açık sarı sa çl arının içind e b ey a z küçük
yüzü, günün sa atl erin e g ör e değişe n laciv ert gözl eriyle güldük ç e yan ağın d a güller aç a n, ağladık ç a
gözl erind e n inciler dökül e n peri kızlarına b e n z e d i.
Hayrullah Bey, bu çarşaf me s e l e s i n e çok kızıyor. Ben de onun da h a pek küçük olduğunu biliyorum am a ,
ne yapayım, korkuy oru m. Tanıdıklard a n bazıları:
- Ferid e Hanım, s e n bunu erk e kt e n kaçır, vakitsiz kayn a n a ola c a k s ı n , diyorlar.
İçim e bir hey e c a n düşüyor. Hem s e viniyor, he m titizleniyoru m. Kaynan al ar için tev e k k e li titiz de m e z e l e r .
Geç e n gün, m e kt e pt e n g eliyorduk. Karşı kaldırımd a on altı, on yedi yaşlarınd a güz el c e bir me kt e pli
yürüyordu. Ara sıra bize bakışı tuhafım a gitti. Peç e mi n altınd a n , b elli etm e d e n
356
Reşat Nuri Güntekin
Munise'y e baktım. Bir de ne gör e yi m. Hain sarı çıyan gözünü n ucuyla delikanlıya bak ar a k gülmüy or mu?
O kad ar m er a kl a n d ı m ki sok ağın orta sın d a düşüp bayıla c a ktı m. Canav arı bileğind e n yakala dı m; fen a
hald e sıkıştırma y a başladı m. Evvela inkâr etti. Baktı ki, b e n d e inan a c a k göz yok, yalan d a n ağlam a y a
başladı. Çünkü g özy aşların a day a n a m a y a c ağı mı , b e ni m de ağlay a c ağı mı biliyor.
- Ben de sa n a yapa c ağı m cez a yı biliyorum, de di m. Çarşıda bulduğum koyu nefti ipeklid e n bir çarşaf
dikm e y e başla dı m.
Bu sa b a h da bir elyotrop kav g a s ı ettik. Birkaç ay evv el söz ara sı n d a elyoptr opu çok s e v diğimi söyl e miştim.
Hayruüa h Bey, bilm e m ner e d e n bulmuş, üç dört gün so nr a bir şişe g etirm e s i n mi? Bitme sin diye çok
ihtiyatlı kullanıy oru m. Sağ olsun, yara m a z kız rah at ver miy or ki. Musallat oldu, bir parç a yalnız kaldı mı,
od a y a bir elyoptrop koku s u d ur yayılıyor. Sonra, ma s u m ma s u m :
- Almadım vallahi ab a c ığım, diye ye mi n ediy or.
Kuşada sı, 5 Mayıs
Bu sa b a h , Munise biraz ha st a ve renk siz uyan dı. Gözleri kırmızı, b e n zi soluktu. Mektept e pek çok iş
olduğu için ev d e kalma k mü m k ü n değildi. Mamafih, dokt or Hayrullah Bey'e uğradım. Bize uğrayar a k
Munise'y e bak m a s ı n ı rica ed e c e k ti m. Aksi ola c a k , o da yarım sa at evv el Düldül'e bin er e k bilme m han gi
köy e gitmiş.
Eve dö n d üğü m vakit Munise'yi yatakta buldu m, ihtiyar bir komşuy a , ara sıra ço c uğu yokla m a s ı n ı rica
etmiştim. Eksik olma s ı n, hiç yanınd a n ayrılma m ış, akşa m a kad ar yayınd a çor ap örmüş.
ÇALIKU U Ş 35 7
Munise'nin nezl e si artmı tı. Ba ı ate gibi yanıy or, sa b a h ki n d e n da h a sık öks ürüy or du. ş ş ş Sesi kısılmış nef e s
alırk e n hafif bir tıkanıklık hiss ettiğini söylüy ordu. Boynunun altınd a tutarak ağzını açtırdım, elim e s ert sert
b ez el e r dokun du. Yüzün e yaklaştırdığım lamb a n ı n ziyası gözl erini kam aştırıyordu. Ağzında, küçük dilinin
etrafınd a b ey a z b ey a z kab ar cıklar görünüy or d u.
Munise, b e nim me r a k ı ml a eğlen di:
- Öksürükt e n ne olur ab a c ığım, Zeyniler'd e de b e n ök sürük o ldum, unuttun mu? dedi.
Çocuğun hakkı var. Zeyniler'd e , karların içind e onu yarı don m uş bir hald e bulduğum g e c e b öyl e değil
miydi? Çocuklard a nezl e nin ne eh e m m i y e ti olur? Yalnız canı mı sıka n şey, Hay-rullah Bey'in bulun m a m a s ı .
Onbaşı de mi n d e n tekrar uğradı, b eyin bu g e c e köyd e kaldığını söyl e di, inşallah o g elinc e y e kad ar
küçüğüm kalkmış olur.
Kuşada sı, 1 8 Tem m u z
Bu sa b a h he s a p ettim, küçüğüm toprağa düşeli tam yetmiş üç g e c e olmuş.
Yavaş yav aş bun a da alışma y a , bu acıyı da haz m e t m e y e başlıyoru m, insa n, ney e tahammül etmiyor ki!..
Demin, ihtiyar dokt oru ml a de niz ken arın a gitmiştik. Kumsald a n çakıllar, s e d ef ka bukl a n topladı m, sakin
suların üstünd e taş s e ktirm e y e başla dı m.
Hayrullah Bey, çocuk gibi seviniyordu. Beyaz kirpiklerinin içinde masum mavi gözleriyle gülerek:
- Ah, g e n çlik! Elhamd ülillah onu da yen dik. Bak, ren gin gibi neşe n de g elm e y e başla dı, de di. Güldüm:
- İnsa nın sizin gibi dokt oru oldukta n so nr a tabii değil mi? de dim.
358
Reşat Nuri Güntekın
Ağır ağır başını salladı:
- Tabii değil, küçük, tabii değil, dokt orluk da insa nlar gibi, kitaplar gibi doğruluk ve c ef a gibi asılsız, fasılsız
bir ma s a l... Parma k kad ar ço c uğu kurtara m a d ı kt a n so nr a, içine tüküreyim b e n b öyl e fennin.
- Ne yapalım, Doktor Bey, üzülm e yiniz. Allah öyle istedi, öyle oldu, dedim.
Mahzun ma h z u n yüzüm e baktı:
- Zavallı küçük; b e n sa n a asıl niçin acıy oru m, biliyor mu s u n? Bir derd e uğradığın vakit, asıl tes elli edile c e k
ken din olduğunu unutuy or, başk al arını tes elliye başlıyors un. Senin bu ma zlu m hallerin b e ni ağlata c a k gibi
olu yor küçük.
Biraz sustu. Sonra, ken di ken din e şikây et e başla dı:
- Ben de am a ipsiz sap sız herif oluy oru m ya, bun a dı m mı, ne dir? Haydi küçük gid elim.
Sararmış tarlaların içind e n ev e doğru yürüm e y e başla mıştık. Bütün çiftçiler, dokt oru tanıy orlar. Kocam a n
bir ekin yığının yanın d a çalışan ihtiyar bir kadınla konuştuk. Hayrullah Bey, birka ç s e n e ev v el bu kadının
torununu ted a vi etmiş. Büyükan n e çok dualar etti; so nr a tem m u z gün eşinin altınd a har m a n döğe n gürbüz
bir g e n ci çağırdı:
- Gel buraya. Hüseyin, velinimetinin elini öp. O olma s a y d ı, s e n şimdi bir avuç toprak olmuştun, de di.
ihtiyar dokt or, Hüseyin'in yanık, yerli yüzünü okşa dıkta n so nr a:
- Ben öyle kuru kuruya el öpm e l e r d e n anla m a m delika nlı. Haydi bak alım bizi düv e n e bindir, de di.
İki kuvv etli öküzün çe ktiği düv e n e bindik, he m e n , b eş on dakik a bu sa m a n de nizinin sarı dalg al arı üstünd e
ağır ağır dolaştık.
ÇALIKU U Ş 35 9
Bugün artık o vak a yı yaz m a k kuvv etini ken di m d e buluy oru m. Defterimin so n sayfa sı nı yazdığım g e c e n i n
so n sa b a h ı Munise'yi da h a ziyad e ha st a buldum. Sesi konuşa m a y c a k der e c e kısılmıştı. Biçare küçük
göğs ü hav a s ızlıkta n bun a h y o r d u. Ne olurs a olsun, bir başk a dokt or ara m a y a gid e c e k ti m; fakat çarşafımı
giyerk e n Hayrullah Bey g eldi. Hastayı kısa bir mu a y e n e d e n g e çirdikt e n so nr a, eh e m m i y e tli bir şey
olma d ığını söyl e di.
Mamafih, çe hr e si çatık, g özl e n düşünc eliydi. Bu ç e hr e yi b eğe n m e d iğim kork a kork a ken di sin e söyl e di m.
Canı sıkılmış gibi omuzl arını silkti:
- Mızmızlan m a y a lüzum yok. Tam dört sa atlik yolda n g eliyoru m. Yorgunlukta n b er b at oldum; söz e hizm e t
ettiğimiz yetmiy or da, bir de dalk a vukluk mu etm e li? de di.
Hayrullah Bey, eh e m m i y e tli ha st alıklar karşısınd a daim a b öyl e as a bi ve kab a bir ad a m oluy or du.
Yüzüm e bak m a y a çalışarak:
- Lüzum yok am a , ihtiyate n bir iki dokt or arka d aşı çağ- rac ağım, kâğıt kal em bul, çabuk, dedi.
Bugün her i im aksi gidiyordu. Sab a ht a n b eri m e kt e pt e n üç defa had e m e g ş ö n d e r mişl er di. Maarif
Encüm e n i aza sı n d a n iki efe n di ile bir müf ettiş g elmiş, b e n d e n bazı şeyler sor a c a k - larmış.
Üçüncü ha b e ri g etire n ha d e m e kadını ad et a hı rpalayarak kovuyordum. Hayrullah Bey, birdenbire
hiddetlendi:
- Ne halt var bura d a? Haydi vazifenin başın a. Yorgun yorgun, az işim varmış gibi, bir de se ninl e mi
uğraşmalı? Haydi ça bu k, çarşafını giy, marş. Sen bura d a durup b e ni şaşırtırsın. Billah çıkar g iderim.
ihtiyar dokt or öyle s ert ve kati tavırla bu e mri ver mişti ki, itaat etm e m e k mü m k ü n değildi.
Bir kelim e söyl e m e y e c e s a r e t ed e m e d i m ; pe ç e m i n altıda ağlaya ağlaya me kt e b e gittim.
360
Reşat Nuri Güntekin
Maarif, b e ni düny a nı n nim etin e gark ets e , bugün kü fed a k ârlığımı öd e y e m e z . Müfettişler sınıflan g eziy orlar,
tale b e l e ri imtiha n a ç e kiy orlar, defterl eri g ör m e k istiyorlar, bin türlü olma y a c a k şeyler soruy orlardı.
Basımd a ki kıya m e t içind e na sıl düşündü m, na sıl c e v a p verdim, bilmiy oru m! Vakit ikindiy e yaklaşıy ordu,
onlar hâlâ gitmiyorlardı.
Nihay et araların d a n bin perişanlığımı fark etti:
- Rahatsız mı sınız Müdire Hanım? Çehr e niz pek b ozuk görünüy or, de di.
Artık, ken di mi tutam a d a n , me r h a m e t ister gibi boyu m u büküp, ellerimi kavuşturara k:
- Evde ço c uğu m ö lüyor, dedim.
Acıdılar, ma n a s ı z tes elli sözl eri söyl ey e r e k gitme m e mü s a a d e ettiler.
Evimle me kt e b i n ara sı nihay et b eş dakikalık bir yer. Ben bu yolu yarım sa at, b elki dah a uzun bir zam a n d a
yürüdü m. Sab a ht a n b eri ev e koşm a k için o kad ar çırpındığım, hırçınlaştı- ğım hald e , şimdi bir türlü oray a
gitme k istemiy or du m. Ten h a sok a kl ar d a duv arlara day a nıy or, yorgun yolcular gibi çeş m e taşların a
oturuy ordu m.
Evimin açık pen c e r e l e ri içind e yab a n c ı erk e k başları g örünüy or du. Kapıyı ba n a "on b aşı" açtı. Bir şey
sor m a y a c e s a r e t ed e mi y o r, bir şey söyl e m e m e s i için gözl eriml e , haliml e yalva- rıyordu m. Fakat o, ban a
um m a d ığı m bir şey söyl e di:
- Fakir ço c u k ha st a c a . ... Allah, inşallah, şifasını verir, de di.
Birden bir e tava nl ar sarsıldı, m e r div e n başınd a dokt or Hayrullah Bey görün dü. Göğsü çıplak, başı açık,
kollan sıv alıydı:
- Kim g eldi Onbaşı? diye se sl e n di. Halsiz halsiz m e r div e n ba s a m ağı n a çö m e l miştim. Taşlığın karanlığınd a
b e ni görün c e durdu, şaşkın şaşkın:
- Sen misin, Ferid e? Pekâlâ kızım, pek âl â, de di. Sonra
ÇALIKU U Ş 36 1
ağır ağır yanım a indi; halim, her şeyi bildiğimi söylüy ordu. Ellerimi tuttu, ke sik ke sik:
- Kızım, gayr et et, dişini sık. inşallah kurtulur. Serum yaptık, elimizd e n g el e ni yapıy oruz. Allah büyük, ümit
ke silm e z , de di.
- Doktor Bey, müsaade ediniz, onu göreyim, dedim.
- Şimdi değil, Ferid e bir parç a so nr a. Şimdi biraz dalgın, vallahi bir şey olma d ı. Yemin ediy oru m sa n a .
Dalgınlık billahi. Sakin bir inatla:
- Mutlaka gör e c eği m, Doktor Bey, hakkınız yok, diye sızlan dı m. Sonra, içimi çe k e r e k ilav e ettim:
- Zannettiğinizd e n ziyad e kuvv etliyim. Münas e b e t siz bir şey yapm a m d a n korkm a y ı n.
Hayrullah Bey, bir parç a düşündü; so nr a başını sallay ar a k razı oldu:
- Peki kızım, fakat şunu unutma ki, b ey h u d e ah u vahlar ha st ayı ürkütür.
insa n, ne kad ar acı olurs a olsun, bir me c b u riy eti ka bul ettikten so nr a içine sükûn ve tev e k k ül g eliyor.
Hayrullah Bey'in omz u n a başımı day ay ar a k od ay a girerk e n , ne gö nlü m d e hey e c a n , ne gözü m d e bir da ml a
yaş vardı!
Aradan yetmiş üç yıl kad ar uzun, yetmiş üç gün g e çtiği hald e hâlâ o od ayı g özümün önünde görüyorum.
içerid e g ö ml e kl e rinin yak a sı nı ve kollarını aç mış iki g e n ç dokt orla bir ihtiyar kadın vardı. Ağaç
yapraklarının içind e n süzüler e k giren bir ikindi gün eşi od a yı parlak bir hay atla doldu- ruyordu. Dışarıda
kuşlar, ağusto s bö c e kl e ri ötüyor, uzaklard a n bir gra m af o n s e si g eliyordu. Odanın içi karm a k a rışıktı.
Sand aly el er d e , raflarda, şişeler, pamu kl ar, yerlerd e duv arlard a Munise'y e ait bin türlü eşya sürünüy or du.
Aynanın ken arın d a onun dokt orun ba h ç e s i n d e k i çiç e kl er d e n eliyle yaptığı bir de m e t , kon s olun üstünd e
de niz ken arın d a n topladı ı bir avuç renkli ta , s e d e f kabukları, san d aly el e ğ ş r d e n birinin altınd a
362
Reşat Nuri Güntekin
iskarpinin bir teki, duv ar d a B.'de evimizin içind e sulub o y a ile yaptığım res mi (başınd a kır çiç e kl erind e n bir
çel e n k , kuc ağın d a Mazlum ile yaptığım o resini) so nr a, bin türlü b o n c u kl ar, kumaş parç al arı, ca m küpel er,
duv a klı g elin kartpo st alları, bir kız ço c uğu kalbinin bütün bu ma s u m ve biç ar e s e v gil eri...
"Munise, artık çarşaflı bir g e n ç kız oluy or" diye iki hafta evv el on a sarı yaldızlı bir kary ol a almış, bir b e b e k
yatağı hazırlar gibi öz e n e , b e z e n e mu slinl erl e süsl e miştim.
Küçüğüm, bu ipekl erin içind e bir başk a ipek küm e s i gibi b e m b e y a z yatıyor, başı ağır bir rüyanın reh a v e ti
içind e biraz yan a düşüyordu. Karyolasının de mirind e n , nefti çarşafının dah a bitm e miş pel erini sarkıy or,
başucu n d a ki rafta B.'de satın aldığım b e b eği -küçüğümü n bus el e rid e n solmuş yüzü, iri ma vi g özl eriyleon
a bakıy or du. Hastalığın bütün acıları, azapları durmuştu. Yorgun bir uyku içind e uyurk e n ağzının
etrafınd a so n bir hay at titriyor, gülüms e r gibi arala n mış dud a kl arı, inci dişlerini g ö st e riy ordu. Bu zav allı
güz el şeyler kara nlık bir köy m e kt e b i n d e , ruhumu n için e döküldükl eri dakik a d a n bugün e kad ar b e ni me s ut
etmişlerdi.
Kuşlar, hâlâ şenlik yapıyorlar. Gramof o n hâlâ çalıyordu, ikindi gün eşinin ağa ç yapraklarını tarıyan ışıkları,
bu renk siz ço c uk yüzün e , örs el e n miş kel e b e k kan atlarının parm a kl arın d a bıraktığı yaldızlı toza b e n z e r bir
renk veriyor, alnın a dökülmüş sarı perç e ml e riyl e oynuy or du.
Ne bir feryat, ne üstün e atılma k gibi bir telaş... Kollarım ihtiyar dokt orun boyn un a kilitlen miş, başım
omz u n d a , ad et a acı bir sa a d e tl e bu güz elliği s eyr e diy or du m.
Ölüm, yavrum a bir ay ışığı tatlılığıyla yaklaşıyor, bir an a dud ağı gibi korkutup ürkütm e d e n alnınd a n ,
dud a kl arınd a n öpüy or du.
ÇALIKU U Ş 36 3
Doktorlar, yatağa yaklaşmışlardı. Birisinin, ipek örtüler içind e n küçüğümü n çıplak kolunu çıkardığını, on a
bir iğne yaklaştırdığını g ördü m.
Hayrullah Bey hafifçe döndü, vücudunu gözlerime siper etti. Birisi:
- Kolonya, bir parça kolonya, diyordu.
ihtiyar dokt or, başıyla raflard a n birini g ö st e r di. Kuşlar hâlâ durmuy o r, gra m o f o n gittikç e artan bir şenlikte
çalm a kt a de v a m ediy or du.
Birden bir e od a nı n için e ke s kin bir elyotr op koku s u yayıldı. Kolonya bula m a m ışl ar onu kullan mışlardı.
Elyotrop... Küçüğümün elind e n he m e n he m e n zorla ç e kip aldığım bu şişe... Bana verdiği bütün sa a d e tl er e
muk a b il on d a n , se v diği eh e m m i y e t siz bir kokuyu kısk a n a c a k kad ar mı kalpsizlik etmiştim?
- Şişeyi yatağa b oşaltınız, dokt or b ey, küçüğü m bu koku içinde daha mesut ölecek, dedim.
Hayrullah Bey, sa çl arımı okşuy or:
- Haydi Ferid e, haydi evla dı m, artık dışarı çıkalım, diyordu.
Munise'yi so n defa öpm e k istiyordu m. Ces ar et ed e m e d i m , yalnız çıplak kolunu tuttum. Küçüğüm, ara sıra
ellerimi tutar, avuçl arımı çe vir er e k içlerind e n öp er di. Bend e onun gibi yaptım. Bu zav allı buruşuk
avuçl arının içind e n küçük küçük bus el e rl e öptüm, ab a s ı n a ettiği bütün iyilikleri için teşek kür ettim.
Bu dakik a d a n so nr a Munise'yi bir dah a gör e m e d i m . Beni yatağımın üstün e uzattılar ve yalnız bıraktılar.
Bir yand a n titriyor, bir yand a n ter döküy or d u m . Evin içine yayılan ke s kin elyotr op koku s u bir dalg a gibi
içim e gö m ülüy or, g öğsü m ü tıkıyordu. Bana öyle g eldiki bu koku, bu ikindi aydınlığınd a ki kuşların s e si,
se n e l e r c e de v a m etti. Sonra yav aş yav aş ortalık karardı. Gözlerimin önün d e Munise'nin, kar fırtına sın d a
kayb ol duğu o kara nlık g e c e n i n hay ali titriyordu.
364
Reşat Nuri Güntekin
Küçüğümün kapıy a vurduğunu, fırtınanın içind e inc e se siyl e inlediğini duyuy ordu m.
Gecenin bilm e m han gi sa atind e y di. Kuvvetli bir ışık g özl erimi yaktı; sa çl arım a , alnım a bir el dokun d uğunu
hiss ettim, gözl erimi açtım, ihtiyar dokt or, elind e bir şamd a nl a yüzüm e eğiliyor, sö n ük ma vi gözl erind e ,
b ey a z kirpiklerind e yaşlar titriyordu. Rüya içind e gib i:
- Saat kaç? Bitti, değil mi?
Dediğimi hatırlıyoru m, so nr a yine yav aş yav aş o Zeyniler g e c e s i nin karanlığına daldım.
*
Gözlerimi, tekrar açtı ım vakit, bulundu um yeri tanıya m a d ı m ; ba k a od a, ğ ğ ş başk a pen c e r e l e r...
Dirsekl erim e day a n a r a k kalkm a y a çalıştım, başım b e ni m değilmiş gibi, tekrar yastığın üstün e düştü.
Şaşkın şaşkın, etrafım a bak mı y o r du m . Yine dokt orun ma vi gözl erini gördü m.
- Fend e , b e ni tanıdın mı?
- Niçin tanım a y a yı m Doktor Bey? de di m.
- Çok şükür, ço k şükür. Cüml e mi z e g e ç miş olsun.
- Bir şey mi oldu, doktor?
- Sen yaşta bir ço c uk için eh e m m i y e t siz, biraz uyudun kızım, biraz uyudun, eh e m m i y e t verile c e k birşey
değil...
- Ne kadar uyudum?
- Epeyc e zam a n , ziyanı yok... On yedi gün kad ar...
On yedi gün uyku 1 Ne tuhaf!.. Aydınlık, b e ni rah atsız ettiği için tekrar g özl erimi kapa dı m, bu on yedi
günlük uykuya; başk a s ı nı n göğsün d e n g eliyor, dud a kl arın d a n çıkıy or gibi bir tuhaf se s ver e n kahk a h al a rla
güldü m; so nr a tekrar uyudu m.
*
Büyükç e bir b eyin hum m a s ı g e çir mişim. Doktor Hayrul-lah Bey, b e ni ken di evin e nakl etmiş, on yedi gün
başucu m d a n
ÇALIKU U Ş 36 5
ayrılma mış. Bu, b e ni m hay atta ilk büyük ha st alığımdı. Nekah e t zam a n ı m kırk günd e n ziyad e sürdü.
Günlerc e yerimd e n kalka m a d ı m . Hastalıktan so nr a sa çl arım de m e t de m e t inm e y e başla mıştı. Bir gün,
ma k a s istedim; onları en s e m i n hizasın d a n ke stim.
Neka h et ne tatlı şey. İnsa n, yenid e n düny ay a g el miş gibi oluy or; en eh e m m i y e t siz yerler e -renkli
oyun c a kl ar a bak a n küçük ço c u k gibi- s e vin çl e , sa a d e tl e bakıy or. Cama kan atlarını çarp a n bir kel e b e k ,
ayn a nın ken arın d a renkli akisl er uyan dır a n bir gün eş aydınlığı, uzak bir sürünün hafif çıngıra k se sl eri,
kalbimi lezz etli titrem e l e rl e çırpındırıy ordu.
Hastalık, so n üç se n e m i n bütün zehirlerini alıp götür müştü. Hatıralarım bile başk a sı n a ait şeyler gibi
g eliyordu. Onlar, artık b e n d e ne bir ked e r, ne bir hey e c a n uyan dırıy or du. Zama n zam a n hayr etl e ken di m e
soruy or du m:
- Sakın bunlar bir uzun rüyanın hatıraları olma s ı n! Yahut onları bir e s ki roma n d a n oku muş olm a y a yı m?
Evet, vak al arı rüyad a , ç e hr el e ri, b oy al arı solmuş, ç er ç e v e l e ri tozlan mış es ki fotoğraflard a g ör müş gibiyim.
Doktor Hayrullah Bey, bu nek a h e t zam a n ı n d a ba n a arka d aşlık etti. Bir gün yalnız bırak m a d ı . Kâh
hikây el e r söylüy or, kâh rom a nl ar okuy ar a k b e ni eğle n dir m e y e , güldür m e y e çalışıyordu. O biç ar e de çok
yoruldu.
- Hele şöyle bir ad a m a k ıllı ayağa kalk... Alimallah ha st a bile olma s a m , keyif için patisk a ent ari diktirip üç
ay yatakta yata c ağı m. Sana bin türlü naz ed e c eği m, diyor.
Ara sıra b e nim, uykuy a b e n z e y e n dalgınlıklarım oluy or, inc el miş g özk a p a kl arımı n ara sı n d a n pe m b e gün eş
ı ıklan sızara k bir zam a n o hald e kalıyordu m şO
vakit, Hayrullah Bey, karşımd a ki koltukta kitap okuy or yahut uyukluyordu. Bu dalgınlık sa atl erind e
ruhumu n vücudu m d a n ayrıldığını, ışık gibi s e s gibi b oşluklard a dolaştığını hiss e diy or d u m.
366
Reşat Nuri Güntekın
Nerel er e , han gi m e ml e k e tl er e gidiyordu m, bilmiy oru m. Yalnız bird e n bir e uçuruml ar a düşm e k hissi içind e,
içim ılınarak silkinip uyan dık ç a öyle hiss e diy or u m ki, uzak, pek uzak bir yerlerd e n dön üy oru m.
Kulaklarımd a ışık süratiyle aşılmış me s a f el e rin rüzg ârları hışıldıyor, gözl erimd e hav a n ı n en yüks e k
tab a k al arın d a g örülmüş dum a nlı me ml e k e tl e rin dağınık, sö n ük hatıraları titriyordu.
Evvelki gün Hayrullah Bey'e dedim ki:
- Doktorcuğu m, artık büs b ütün iyileştim. Onu ziyar et ed e b iliriz.
Evvela razı olma d ı, da h a hiç olm a z s a on b eş gün, bir hafta sa br et m e m i söyl e di.
Fakat ha st al arın inatçılığına, titizliğine tah a m m ü l etm e k mü mk ü n olmuy o r. İhtiyar arka d aşımı nihay et razı
ettim. Bahç e d e n iki kuc a k çiç e k, de niz ken arın d a n birç o k renkli taş -küçüğüm bunları çiç e kl er d e n ziyad e
se v e r di- topladık.
Munise, Akdeniz' e karşı bir tep e ciğin üstünd e , ken di gibi inc e cik bir küçük servinin altınd a yatıyor.
Saatlerc e yanın d a oturduk. Hastalığımd a n b eri ilk defa olma k üzer e dokt orla onu konuştuk. Küçüğümün
nasıl öldüğünü, nasıl g ö m ül düğünü bilme k istiyordu m. Bütün ısrarlarım a rağm e n Hayrullah Bey ban a
tafsilat ver m e d i. Yalnız bir ey ö re n e b ildim: Gömüldükt e n so nr a ima m, Munise'nin ş ğ ann e si nin ismini
sor muş, bunu, tabii kims e bilmiyor dokt or b e ni m, bu küçük kız için he m e n he m e n bir ann e olduğumu
hatırlamış, ismimi ver miş. Yavrumu "Munise bin Ferid e" diye toprağa teslim etmşiler...
ÇALIKU U Ş 36 7
Kuşada sı, l Eylül
Doktor Hayrullah Bey bu sabah bana:
- Küçük, de di. Beni yine bir köyd e n iste mişler. Düldül san a e m a n e t , sakın hayv a nı n pan s u m a n ı nı o
"Oda b aşı" ayısın a bırak m a . Kendi ba c ağı gibi Düldül'ün ba c ağını da ke stirm e y e mi az m e tti, hain ne dir? Bir
türlü ayak iyi olmuy o r, pan s u m a n ı biliyorsun. Yarayı tekrar bağladıkta n so nr a Düldül'ü s e kiz, on dakika
ba h ç e n i n içind e dolaştır, hatta mü m k ü n s e bir parç a , am a çok değil, koştur anla dın mı? ikinci işe g elinc e ,
fırıncı Hur-şit Ağa bugün fırın kirasını g etire c e k , yirmi s e kiz lira mı ne, b e ni m tarafınd a n parayı alırsın.
Ayrıca, ney di o söyl ey e c eği m? Kafa kalma d ı ki... Ha, ev et, b e ni m kütüph a n e m i aşağıya nakl ettir. Deniz
tarafınd a ki od ayı san a ver e c eği m. Orası da h a güz el, he m kışın lod o s a karşıdır, üşüm e z si n...
Ne vakitten b eri söyl e m e k istediğim sözün sıra sı g elmişti. Dedim ki:
- Doktor Bey, Düldül'ü me r a k etm e yin, kirayı da alırım. Fakat, öt ekin e ihtiyaç var mı? Artık, mis afirliğim kâfi
der e c e d e uzadı, mü s a a d e ed e r s e n iz b e n gid e c eği m.
Doktor, ellerini kalç al arın a day a dı, b e nim taklidimi yapm a k için s e sini inc elt er e k hidd etl e:
- Misafirliğim kâfi der e c e uzadı. Müsaa d e ed e r s e n i z b e n gid e c eği m, de di. Sonra da h a sert bir tavırla
yumruğunu sallay ar a k:
- Ne de din? Gide c e k misin? Yediği nan e y e bak. Ağzını kulakların a kad ar yırtarım da asıl o vakit kıya m e t e
kad ar güler sin.
- Fakat, Doktor Bey, de dim, mis afirlik fazla uzuyor. Yine elini b elin e dayıy ar ak:
- Peki, küçük h a n ı m hazr etl eri, gitm e k istiyorsun uz, âlâ fakat Quo Vadis?...
Gülümseyerek cevap verdim:
368
Reşat Nuri Güntekin
- Doktor b ey, ner e y e gid e c eği mi b e n de ken di ken dim e soruy oru m. Fakat şu var, gitm e k elz e m. İlanih ay e
yanınızd a kala m a m . Bu, tabii... En düşkün bir zam a n ı m d a ban a yardım ettiniz, bunu unutma y a c ağı m,
fakat...
Hayrullah Bey, çe n e m i n altınd a n tuttu:
- Küçük kız, g e v e z e liğe lüzum yok, biz, s e ninl e "iki ah b a p çavuş" olduk. Haydi, mün a s e b e t s izliği bırak.
Ben, hâlâ ısrar ediy ordu m :
- Doktor Bey, kalma k b e nim canı m a minn e t, emin olunuz, yanınızd a çok me s ut oluyoru m, fakat nic e d e n
Beri size yük ola c ağı m? Gerçi çok insaniy etlisiniz, fed a k â r sı nız...
Doktor, kıs a sa çl arımı birbirin e karışırarak eğle n m e y e de v a m ediy or, yine b e nim söyl eyişimi teklit etm e k
için yan ağını çukurlaştırarak, dud a kl arını sivriltip, s e sini inc elt er e k:
- insa niy et, fed a k â rlık... Traje di mi oynuy oruz b e deli ço c uk? diyordu. Anlatam a d ı k gitti, insa niy et,
fed a k â rlık ba n a vız g elir, küçük kız. Ben keyfim için yaşa dı m, keyfim için sa n a hizm e t ettim. Send e n
hoşlan m a y a y ı m da bak, suratın a bak ar mıydım? Kendimi tep e si üstü min d e r d e n attığımı işitsen yine
fed a k â rlık ettiğime inan m a . "Bu ho d k â m ihtiyar, kim bilir, ne zevk buldu?" de. Moliere'in bir kahr a m a n ı
vardır, pek zevkim e gid er. Herife day a k atark e n öte ki b eriki kurtarma y a g elir, herif, hep sini kov ar. "Haydi
ef e n di m işinize. Allah allah! Belki b e n, day a k yem e k t e n hoşlanıy oru m!" der. Haydi küçük, zevz e kliği bırak,
g eldiğim vakit od al ar hazır olma z s a vay halin e alimalla h hani, bir iri g e n ç b e k çi var, herifi çağırır zorla se ni
nikâh ed e rim. Cezayı görürsün ha?..
Hayrullah Bey'in, ara sıra yaptığı gibi, yine mün a s e b e t s iz şakalar ed e c eği ni, b e ni utandırıc ağını
biliyordu m, he m e n yanınd a n kaçtım.
ÇALIKU U Ş 36 9
Hayrullah Bey, benim için he m iyi bir ba b a , he m iyi bir arka d aş oldu... Evind e, ken di mi yab a n c ı
bulmuy o ru m, b e nim gibi kalbi ve hay atı kırılmış bir kızın ne kad ar m e s ut olma s ı mü m k ü n s e o kad ar m e s ut
oluyoru m. Kendime bin türlü şey icat ediy oru m, ihtiyar sütnin ey e yardım, evi düz eltm e k , ba h ç e y e
yem e k l e r e hatta dokt orun he s a pl arın a bak m a k , dah a b öyl e bin türlü iş.
Burad a n ayrılıktan so nr a ne yapa c a ı m? Ben, artık alil sayılırım. Sıhhatim yav a yav ğ ş aş düz eliyor. Fakat
nafile, öyle hiss e diy or u m ki, içimd e mü e b b e d e n kırılmış bir şey var. Eski sıhh atimi, ban a her şeyi hoş
gö st er e n es ki neşe mi artık bula m a y a c ağı m. Gülerk e n ağlıyorum, ağlark e n gülüy oru m, dakika m dakika m a
uymuy o r. Mesela, g e ç e n akşa m pek neşeliydim. Yatağımd a gözl erimi kapark e n ad et a ken di mi me s ut
hiss e d iy or d u m . Saba h a doğru karanlığın içind e hiç s e b e p s iz ağlaya ağlay a uyan dı m. Neyim vardı? Niçin
ağlıyordu m? Bunu ken di m de bilmiyordu m. Öyle sanıy oru m ki g e c e , bu koc a m a n düny a nı n bütün evl erini
birer birer birer dolaşar a k ne kad ar ke d e r, ümitsizlik vars a hep sini toplamış, g etirip b e nim göğsü m e
doldur muş. Bu s e b e p s iz, isimsiz dilsiz yeis içind e : "Anne ciğim, ann e ciğim!" diye titrey e titrey e hıçkırıyor,
da h a kuvv etl e feryat etm e m e k için parm a kl arıml a ağzımı kapıy or du m. Birden bir e yanım d a ki od a d a n
Hayrullah Bey'in se si g eldi:
- Ferid e, se n misin? Ne oldun kızım?
ihtiyar dokt or, elind e mu ml a od a m a koştu, ne olduğumu, niçin ağladığımı bile söyl et m e y e lüzum gör m e d e n
eh e m m i y e t siz, b elki ma n â s ı z şefkat kelim e l e riyle b e ni teskin etti:
- Bir şey değil, kızım, bir şey değil, eh e m m i y e t siz bir sinir nö b e ti, g e ç e r yavrum. Vah, ço c uğu m, vah.
Ben, g özl erimd e bir türlü durm a y a n yaşlar, tıkan a n kuş yavruları gibi açık ağzımd a b oğuk hıçkırıklarla
titrerk e n ihtiyar arka d aşım, pe n c e r e y e dön dü, kara nlıkta ta uzaklar a yumruğunu saklay ar a k:
Çalıkuş u - F 24
370
Reşat Nuri Güntekin
- Allah b el a nı versin, aslan gibi ço c uğu b er b at ettin, de di. Yalnız kaldıkta n so nr a da böyl e ha st alık ve
ümitsizlik sa atl erim olurs a b e n ne yapa c ağı m? Adam s e n d e . .. Şimdid e n bunu niçin düşün m e li? Herhald e
da h a en az bir ay, b elki da h a ziyad e , dokt or b e ni bırak m a y a c a k . ..
Alacak ay a Çiftliği, 1 0 Eylül
Bir haftad a n b eri Alacak a y a' d a , sözü m on a bir çiftliğim var, hayli zam a n d a n b eri gidip yokla m a d ı m , işçileri
boş bırak m a y a g elm e z . Seni on b eş gün oray a g ötür e yim. Sana da iyi bir teb dili hav a olur; gözün gö nlün
açılır. Bak, yakınd a me kt e p açılıyor. Bütün yıl kapalı kala c a k s ı n.
- Doktor Bey, açıklık yerleri çok s e v e ri m, fakat m e kt e p açılm a k üzer e. Bilme m ki, nasıl olur? diye ce v a p
verdim. O, hidd etl e omuzl arını silkti:
- A ba b a m , b e n sa n a gid er misin? diye sor m a d ı m ki müla h a z at söylüy or s un; götür e c eği m, de dim. Sen ne
karışırsın? Bu, dokt or c a bir iş... Olmaz s a rapor yazar, zorla g ötürürüm. Haydi, haydi! Bir kaç parç a
ça m aşır, kütüph a n e d e n b e ni m "Ro-uss e a u "l arımı al.
Hayrullah Bey, b e ni artık bir me kt e p ço c uğu gibi idar e ediy or. Hastalığımd a n so nr a, zayıflaya n irad e ml e
on a karşı koym a k mü m k ü n değil, he m de dah a tuhafı, bun d a n şikây et de etmiy oru m, bu itaat, ad et a
hoşum a gidiyor.
Doktorun çiftliği bakı m s ı z kalmış. Fakat, ne güz el bir yer. Kışın bile buraları, bir ba h ar a b e n z e r miş. Hele,
bir kayalık var ki, s eyr et m e k l e doyulur şey değil. Bu kayal ar, gün eşin sa b a h , öğle, akşa m gün eşi olma s ı n a ,
hav a nı n açık, yahut kap alı bulun m a s ı n a gör e renk değiştiriyor, lal kırmızısı, pe m b e , mor. b e y a z yahut siyah
görünüy or. Onun için buray a: "Alacak a y al ar" de mişl er.
ÇALIKU U Ş 37 1
Çiftlik b e ni umduğu m d a n ziyad e meş g ul etti. Çiftçilerle b er a b e r süt sağıy oru m. Artık, b e ni m de sa mi mi bir
ah b a b ı m olma y a başlay a n Düldül'e bin er e k civar koruluklard a g e ziy oru m. Hasılı, düşündüğü m kır hay atı.
Mamafih, gö nlü m pek rahat değil, birka ç gün e kad ar m e kt e p açıla c a k , işimin başınd a bulun m a m , binayı
silip süpürt- m e m lazım. Hayrullah Bey'e söz anlatm a k kabil değil ki...
Doktor, geceleri bana roman okutuyor.
- Bu ipsiz sap sız lakırdılara tah a m m ü l edilm e z am a , s e nin ağzınd a n bay ağı hoş oluyor, diyor.
Dün g e c e , yine on a kitap okuy or du m. Kitapta bazı açık sözl er var. Onlar g eldikç e utanıy or, yerlerin e
süratle başk a kelim el e r koym a y a , yahut cüml el e ri atlam a y a çalışıyordu m. Hayrullah Bey, b e nim telaşımı
fark ediy or, gür kahk a h a l arl a tava nları sarsıy or du.
Birden bir e kara nlıkta köp e kl er havla m a y a başladı. Pen c e r e yi açtık. Çiftliğin kapısın d a n bir atlı giriyordu.
Hayrullah Bey:
- Kim o? diye s e sl e n di. Onbaşının s e si:
- Benim, yab a n c ı değil, diye ce v a p verdi. Onbaşının bu sa att e Kuşada sı'n d a n buray a g el m e s i mühim bir
vak ay dı. Doktor:
- Hayırdır in allah! Ben, a a ı inip anlay a yı m bak alım. Gecikirs e m se ş ş ğ n yat küçük, de di.
Hayrullah Bey, bir sa at e yakın bir zam a n Onbaşının yanınd a kaldı. Yukarı çıktığı vakit, yüzü kırmızı,
kaşları çatıktı:
- Onbaşı niçin g el miş Doktor Bey? de di m. Sert bir se sl e ad et a bağırdı:
- Sana git yat, de dim yahu, san a ne? Olur rezal et değil bu kız ço c ukl arının ma s k a r alığı b e! Bana ait bir iş.
Artık, onun tabiatını öğre n miştim. Böyle zam a nl ar d a üzerin e varm a y a g el miy or du. Çare siz, şamd a n ı
alarak od a m a gittim.
Bu sa b a h , uyan dığım vakit Hayrullah Bey'in erk e n d e n
372
Reşat Nuri Güntekin
mühim bir iş için gittiğini, ma m a fi h, dön m e z s e m er a k etm e m e m i söyl e diğini ha b e r verdiler.
Herhald e bu zarf ba n a ait ola c a k ... Bu kâğıt parç a s ı b e ni derin derin düşündürüy or. Acab a bunu dün g e c e
on b aşı mı g etirdi? Öyleys e niçin Hayrullah Bey, b e n d e n sakla dı? Buna imk â n yok; mutlak a bu zarf,
kitaplar ara sın d a Kuşada sı'nd a n g elmiş ola c a k .
Kuşada sı, 2 5 Eylül
Hayata paç a vr a diyen m eğ e r ne doğru söylüy or muş!
*
Son vak a yı defterimin so n sayfa sı n a olduğu gibi kayd e diy oru m. Kendimd e n ne bir isyan, ne de bir da ml a
gözy aşı ilav e etm e k istemiy oru m.
Hayrullah Bey, b e ni, iki gün çiftlikte b e kl etti. Üçüncü g e c e me r a kı m o der e c e yi buldu ki, ne olurs a olsun,
sa b a hl e yin bir ara b a hazırlata c a k , ken di ken dim e kas a b a y a ine c e ktim. Fakat erte si sa b a h , uyan dığım
vakit onu g elmiş buldum.
O kayıtsız, kaygı sız Hayrullah Bey'i, hiç bu kad ar perişan ve yorgun g ördüğü mü hatırlamıy oru m. Her
zam a n ki gibi sa çl arım a dud a kl arını kon dur du. Sonra dikkatli dikkatli yüzüm e bak ar a k:
- Hay Allah b el al arını ver e si c e l e r, tuu! de di.
Başımd a yeni bir tehlike nin dolaştığını anlıyor, fakat bir şey sor m a y a ce s a r e t ed e mi y o r d u m.
Hayrullah Bey, elleri cepl erind e düşün e düşün e ep e y c e dolaştı. Sonra, ellerini omuzl arım a koy ar a k:
- Küçük, s e n bir şeyler biliyorsun, de di.
- Hayır, Doktor Bey.
ÇALIKU U Ş 37 3
- Biliyorsun, böyl e olma s a işlerd e ki tuhaflık naz arı dikkatini celp ed e c e k ti. Mutlaka bir şeyler sor a c a ktın.
Gayet ağır, ciddi bir te e s s ürl e:
- Hayır, Doktor Bey, de dim. Hiçbir şey bilmiyoru m, yalnız telaş ve ıstırap içind e olduğunuzu g örüy oru m, bir
ked e riniz var. Benim he m ha mi m, hatta he m e n he m e n ba b a m olduğunuz için sizin ke d e riniz b e ni m
de m e k tir. Neyiniz var?
- Ferid e, kızım, ken dini kâfi der e c e d e kuvv etli hiss e d iy or mu s u n?
Merakım, korkum d a n da h a üstündü. Sakin görün m e y e çalışarak:
- Ben gayr etli bir kızım, bunun birka ç mis alini g ördün üz, söyl eyini z Doktor Bey, dedim.
- Ferid e, şu kale mi elin e al, söyl ey e c eği m şeyleri yaz, haydi kızım ihtiyar do stun a itimat et!
Hayrullah Bey, dura dura, düşün e düşün e ban a şu satırları yazdırdı:
"Kuşada sı Maarif Encüm e n i Riyas et Âlisine,
Hizmet- i ma a rifte de v a m ı m a ahv al- i sıhhiy e m mü s ait olma d ığın d a n , Kuşada sı Inas Rüştiyesi
Müdürlüğü'nd e n affımı istirha m ed e rim efe n di m."
- Şimdi kızım, düşün m e d e n , bir şey sor m a d a n imza nı at, o kâğıdı ba n a ver. Ellerin titriyor, Ferid e, yüzüm e
bak m a y a c e s a r e t ed e mi y o r s u n . Daha iyi kızım, dah a iyi. Çünkü se n, o temiz gözl erinl e ban a bak ark e n b e n
şaşırac ağım. Fevk al â d e bir şeyler g e çtiğini anla dın, değil mi? Dinle b e ni Ferid e. Eğer hey e c a n , te e s s ür
gö st erirs e n sözünü ke s m e k m e c b uriy etind e kala c ağı m. Halbuki her şeyi bilm e n lâzım. Ferid e, hay at a
karıştığın üç s e n e içind e insanın ne mal olduğunu anla dın sa nıy or s u n değil mi? Nafile, şu altmış se n e y e
yakın hay atım d a b e n bile anlay a m a m ışı m. Ben ki, düny a d a şen a atin, rezal etin bin türlüsün e tes a d üf ettim;
b e n bu kad arını hâlâ ihtiyar kafa m a sığdıra mıy or u m. Biz se ninl e düny a nın en temiz, en iyi iki do stuyuz
değil
374
Reşat Nuri Güntekin
mi? Aylarca se nin ha st a vücudu n u ken di ço c uğu m gibi kollarımd a tuttum, biz e ne de mişl er,n e diyorlar,
biliyor mu s u n Ferid e? Mümkün değil, tas a v v ur ed e m e z s i n . Ben s e nin âşığınmı- şım, ellerini yüzün e
kapa m a , bilâkis başını dik tut. O har e k e ti yüz kara sı olanlar yapar, bilâkis, gözl erim e bak, ne miz var
birbirimizd e n ç e kin e c e k ? Dinle b e ni Ferid e, dinle, so n u n a kad ar söyl ey e yi m. Bu m elun iftira, ev v el a
me kt e pt e n çıkmış. Arkadaşların öt e d e b erid e aleyhimiz d e olma y a c a k şeyler söyl e m e y e başla mışlar.
Seb e p malu m: Kendileri dururk e n s e nin müdi- re oluşun. Ben, altı ay ev v el san a ha b e r ver m e d e n küçük bir
hizm ett e bulun m a k için bir m e ktup yaz mıştım. Bu terfiin b e ni m elimd e olma s ı şüph el eri artırmış.
Bu fes at yan gı nı aylard a n b eri için için yanıy or muş. iş Maarif Encüm e n i'nin, kaym a k a m ı n kulağına gitmiş,
uzun uzadıy a tahriratlar yazılmış, tahkikat yapılmış. Vilayet Maarif Müdürlü-ğü'nc e tercü m e - i halini tetkik
etmişler, birç o k karanlık noktal ar varmış. Mesela istan bul'd a n B.'ye g elişin, so nr a me r k e z m e kt e b i n d e n
istifa ed e r e k ücra bir köy e g elişin, şüph eli bir firara b e n ziy or muş. Birkaç ay so nr a me ç h ul bir yerd e n
yardım olmuş. Maarif hay atınd a misli görülm e m iş bir süratle terakki etmiş, köy mu allimliğind e n
Darülmu allimat mu allimliğine yüks el mişsin. Sonra yine s e b e p s i z bir istifa. Bu defa, başk a bir m e ml e k e t e
gidiyor sun, fakat ora d a da tutuna mı y o r s u n . Ç. Maarif Encüm e n i'n d e n bir c e v a p g elmiş. Okurk e n içim,
zehir ke sildi, Ferid e. Güya s e n ora d a ... Yok, yok söyl e m e y e c e ği m. Terbiy eli, yüks e k , ilim irfan ad a ml a rının
kal e mi n d e n , ağzınd a n çıka n şeyleri, b e ni m o patav a s ı z ask e r ağzım da söyl e m e y e ce s a r e t ed e m e y e c e k .
Ben ki bilirsin, ağzım a ne g elirs e söyl erim, en iğrenç kelim e yi bile dud ağım d a hap s e d e m e m . Hasılı
Ferid e cik, yaralı g eyikleri av köp e kl e ri na sıl sarar s a , se nin etrafını da öyle c e sardılar. En ma s u m
har e k e tin, aley hin e bir delil olara k tefsir edilmiş; ma z b a t al ar a, tahkikat evr a kın a g e ç miş. Ara sıra ha st a
talebelerini tedavi için beni mektebe davet etmen, küçüÇALIKU
U Ş 37 5
ğümüz ölürk e n takatsiz başını bir lahza omz u m a day a m a n , so nr a s e n ha st a yatark e n yatağının yanın d a
g e çirdiğim sa atl er birer cinay et miş! Yüzsüzlüğü o der e c e ileri vardırmışız ki, bir m e ml e k e ti n örf ve âd eti, ırz
ve iffetiyle alay etmişiz. Etrafımızd a ki insa nl arı hiç e say mışız. Herke s e se ni ha st a diye ilan ed e r k e n
tarlalard a, kol kola düv e n e bin mişiz. Vazifenl e m eşg ul ola c ağın yerd e , ba h ç e m d e at koşturmuşs u n, bunlar
da kâfi g elm e m iş şehir h aricind e çiftlikler e ç e kilmişiz.
Ferid e cik, sa n a bunları bütün çiğliğiyle söylüy oru m. Mızmız tes ellilerle se ni bir zam a n dah a avuta bilirdim.
Ümitlerini yav aş yav aş, birer birer kırabilirdim. Fakat b öyl e yapm a d ı m . Niçin biliyor mu s u n? Mesleğim,
yaşım ban a bir kan a at verdi. Bir zehri insa n, bir ker e d e yutmalı, ya ölür ya kurtulur.
Zehri şurupla, da h a bilm e m ne haltla karışırıp yudum yudu m içm e k pis şey, iğrenç şey. Felâk eti ağır ağır
ha b e r ver m e k test er e ile ad a m ke s m e y e b e n z e r.
Evet Ferid e, hay atın en ağır sillesini yedin. Yalnız olaydın bu darb e se ni öldür e bilirdi. Öyle ya, bu kad ar
insa n, kuş kad ar ço c uğun üstün e çullanırs a ne olur? Dua et ki tes a d üf karşına çürüklüğe atılmış bir ihtiyar
çıkardı. Benim ömr ü m ü n sa ati alaturk a on biri çalm a k üzer e . Fakat, ne ziyanı var? Sana hizm ett e
bulun m a k için bu kad ar cık bir zam a n da kâfidir. Buna muv affak olurs a m , bir yığın ma n a s ı z vukuat içind e
ziyan olmuş günl erim e acım a y a c ağı m. Korkma Ferid e, bu da g e ç e r . Sen g e n ç si n, dah a güz el günl er
gör m e k t e n ümidini ke s m e . İstifanı ken di m götür e c e k ti m, vaz g e ç ti m. Seni bu hald e bırak m a y a ce s a r e t
ed e m e y e c e ği m. Çocuk kıs mı nın türlü de n sizliği, de nliliği olur. Haydi Ferid e, haydi se ninl e açık hav a y a
çıkalım, koyunlarla, inekl erl e uğraşalım. Bu hayv a nl ar, gördükl eri iyiliğe karşı e mi n ol, da h a
nim etşina stırlar.
ihtiyar dokt or, istifan a m e m i zarfa koy ar a k on b aşıy a verdi.
Bu kâğıt parç a s ı n a sa d e c e ömrü m ü n bir parç a s ı nı değil,
376
Reşat Nuri Güntekin
gönlümün son bir tesellisini daha gömüyordum. Ne hazin, Ya-rabbi, ne hazin!
Hangi ümide sarıls a m elimd e kalıyor, neyi s e v e r s e m ölüy or. İşte üç s e n e ev v el bir so n b a h a r akşa mıyla
b er a b e r öle n g e n ç kızlık rüyalarım, ken di küçükl erim, so nr a Munise, onun arka sı n d a n b elki kalbimin
öks üzlü ünü avuturlar diye ümit etti im tale b e l e ri m. Yavrularını tehlike d e g ör e n bir ğ ğ an a kuş hır- çmhğıyla
üstlerin e titrediğim bu şeyler, so n b a h a r yaprakları gibi birer birer sar arıy or, dökülüy or. Daha yirmi üç
yaşıma girm e d i m; yüzümd e n , vücudu m d a n ço c ukluğun izleri silinm e d i; halbuki gö nlüm, baştan başa bütün
se v dikl erim in ölüleriyle dolu.
Hayrullah Bey, b e ni üç gün yalnız bırak m a d ı . Bu kad ar felak et karşısınd a g ö st e r diğim sükûn ve
taha m m ü l e inan a mı y o r, g e c e l e ri b e n yattıktan so nr a od a mı n kapısın a g el er e k :
- Ferid e, bir şey e ihtiyacın var mı? Uykun yok s a g el e yim, diyordu.
Üçüncü g e c e n i n sa b a h ıy dı. Bir ma yı s günü gibi taz e, ılık bir sa b a h vakti erk e n d e n kalktım. Hayrullah Bey'e
eliml e süt sağdım, kah v altı hazırladı m.
Elimd e tepsi, sakin ç e hr e m d e he m e n he m e n neşeli bir teb e s s ü ml e od a s ı n a girdiğim zam a n , dokt or pek
me m n u n old u:
- Aferin Ferid e! Çok m e m n u n oldu m. Nen e lâzım, dünya nı n ga mı nı ç e k e c e k se n mi kaldın? de di
Penc e r e s i ni açtım, dağınık birka ç eşya sını düz elttim. Çiftliğe ait şeylerd e n , koyunlard a n ba h s e ttim.
Mütema diy e n söylüy or, gülüy or, hatta e s kid e n m e kt e pt e yaptığım gibi aıa sıra ıslık çalıyordu m.
Hayrullah Bey o kad ar s e viniyordu ki, tarif edile m e z . Onun me m n u n olduğunu gördük ç e da h a
neşel e niy or du m.
ÇALIKU U Ş 37 7
Nihay et, vaktin g eldiğine hükm e ttim. Doktorun koltuğunu pen c e r e n i n yan m a çe ktim, dizlerin e bir örtü
örttüm. Sonra, perv azın ken arın a çıkıp oturara k:
- Sizinle konuşa c a k şeylerim var, Doktor Bey, de dim. Hayrullah Bey, eliyle gözl erini kapay ar a k:
- SöyleP.fak at aşağı in. Maazallah yuvarlanırsın...
- Siz me r a k etm e yi n, b e nim ço c u kluğum ağa ç dalları üstünd e g e çti. Şimdi, size me m n u n ola c ağınız bir
karard a n ba h s e d e c e ği m. Görüyors un uz ya, ne kad ar sakinim .. Ben, dün akşa m mühi m bir karar verdim.
- Neye?
- Yaşam a y a .
- Bu ne demek?
- Gayet sa d e , ken di mi öldürm e m e y e . Çünkü birka ç gün, olgun bir ciddiy etl e bunu düşün müştü m.
Bu sözl eri şaka ed e n bir ço c uk hafifliğiyle, güler e k söylüy or du m, ihtiyar dokt or, hey e c a n l a yerind e n fırladı:
- Ne söylüy or s u n, yumur c a k? Bu ne? Eğer şimdi se nin yerind e ols ay dı m, hayr ett e n aşağı düşer, parç a
parç a olurdu m. Fakat s e n aşağı in Allah aşkın a, ne olur, ne olma z!
Ben gülerek:
- Yaşam a y a karar verdiğimi söyl e dikt e n so nr a artık aşağı düşm e m d e n korkm a k ma n a s ı z değil mi, Doktor
Bey? Bu kararı niçin verdim? Bunu size söyl ey e yi m. Birçok s e b e p var. Evvela c e s a r e t ed e m e y e c e ği m.
Siz, b e ni m ara sıra ölümd e n ba h s e t m e m e bak m a y ı nız. Ne olurs a olsun, b e n ölm e kt e n çok korkarım.
Bundan başk a çar e m kalma d ığı hald e yine ce s a r e t ed e mi y o r u m, Doktor Bey.
Bu sözü, ellerimi uzatara k, boyn u m u bük er e k , sakin, saf bir tavırla söyl e miştim.
Hayrullah Bey heyecanla bilekl erimi tuttu, b e ni zorla pen c e r e n i n ken arın d a n indirdi. Hem e n he m e n
hırpalay ar a k alça k bir isk e ml e y e oturttu:
378
Reşat Nuri Güntekin
- Ne anlaşılma z bir ma hluk s u n s e n, Ferid e! Bakıyorsun parm a k kad ar hiçte n bir oyun c a k oluy or s u n.
Bakıyorsun öyle derinliklerin, tuhaflıkların, so nr a öyle inanılm a z bir met a n e tin var ki... Peki Ferid e, söyl e,
dinliyorum.
- Yegâ n e arka d aşım, ha mi m, ba b a m sizsiniz, yaşa m a y a de v a m ed e yi m. Güzel. Ölmey e c e s a r e tim
olma d ığını anla dıkta n so nr a, b e n de bund a n başk a bir şey istemiy oru m. Fakat nasıl? Bana bir yolunu
gö st eriniz. Bir kolayını bula bilirs e niz ne âlâ!
Hayruüa h Bey, kaşlarım çatar a k düşünüy or du.
- Ferid e, de di. Bunları b e n de düşündü m. Konuşma k için biraz da h a b e kl e m e k istiyordu m. Fakat, ma d e m k i
bu kad ar ken din e hâkim ola biliyors un. Peki kızım, konuşalım. Bir ker e , mu allim e olma kt a n katiye n ümidini
ke s m e m e l i sin. Vaka hakkın d a sa n a bugün biraz tafsilât ver e bilirim:
On gün evv el vilay ett e n bir müf ettiş g eldi. Fok balığı gibi azıdişleri dışarı fırlamış, lan et ç e hr eli bir şey. Bu
müf etti in riyas eti altınd a bir tahkikat komi s y o n u te kil ettiler. Azlini tebli etm e d e n ş ş ğ s e ni sor guy a ç e k m e k
istiyorlardı. O g e c e "Onb a- şı"nın g etirdiği kâğıt bir nevi celpn a m e idi. Düşün Ferid e, s e n b öyl e bir hey etin
karşısın a na sıl çıkardın? Yaba n c ıl arın ağzınd a n işitec eğin o iğrenç ithaml ar a nasıl ce v a p ver e bilirdin?
Bunu ha b e r alınc a aklım başımd a n gitti. O, en c ü m e n od a s ı nı g özü m ü n önün e g etirdim; s e ni siyah
çarşafınla, zav allı, sar ar mış ço c uk ç e hr e nl e , bükük boyn unl a o fok balığının yırtıcı dişleri karşısınd a
gördü m. Gerçi o kapının kurallarıyla s e ni parç al a m a y a az m e d e n bu ad a m "kurt ile kuzu" ma s a lın d a ki
can a v a r gibi sud a n se b e pl e r arıyor, o oud al a olduğu kad ar iğrenç iftiraları tekrar ediy or. Seni, bun a k bir
ask e rin az buçuk çiğ kelim el e ri karşısın d a bile renkt e n ren g e giren ma s u m yüzün, ürkmüş eiâ g özl erinl e o
fok balığının karşısınd a yalnız bırak m a k!
Hayrullah Bey, halim ma vi g özl e mi n d e hiç g ör m e d iğim korkun ç parıltı, çe n e s i n d e lakırdılarını b oğa n,
dişlerini birbirine çar ptıran bir titrem e ile yumruğunu sallay ar a k:
ÇALIKU U Ş 37 9
- Güzel ağzımı öyle bir açtım, o fok balığını öyle bir kalayla dı m ki Ferid e... O and a kurşunla vurs alar bir
da ml a kanı çıkm a y a c a k tı.
İki gün evv el, b e ni m aleyhimd e ma h k e m e y e mür a c a a t ettiğini ha b e r aldım. Müfettişler e yaptıkları işin
temizliğini bir ker e de ma h k e m e huzurun d a tekrar için o günü sa bır sızlıkla b e kliyoru m.
ihtiyar dokt or gözl erind e ki o vahşi parıltı, şakaklar m d a ki korkun ç kırmızılık sö nü n c e y e kad ar sustu. Sonra
yine e s ki halim s e si, bö n, saf tavrıyla d evam etti:
- Bu ara d a ne olduy s a san a oldu. Arada s e n, ateşe yandın. Hem e n zorla sa n a istifanı yazdırdım diye
ilerid e b e nim için fen a düşün m e n i istem e m . Alakanı katiye n ke s m e n lâzımdı. Allah bu gözl eri, bu dud ağı
gülm e k ve etrafınd a kil er e sa a d e t ver m e k için yarattı. Fok balıklarının karşısınd a ağlasın, titresin diye
değil... Ferid e, sa n a bir şey da h a söyl ey e c eği m. Şimdi san a karşı me s uliy etim iki kat oldu. Çünkü başın a
bu felak etin g elm e s i n e b e n se b e p oldum. Onun için lâzım ki, bunu yine b e n tamir ed e yi m. Dediğim gibi,
me sl e kt e n artık bir şey ümit ed e m e z s i n . Bugün bir çar e sini buls a k bile, yarın başk a bir ba h a n e ile se ni
vura c a kl ar, fazla olara k o vakit b elki b e n de bulun a m a y a c ağı m. Haydi, b er a b e r düşün m e y e de v a m ed elim.
İstan bul'a, ailenin yanın a dö n m e y e imk â n var mı?
Başımı önü m e eğdim:
- Hayır, Doktor Bey, onlar b e nim için büs b ütün bitti.
- Başka bir çar e: iyi bir g e n çl e evl e n m e n mü mk ü n değil mi?
- Hayır, Doktor Bey. Ben ihtiyar bir kız olar ak ölm e y e azm e ttim.
- Evlenirs e n ba htiyar ola c ağın a b e ni m de o kad ar kan a atim yok, Ferid e. O m elun, kalbin e öyle yer etmiş
ki, söküp atma k mü m k ü n değil.
- Doktor Bey, ayaklarınızı öp e yi m, her şeyd e n ba h s e d i n, fakat bu me s e l e . ..
380
Reşat Nuri Güntekin
- Peki küçük, peki.
- Teşe k kür ed e rim, Doktor Bey.
Hayrullah Bey, b ey a z bıyıklarını dişleriyle çiğn ey e r e k düşünüy or du:
- Peki, öyley s e ne yapa c ağız? Zaruret falan ç e k m e n d e n korku m yok. Çünkü b e ni m az buçuk s erv e tim
ikimiz e de yet er, para mı ne yapa c ağı m diye düşünüy or du m. Senin sa a d e tin d e n - iyi ney e sarf ed e b ilirim?
Vereceğim c e v a b ı n onu kızdıra c ağını biliyordu m, fakat bu zaruriydi. Korka kork a dizlerimi kaşıyar ak:
- Fakat Doktor Bey, b e n han gi sıfatla sizd e n böyl e bir para yardımı kabul ed e b ilirim? Nasıl bir insa n
me v kiin e inerim?
Hayrullah Bey kızma d ı, fakat gay et ma h z u n bir şikây etl e yüzüm e baktı:
- Ayıp Ferid e, ayıp. Bu kad ar birbirimizle anlaştıktan so nr a ortay a b öyl e söz atma n ayıp. Fakat ne yapalım
ki, se n bütün s er b e s t, hiçbir şey e eh e m m i y e t ver miy or gibi görün e n tavırlarına rağm e n sa d e ruhlu,
ma h d ut, ma zlu m bir ev kızısın: "Kınalı kuzu" de dikl eri cinst e n bir kızc ağız... Böyle olm a m a l ıy dı, fakat
olmuş. Şimdi b e ni m muh a k e m e m i takip et Ferid e. Senin gibi, bir ihtiyar, sa mi mi arka d aşın d a n küçük bir
yardım bile ka bul ed e m e y e c e k kad ar mağrur bir kız ba h u s u s bu işten, bu de dik o d ul ar d a n so nr a tek başın a
nasıl yaşar? Seni tekrar evl e n dir m e yi düşündüğüm bunun içindi Ferid e. Kimse d e n yardım kabul etm e k
iste m e z s e n , çalışma k isters e n bun a imkâ n yok. Berab e r yaşay alım, b e n d e n ayrılma de s e m bun a razı
olma z s ı n, değil mi? Cevap ver m e y e c e s a r e t ed e mi y o r s u n . Fakat, başını eğiyors un; doğrusun u isters e n ,
bunu b e n de e mi n bir çar e telâkki etmiy oru m. Niçin bu sa att e her eyi açık açık ş konuşm a m a l ı? Mahalle
namı n a kaym a k a m a bir hey et gitmiş. Benim evimd e aile m d e n , akra b a m d a n olma y a n bir g e n ç kızla
yaşam a m ı n örfe ve şeriata aykırı görün düğünü söyl e miş. Hatta hatta se nin başk a bir me ml e k e t e
gö n d e rilm e ni istemiş. HerkeÇALIKU
U Ş 38 1
sin kab a h a tini açık açık yüzün e söyl ey e n bir "kör kadı" olduğum için b e ni zate n kims e se v m e z . Bu ve sile
ile niçin ban a da bir dar b e indirm e m e li, değil mi? Hülasa, Ferid e cik, s e nin ne b e niml e yaşam a n a ne ken di
ken din e yaşam a n a imk â n var. Haksız şüph el er hay atını zehirley e c e k , bu melun lek e, ner e y e gits e n se ni
takip ed e c e k . Mazind e ki şüph eli bir nokta, her çapkın a, her s er s e riy e s e ni tahkir etm e k hakkını ver e c e k .
Ne yapa c ağız Ferid e? Nasıl har e k e t ed e c eğiz? Seni nasıl mü d af a a ed e c eğiz?
Ölmey e ma h k û m bir ha st a ma zlumluğuyla yüzün e baktım. İçimd e ki derin ümitsizliğe rağm e n hâlâ
gülüms e y e r e k :
- Nihayet siz de teslim ediyorsunuz ki, ölümü düşün m e k t e hakkım varmış. Şu gün eş e , şu ağaçlar a, uzakta
görün e n şu de niz e bakınız Doktor Bey. Benim kad ar başı dara g elm e y e n bir insa n, ken di gö nlünün
rızasıyla bu güz el şeylerd e n ayrılma k ister mi?
Hayrullah Bey, eliyle ağzımı kapa dı:
- Yeter artık Ferid e, yet er artık. Ömrümd e yem e d iğim bir haltı yedirte c e k s i n . Beni ço c u k gibi hün gür
hün gür ağlata c a k s ı n .
Yaprakla n dökülmüş kuru dalların ara sı n d a parlay a n so n b a h a r gün eşin e elini uzattı:
- Ben hayli ihtiyarım; s ef al etin, acının türlü şeklini gördü m. Kollarımın ara sı n d a nic e g özl er kap a n d ı.
Karşımd a ölm e k me c b u riy etind e n bu kad ar sükûnla ba h s e d e n bu güz el ço c u k yüzünd e n , gülm e k için
ve sile arıyor gibi titrey e n yara m a z dud a kl arınd a n dah a büyük facia gör m e d i m.
Hayrullah Bey, dizlerinden örtüsünü atarak od a nı n içind e ep e y c e dolaştı; so nr a önü m d e durara k:
- O hald e , so n çar e y e başvura c ağız. Seni şeriatlerin e uya c a k bir sıfatla evimd e alıkoy a c ağı m, müd af a a
ed e c eği m. Hazır ol Ferid e. Öbür Perşe m b e . . .
382
Reşat Nuri Güntekin
Bir haftadan beri Kuşad a s ı'n d a yı m. Yarın g elin oluyoru m. Hayrullah Bey, he m husu si işlerini gör m e k , he m
de ev e bazı yeni eşya alma k üzer e , evv el ki gün izmir'e gitti. Bu akşa m dön e c eğin e dair telgraf aldım.
Bu yeni eşyay a lüzum olma d ığını söyl e miştim. Tuhaf bir tavırla itiraz etti:
- Yok, nişanlı hanı m, bu ad et a b e nim yaşlılığımı başım a kakm a k de m e k olur. Gerçi kudr et, bir yanlışlık
etmiş, ara mı z a otuz b eş, kırk s e n e lik bir zam a n sok m uş, am a hiç eh e m m i y e ti yok. Asıl g e n çlik, ruhun
g e n çliğidir. Sen ban a bak m a , b e n yirmi yaşınd a delika nlılard a n da h a dinç bir ad a mı m . Hem s e ni öyle telli
pullu g elin olmuş g ör m e k isterim. Ben, erg e n ad a m sayılırım; e m e li m kurs ağım d a kalır. Sana İzmir'd e n
müthiş bir g elin elbis e si g etire c eği m.
Ben, bir şey söyl e miy o r, önü m e bakıy or du m. Hayrullah Bey, sözüne devam etti:
- Sana b e n bir de yüzg örü mlüğü veriyoru m, am a müthiş bir yüzg örü mlüğü. Keşfet bak a yı m: Küpe, yüzük,
inci, elma s , hiçbiri değil. Aklını yorm a bula m a z s ı n . Bir yetimh a n e .
Hayretle yüzün e baktım. O, me m n u niy etl e güler e k :
- Hoşuna gid e c e k şe yi na sıl keşfettim. Bizim "Alacak a- ya"d a ki çiftliği b e n otuz, kırk kişilik bir yetimh a n e
şeklin e sokuy oru m. Etrafta bulduğumuz kims e s iz ço c ukl arı oray a toplay a c ağız. Ben dokt orluk ed e c eği m,
se n ho c alık ve an alık.
Bu satırları, nek a h a t günl erimi g e çirdiğim od a nı n pe n c e r e s i önün d e yazıyoru m. Bahç e d e ki dallard a hiç
durm a y a n bir kuru yaprak yağmuru yağıyor.
Ağaçların çıplak kollarınd a n döktüğü bu yapraklard a n bazılarını rüzg âr, pen c e r e d e n içeriye defterimin
sar ar mış yaprakları üzerin e savuruy or.
ihtiyar arka d aş ımın sö n ük ma vi g özl erind e ki şefkat, me r h a m e t , temiz ve m e nf a at siz muh a b b e ti g ö nlü m d e
so n bir yeşil
ÇALIKU U Ş
383
yaprak gibi ya ıyordu; on a bir ko c a g özüyl e bak m a k m e c b uriy etind e kaldı ım gün d e ş ğ n b eri bu so n yaprak
da sar ar dı. Ne yapalım, hay at böyl ey miş! Buna da katlan m a k lâzım.
Karınca ayağı gibi minimini yazılarla dola n me kt e p defterimin so n sayfaların a g eldim. Ne hazin tes a d üf!
Sergüz eştiml e b er a b e r defter de bitiyor. Yeni bir defter e yeni hay atımı yaz m a y a başla m a k mü m k ü n değil,
artık söyl ey e c e k neyim kalıyor ki? Hem yarın başk a s ı nın karısı oldukta n so nr a bun a ne hakkım, ne
ce s a r e tim ola c a k . Öbür sa b a h başk a s ı nın od a s ı n d a uyan a c a k g e n ç kadının, hay atı bir parç a nağm e ,
birka ç da ml a g özy aşınd a n ibar et olan Çalıkuşu ile ne alak a s ı kala c a k?
Çalıkuşu bugün defterinin g özy aşların d a n kirlen miş sayfaların a dökül e n so n b a h a r yaprakları içind e
mü e b b e d e n ölüyor.
*
Bu so n ayrılık sa atind e niçin hakikati sakla m a h ? Bu oku m a y a c ağı n defteri b e n s e nin için yazdım Kâmran.
Evet, ne söyl e di m, ne yazdım s a hep s e nin içindi. Yanlış, çok yanlış bir iş tuttuğumu bugün artık itiraf
ed e c eği m. Ben, her şey e rağm e n s e ninl e me s ut ola bilirdim. Evet, her şey e rağm e n se viliyordu m,
se vildiğimi de bilmiy or değildim; fakat bu ban a kâfi g elm e d i, istedim ki çok, pek çok s e vileyim, ken di
se v diğim kad ar değils e bile -çünkü bun a imk â n yok- on a yakın s e vileyim. Bu kad ar se vilm e y e b e ni m
hakkı m var mıydı? Zannetm e m Kâmran. Ben, küçük, ca hil bir kızdım. Sevm e n i n, ken dini se v dir m e n i n de
bir yolu var, değil mi Kâmran? Halbuki b e n bunları hiç, hiç bilmiyordu m. Senin Sarı Çiçeğin -taş atma k için
söyl e miy or u m Kâmran, inan ba n a , ma d e m k i s e ni m e s ut etti, b e n hay alimd e onunl a barışıyoru m- kim bilir
ne kad ar cazib eli bir
384
Reşat Nuri Güntekin
kadın dı? Kim bilir sa n a ne güz el şeyler söylüy or, ne güz el me ktupl ar yaza biliyordu? Ben, b elki s e nin
ço c u kl arın a, ço c u kl arımız a iyi bir ann e ola c a ktım. O kad ar.
Kâmran, b e n, se ni se v m e s i ni, se n d e n ayrıldıktan so nr a öğre n di m. Hatta yaptığım tecrüb el e rl e , başk al arını
se v m e k l e san m a sakın. Gönlümü n içind e ki derin, hazin, ümitsiz hayalini sevmekle.
Zeyniler m e z a rlığının kara nlığınd a, rüzg ârın so n b a h a r a kad ar haykırıp ağladığı uzun g e c e l e r d e , Çeç e n
ara b al arının inc e s e sli, yanık çın gır aklarının tirediği bu ov al ard a , Söğütlük ba h ç e l e rinin ılık iğde kokularıyla
dolu yollarınd a , b e n hep se ninl e yüz yüze, s e nin hay alinin kollarınd a yaşadı m. Yarın, karısı ola c ağı m
biçar e ad a m, b e ni zam b a k gibi ma s u m bir kız zann e diy or, ne yanlış!
Sevd a nı n hiçbirinin, bu dul kadın ruh ve vücudu n u b e ni m kad ar hırpala dığını, yıprattığını zann e tmiyorum.
Kâmran, biz asıl bugün birbirimizd e n ayrılıyoruz. Ben, asıl bugün dul kalıyorum... Bütün olan, g e ç e n
şeyler e rağm e n , s e n yine bir parç a b e ni m di n; b e n bütün ruhuml a se nin...
(Feride 'nm jurnali burada bitiyordu.)
385
BEŞİNCİ KISIM
II
vÂMRAN, seninle yol arka d aşlığı etm e k işken c e billahi, iki sa att e n b eri b elki yüz şey sordu m. "Evet" yahut
"Hayır"dan başk a ce v a p alam a d ı m . Kendin e g el, oğlum.
Kâmran, b ozuk yollard a sarsıla n ara b a n ı n köşe sin d e akşa m rüzg ârın a karşı pard ö s ü s ü n ü n yaka sı nı
kaldırmış, dalgın dalgın Marmar a'yı seyr e diy or du. Gözlerini zorla de nizd e n ayırarak gülüms e d i:
- iki sa att e, iki yüz sual e , iki yüz ce v a p az değil zann e d e ri m, enişte, vel e v "ev et", "hayır" gibi kısa ce v a pl ar
olsun.
- iyi am a oğlum, s e n o c e v a pl arı da düşün er e k ver miy or sun ki... Makine gibi söylüyorsun.
- Güzel ted a vi ve teb dilihav a usulü, enişte... Beni, b oş yer e düşündürüp yorm a k için bir kastınız olmalı.
- Hayır nank ö r, hakik at e n sa n a yaran m a k ka bil olmuy o r... Seni g er çi düşündür m e k istiyorum, fakat
ma k s a d ı m yorm a k değil, öte ki şeyi düşün m e n e ma ni olma k .
Mamafih, artık ümidimi ke siy oru m. Seni ca nl a n dır m a k kabil değil. Mesela, üç gün ev v el bir düğün
ba h a n e s i yl e s e ni köy e g ötürdü m. Çeşit çeşit insa nl ar gördün; davul, zurna dinle din; kö ç e k , pe hliva n
seyr ettin; b e n, ken di payım a müthiş eğle n di m; fakat se n eğle n m e d i n , inkâr etm e , g öz ve izan var.
- Size anlatm a k ka bil değil enişte, b e ni m yara dılışım başk a türlü.
- Yok oğlum, se n ken dini fen a bıraktın. Bak, b e n altmışıma giriyorum, günd e n gün e da h a g e n çl eşiy oru m.
- Ayşe Teyz e m duym a s ı n .

Reşat Nuri Güntekin
- Duysa da umuru m d a değil. Buraya ilk g elişimd e b e n, da h a ihtiyar g örün m ü y o r muy du m? Kâmran güldü
- Ben, Tekird ağ'a g el eli on se n e oldu. Hâlâ aklımd a d ır. Yine b öyl e bir ağust o s günüy dü.
Aziz Bey ellerini birbirine vurdu:
- Etme, Allah aşkına, se n e l e r am m a ça b uk g e çiy or! Hakkın var ya. Bugün sa d e dört yaşına yakın ço c uğun
var, dört b eş s e n e kad ar da Ferid e cikl e nişanlı kalmıştın. Ah Kâmran, şu Fe- ride'y e nasıl kıydığını hâlâ
aklıma sığdıra mıy or u m. Çalıku- şu'nun bülbül gibi s e sini, gül yüzünü hatırladık ç a hâlâ yüreğim sızlar.
Aradan on se n e g e çti, hâlâ b e nim evin arka sı n d a ki arka ba h ç e y e bak m a y a yüreğim taha m m ü l etm e z .
Hani, öls e m , gits e m s e ni affetm e y e c eği m Kâmran.
- Enişte, teb diliha v a için me ml e k e tiniz e dav e t edilmiş bir ha st ay a böyl e söyl e nir mi?
- Evet, am a se nin derdinin bununla alak a s ı yok ki. Sevdiğin bir kadınla evl e n din, bir s e n e bile tama m ı yl a
me s ut ola m a d ı n . Münevv er yatağa düştü, üç s e n elik hay atını ha st a b a k ı cılı- ğıyla g e çirdin. Adada,
isviçr e'd e ve da h a bilm e m ner el er d e ha st a nı ted a viy e çalıştın. Kadere ne de nir? Geç e n kış karın vefat etti.
Sana bir düşkünlüktür arız oldu. Bir türlü ken dini top- laya m a d ı n . Hâlâ ha st a gibisin. Bunun Ferid e ile ne
alak a s ı var? Sen başk a birisini se viy or dun.
Kâmran, yine o acı gülüm s e m e s i yl e ce v a p verdi:
- Enişte, kims e ban a inan mıy o r, siz de, tabii inan m a y a c a k s ı n ız, garip g ör e c e k s i niz. Hayatımı n bazı
ser güz eştleri, hatta ep e y c e hey e c a n lı ser güz eştl eri oldu. Fakat sizi temin ed e rim ki, b e n düny a d a hiçbir
şeyi, hiçbir insa nı Ferid e kad ar s e v m e d i m .
Aziz Bey, dişleri ara sın d a n mırılda n dı:
- Yama n s e v d a , yam a n aşk!..
- Söyledim ya, enişte, inan mıy o r s u n uz. Zaten kims e
ÇALIKU U Ş 38 7
inan mıy or. Müjgân, se n e l e r d e n b eri ba n a dargın. Ferid e sözünü ağzıma aldırmıy or; kaşlarını çatar a k:
"Yok, Kâmran, ond a n ba h s e t m e y e hakkın yok!" diyor. Annem öyle, teyz e m öyle, herk e s öyle. Burad a
Ferid e' d e n ba h s e d e b il e c eği m yalnız Nermin var. Nermin, bugün on yedi yaşınd a. Ferid e buray a g eldiği
vakit yedi yaşınd ay dı, hay al me y al aklınd a kalmış. Ferid e'yi: "Beni salınc a kt a sallay a n kırmızı ent arili
abla m" diye hatırlıyor. Öyle günl erim oluyor ki, Nermin' e entarili abla sı n d a n ba h s e ttirm e k için lisanımı n
bütün kuvv etini sarf ediy oru m.
- Ne tuhaf insan sı n Kâmran? Peki, ya öte ki?
- O, bir ha st ay dı, b e nim yüzümd e n ölm e s i mü mk ü n d ü. Ferid e'd e n ümidi ke stikte n so nr a, on a karşı olsun
bir insa nlık ve me r h a m e t vazife si ifa etm e k istedim, o kad ar.
- Anlaşılır dav a değil. Sen karışık ruhlu bir ad a m s ı n Kâmran.
- Burası doğru enişte. Ne istediğimi, ne yaptığımı hiçbir zam a n ken dim de bilm e di m. Emin olduğum yalnız
bir şey var, Ferid e'y e karşı zaafım. Bir ço c uğun öyle halleri, öyle hatıraları var ki, unutma k mü m k ü n değil.
Öyle sa nıy oru m ki, bunları ölürk e n hatırlars a m ağlayar a k öle c eğim. Size bir delil dah a söyl ey e yi m, enişte.
Te b diliha v a y a ihtiyacın vaf de dikl eri zam a n ilk aklıma g el e n yer Tekird ağ oldu. Beni buray a sizin
dav etl eriniz mi g etirdi zann e diy or s u n uz? Köy, düğün eğlen c e l e ri için mi bir aydır bura d a durduğumu
sanıy or s u n uz? Darılmayı- nız. Ben bura d a , ilk g e n çliğimin birka ç kırık hatıra sını ara m a y a g eldim, o kad ar.
- Mademki mün a s e b e t s izlik etmiştin; bunu tamir e imkâ n yok muydu?
- Yanlış har e k e t ettim enişte, çok yanlış har e k e t ettim. Ferid e, öyle derin bir infial içind e bizd e n ayrılmıştı
ki, izini keşfettiğim vakit, bird e n bir e üstün e düşm e kt e n korktum. Onun sa d e c e kalbi değil izzetin efsi de
yaralan mıştı. Bir başın a yab a n c ı m e ml e k e tl e r e gitm e k için kim bilir, ne kad ar müt e e s -
388
Reşat Nuri Güntekin
sirdi? Aradan hiç olma z s a altı aylık bir zam a n g e ç m e d e n b e ni görürs e b elki büs b ütün hırçınlaşa c a k ,
vahşileşe c e k , da h a büyük bir delilik ed e c e k ti. Baharı zorla b e kl e miştim. Çahkuşu'nu, bulunduğu köy
me kt e b i n d e yak al a m a k için yola çıkm a y a hazırlanıy or du m. Tam o zam a n o aksi ha st alığım başla dı. Üç ay
yatakta kaldım. B.'de onu bulm a y a gittiğim vakit ise iş işten g e ç mişti. Bana, Ferid e'nin ha st a bir b e st e k â rı
se v diğini, vefa sız başını çağlay a n ken arın d a s e v gilisinin dizlerin e koy ar a k, g özl erin e bak a bak a tamb ur
çaldırdığını söyl e dil er. Düşün enişte, s e n e l e r c e bu başı, bu g özl e n: "Benim, yalnız b e ni m!" diye
b e kl e dikt e n so nr a bir gün böyl e...
Kâmran, de v a m etm e d i. Marmar a'd a n g el e n serin akşa m rüzg ârın d a n çe kiniyor gibi boyn un u
pard ö s ü s ü n ü n yak a s ı içind e da h a ziyad e saklıyor, uzaklard a tek tuk kızıllan m a y a başlay a n balıkçı
ateşlerini seyr e diy or du.
A/iz Beyin de neşe si kaç mıştı.
- Kâmran oğlum, se n kork arım ki o vakit de ikinci bir bud al alık ettin. Çalıkuşu, keşk e bunu yapa bil e c e k ,
kolay c a ken dini avuta c a k bir kız ols ay dı, hiç olma z s a m e s ut olurdu; takat hiç zann et m e m .
Kâmran, acı bir gülüm s e m e y l e başını salladı:
- O cih ett e n mü st erih olunuz enişte. Ferid e, iki s e n e d e n b eri çok ba htiyar mış, g özüyl e gör e nl er d e n işittim.
Kocası ihtiyar, fakat zen gin bir dokt or muş. Arkad aşlarımd a n bir mülkiy e müf ettişinin karısı -ki Ferid e'nin
es ki bir arka d aşıdır- g e ç e n se n e bir gün Kuşada sı'nd a on a tes a d üf etmiş, Çalıkuşu, es kisi gibi
müt e m a d i y e n gülüy or, söylüy or, şaka ediy or muş. Şehird e n üç dört sa at uzak m e s a f e d e bir çiftlikte yirmi
kad ar ço c u kl a uğraştığını, pek m e s ut olduğunu söyl e miş. Kocasın d a n yarım sa at ayrılma y a taha m m ü l
ed e mi y o r m uş. Arkadaşı, istan bul'd a n , akra b al arın d a n ba h s e t m e k iste miş. Ferid e ça bu c a k sözü kapat mış.
"Ben, ne o me ml e k e ti, ne o insanları artık hatırlamıy or u m bile!" de miş. Ferid e'y e karşı kusurlarım,
hak sızlıkÇALIKUŞU____________
38 9
larım çok enişte, bunu biliyorum. Fakat, siz de insaf edin, onun da b e ni bu kad ar ça bu k unutm a s ı doğru
muydu? Mamafih, bunlar lüzums uz sözl er, artık de v a m etm e y e lim. Size uğurlar olsun. Ben, ara b a d a n
iniyorum. Yürüye yürüy e ev e g el e c eği m. Bu bozuk yollar, b e ni fen a hald e sarstı. Aziz Bey içini çe kti:
- idar e ad a ml arı hakik at e n b e d b a h t insanlar. Şu yolları se n e l e r c e ev v el ken di m yaptırdım. Irgat başı gibi,
gün eşin altınd a yandım. Herhald e s e ni sars a n yollar değil. Kâmran, iftira etm e . Ne iyi etmişler de yedi
se n e evv el b e ni bu mut a s a rrıflıktan azletmişler. Haydi oğlum, fakat g e ç kalm a , çünkü ihtiyarlık, teyz e ni de
b e ni de b er b at etti. Geç kalırsa n, o m e r a kt a n; b e n açlıktan bayılırız.
Kâmran'ın ara b a d a n indiği yer yine o köprüb aşıydı. On se n e evv el yine b öyl e bir ağusto s so n u akşa mı n d a
buray a kad ar g elmiş, çürük tahtaların üstün e oturar ak ayaklarını sallamıştı.
Tekirdağ'd a bulunduğu yirmi günd e n b eri âd et etmişti. Her akşa mü s tü buray a kad ar g elir, so nr a yolların
ala c a k a r a nlığı içind e yav aş yav aş, düşün e düşün e g eri dö n e r di.
Kocasının bu muv a k k at me m u riy etl e Anad olu'ya gittiği günd e n b eri ço c ukl arıyla b er a b e r Tekirdağ'd a
otura n Müjgân, bir akşa m Kâmran' a:
- Çok yorgun görünüy or s u n, galib a uzaklara gittin? de mişti.
Kâmran, hüzünle gülüms e y e r e k c e v a p ver mişti:
- İyi tah min ettin Müjgân, çok uzaklar a gittim, on se n e lik uzak bir ma ziy e .
Daha başk a şeyler söyl ey e c e k ti, fakat Müjgân bu söz d e n bir şey anla mı y o r gibi dud a kl arını bük müş,
sa d e c e :
- Öyle mi? diyer e k arka sı nı çe vir mişti. Müjgân, kadın kalbinin o kad ar inatçı olan gizli infiallerind e n biriyle
se n e l e r d e n b eri Kâmran' a dargın dı. Onun yanın d a Ferid e için bir tek kelim e söyl e miy or d u.
Reşat Nuri Güntekin
390
s"
A,Kâmran, ba h ç e l e rin ara sı n d a n yav aş yav aş ev e dö n e r k e n iyide n iyiye akşa m olmuştu. Karşı dağlard a gün
hâlâ sö n m e m işti. Kenarlarınd a n doğru dolm a y a yüz tutmuş, s e ç kin me n e kş el e r e b e n z e y e n bir g e c e
başlıyordu.
Genç ad a m , ba h ç e aralarınd a ki yollard a n birinin yanınd a durdu, onun ateşb ö c e k l e rinin yıldızlarıyla b e n e kli
yeşil karanlığını uzun uzun s eyr etti. O akşa m, Ferid e'nin bu yolda n çıktığını gör müştü. Kenarlarınd a kısa
sa çl arının lüleleri çıka n başörtüs ü, b ey a z, kısa ters a n e elbis e s iyl e Çalıkuşu'nun önün d e yürüdüğünü,
topuk s uz ço c u k potinlerinin ucu ile ta ları ş se ktirdiğini hâlâ görüyordu.
Vakit ep e y c e g e ç mişti. Evdekilerin me r a k ed e c e k l e rini bildiği hald e bir türlü gitme k istemiy or, es ki bir
rüyanın izlerini arar gibi yollard a g e cikiyordu.
Uzakta, so k a k kapısının önün d e b ey a zlı bir kadın hay al eti gördü. Müjgân'dı. Ekseri akşa ml arı en küçük
ço c uğu ile b er a b e r ca d d e y e çıkar, onu koltuklarınd a n tutarak yürüm e taliml eri yaptırırdı.
Kâmran'ı g örün c e uzakta n kolunu sallam a y a başladı:
- Kâmran, ne kad ar yav aş yürüyors un? Nered e kaldın bu vakt e kad ar?
- Hiç Müjgân, hava pek güzel de.
Müjgâ n'ın bu g e c e yanınd a ço c uğu yoktu. Buna muk a bil halind e bir tuhaflık, daim a sakin yüzünd e biraz
hey e c a n g örünüy or du.
- Müjgân, sende bir hal var!
Genç kadın bir şeyler söyl e m e k istiyor, fakat kelim e bula mıy o r du. Bir adım g eri ç e kildi, kapı ile iç duv arın
ara sın d a ki köşeyi gö st er e r e k :
- Bak, bugün kim geldi Kâmran? dedi.
Kâmran, hayr etl e başını çe virdi, iç kapıd a ki fen er d e n süzülüp g el e n ma vi m si aydınlığın içind e ta yakınd a
Ferid e'nin ela gözl erini gördü. Beb e kl erind e n birer ma vi yıldız parlay a n bu
ÇALIKUŞU 39 1
gözl er gülüy or, biraz solgun ve süzgün görün e n bu güz el yüz gülüyor. Ferid e -altı s e n e d e n b eri
hay alp e r e s t g özl erini her yumd uk ç a g ördüğü gibi- ta yakınınd a , kalbinin içind e gülüyordu. Kâmran, hafifç e
sallan dı, güz el bir rüyayı kayb e t m e k t e n korka nl ar gibi bir an gözl erini yumdu, yanın d a day a n a c a k bir yer
ara dı. Birbirlerin e söyl ey e c e k söz bula mıy orlar, sa d e c e tit-rey e tirey e bakışıyorlar, dud a kl arıyla birbirlerin e
gülüms e m e y e çalışırk e n gözl e n yaşlarla perd el e niy or du. Müjgân, bu dakik a nın güçlüğünü hiss etti.
Ferid e'yi elind e n tutup Kâmran'ın önün e g etirdi. Ağır ma n al arla dolu bir se sl e :
- Teyz e ço c u kl arı he m e n he m e n kard eş de m e k tir. Feri- de'nin erk e k kard eşi olma d ığı için se n, doğrud a n
doğruya onun ağa b e yi sayılırsın Kâmran; kard eşin e "Hoş g eldin," de sene!...
Kâmran hâlâ bir şey söyl ey e mi y o r d u. Hafifçe eğildi, Feri- de'nin sa çl arın a dud a kl arını dokun dur du. Sonra
kulağına söyl er gibi gay et yav aş:
- Sizi tekrar g ör m e k m e m n u n iy etini söyl ey e b il m e k için kelim e bula m a y a c ağı m Ferid e Hanım, de di.
Bu söz, Ferıd e'y e c e s a r e t verdi. Eski b err ak ah e n gi n e sak at billurlar gibi b elirsiz bir şikây et ihtizazı
düşmüş se siyl e:
- Teşe k kür ed e rim Kâmran Bey, de di. Ben de öyle, çok m e m n u n oldum.
- Ne vakit geldiniz?
- Bugün, öğley e doğru. On gün evv el İstan bul'a g elmiştim. Hiçbirinizin ora d a olma d ığını ha b e r aldım.
Halbuki teyz el erimi, hepinizi çok gör e c eği m g elmişti. Belki onlard a n da b e ni gör e c eği g el e nl er vardır,
de di m. Zaten Tekirdağ, g e z m e y e alışmış insanlar için ne kad ar cık bir yer, değil mi Kâmran Bey?
Müjgân, tekrar söze karıştı:
- Güzel am a , hanım a , b ey e , teklife, tek ellüfe lüzum yok, de mi n de söyl e di m. Siz, he m e n he m e n öz kard eş
sayılırsınız. Hatta, Kâmran' a "ağa b e y " de s e n pek doğru olur, Ferid e.
392
Reşat Nuri Güntekin
ikisi de gözlerini yere indirdiler. Feride, korka korka:
- Sahi, san a ağa b e y de m e m e mü s a a d e ed e r misin Kam- ran? de di.
Cevap b e kl erk e n Kâmran' a bak mı y o r, ateşb ö c e k l e rinin kayn aştığı karanlıklard a gözl eriyle bir şey arıyordu.
Kâmran kırgın bir tavırla c e v a p verdi:
- Sen na sıl isters e n öyle olsun Ferid e... içind e n na sıl g elirs e.
Artık sakin sakin konuşa biliyorlardı. Ferid e, birka ç kelim e ile s ey a h a tini anlattı:
- istan bul'd a bazı işlerim vardı; so nr a de diğim gibi, hepinizi çok gör e c eği m g el mişti. Doktor enişte n iki ay
izin verdi. Teyz el e rimi, hepinizi sıhh att e bulduğum a ne kad ar me m n u n oldum. Yalnız s e n bir felak et e
uğramışsın Kâmran, istan bul'd a işittim, çok, çok müt e e s s ir oldum. Bu kad ar az bir zam a n içind e zev c e n i
kayb e t m e k ne felak et! Fakat küçüğün var. Allah onun ömrün ü Necd et' e versin. Ne güz el ço c uğun var
Kâmran. O kad ar se v di m ki, g elir g elm e z arka d aş olduk, şimdiy e kad ar b e nim kuc ağım d a oturdu. Zaten
b e n, küçükl erl e öyle ça b uk ah b a p olurum ki...
Ferid e, söyl e m e y e de v a m ettikç e yav a yav a açılıyor, sözl eri, tavırları o e s ki yara m a z ço ş ş c uk hafifliklerini
tekrar bulma y a başlıyordu
Onun s e sini dinle m e k , söyl ey e n dud a kl arını, g e c e n i n içind e parılday a n ela g özl erini g ör m e k öyle bir
sa a d e tti ki, g e n ç ad a m bir şey düşün mü y o r, hatta onun bir başk a s ı nın karısı olduğunu, bu sa a d e tin bir ay,
bir buçuk ay so nr a yenid e n bir rüya ola c ağını bile aklına g etirmiy or. Bir tek korkusu vardı: içerid e n onun
g eldiğini fark etm e l e ri. Her korktuğu gibi, bu da nihay et başın a g eldi. Onları kapının yanınd a ilk defa g ör e n
Ner-min oldu. Genç kız, çın gır çın gır bağırar ak Kâmran'ın g eldiğini ha b e r verdikt e n so nr a yanların a koştu.
Ferid e'yi tekrar kolların a alarak:
ÇALIKU U Ş 39 3
- Seni unutm a d ığım a Kâmran ağa b e yi m de şahittir, Ferid e abla, kırmızı ent arili abla d a n en çok onunla
ba h s e d e r di k, değil mi Kâmran ağa b e y? de di.
IIO
gece, akşam yem eği bir düğün ziyafetin e b e n z e di. Sofranın başınd a ço c uk gibi ma s k a r alıklar ed e n Aziz
Bey:
- Ah Çalıkuşu, s e n b e ni ad et a dertli etmiştin! Sesin kulağıma g eldikç e ağlaya c a k gibi olurdu m. Meğer b e n
se ni ne kad ar se v e r mişim, diyordu.
Senelerden sonra, bir dah a gör m e k t e n ümit ke stikleri bir gün d e yuvay a dön e n Çalıkuşu, oray a sa d e c e
biraz neşe değil, es ki günl erinin rikkat ve muh a b b e t dolu bir parç a s ı nı da b er a b e r g etirmiş gibiydi. Bütün
yüzler gülüyor, bütün kalplerd e -açık pe n c e r e l e r d e n içeri dolan, lamb al arın etrafınd a dön e n perv a n e l e r,
g e c e b ö c e kl e ri gibi- bir şeyler titriyordu. Sad e c e , yem eğin so n u n a doğru Besim e Hanım eh e m m i y e t siz bir
şey söyl erk e n bird e n bir e ağlam a y a bala dı. Fakat derh al gözl erini sildi:
- Hiçbir şey yok, ann e s i ni, Güzid e'yi hatırladım da, diyordu.
Dizlerinin üstünd e Kâmran'm ço c uğiına üzüm yedir e n Ferid e başını eğdi, bir an yüzünü küçüğün .kıvırcık
sarı sa çl arı içind e sakla dı, o kad ar. Sonra e s ki şenlik yine yerin e g eldi.
Bir aralık Besim e Hanım koc a s ıyla b eı a b e r Trabz o n' d a bulun a n Necmiye'den bahsediyordu:
Ferid e, derin bir göğüs g e çirdi.
- O acıyı bilirim teyz e, b e nim küçüğüm de > ha st alıktan gitti, diye ce v a p verdi.
Sofrad a kil er hayr etl e birbirlerin e bakıştılar. Ayşe Teyz e:
- Dem e k s e nin ço c uğun vardı? Bilmiyorduk, de di.
394
Reşat Nuri Güntektn
Ferid e, ma h z u n ma h z u n başını salladı:
- inci gibi bir kız, g ör m e liydiniz, ne güz eldi! Yavrumu bir türlü kurtarm a k mü m k ü n olma d ı. Ayşe Teyz e
tekrar sordu:
- Çocuğun kaç yaşınd a öldü, Ferid e? Ferid e, yine o saffetle dud a kl arını bük er e k :
- Tam on üçünü bitirmişti, ilk çarşafını dikiyordu m. Kaynan a ola c a ktı m, de di.
Sofrada bir kahkaha koptu. Aziz Bey:
- Ah Çalıkuşu, yüz yaşına girs e n yine deliliği, şakayı bırak m a y a c a k s ı n , diyordu.
Ferid e'nin on üç yaşınd a ki kızına herk e s gülüyordu. Fakat, Ferid e'nin kirpikleri yaşla doluydu. Necd et'i
da h a kuvv etl e g öğsün e çe kti, söyl e dik ç e artan bir ma h z u nlukla onlar a Mu-nis e'nin hikây e si ni anlattı:
O g e c e , g e ç vakt e kad ar oturdular. Aziz Bey, ara sıra:
- Ferid e, kızım, s e n yol yorgun u s u n , yat artık, diyordu. Çoktan b eri uyuyan Necd et'i hâlâ kollarınd a n
bırak m a y a n Ferid e gülüyor:
- Ziyanı yok enişte, b e n asıl sizin aranızd a dinleniy oru m, b e ni asıl yalnızlık yordu, diyordu.
Parlak ela g özl erinin, biraz kısa dud ağının o hiç sö n m e y e n gülüm s e m e s i yl e sa atl er c e konuştu. Eski
Çalıkuşu tama m ı yl a uyan mıştı. Hoşa gid er e k dinlen diğini g ördük ç e kelim el e ri ezip büzüy or, yalnız se vil e n
ve b eğe nil e n ço c ukl arın bildiği o se vimli, nazlı har e k e tl erl e dud a kl arını büz er e k , dişleriyle dilini ısırarak,
yan ağını çukurlaştırarak müt e m a d i y e n söylüy ordu. Öyle ki, s e vin cinin verdiği sarh oşluktan bir türlü
ayrılam a - yan ihtiyar enişte, e s ki bir şaka sını tekrar etm e k arzusun d a n ken dini ala m a d ı. Küçükk e n,
Ferid e'nin üst dud ağını parm a kl arı ara sı n a sıkıştırır: "Seni yara m a z Çalıkuşu se ni, b e nim kirazımı almışsın
ha, ver g eri bak a yı m!" diye bu dud ağın ucunu zorla öp er di.
ÇALIKU U Ş 39 5
Etraftan kopa n kahk a h al ar içind e : "Yapma , eni te!" diye haykıra n Ferid e'yi zorla ç e n e s ş i n d e n tuttu, bu e s ki
şakayı tekrar etti. Sonra dikkatl e Ferid e'nin yüzün e bak ar a k: "Ne yapayım, Çalıkuşu? Kabah at se nin, evli
barklı oldun, hâlâ tabiatın ço c uk, hatta yüzün bile ço c uk. Kim bu çe hr e y e g e n ç bir kız ç e hr e s i der?" de di.
Kâmran bulunduğu köşe d e sarardığını hiss e tti. Çalıkuşu' nün bir başk a sı n a ait olduğunu ilk defa bu
dakik a d a anlıyordu.
IIIBu g e c e yi takib e n iki gün içind e Kâmran, Ferid e'yi pek az gör e bildi. Çalıkuşu, on se n e evv el Tekird ağ'd a
ken di yaşınd a birç o k kızla ah b a p olmuştu. Bunlar, şimdi evli barklı hanı ml ar dı. Ferid e'yi rah at
bırak mı y o rlar, sa atl er c e g elip oturdukları yetmiy or muş gibi, gid erk e n de Çalıkuşu'nu b er a b e r sürüklüyorlar,
ev ev, ba h ç e ba h ç e g e z diriyorlardı.
Kâmran'ın g > zli gizli üzüldüğünü g ördük ç e Müjgân, ad et a s e viniy or, g özl erinin içi güler e k şikây et ediy ordu:
- Nafile, Ferid e'yi bize bırak m a y a c a k l ar. Mamafih, her şeyd e n ev v el onun eğlen m e s i , açılma s ı lâzım.
Kâmran, bu iki gün içind e Ferid e'yi bir ker e yem e k t e , bir ker e de çarşaflı olarak sok a kt a n dön e r k e n
gör e bildi.
Üçüncü g e c e n i n sa b a h ıy dı. Kâmran, âd eti hilafına çok erk e n uyan mıştı. Ortalık yeni ağarıy ordu. Köşk,
da h a uykud a y dı. Kâmran, od a nı n panjurlarınd a n birini ittiği vakit, Ferid e'yi ba h ç e d e g ördü. Penc e r e n i n
açıldığını o da fark etmişti. Başını kaldırdı, yeni doğa n gün eş e karşı elini g özl erin e siper ed e r e k :
- Uyandınız mı, Kâmran Bey? Ne kad ar tabiatınızı değiştirmişsiniz. Eskid e n sizi uyan dır a bilm e k için
panjurlarınıza yazın avuç avuç çakıl taşı, kışın bir yığın kartopu atma k lâzım g elirdi. Siz de biraz Anad olulu
olmuşsu n uz. Ben, ora d a bu sa att e
396
Reşat Nuri Güntekin
kalktığım vakit: "Tem b e l , insa n üstün e gün eş doğurur mu?" diye b e ni ayıplarlardı.
Eski hafif, alay cı Çalıkuşu'nu hatırlatan bu sözl eri söyl ey e n s e sin d e kalb e s erinlik ve tazelik hisleri ver e n
b err ak bir ak ar s u ah e n gi yardı. Kâmran, biraz kork ar a k sordu:
- Ben de geleyim mi, Feride?
O, hâlâ elleri gün eş e karşı gözl erind e , ta es kid e n yaptığı gibi gizli gizli eğlen e r e k :
- Rutub etin nazik vücudu n uz u incitme s i n d e n korkm a z - sanız fen a olma z. Size Anad olu ikramı yaparım.
Kâmran'ı koc a m a n bir ce viz ağa cı altına götürdü, akşa md a n ba h ç e d e unutulmuş bir isk e ml e y e oturttu:
- Şimdi bir parç a b e ni b e kl e y e c e k s i niz, Kâmran Bey.
- Hani teklif, tek ellüf bırak a c a k tın?
- Biraz sa bır, o ken di ken din e g elir. Birden bir e hürm e t sizliğe c e s a r e t ed e mi y o r u m. Kâmran güldü:
- Fakat bu, daha büyük hürm e t sizlik Ferid e, s e ni me n ed e rim. Bana: "Siz", "Kâmran Bey" derk e n
eğle niy or s u n gibi g eliyor.
Feride de gülüyordu:
- Doğru, hakkınız var, hakkın var, gayr et ed e ri m. Şimdi ban a mü s a a d e , sa n a süt pişirec eğim.
- Feride, rica ederim.
- Nafile, ısrar etm e . Bir Anad olu kadının a karşı en iyi komplim a n ; onun iş gör m e s i n e , hizm e t etm e s i n e
mü s a a d e etm e ktir.
Biraz eğlen e r e k , biraz ma h z u n de v a m ediy ordu:
- Bizim ken dimizi b eğe n dir m e k için ev işi gör m e k t e n başk a hiç cazib e mi z yok ki...
Bahçenin içine, elinde bakraçla, kuru dal parç al arıyla gidiyor g eliyor, yeni uyan a n ba h ç ı v a nl a konuşa n se si
işitiliyordu.
ÇALIKU U Ş 39 7
Nihay et, elind e dum a nl arı tüten bir süt bard ağı ile g eldi.
- Süt, istediğim gibi değil. Kâmran, fakat üç gün so nr a -Bugün ne? Pazart e si- Perşe m b e sa b a h ı için s e ni
bir sa b a h ziyafetin e dav et ediy oru m. Aynı koyunun sütünü içe c e k s i n, fakat g ör e c e k s i n ki ba m b a şk a bir
şey, âd et a güz el bir m e y v e . Bu b e nim büyük bir sırrım! Nasıl ola c a k diye m e r a k etmiy or mu s u n? Aman, ne
hissizlik... Ben, san a şimdid e n söyl ey e yi m. Üç gün koyunu armutla b e sl e y e c eği m. Sen, galib a
üşüye c e k s i n, hav a biraz s erin. İster misin Besim e Teyz e m : "Deli kız, oğlumu ha st a ettin!" diye b e ni
payla sı n? Dur, b e n rutub et e filan alışkınım, san a atkımı ver e yim.
Bir çe n g e lliiğne ile b oy nu n a iliştirdiği kırmızı yün atkıyı çıkardı. Saba h rutub etind e n müt e e s s ir oluy or gibi
hafifç e titrey e n Kâmran'ın omuzl arını, g öğs ün ü örttü.
Kâmran'ın g özl erind e on s e n e ev v elki bir ak a mı n hay ali uyanıy or du. Kozyata ı'nd ş ğ a ki köşkün dış kapısı
önün d e yine b öyl e omuzl arın a ken di küçük laciv ert palto s un u koy a n kısa et e kli, siyah önlüklü, minimini
me kt e p kızını, onun mor mür e k k e pl e lek eli küçük parm a kl arını g ördü; büyük bir ad a m gibi: "Artık se ni
muh af a z a etm e k b e nim vazife m!" diyen se sini işiti.
- Kâmran, bunaklar gibi elind e n sütünü düşüre c e k s i n , dizlerin yan a c a k , niçin öyle daldın?
- Hiç, aklıma bir şey g eldi de...
Ferid e, bu akla g el e n şeyin söyl e n m e s i n e ma ni olma k ister gibi, ac el e ac el e :
- Benim de öyle, se ni omz u n d a atkı ile görün c e , Kâmran Hanım de diğim aklım a geldi.
*
Ferid e işini bitirdikte n so nr a Kâmran'ın karşısınd a alça k bir mutfak isk e ml e s i n e oturmuştu. Kalın, don uk
Bursa ipeğind e n -dışarı biçimi- bol bir elbis e , boyn un u, vücudu n u g e niş,
398
Reşat Nuri Güntekin
hafif kıvrımlarla örtüy ordu. Dirsekl eri dizlerin e day alı, bilekl eri ç e n e s i nin altınd a birleşmiş, yan a kl arı açık
avuçl arının içind e , konuşm a y a başla dı.
Kâmran, onun yüzünü bu kad ar temiz bir aydınlık içind e, bu kad ar yakınd a n ilk defa görüy or du: Çehr e si
biraz zayıflamış, süzülmüştü. Bu süz günlük, gözl erini da h a büyük g ö st e riy or, ken arlarını b elli b elirsiz bir
ma h m u rlukla gölg eliy ordu. Beş se n e evv el ki Çahkuşu'nun yaldızlı bir ışıkla dolu ela gözl erin e ateş
yanın d a unutulmuş çiç e kl erin hum m a l ı yanıklığı düşmüştü. Bu gözl er yine e s kisi gibi gülüyor, yine e s kisi
gibi ma s u m bir ce s a r e tl e kaçın m a d a n bakıy or du. Fakat, Kâmran' a öyle g eldi ki artık e s ki si gibi onların
derinliğini, nihay etini gör m e k mü mk ü n değildir.
Saçlarını dışarlık kızları gibi ortasın d a n ayırarak iki kalın örgü ile yanların a bırak mıştı. Bu sa çl ar o kad ar
sıkı örülmüştü ki, alnının, şakaklarının derisini g eriy or, kaşlarının dağınık uçlarını biraz yukarıya kaldırıyor,
da h a şeffaf ve nazik görün e n tenind e inc e ma vi m s i da m a r gölg el e ri m e y d a n a çıkarıy ordu.
Kâmran, onun sözlerinden ziyade sesini dinley er e k bu güz el yüzü seyr e d e r k e n bir şey e dikkat etti:
Ferid e'nin ren gi, tabii hay atını yaşay a n bir g e n ç kadının me s ut ren gi değildi. Bu tend e kop arılma d a n
solm a y a ma h k û m güllerle aşksız ihtiyarlam al arı muk a d d e r kızlard a görül e n hum m a l ı kızıllığa b e n z e r gizli
bir ateş, mu st arip bir şeffaflık vardı.
Saba h gün eşi, bu çe hr e d e öyle inc e, öyle ma n a lı çizgiler aydınlatıy ordu ki, g e n ç ad a mı sardık ç a sarıy or,
on a ağlam a k arzuları veriyordu. Istırabın bir g e n ç kız yüzünü bu kad ar gü- zelleştire bile c eğini, Kâmran
düny a d a aklınd a n g e çir m e m işi.
Ferid e, dud ağının o hiç sö n m e y e n gülüms e m e s i yl e , e s ki ah e n gi n e g örün m e z bir yerind e n inc e bir yara
almış billurların do nuk, şikây etli ihtizazı düşmüş s e siyl e ço c ukluk hatıralarınd a n ba h s e d iy or d u.
Kâmran, cesaret etti, ona da h a yeni bir hatıra sordu:
ÇALIKU U Ş 39 9
Ferid e, ağır bir tavırla başını salladı:
- Aklımd a kalm a d ı, Kâmran. On b eş yaşına kad ar, buray a g elinc e y e kad ar olan vak al arı hatırlıyoru m,
öt e sini bir dum a n kapla dı gör e mi y o r u m.
Hatıraların a çök e n bu dum a n d a n ba h s e d e r k e n , gözl erini de bir dum a n buruy or, başını yan a ç e vir er e k
uzaklar a bakıy or du.
Bu en es ki ço c ukluk hatıralarınd a n so nr a bird e n bir e hay atının so n b eş se n e s i n e atlamıştı. Hacı Kalfa'nın
bir halini, Zeyniler muht arının bir sözün ü, Müdür Rec ep Efendi'nin bir tuhaflığını hatırlark e n güle n
gözl erin e , ca nla n a n har e k e tl erin e baz e n hiç şüph e siz bir yorgunluk düşüy or, o vakit, s e sin d e ki b elirsiz,
sak at, billur ihtizazı dah a derinl eşiyor, üzgün bir yürek gibi titriyordu.
Bir su ken arın d a n ba h s e d e r k e n Kâmran, g özl erini kapa dı: "Sakın bu, başını se v diğinin dizlerin e koy ar a k
gözl erin e bak a bak a tamb ur çaldırdığın çağlay a n ken arı olma s ı n," diye ken din e sordu.
Çalıkuşu, hay atının en ma n a s ı z, en eh e m m i y e t siz birka ç parç a s ı nı söyl e dikt e n so nr a bird e n bir e aklına
g elmiş gibi:
- Kâmran, dah a san a enişte nin fotoğrafını gö st er m e d i m , de di.
Kâmran' a, inc e bir altın kord o nl a b oy nun a bağlı bir altın ma d aly o n uzattı:
Genç ad a m , sarardığını; titrediğini b elli etm e m e y e çalışarak fotoğrafı aldı. Ferid e, onunl a b er a b e r fotoğrafı
gör m e k için başını uzatıyor, yüzünü yüzün e yaklaştırıyordu:
- u çe hr e y e bak, Kâmran, ne ne cip, ne güz Ş el bir yüz, değil mi?
Genç ad a m , b elli etm e d e n g özu c uyl a Ferid e'y e bakıy or du.
400
Reşat Nuri Güntekin
O, öyle dalgın bir muh a b b e tl e fotoğrafı seyr e diy or du ki, farkınd a olma d ı.
Bu dakik a, Kâmran'ın hay atın d a en acı bir ıstırap ve isyan dakika sı oldu. Dem e k Ferid e'nin inc e, nazlı,
ma s u m güz elliği bu b ey a z sa çlı, ka b a yüzlü, iriyarı ihtiyara gıd a olmuştu.
Gözlerinin önün d e çılgın bir hay al uyanıy or; Ferid e'yi, utan cın d a n dalg a dalg a kızara n yan a kl arınd a yarı
kapalı ela g özl erind e n dökülmüş yaşlar, ma s u m ço c u k dud a kl arınd a yalvar m a y a b e n z e r urper m e l e rl e bu
ihtiyarın kollarınd a hırpala nıy or görüy or du.
Çalıkuşu, bak m a d a n bunu hiss e t miş gibi hafifç e silkindi, ağır ağır ma d a ly o n u tekrar göğs ün e koy ar a k:
- Bana artık mü s a a d e Kâmran. Zanne d e rim, bugün mis afirler var, de di.
IV
Çalıkuşu, yuvay a dö n eli on gün olmuştu. Aziz Bey, her akşa m tekrar ediy ordu:
- Dikkat ediy or mu s u n uz ço c u kl ar? Eve bir başk alık g eldi. Çalıkuşu, bu s ef er kırlan gı ç kuşların a b e n z e d i.
Kanatlarının altınd a ad et a bir ba h ar g etirdi. Yazık ki bir gün da h a g e çti, diyordu.
Feride, gülüyor:
- Ziyanı yok, enişte. Birkaç se n e so nr a yine izin alır, g elirim. Siz üzülm e yin. Hem de önü m ü z d e bu kad ar
gün vark e n . .. Niçin şimdid e n ken di miz e zehr et m e li, diyordu.
Çalıkuşu, tama m ı yl a e s ki Çalıkuşu olmuştu. Geçici bir fırtına ile örs el e n di kt e n so nr a tekrar gün eş e
kavuşa n taze çiç e kl er gibi gün d e n gün e açılıyordu.
Yenid e n , ev d e ki ço c u kl arın el e b aşı sı olmuştu. Müjgân'ın üç yaşınd a ki kızıyla on d a n biraz büyük olan
Necd et't e n on
ÇALIKU U Ş 40 1
yedisini bitiren Nermin' e kad ar büyüklü küçüklü bütün ço c u kl ar, on a bağlan mışlardı; sa b a h t a n akşa m a
kad ar et e kl erini bırak mı y o rl ar, köşkü şenliğe, kahk a h a y a boğuy orlardı.
Büyükler, baz e n yara m a zlığın bu der e c e s i n d e n şikây et ediy orlardı. Fakat başk a bir cih ett e n de
se viniy orlardı. Onlar, her şey e rağm e n iki es ki nişanlıydı, ilk günl erd e b eş s e n e d e kapa n a n es ki yaralarının
yenid e n açılma s ı n d a n korkmuşlardı. Fe- ride'nin taşkın şenliği, onu böyl e uzakta n g ör m e k t e n başk a bir şey
iste miy or gibi g örün e n Kâmran'ın halim, sakin ba htiyarlığı onlara biraz e mniy et ver m e y e başla mıştı.
Mamafih, ihtiyatı eld e n bırak mı y o rl ar, onlard a en es ki zam a nl ar d a ki: "Büyük ağa b e y" ile "Küçük kız
kard eş" hislerini yenid e n kuvv etl e n dir m e y e çalışıyorlardı. Uyanmal arın d a n korkula n dalgın ha st al arın
od a s ı n d a nasıl konuşm a kt a n ç e kini- lirse, onların yanınd a da ihtiyatsız bir kelim e yl e bu hazin ma ziyi
uyan dır m a kt a n öyle korkuy orlardı.
Aziz Bey, ara sıra:
- Misafirliği biraz da h a uzatm a k mü m k ü n değil mi? diye sordu.
Gitme k sözün ü işittiği zam a n daim a biraz ma h z u nl aşa n Çalıkuşu:
- imk â n yok enişte. Çalıkuşu, ne de ols a başk a yuva nın ann e s i, onun yolunu da b e kl e y e nl e r var, diyordu.
Kâmran' a en ziyad e dokun a n şey de, Ferid e ile Necd et ara sı n d a ki büyük do stluktu. Onları ayıra bilm e k için
ço c uğun, Çalıkuşu'nun kollarınd a uyuyup kalma s ı nı b e kl e m e k lâzım g eliyordu.
Kâmran, bir gün Ferid e'nin onunla kav g a ettiğini işitti.
Çalıkuşu güler e k:
- Söyle bak a yı m Necd et, bir ker e da h a hala, hala, hala
Çalıkuşu - F.26
402
Reşat Nuri Güntekin
diyordu, fakat Necd et on a itaat etmiy or, inatçı sarı başını sallay ar a k: "Anne, ann e , ann e!" diyordu.
Kâmran biraz korkarak:
- Bırak Ferid e, varsın öyle de sin, ne ziyanı var? Biçare nin b elki öyle söyl e m e y e ihtiyacı var, de di.
Ferid e, bir şey söyl e m e d e n eğildi, ço c uğun başını uzun uzun okşa dı.
Kâmran, yine bir sa b a h , kap alı panjurların a vuran hafif ta s e sl e riyle uyan dı. Bunun, ş yalnız Ferid e'y e
ma h s u s bir uyan dır m a usulü olduğunu biliyordu Çalıkuşu, yine onu, büyük c e vizin altınd a sa b a h ziyafetin e
dav et ediy or du, ilk günl erd e va at ettiği gibi artık güz el armut kokus u ver m e y e başlay a n sütün yanınd a mini
mini dışarlık çör e kl eri, so nr a reç el e b e n z e y e n pe m b e bir tatlı vardı.
Feride, çöreklerin üstüne bu tatlıdan sür er e k Kâmran' a veriyordu:
- Bunlar b e nim elimin marifeti... Bu çör e kl erin ismini bilmiyoru m, fakat tatlıya gülb eş e k e r diyorlar.
işini bitirdikte n so nr a yine o alça k mutfak isk e ml e s i ni bulara k Kâmran'ın karşısın a, he m e n he m e n
ayaklarının dibin e o turdu.
- Şimdi söyl e ba n a bak a yı m Kâmran, gülb eş e k e ri b eğe n di n mi?
Genç adam, gülerek cevap verdi:
- Beğendim.
- Sevdin mi?
- Sevdim.
- Bir daha söyle.
- Beğendim ve s e v di m.
ÇALIKU U Ş 40 3
- Öyle değil, Kâmran, "Ben Gülb eşe k e r'i s e v di m," de. Kâmran bu ço c uk ç a ısrarı anla m a y a r a k gülüyordu.
- Ben, Gülbeşe k e r'i se v di m.
Ferid e, gözl erind e , yan a kl arın d a ateşler uçar a k, utan cın d a n kirpikleri titrey er e k yüzünü on a yaklaştırıyor,
yalvar a n bir ço c uk gibi boyn un u büküy or du. Dudaklarınd a tutuk nef e sl erl e:
- Bir kere daha Kâmran, "Ben Gülb eşe k e r'i çok se viy oru m," de.
Genç ad a m , istediği verilm e z s e ağlay a c a k ço c u kl ar gibi bükül e n , titreşe n bu dud a kl ar a hey e c a n lı bir
hayr etl e bakıy or du. Seb e b i ni ken dinin de bilm e diği gizli bir te e s s ürl e titrey er e k:
- Ben Gülbeşe k e r'i çok s eviy oru m, s e nin istediğin kad ar çok s e viy oru m, de di.
Ferid e, bir ço c u k se vin ciyl e ellerini çırptı, fakat dud a kl arı gülerk e n gözl erind e n yaşlar g eliyordu.
Ehem mi y e t siz bir şey için ağlay a n bir yab a n c ıyı ayıplar gibi: "Ne delilik, bir marifetini b eğe n dirdiğin için bu
kad ar me m n u n olm a k ne delilik!" diye çırpınıyor, ken di ken disiyl e eğle n m e y e , parm a kl arıyla g özl erini
kurutma y a çalışıyordu. Fakat yaşlar bir türlü durmuy o r du. Tutuk bir ferya d a b e n z e y e n bir hıçkırık; so nr a
yüzü elleri içind e , ağlaya ağlay a içeri kaçtı.
Bir akşa mü s tü Kâmran, enişte siyle b er a b e r çarşıda n dö nüy or d u. Çocuklar, âd et etmişlerdi: Onların
g eldiğini uzakta n g ördükl eri gibi kapının içind e dizilirler, yemiş, şek er, çikolat a b e kl erl er di. Kâmran, birer
birer onların payını dağıtırke n yanın a, ayaklarının dibin e küçük taş parç al arı düştüğünü fark etti. Son
hiss e yi verdikte n so nr a g özl eriyle etrafı araştırdı, Çalıku- şu'ydu. Biraz öt e d e , koc a m a n bir ke st a n e n i n
yanın d a duruy or, eliyle on a işaret ediy or du:
404
Reşat Nuri Güntekin
- Manasını biliyorsun uz ya, Kâmran Bey? Biz de varız. Eğlen e c eği yahut bir muziplik ed e c eği vakit, daim a
on a "siz" diye hitap ed e r di. Gülere k de v a m etti:
- Siz, b e ni artık pek fazla ihmal ettiniz. Hani payım. Eski kab a h a tl er unutuldu mu sanıy or s u n uz efe n di m?
Ya sükût hakkımı verirsiniz, ya o e s ki kiraz ağa cı hikây e si bu g e c e sofra d a ca nl a nır.
On se n e evv el yine bu kapının yanınd a yaptığı gibi, dilini dişlerinin ara sın a sıkıştırıyor, sivri kırmızı ucunu
gö st er e r e k gülüy or du.
Kâmran, pard ö s ü s ü n ü n ce bin d e n bir kutu çıkardı, gülerek:
- Verilmiş sa d a k al arı m varmış. Ferid e, ne güz el tes a d üf. Ben de bugün bir kutu fond a n aldım, kims e y e
gö st er m e d e n ken dim yiye c e ktim am a ma d e m k i b öyl e tehdid e uğradık, ne yapalım?...
Ferid e'nin yüzünd e bir ço c uk s e vin ci parladı:
- Ne güzel, ne güzel!
- Fakat bir şartla Çalıkuşu. Onları yine b e n s e nin ağzına ver e c eği m.
- Nasıl olur?
- Ta e s kid e n ... se n on iki, on üç yaşınd a yk e n nasıl oluyordu?
Bunu söyl erk e n fond a nl ar d a n birini Ferid e'y e uzatmıştı. Çalıkuşu, birka ç saniy e tere d d üt etti; so nr a başını
uzatara k, hafifç e titrey e n dud a kl arını açtı. Fakat Kâmran'ın bütün ısrarların a rağm e n , bunlard a n bir
ikincisini yem e k istem e d i .
- Ver bana, yemekten sonra onu Necdet'le beraber yerim, dedi.
- Seninle u duv arın yanın a kad ar gid elim, Ferid ş e. Bak, de niz ne güz el. Hem konuşur, he m seyr e d e riz.
- Peki, fakat şu kutuyu içeri bırak ayı m. Bir dakik a c ık. Kâmran, ilk defa on a dokun m a y a ce s a r e t etti;
bileğind e n tutarak:
ÇALIKU U Ş 40 5
- Hayır, Ferid e, de di. Sana em niy etim yok. Bekle, bir dakika cı k, şimdi g eliyoru m, diye c e k g elm e y e c e k s i n ,
yahut g el s e n de kim bilir ne vakit ve nasıl g el e c e k s i n? Görüyor su n ki sa n a em niy etim kalma d ı.
Ferid e, bir şey söyl e m e d e n başını önün e eğdi, yav aş yav aş onunla b er a b e r yürüm e y e başladı.
Kâmran'd a bu akşa m dalgın bir hüzün vardı. Kendisini zapt ed e mi y o r, ke sik, rabıta sız kelim el e rl e
müt e m a d i y e n şikây et ediy ordu. Bir aralık karanlıklarla dolm a y a başlay a n en gin d e n uça n bir kuş sürüsünü
gö st er di:
- Ferid e, bir zam a n so nr a s e n de bunlar gibi uçup gid e c e k s i n, değil mi?
- Peki, arka n d a bıraktığın teyz el er d e n , teyz e ço c ukl arın d a n , e s ki arka d aşlarınd a n , ço c ukluğunun g e çtiği
yerlerd e n ayrılma k sa n a pek mi tatlı g el e c e k ?
- Yuvan d a m e s ut ed e r e k , m e s ut olara k yaşark e n harap ve perişan bıraktığın başk a bir yuva nın hali hiç mi
se ni üzm e y e c e k ?
*
Feride, cev a p ver miy or, hatta dinle miy or, şek erl e m e kutusun un altına bir kurşunk al e m parç a s ıyla şekiller
çiziyor, bir şeyler karalıy ordu.
Kâmran acı bir şikây etl e:
- Cevap ver miy or s u n Ferid e? de di. Çalıkuşu, dalgın dalgın onun yüzün e baktı:
- Affet Kâmran, aklım başk a yerd e y di. Ne söyl e diğini dinley e m e d i m . Vaktiyle dinle diğim bir es ki şarkı vardı
ki, unutmuştum, bilme m niçin, bird e n bir e o aklıma g eldi. Unutmay a yı m diye onu işaret ediy ordu m. İsters e n
oku. Ben, üşüm e y e başla dı m, içeri gidiyoru m.
Kâmran, kutunun altınd a Ferid e'nin karışık yazısıyla yazılmış, şu dört mısr aı g ördü:
Reşat Nuri Güntekin
406
Pür ateşim açtırma b e nim ağzımı zimh ar, Zalim, b e ni söyl et m e , derunu m d a nel er var; Bilmez miyim
ettiklerini, eyl e m e inkâr, Zalim, b e ni söyl et m e , derunu m d a nel er var!
VI
fm •"
Bu vak a nı n üstünd e n dört gün g e ç mişti. Ferid e, e s ki arka d aşların d a n he m e n he m e n kaçıy or du. Onun
yalnız kala bilm e k için icra ettiği bütün ba h a n e l e ri, kurnazlıkları boşa çıkıy or, başk al arının yanınd a
konuşm a k lâzım g eldiği vakit yüzü ne bakmaktan, göz göze gelmekten çekiniyordu.
Dördün c ü günün akşa mı n a doğruydu. Evdekiler o gün yine çoluk ço c uk bir yer e dav etliydiler. Akşam
ez a nı n d a n evv el dö n m e l e rin e imk â n yoktu. Kâmran, dışarıd a şidd etli bir rüzg ârın tozu dum a n a katma s ı n a
rağm e n , ev d e dura m a m ış, dolaşm a y a çıkmıştı.
Rüzgâr, uzak tep el er d e ıslık çalıyor, ağaçlar g örün m e z bir yağmur sağa n ağı altınd a gibi hışırdıyor, g öz
ala bildiğin e uzanıp gid e n yolun üstünd e toz kasırg al arı koşuy or du.
Kâmran'ın yüzün e , gözl erin e tozlar doluy or, her birka ç adımd a bir durara k rüzg âr a arka sı nı ver m e k
me c b u riy etind e kalıyordu. Çıplak bir tep e ciğin ken arın d a ko c a m a n bir kay a kovuğu g ördü. Yanınd a bitmiş
cılız bir ağa ç, müt e m a d i y e n çırpınıy or, sısk a kollarını sallıyordu. Kâmran, yolunu çe vir er e k oray a gitti.
Kayanın bir köşe si ni rüzg âr a karşı siper ed e r e k oturdu.
Bu kad ar gürültüy e, bu kad ar çırpın m a y a rağm e n etraf bugün bo m b o ş görünüy or d u... Bomb oş, dümd üz,
tıpkı bir çöl gibi.
Tabiatı, hiçbir gün bu kad ar ruhsuz, onun güz el şeylerini bu kad ar lüzums uz, hay atı bu kad ar ümitsiz
gör m e m işti!
ÇALIKU U Ş 40 7
Ta uzakta n yolun, suların içind e n g e çiy or gibi g örün e n de niz e yakın bir nokta sı n d a renkli bir kadın hay ali
fark etti. Hiç s e b e p s i z yoku tan indi, on a do ş ğru yürüm e y e başla dı.
Biraz so nr a, Nermin'in gülkurusu çarşaf ını tanıdı. Genç kız da onu g ör müş ola c a k ki, uzakta n şemsiy e s i ni
sallıyordu?
Nermin, niçin öte kil erd e n ayrılmıştı, niye yalnız g eliyordu? Bunu m er a k ed e r e k dah a hızlı yürüm e y e
başladı.
Genç kız, rüzg âr a karşı başını eğiyor, bir eliyle et e kl erini zapta çalışıyor, öte kiyle çarşafının hırçın kuş
kan atları gibi çırpınıp hav al a n a n pel erinini tutuyordu.
Yüzünü gördüğü vakit bird e n bir e Kâmran'ın kalbi çarptı. Nermin'in gülkurusu renkli çarşafı içind e Ferid e
vardı.
Tam birbirine yaklaşa c a kl arı vakit rüzg âr, Ferid e'nin şem siy e si ni aldı. Çalıkuşu feryat ed e r e k onu tutma k
istedi. Fakat, bird e n bir e et e kl eri dağıldı; pel erin uçtu, sa çl arı açıldı. Kâm- ran, tam dakik a s ı n d a yetişmişti.
Şemsiy e s i ni bir çalı ken arın d a yakala dı. Pardö s ü s ü n ü rüzg âr a siper ed e r e k Ferid e' nin çarşafını
düz eltm e s i n e yardım etti. Çalıkuşu:
- Ne kad ar zam a n ı n d a yetiştin Kâmran, rüzg âr b e ni sa hici çalıkuşları gibi uçura c a ktı, de di. Daha bir şeyler
söyl e m e k istiyordu. Fakat rüzg âr başını eğm e y e , gözl erini, dud a kl arını kapa m a y a m e c b ur ediy or du.
Kâmran, on a pard ö s ü s ü n ü siper etm e y e çalışarak yürüm e y e başla dılar.
Ferid e, artık söz söyl ey e b il e c e k bir hal e g elmişti. Fakat öyle g örünüy or du ki, onun şimdi söyl e m e k t e n
ziyad e gülm e y e ihtiyacı vardı. Kendini zapt ed e mi y o r, bir başk a rüzg âr sağa n ağın a tutulmuş gibi
gülüy or du. Kesik ke sik bunun se b e b i ni anlattı.
- Biliyor mu s u n niçin gülüyoru m, Kâmran? Misafirlikteydik. Benim çarşıd a pek mühi m bazı işlerim olduğu
aklıma g eldi. Halbuki arka m d a yeldirm e m vardı. Tabii, o kıyafett e ce s a r e t ed e m e d i m . Zavallı Nermin cik,
ba n a iyilik etm e k istedi. Çarşafını teklif etti. Biraz ev v el yüzüm kapalı olduğu hald e çarşı-
408
Reşat Nuri Güntekin
l
dan g e çiy or du m. Bir zabitin arka m d a n g eldiğini g ördü m. Tam yanımd a n g e ç e r k e n :
- Nermin Hanım, siz bura d a! Ne ümit edilm e z sa a d e t efe n di m, demesin mi?
Nermin'in ba n a iyilik ed e yi m derk e n b öyl e foya sı nı me y d a n a ver m e s i o kad ar tuhafıma gitti ki, ken dimi
tutam a d ı m, güldü m. Zabitçik, yanlışlığı o vakit fark etti. Bend e n öyle bir kaç m a s ı vardı ki... Öyle ya!
Nermin'in yerin e yaşlı bir kadın g ö rünce...
Kâmran, gülümseyerek dinliyordu. Feride, devam etti:
- Fakat b e n , kızc ağızın sırrını san a söyl e diğim e fen a ettim. Gev e z e dilim durmuy or ki... Kuzum, Allah
aşkına, kims e y e söyl e m e e mi? Yalnız ilerid e, kim bilir, bu kızc ağız da onu istiyors a?... Onlara bir iyilik
edebilirsek...
- Sana vaat ederim, Feride, ancak Nermin o kadar çocuk ki...
Ferid e, zayıf bir şikây et gibi:
- Olabilir, fakat b öyl e ço c u kl arın kalbi hiç g örün düğü gibi olmuy o r, de di.
Bu söz üzerine ikisi de sustular; yine öyle yan yana yürüm e y e başladılar.
Rüzgâr hafifliyor, onlar da adıml arını ağırlaştırıyordu. Yolun bitme s i n d e n ad et a korkuy orlardı. Kâmran,
ma h z u n ma h z u n düşünüy or du: "Demin bu tabiatı b o m b o ş, ken dimi lüzums uz bir insa n gördü m. .. Şimdi, bu
gülkurusu ço c uk çarşafı içind e titriyor gibi g örün e n nazik, küçük, güz el şeyi rüzg âr a karşı bir parç a hima y e
ed e b ilm e k inanılm a y a c a k kad ar büyük bir sa a d e t veriyor. Bu, daim a böyl e ola bilirdi. Bu güz el küçük
ma hluku, b e n, isters e m ba htiyar ed e b ilir ve ba htiyar olurdu m. .. Yazık!"
Dalgın bir düşünc e içind e gittikç e adıml arını ağırlaştıran Ferid e, tekrar konuşm a y a başladı. Hiç
mün a s e b e t i olm a y a n şeyler söylüy or du:
ÇALIKU U Ş 40 9
- Her şey e rağm e n bu küçük teb diliha v a b e ni çok eğlen dirdi. Herhald e bir iki se n e yet er. . Sonra,
teyz el erimi, hepinizi yine çok gör e c eğin 1 g eldiği vakit tekrar g el e c eği m... Böylec e se n e l e r g e ç e c e k , b e ni m
yav aş yav aş sa çl arım ağar m a y a başlay a c a k , s e n de, tabii öyle. Birbirimizi g ördük ç e yine m e m n u n
ola c ağız. Buna muk a b il ayrılırke n b elki dah a az ma h z u n ayrılac ağız... Kim bilir, ilerid e b elki büs b ütün bile
g elirim, değil mi? Hayat bu, her şey mü m k ü n ... O vakit s e n, b e ni m büs b ütün ağa b e yi m olursun... Büyükler
birer birer ç e kildikç e birbirimizin dah a kıym etini biliriz. Ehem mi y e t siz, küçük kusurlarımızı da h a ziyad e hoş
görürüz. Böyle ömrü m ü z ü n so n se n e l e rini, ço c ukluğumuz u g e çirdiğimiz yerlerd e . ..
Sesinin bıllurund a ki görün m e z yara dah a derinl e iyor, sözl erin e bir gizli vasiy et ma ş h z u nluğu veriyordu.
Yol üzerind e ço c uklu bir dilen ci kadın a tes a d üf ettiler. Çocuk, çıplak ayaklarıyla yanlarınd a koşuy or, kuru
eliyle Feri- de'nin et e kl erini okşuy or du.
Kâmran, para ver m e k için durdu. Ferid e, küçük sefillerle tem a s ı n verdiği bir alışkanlıkla ço c uğun başını
okşa m a k t a n iğrendi. Tekrar yürüm e y e başladıkları vakit, dilen ci kadın onlara dua etti:
- Allah birbirinizd e n ayırma s ı n , Allah güz el hanı m c ığını sa n a bağışlasın, de di.
Gayri ihtiyari durdular. Kâmran, g ö nlünün bütün acı sı gözl erinin için e toplan mış:
- Ferid e, duydun mu kadın ne söyl e di? de di. Bu sual e iki iri yaş da ml a s ı c e v a p verdi. Artık, birbirlerin e
yaklaşm a y a c e s a r e t ed e m e y e r e k yolların a de v a m ettiler.
Köşkün önün e g eldikl eri vakit, akşa m olmuştu. Hava, ep e y c e sakinl eş miş, rüzg ârın uğultusu durmuştu.
Ağaçlar, bu
410
Reşat Nuri Güntekin
uzun yorgunluktan sonra, sakin gölgelerinin uykusun a dalıyor, kay al ard a -ken di içlerind e sızıyor gibi
görün e n - hafif bir s e d e f parıltısı yanıp sö n üy or du.
- Vakit da h a erk e n , Ferid e. Onlar şehird e n dö n m e d il e r, ister misin s e ninl e şu kayaların yanın a gid elim?
Ferid e, başını önün e eğer e k halsiz halsiz rica etti:
- Bana artık mü s a a d e , Kâmran. Gidip soyun a yı m, rüzg âr başımı ser s e m etti.
Biraz evv el Ferid e'nin ca nlı, oyn a k vücudu etrafınd a canlı bir ma hluk gibi yaşay a n, omuzl arın d a n uçar a k
dizlerinin etrafına dolan a r a k ha s s a s , zarif, çapkın sarılışlarla çırpın a n gülkurusu çarşaf, şimdi sö n ük bir
em e l füturuyla omuzl arınd a n , dizlerind e n sarkıy or du.
Daha ileri gitme y e kuvv eti kalm a m ış gibi oray a, kapının önün d e ki iri bir taşın ken arın a oturdu; kuml ar a
şemsiy e siyl e ümitsizliği kad ar derin, hay atı gibi kırık çizgiler çizm e y e başladı.
Biraz so nr a, Kâmran'ın da yanın a oturduğunu, omz u n u n omz u n a dokun duğun u, elinin elini tuttuğunu
hiss ettiği vakit, hafifç e hey e c a n l a n d ı. Şaşkın şaşkın etrafına bak ar a k kaç m a k istiyordu. Fakat vaz g e ç ti.
Kâmran, onun birkaç defa derin derin içini ç e ktiğini, ilk ön c e vahşileşe n g özl erin e bird e n bir e çar e siz bir
mağlubiy et tev e k külü düştüğünü gördü. Buz gibi soğuy a n, titrey e n elini e s ki nişanlısının elin e bırak mıştı,
ikisi de g özl erini kap a dıl ar. Kâmran, gözl erinin kara nlığı içind e kıvılcıml ar uçuşar ak düşünüy or du: "Bu
avuc u m u n içind e titrey e n el, Ferid e'nin eli. Dem e k insanın, g e c e l e ri imkâ n s ız bir rüya sı sa n dığı şeyler de
mü m k ü n ola bilirmiş!" Gözlerini tekrar açtı. Ferid e, ağlay a ağlaya uyumuş ço c ukl ar gibi ara sıra g öğüs
g e çiriyor, gittikç e ağırlaşan başını onun omz u n a bırakıy ordu. Halind e, ellerini bıra- kışınd a ma zlum bir
teslimiy et vardı. Kâmran, ara sıra kımıld a- dıkç a onun da h a ziyad e so kulduğunu, elini da h a kuvv etli sıktıÇALIKU
U Ş 41 1
ğmı hiss e diy or du. Genç ad a m, niçin böyl e söyl e diğ ini ken di de bilm e d e n , gay et yav aş:
- Ben Gülbeşe k e r'} s e viy oru m, de di.
Yanlarınd a ki kapının bird e n bir e açılm a s ı , onları bu uykud a n uyan dırdı. Ferid e, silah s e si duymuş gibi kuş
hafifliğiyle yerind e n fırladı. En ön d e Nermin giriyordu. Çalıkuşu, hey e c a n lı bir se vin çl e onun boyn un a
atıldı. Genç kızı kollarınd a sıkıy or, sa çl arını, g özl erini bus el e r e gark ediy or du. Kimse bu se vin cin se b e b i ni
anla mı y o r du. Biraz evv el ki yorgunlukta n es e r kalma m ıştı. Küçükleri kollarınd a n yakalıyor, cıyak cıyak
bağırtarak hav a y a atıp tutuyordu, içeri gire c e kl e ri vakit, biraz g eri kaldı. Kâmran'ın yaklaşm a s ı n ı b e kl e di.
Sonra, iç kapının karanlığınd a gay et yav aş:
- Mersi, Kâmran, dedi.
VII
Ertesi gün Ferid e, yine ken di ken din e şehr e inmişti, ikindiy e doğru köşk e dö n d üğü vakit, çok yorgun
görünüy or d u. Buna rağm e n ço c u kl arı yine etrafın a topladı, arka ba h ç e d e ko c a m a n bir kolan salınc ağı
kurdu.
Kâmran, Aziz Bey'in ihtiyar ve g e v e z e bir mis afirind e n ken dini kurtardığı vakit, salın c a kt a Ferid e ile Necd et
vardı. Ferid e, var kuvv etiyle salın c ağı uçuruy or, Necd et çığlıklar atarak bir ke di yavrusu gibi boyn un a
tırma nıy or du.
Kâmran, Ayşe Teyz e'nin tıpkı on s e n e ev v elki gibi:
- Ferid e, kızım, deliliği bırak, ço c uğu düşür e c e k s i n, diye bağırdığını işitti.
Çalıkuşu aldırmıy or, bütün ruhuyla eğlen e r e k cevap veriyordu:
- Aman teyz e, neniz e lâzım, Necd et'in asıl sa hi bi şikây et etmiy or ya! Değil mi Kâmran?
412
Reşat Nuri Güntekin
Ferid e, ço c u kl arın birini bırakıp öte kini alıyor, hep sinin sıra ile gö nlünü hoş etm e k istiyordu.
Çocukların en büyüğü, fakat en kork ağı olan Nermin'i cıyak cıyak bağırttıktan so nr a salınc a kt a n atladı.
Saçları, terd e n kıpkırmızı ke sil e n alnın a, yan a kl arın a yapışıyor, elind e ki ip yanıklarını gid er m e k için
avuçl arını birbirin e sürüy ordu.
- Zanne d e ri m artık kims e kalma d ı. Kâmran, tereddütle:
- Beni unuttun, Feride, dedi.
Çahkuşu'nun dud a kl arınd a renk siz bir teb e s s ü m uçtu. "Olmaz" de m e y e razı olmuy o r, "Haydi" de m e y e
ce s a r e t ed e mi y o r, g özl eriyle ipi, ağa ç dallarını mu a y e n e ed e r e k etraftan teşvik b e kliyordu.
- Nasıl olur bilme m ki? ipler ikimizi ç e k m e z sanırım, öyle değil mi Müjgân?
Müjgân, eliyle ipi tuttu, sakin gözl erini Kâmran'ın g özl erin e dik er e k:
- ipler için değil... Fakat Ferid e çok yorgun. Haline bak onun Kâmran. Bir yorgun kadını dah a ziyad e
yorm a k sa nırım ki gün a h olur artık, dedi.
Ferid e ev v el a , "Ehe m mi y e ti yok, ne çıkar?" diyordu. Fakat so nr a Müjgân'ın söz ve bakışlarınd a ki ma n a yı
anla dı. Kabah atli bir ço c uk gibi ma h c u p ve kork a k, başını önün e indirdi, yav aşç a -
- Evet, fazla yorgunum, belki hasta olurum, dedi. Haline bir hasta kadın yorgunluğu çök m üş, g özl erinin
biraz evv el ki neşe si sö n m üştü:
Hâlâ Kâmran'a bak a n Müjgân yav aşç a :
- Sen, zann ettiğimd e n ziyad e kalpsizsin Kâmran! de di. O, işitilme m e k için aynı yav aş s e sl e :
- Niçin? diye sordu.
Müjgân, onu kendisiyle beraber bahçenin öt e tarafına doğru yürüm e y e m e c b ur etti:
ÇALIKUŞL 41 3
- Biçare nin halini gör mü y o r mu s u n? Hayatını, gö nlünü bu kad ar üzdüğün elv er m e d i mi?
- Müjgân!...
- Onu bu kad ar s e n e birimiz bir ker e ara m a d ı k. Hasret acı sın a day a n a m a d ı . Dargınlığını, isyanını unutar ak
yanımız a dön dü. Geldiği zam a n he m e n he m e n iyi olmuştu. Bu yeni kapa n mış yarayı s e n tekrar açtın.
Müjgân, gözleri dolarak devam ediyordu:
- Biçare nin yarın bura d a n gid erk e n ç e k e c eği ıstırabı düşünüy oru m da... Evet Kâmran, Ferid e yarın gidiyor.
Her şey hazır. Ben de bilmiy or du m. Ferid e, bu sef er ba n a ne kalbin e, ne hay atın a dair hiçbir şey
söyl e miy or. Demin ha b e r aldım; bu ani kararın s e b e b i ni sordu m. Kocasın d a n g elmiş bir me ktupta n
ba h s e d iy or. Eminim ki yalan. Ferid e s e n d e n kaçıy or. Biçare artık taha m m ü l ed e mi y o r. Ben, zaruri ayrılığın
biraz müşkül ola c ağın d a n korkuy oru m. Ferid e çok gayr etli, inanılm a y a c a k kad ar gayr etli bir ma hluk. Fakat
ne de ols a kadın. Hayatını kırdığın bu biçar e y e karşı se nin bir borc un var, bu ayrılık günl erind e kuvv etli ve
sakin olma k; mü mk ü n olduğu kad ar on a gayr et ver m e k . ..
Kâmran, bu sözl eri dinlerk e n gözl erinin yeşiline kad ar sarar mıştı:
- Yalnız Ferid e'nin kınlan hay atın d a n ba h s e d iy or s u n , ya b e ni mki? de di.
- Sen kendin istedin.
- Bu kadar kalpsiz olma, Müjgân.
- Sen sanıy or mu s u n ki, yapılac a k bir şey ols ay dı g eri dura c a ktı m? Fakat elimizd e hiçbir çar e yok. Ferid e,
şimdi bir başk a sı nın karısı. Biçare nin ayağı bağlı. Görüyoru m ki se n de çok b e d b a h t s ı n. Artık sa n a dargın
değilim. Fakat, yapılac a k bir şey yok.
Feride'nin ertesi gün gid e c eğini herk e s duymuştu. Fakat kims e bun d a n ba h s e t miy o r du. Akşam yem eğini
derin bir
414
Reşat Nuri Güntekin
sükût içind e yediler. Bu g e c e , da h a ihtiyar ve düşkün görün e n Aziz Bey, Ferid e'yi yanın a almıştı. İkide bir
omuzl arını okşuy or, çe n e s i n d e n tutup başını ç e vir er e k g özl erin e bakıy or:
- Ah! Çalıkuşu, ihtiyar vaktimd e yüreğimi dertli ettin, diyordu.
O g e c e , herk e s erk e n d e n od a s ı n a çıktı.
VIII
Vakit, g e c e yarısını g e çiy or du. Köşk, çokta n uyumuştu. Müjgân, omuzl arın d a bir inc e atkı, elind e küçük bir
şamd a nl a ad a s ı n d a n çıktı. Ayaklarının ucun a ba s a ba s a , dura dura Kâm- ran'ın kapısın a g eldi. Odad a ne
se s , ne ı ık vardı. Genç kadın, yav a ç a kapıy a dokun d u, fısıltıya b e n z e y e n ş ş bir se sl e se sl e n di:
Kapı, ça bu c a k açıldı. Kâmran, soyun m a m ıştı. Mumun hafif ışığınd a çe hr e si da h a soluk ve yorgun
görünüy or, bu sö n ük ışık, gözl erini kam aştırmış gibi kirpiklerini kırpıyordu.
- Daha uyum a d ı n mı, Kâmran?
- Görüyorsun ya.
- Niçin lamb a n ı sö n d ür dü n?
- Bu g e c e aydınlık gözl erimi yakıyor.
- Karanlıkta ne yapıyor s un? Acı acı gülüm s e y e r e k :
- Hiç, ümitsizliği, zehrimi haz m e t m e y e çalışıyoru m. Fakat s e n, bu vakit niçin g eldin, ne istiyorsun? Müjgân
hey e c a n ı n ı zorla zapta çalışarak:
- Fevk al â d e bir hav a di s var. Telaş etm e , Kâmran. Kendin e g el, söyl ey e c eği m.
Oday a girmişlerdi. Müjgân, mu m u n u yer e bıraktı; so nr a yav aşç a kapıyı kapa dı, ner e d e n başlay a c ağını
bilmiy or muş gibi tere d d üt ediy or, sakin görün m e y e çalıştığı bir s e sl e :
ÇALIKU U Ş 41 5
- Telaş etm e , kuzum Kâmran. Fen a bir şey söyl e m e y e c e ği m, bilâkis çok iyi bir şey. Fakat böyl e
hey e c a n l a n ır s a n ...
Genç kadın, onu teskin etm e y e çalışırke n ken di telaşlanıy or, gözl erind e , s e sin d e yaşlar titriyordu.
- Kâmran, biraz ev v el Ferid e b e nim od a m a g eldi. Halind e bir fevk al â d e lik vardı: "Müjgân, de di, bugün e
kad ar düny a d a yalnız san a kalbimi aç a bildim. Send e n da h a yakın kims e m yok. Sana tevdi edile c e k bir
sırrım var, onu yarın, b e n gidinc e y e kad ar saklay a c a k s ı n , so nr a söyl ey e b ilirsin. Günün birind e bird e n bir e
g eldiğimi g ördüğünüz vakit, hayr et ettiniz. Size, artık ha sr et e day a n a m a d ığı mı söyl e di m, bu da doğru.
Fakat asıl se b e p bu değildi. Ben bura d a dünya d a en çok se v diğim bir ad a m a , üç ay ev v el ölüm döşeği
başınd a verdiğim va a di yerin e g etirm e k için g eldim. Müjgân, size yalan söyl e m e k me c b u riy etind e
kalmıştım. Ben, şimdi dul bir kadını m. Kocam, üç ay evvel kanserden öldü."
Ferid e, bu sözl eri söyl erk e n başını omz u m a dayıy or, hıç- kıra hıçkıra ağlıyordu. Gözyaşları içind e de v a m
etti: "Doktoru m öle c eği gün b e ni yanın a çağırdı. Ferid e, de di. Artık zaruret çe k m e n d e n korkmuy o r u m.
Çünkü, ne m vars a san a kalıyor. Senin gibi sa d e , sakin bir kadını, ömr ü m ü n so n u n a kad ar rah atlıkla
g e çin dirir. Fakat başk a bir şey var, Ferid e. Kimse siz bir kadının zen gin c e de ols a, yalnız yaşam a s ı kolay
değil. Sonra para başk a, şefkat yine başk a. Ferid e, b e ni m rah at öldüğümü istiyors a n şimdi ba n a yemin et.
Ben öldükt e n so nr a istan bul'a ailenin yanın a dö n e c e k s i n . Eğer daim a onlarla b er a b e r kalma k iste miy or s a n
hiç olm a z s a üç ay, iki ay onlarla b er a b e r kal. Dünyanın ucu uzundur. Belki bir gün onlara işin düşer. Yahut
günün birind e bir parç a aile şefkatin e ihtiyaç duyar sın. Hasılı, Ferid e cik, se nin ailenl e barışa c ağın d a n e mi n
olurs a m , rah at rah at öle c eği m, gözü m arka d a kalma y a c a k . "
"Bu so n arzuyu yerin e g etire c eği mi ağlay a ağlaya söyl e di m. Fakat dokt oru m, bunu da kâfi g ör m e d i . Eski
nişanlıml a da
416
Reşat Nuri Güntekin
barışma m ı istiyor, bir gün onun, b e nim için b elki bir büyük kard eş ola c ağını söylüy or du. Elimle Kâmran' a
teslim edilm e k için ba n a müh ürl e n miş bir pak et verdi:
- Bunun içind e bir es ki g ö n ül kitabı var ki, b e ni vaktiyle ço k müt e e s s ir etmişti. Onu mutlak a es ki nişanlının
oku m a s ı n ı istiyorum. Bunu bu şekild e on a teslim ed e c eğin e yemin et, de di.
Hakikat işte bu Müjgân. Şimdi her şeyi biliyorsun. Doktor- cuğum sai ve temiz bir ad a m d ı . Beni aileml e
barıştırma kl a hay atımı n yetimliğine bir de v a bula c ağını zann e diy or du. Biçare, bunun b e ni m için ne kad ar
acı ola c ağını tah mi n ed e m e d i . Doktorumu Munise'nin yanın a bıraktıktan so nr a, istan bul'a g eldim. Orada
öğren diğim şeyler bu vasiy eti yerin e g etirm e n i n ço k müşkül ola c ağını ba n a gö st er di. Kâmran'ın karısının
vefatını yeni öğre niy or du m. Sonra, b e nim için bazı fen a sözl er çıktığını ha b e r alıyordu m. Kâmran'ın karısı
sağ ols ay dı, b e ni m ko c a s ı yeni ölmüş bir dul kadın sıfatıyla birka ç gün aile oc ağın a mis afir olma m tabii
görül e bilirdi. Halbuki şimdi hepiniz, hatta Kâmran, hatta s e n, Müjgân -se n ki b e ni herk e st e n iyi tanıdınb
e ni m için ne fena şeyler düşün e c e k tiniz. Sen el er c e bir başın a g ez di, dolaştı, türlü ma c e r a l arla dolu, kim
bilir ne adi he s a pl arla ken dini ihtiyar bir ad a m a sattı? Şimdi es ki nişanlısının yenid e n ser b e s t kaldığını
ha b e r alınc a yine o adi he s a pl arla ara mı z a , b eş s e n e ev v el hak sız lan etl er e , hak ar etl er e b oğar a k ayrıldığı
o oc ağa , o nişanlıya dö n d ü, diye c e ktiniz. Böyle düşün m e y e c e k kad ar m er h a m e t li ve ha s s a s olanlarınız
karşısınd a bile ezile c e ktim."
Müjgân, gittikçe artan bir heyecanla ve teessürle söylemekte devam ediyordu:
- Ah! Kâmran, Ferid e'nin kollarımd a ne ümitsiz gözy a larıyla çırpın ar a k bunları söyl e di ş ğini işitsey din! Hele
şu so n sözl erini düny a d a unuta m a y a c ağı m. Ferid e de di ki: "Benim han gi perişan hislerl e aile oc ağın d a n
kaçtığımı, hay atımı n ne
ÇALIKU U Ş 41 7
ele ml e rl e dolduğunu, han gi m e c b uriy etl erin şevkiyle evl e n diğimi anlatm a y a imkâ n yok. Yaşı yirmi b eşe
girmiş, b eş s e n e lik hay atının bir kıs mı n d a ma c e r al ar içind e sürükle miş, bir kıs mı nı koc a s ı nı n evind e
g e çir miş bir kadın; yüzün e , vücudun a bir erk e k dud ağı sürülm e miş bir g e n ç kız olduğunu iddia ed e r s e
herk e s güler. Herke s on a adi bir yalan cı der, değil mi Müjgân? Aksini ispata imk â n yok. Daha ziyad e
söyl e m e y e c e ği m. Doktorun Kâmran' a bıraktığı pak etin ne olduğunu bilmiy oru m. Fakat b elki içind e
olma y a c a k bir şey saklıdır. Son arzusun u bu kad ar üzüntü, bu kad ar ıstırapla yerin e g etirdim. Fakat, bunu
yapm a y a kuvv etim kalm a d ı. Onu, b e n yarın vapura bindikt e n, her şey bittikten sonra Kâmran'a verirsin."
Müjgân sustu. En acı vak al ar karşısınd a hissiz de n e c e k kad ar derin bir sükûn ve tah a m m ü l gö st er e n bu
g e n ç kadın, ço c uk gibi ağlıyordu.
Titreyen ellerini uzatarak:
- Onu artık bırak m a y a c ağız. Kâmran, lâzım g elirs e zorla tutac ağız. Mazideki vak al ar ne olurs a olsun, artık
sizin ayrılma m a n ı z lâzım, görüy oru m ki, day a n a m a y a c a k s ı n ız, de di.
Kâmran, ad et a uyumuştu. En eh e m m i y e t siz bir hülyayı, en sö n ük bir hatırayı aylarc a ha st a, muğlak
ruhun a gıd a yapa n bir hay alp er e s t için bu kad ar ümit, bu kad ar acı fazlaydı. Uzun bay gı nlıklard a n
uyan mış ha st al arın hiçbir şey anla m a y a n , düşün m e y e n gözl eriyle kara nlığın içind e etrafına bak mı y o r, sık
sık g öz kapa kl arını açıp kapıy or du.
Müjgân, atkısının içind e n kırmızı mu ml a müh ürlü bir büyük zarf çıkardı:
- Ferid e'y e verdiğim va a d e rağm e n onu san a şimdi teslim ediy oru m, de di.
Tekrar atkısını düz elt er e k od a d a n çıkm a y a hazırlanıy or du. Kâmran, eliyle onu m e n etti:
- Müjgân, ma s a n ı n üstünd e duran sö n m üş lamb a yı yakark e n , Kâmran zarfı açtı. içinden bir mektupla ikinci
bir
Çalıkuşu - F.27
418
Reşat Nuri Güntekin
büyük zarf çıktı. Kalın bir yazı ile yazılmış olan m e ktup, Kâm- ran'a hitap ediy ordu.
"Kâmran Bey oğlum,
Size bu kâğıdı yaza n ad a m , ömrün ü n birazını kitapların a, bir parç a s ı nı da hay at de nil e n bu kör doğuşun
yaralılarına vakf et miş münz e vi, mürdü m g iriz bir ihtiyardır ki, me ktu b u n u n eliniz e değm e s i n d e n ep e y c e
zam a n ev v el düny ay a 'Yuf b orus u n u' öttürmüş ola c a k . Pek s e v gili bir biçar e y e so n bir iyilik etm e k
ümidiyle dir ki, so n nef e si n d e size bu satırları yazm a k zah m e tini on a ihtiyar ettirdi. Dinleyiniz:
Bir gün ücra bir köyün, viran bir evind e aydınlık kad ar temiz, hülya gibi güz el bir küçük istan bul kızına
tes a d üf ettim. Karakış ortasın d a , karın lapa lapa yağdığı bir g e c e , od a nızın pen c e r e s i ni aç s a n ız, size
karanlıktan bir bülbül s e si g els e ne duyar sınız? İşte b e n , o dakika d a bunu duydu m.
Bu ma s u m , nazik, kibar kız ço c uğun u, kudr etin bu güz el ve nadid e süsün ü han gi melun talih vey a tes a d üf,
bu karanlık köyün m e z b e l e s i n e atmıştı? Ruhu ağlark e n hikay el eriyle aldatm a y a çalışıyordu. Ah zav allı
küçük kız! Ben, s e nin istan bul'd a bıraktığın gafil, aptal s e v gilin miyim ki, bu ağızları yutayım? Uykuya
doy m a d a n uyan mış ço c u kl ar gibi ma h m u r gözl eri, ner e y e ba stığı g örün m e y e n savruk halleri, bir hay ali
dud ağın bus e s iyl e titriyor gibi görün e n dud a kl arı, bir hay ali kuc ağa sokuluy or hissini ver e n tavırları,
har e k e tl eri ban a her şeyi anlattı.
Eski zam a n ma s a ll arının Leyla'yı ara m a k için sa hr al ar a düşe n Mecnun'unu, ara sıra, tatlı bir rikkatle
hatırlardım. Bugünd e n so nr a onu bıraktım. Yeni zam a nl arın me z a rlıklarla dolu, karanlık köyl erind e bir
imk â n s ız aşk rüya sı aray a n bu b err ak ela g özlü, ipekli renkli ma s u m , kibar, küçük "Leyla"sını sık sık
hatırlam a y a başla dı m.
İki se n e so nr a on a, tekrar tes a d üf ettim. Hastalık durmuy or, yavruc ağı için için yiyip bitiriyordu. Ah, ilk
gördüğüm gün
ÇALIKU U Ş 41 9
onu niye atımın terkisin e bindirm e miş, niye ite kak a, zorla istan bul'a, evim e g etirm e miştim?... Gaflet!...
İkinci tes a d üfü m d e iş işten g e ç miş bulunuy or du. Siz, evl e n miştiniz. Çocuktur, g e n çtir, b elki zam a nl a
unutur diyordu m. Bir ha st alığı e s n a s ı n d a tes a d üf e n elim e g e ç e n bir defter, bu yaranın ne kad ar derin
oldu unu ba n a gö st er di. Bu defter e bütün hay atını yazmı tı. O vakit, ümidimi ke stim, ğ ş onu ken di ço c uğu m
gibi ted a vi etm e k istiyordu m, insa nl arın fes a dı, fitne si bun a da imk â n ver m e d i. Bu aralık iyice bir ad a m
bulup onu evl e n dir m e yi düşündü m. Fakat, bu tehlikeliydi. Kocası ne kad ar insan, ad a m olurs a olsun,
ond a n aşk istey e c e k ti. Gerçi kızc ağızım bunun için doğmuştu, bunun için ölüyordu, fakat bir yab a n c ı nı n
aşkı onun için bir hazin an g a ry a ola c a ktı. Birisini se v e r k e n bir başk a sı nı n kollarına düşm e k , b elki onu
öldür e c e k ti. Bu tehlik e karşısın d a çar e siz, onu nikâhı m altına aldım. Yaşadıkç a müd af a a ed e c e k tim.
Öldükte n so nr a da b e nim b eş on kuruş serv etim; üç b eş parç a eml a kim onu g e çin dirip gid e c e k ti. Şüph eli
kız olara k yaşa m a kt a n s a , e min bir dul olarak yaşa m a k onun için da h a kolay ola c a ktı. Bunların hep sin d e n
fazla olar ak da bir gün asıl e m e lin e va sıl olma s ı ihtimali vardı. Hayatta imkâ n sız ne var ki? Nitekim,
karınızın vefatı, b e ni m bu ümidimi ca nl a n dırdı. İstan b ul'd a n , sizd e n daim a ha b e r alıyordu m. Bu vefat, sizi
çok yaralayıp müt e e s s ir etmiş ola bilir, fakat b e n de öyle oldum, ders e m riyak ârlık olur. Münasip bir çar e
düşünüy or du m. Ferid e'yi bir bud al alıkta n ibar et olan nikâh kaydın d a boşay a c a k , doğrud a n doğruya size
iad e ed e c e k tim. İnsa nl ar, bilm e m bu har e k e tim e ne der? Herhald e b e n insa nl arın hakkım d a söyl ey e c eği,
düşün e c eği şeylerin üstün e çokta n tükürmüş bir ad a mı m , işte bu e s n a d a ha st alığım artma y a başladı.
Nihay et üç, dört ay içind e me s e l e n i n ken di ken din e halle dile c eğin e aklım erdi. Fazla söyl e m e y e bilme m
ha c e t var mı? Bir ba h a n e ile Ferid e'yi ayağınıza gö n d e riy oru m. Mektubumu eliyle teslim ed e c eği n d e n
şüph e m yok. Tabiatını iyi öğre n di m,
420
Reşat Nuri Güntekin
tuhaf bir kızc ağızdır. Belki titizlik filan etm e y e kalkar, katiye n aldırm a , öle c eğini bils e n bırak m a , kap ed e r s e
zorla kadın kaçıra n dağ erk e kl eri kad ar vahşi, kab a ol ki, kollarınd a öls e zevkin d e n ölmüş ola c a k .
Şunu da tasrih ed e yi m ki, bu işte s e ni zerre kad ar düşün m e d i m. Hani, gö nlü mü n rızasıyla san a , Ferid e
gibi nadid e bir kız değil, evimin ke disini bile teslim etm e z di m. Fakat, g el g ör ki, bu deli kızlara söz
anlatm a k kabil değil. Sizin gibi toy, kalpsiz ad a ml arın ne sini se v e rl er, bilme m ki?..."
Merhum Hayrullah
NOT Zarfın içind e Ferid e'nin defteri var. Geç e n s e n e çiftliğe gid erk e n onu, içind e bulunduğu sa n dıkla
b er a b e r yok etmiş, "ara b a c ıl ar çalmış ola c a k ," diye bir lakırdı çıkar mıştım. Buna çok üzüldüğünü hiss ettim.
Fakat se sini çıkar m a d ı . Bu defterin bir gün olup işe yaray a c ağını düşün m e k t e ne kad ar isa b e t etmişim!
IX Müjgân'la Kâmran, Çahku u'nun ma vi kaplı me kt e p defterini okuyup bitirdikleri zam a n ortalık a ar m a y a ş ğ
başlıyor, pe n c e r e n i n dışınd a ki dallard a kuşlar cıvıldaşıy or du.
Kâmran, yorgunluk ve ıstırapla ağırlaşan başını defterin sar ar mış yaprağın a koydu. Yer yer gözy aşlarıyla
silinmiş bu muh a b b e t kelim el e rini tekrar tekrar öptü. Defteri kapay a c a kl arı vakit Müjgân, hafif bir har e k e t
yaptı, onun ma vi ka bını lamb a y a yaklaştırıp bak ar a k:
- Defter bitme miş Kâmran, kabın üstünd e de yazılar var Fakat mür e k k e b i n ren gi, ma vi kâğıt üstünd e güç
se çiliyor, de di.
ÇALIKU U Ş 42 1
Lamb a yı da h a ziyad e açtılar, başlarını birbirine yaklaştırarak güçlükl e şu satırları oku dular:
"Dün defterimi mü e b b e d e n kap a mıştım. Evlendiğim g e c e n i n sa b a h ı n d a değil hatıra mı yazm a k , e s ki
yüzümü gör m e m e k için ayn ay a bak m a y a , es ki s e si mi işitme m e k için söyl e m e y e ce s a r e t ed e m e y e c e k ti m.
Fakat...
Dün, b e n g elin oldu m. Sele kapılmış bir kuru yaprak ma z- lumluğuyla ken di mi bırak mıştım. Kim ne
söyl er s e yapıyor, hiçbir şey e itiraz etmiy or du m. O kad ar ki, dokt orun İzmir'd e n g etirdiği uzun et e kli b ey a z
elbis e yi giydirm el e rin e , sa çı mı n bir yanın a bir tutam tel iliştirmel erin e bile razı oldum. Yalnız, ken di mi
gör m e k için büyük bir en d a m ayn a s ı nın önün e g etirdikleri vakit, b elli etm e d e n g özl erimi yumdu m , o kad ar.
Bütün isyanı m bun d a n ibar et kaldı.
Beni gör m e y e birç o k yab a n c ı g eliyordu. Hatta bunların içind e es ki mu allim e arka d aşlarım d a n da vardı.
Söylen e n sözl eri işitmiyor, yalnız hep sin e aynı titrek teb e s s ü ml e gülüm s e m e y e çalışıyordu m. Bir ihtiyar,
yüzüm e karşı:
- Ne talih varmış bun a kt a? Turnayı g özün d e n vurdu, de di.
Hayrullah Bey, akşa m yem eğin e doğru ev e g eldi. Şişma n vücudun u kors e gibi sıka n bir redin g o t giymiş,
g elincik ren gin d e ki tuhaf b oyun b ağı bir yan a çarpılmıştı. O kad ar ma h z u n olm a m a rağm e n hafifç e
gülm e kt e n ken di mi ala m a d ı m , bu ad a m c ağızı gülün ç m e v ki d e bırak m a y a hakkı m olma d ığını düşündü m.
Kırmızı krav atını çıkarıp atarak yerin e başk a bir b oyun b ağı taktım. Hayrullah Bey gülüyor:
- Aferin kızc a ız, s e n am m a iyi ev kadını ola c a k s ı n. Gördün mü, g e n ç karısı olma n ı n faziletlerini? ğ diyordu.
Misafirler dağılmıştı. Yem e k od a s ı nın pen c e r e s i yanınd a , karşı karşıya oturduk. Hayrullah Bey:
- Küçük, dedi. Niye bu kad ar g e ç kaldım, biliyor mu s u n? Bir ziyaret ifa ettim. Munise'nin m e z a rı n a birka ç
çiç e k ile bir
422
Reşat Nuri Gühtekin
parç a se nin g elin tellerind e n g ötürüp bıraktım. Fakir, se nin yanınd a ce s a r e t ed e m e z d i , fakat yalnız
kaldığımız vakit dilind e n düşürm e z di: "Ablam g elin olup, tel taktığı vakit, b e n de tel taka c ağı m," derdi.
Biçare nin kan ary a gibi sarı başın a teli b e n taka c a ktı m am m a , olma d ı.
Doktor, bunları söyl erk e n ken di mi tutam a d ı m , başımı pen c e r e y e ç e vir er e k bu ma h z u n so n b a h a r
akşa mı nı n sisleri gibi görün m e y e n kirpiklerimd e kuruyan gizli yaşlarla uzun uzun ağladım.
Gec e ni n ilk sa atl erini, her akşa m ki gibi aşağı ye m e k od a s ı n d a g e çirdik. Hayrullah Bey, g özlüğünü takmış,
"Rous s e - au "sunun kalın cildini dizlerinin üstün e koy ar a k köşey e oturmuştu.
- Gelin hanım, yeni güv e yin kitap oku m a s ı caiz olma z am m a , kusura bak m a z s ı n . Korkma, g e c e l e r uzun,
yeni g elin e aşk de st a nl arı oku m a y a da vakit bulurum, de di.
Kenarını işlem e kl e uğraştığım me n dilin üstün e başımı da h a ziyad e eğdim. Ah, bu ihtiyar dokt or! Onu ne
kad ar se v miştim. Şimdi ne kad ar nefret ediy ordu m. Dem e k acıd a n , mihn ett e n bun aldığım vakit başımı
omz u n a koyduk ç a o... Bu b ey a z kirpikli ma s u m ma vi gözl er, de m e k ban a bir kadın, bir zev c e g özl eriyle
bak m a y a tah a m m ü l ediy ordu. Saat on biri çalınc a y a kad ar bu acı düşünc el e r içind e bun aldım. Nihay et
dokt or, kitabını ma s a n ı n üstün e bırak ar a k g erindi, e s n e d i.
- Ey, g elin hanı m, yatak vakti g eldi. Haydi bak alım; diye ayağa kalktı. Ellerimd e n iğne m, yuma kl ar
dökül er e k ayağa kalktım, ma s a n ı n üstünd e duran şamd a n ı aldım.
Camı kap a m a k ba h a n e s i yl e pen c e r e y e yaklaştım, uzun uzun karanlığa baktım. İçimd e n öyle g eliyordu ki,
usulc a c ı k bu od a d a n kaç a yı m, kara nlık yollara düşeyim.
Doktor:
- Gelin hanı m, s e n fazla daldın. Haydi bak alım, doğru yukarıya. Ben on b aşıy a bir şey söyl ey e c eği m,
g eliyoru m, de di.
ÇALIKU U Ş 42 3
ihtiyar sütnin e ile bir ko mşu kadın, elbis e mi değiştirdiler. Tekrar şamd a n ı elim e ver er e k b e ni ko c a m ı n
od a s ı n a g ö n d e r dil er. Hayrullah Bey, da h a aşağıd ay dı. Bir dola bı n ken arın d a ayakt a duruyor, g öğs ü m ü
soğuktan muh af a z a ed e r gibi kollarımı kavuşturuy or du m. O kad ar titriyordu m ki, şamd a n sallanıy or, ara
sıra sa çl arımı n ucunu yakıyordu. Nihay et, me r div e nl e r d e , sofa d a bir ayak s e si. Hayrullah Bey, bir şarkı
mırılda n a r a k c e k e tini çıkar ar a k içeriy e girdi. Beni görün c e şaşırmış gibi:
- Kız, se n da h a yatma d ı n mı? de di. Cevap ver m e k için ağzımı açtım. Fakat dişlerim birbirine çarptı. O,
yanım a yaklaşmıştı. Hayretle yüzüm e bakıy or du.
- Kız, bu ne hal? Sen b e ni m od a m d a ne arıyor sun? Birden bir e gür bir kahk a h a od ayı sarstı:
- Kız, sakın buray a!...
Sözünü bitiremiy or, gülm e kt e n tıkanıy ordu. Ellerini dizlerin e vurup şakırd atar a k, parm a kl arını toplayıp
ağzına götür er e k :
- Dem e k s e n buray a... Vay aşifte vay! Sahid e n karı koc a olduk diye ha?... Tuu utan m a z , arlan m a z!... Allah
cez a nı versin! İnsa n ba b a s ı yerind e ki ad a m a . ..
Oda, etrafımd a fırıl fırıl dön üy or, tava nlar başım a yıkılıyordu. O, parm ağını ısırıp utan cın d a n ad et a
kızarar a k:
- Vay fes at yürekli aşifte vay! Kız, böyl e g e c e lik g ö ml e - ğiyle od a m a g elm e y e utan m a d ı n mı?
Bu dakikad a ken di mi gör m e k isterdim. Kim bilir kaç ç eşit ren g e girmiştim?
- Doktor Bey, vallahi, ne bileyim öyle söylediler.
- Haydi, onlar o haltı yedi, ya s e n?... Dünyad a her şey aklıma g elirdi, bu yaştan so nr a na mu s ve iffetime
böyl e bir yüzsüz kızın tec a v üz ed e c eği ni zann e d e m e z d i m!
Ah Yarab bi, ne işken c e! Yerler e giriyor, kan at a c a k gibi dud a kl arımı ısırıyordu m. Ben kımıld a dık ç a , o
yalan d a n şirretlik ediy or, pen c e r e y e doğru kaçıp fanila g ö ml eğinin yak a s ıyla boyn un u saklay ar a k:
424
Reşat Nuri Güntekin
- Kız, üstüm e g el m e , korkuy oru m. Vallahi pen c e r e yi aç ar, yeti in a do stlar, bu ş yaştan so nr a ban a ..,
Ötesini dinley e m e d e n kapıd a n kaçıy or du m. Fakat bilme m ne oldu, bird e n bir e dön dü m . Kalbimin o daim a
itaat edilm e k lazım g el e n har e k e tl erind e n binyle:
- Babam, benim ba b a m , diye feryat ettim, ağlayar a k ken di mi kolların a attım.
O da kollarını aç mıştı, aynı derin kalp feryadıyla:
- Kızım, ço c uğu m, de di.
O dakika d a alnımd a titrey e n ba b a öpüc üğünün lezz etini ölünc e y e kad ar unutm a y a c ağı m.
Odam a girdiğim zam a n he m ağlıyor, he m gülüyordu m. O kad ar gürültü ediy ordu m ki, dokt or yanım d a ki
od a nı n duv arını vurdu:
- Kız, evi yıka c a k s ı n, o ne gürültü? Fes at çı komşul ar kab a h a ti ba n a bulurlar. Bunak, sa b a h a kad ar g elini
bağırttı, derl er ha! diye se sl e n di.
Mamafih ken di de b e n d e n az gürültü etmiy or du. Odasın d a dolaşıyor:
- Bu ahir zam a n kızlarınd a n ırzımız, iffetimiz sa n a em a n e t Yarab bi! diye şirret bağırıyordu. O g e c e , on
defa, o od a s ı n d a , b e n od a m d a uyanık; duv arları vurara k, hor oz, kuş, kurb ağa taklitleri yapar a k birbirimizi
uyutma d ı k.
İşte, g elin olduğum g e c e n i n hikây e si. Doktorcuğu m o kad ar temiz hisli, temiz yürekli bir ad a m ki, ban a
evl e n m e m i zin bir söz d e n ibar et olduğunu söyl e m e y i bile lüzums uz gör müştü. Ben, on a nisp et ne kad ar
kok et ruhluymuşu m, Yarabbi?
ÇALIKU U Ş 42 5
Ulvi arka d aşlığımız d a o, erk e kliğini unutmuştu. Fakat, b e n kadınlığımı unutm a m ıştım. Erkekl erin büyük
kıs mı çok fena, çok zalim, bu muh a k k a k . Kadınların hep si iyi, hep si ma zlu m, bu da muh a k k a k . Fakat
erk e kl erin, sa d e kalbiyle ve dina miğiyle yaşay a n pek az kısmı var ki, onlard a ki gö n ül temizliğini her
kadın d a bulma k mü m k ü n değil.
Ferid e, o g e c e sa b a h a doğru uyuya bilmişti. Akşamkind e n dah a kırgın ve yorgun bir hald e uyan dığı vakit,
gün eşin hayli yüks el miş, sa atin on biri g e ç miş olduğunu gördü. Mekteb e g e ç kalan ço c u kl ar gibi, hafif bir
telaş çığlığı ile ken dini yatakta n attı.
Müjgân, sofra d a bir işle m eşg uldü. Ferid e, dargın bir s e sl e :
- Aferin san a Müjgân, de di. Yola çıka c ağı m gün niye b e ni böyl e g e ç bıraktınız?
Müjgân, her günkü soğukk a nlılığıyla c e v a p verdi:
- Birkaç defa od a n a g eldim, o kad ar yorgun uyuyordun ki, kıya m a d ı m . Korktuğun kad ar g e ç değil Hem
galib a vapur biraz şüph eliymiş, Marmara'd a fırtına var.
- Ne olurs a olsun artık gid e c eği m.
- Ben de ba b a m a söyl e di m, s e nin işinle meş g ul olma k için liman a indi Hazır olsun, vapur g elirs e ya ara b a
gö n d e ririm, ya ken dim g elir alırım, de di.
Ferid e, bu ayrılık günün ü b öyl e düşün m e m işti. Müjgân'ın ço c ukl a m eşg ul olduğunu, teyz el erinin her günkü
gibi konuştuğunu, güldüğünü gördük ç e ma h z u n oluy or, ken din e bu kad ar az eh e m m i y e t ver m e l e ri kalbini
kırıyordu. Kâmran da görünürlerd e yoktu. Müjgân, söz ara sın d a gizlic e:
- Ferid e, san a bir iyilik ettim. Kâmran'ı ev d e n uzaklaştırma y a muv affak oldu m. Seni fazla mu st arip
etm e m e k için bu fed a k ârlığa razı old u.
426
Reşat Nuri Güntekin
- Şimdi hiç g el m e y e c e k mi?
- Galiba iskelede seninle vedaya gelecek... Tabii memnun oldun.
Gözleri dalgın, hafifç e dud a kl arı tirey er e k düşünüy or, parm ağıyla şakağının ağrıyan bir nokta sı n a
ba sıy or du:
- Tabii, teşekkür ed e rim, iyi ettin, dedi.
Müjgân'a bir sürü kırık, ma n a s ı z kelim el e rl e teşek kür ed e r k e n se v gili ço c ukluk arka d aşının da gö nlün d e
mü e b b e d e n öldüğünü, bir dah a onunl a barışma y a c ağı nı hiss e diy or d u.
Öğle yem eğin e otura c a kl arı vakit, ko mşu bağlarının birind e n ha b e r g eldi. Şehird e kışlık evl erin e inm e y e
hazırlan a n b el e diy e reisl eri, he m bağ ko mşuların a, he m Ferid e'y e so n bir ayrılık ziyafeti ver m e k
iste mişlerdi.
Feride:
- Nasıl olur? Beni alma y a g el e c e k l e r, diyordu. Teyz el er:
- Ayıp ola c a k Ferid e, b e dakikalık yer. Zaten, s e nin ne hazırlı ın var ki, çar afını ş ğ ş şimdid e n giyersin,
de dil er.
Kendisin e ev v el a bir ha st a kedi kad ar eh e m m i y e t ver m e y e n teyz el erin, bu yarı ann el e rinin yüzün e
bak m a m a k için başını önün e indirdi:
- Peki, olsun, dedi.
Saat üç e g elmişti, yapr akları sar ar mış bir çard ağın yanın d a n yolu g özl ey e n Ferid e, Müjgân'a:
- Bir araba geliyor, Müjgân, zannederim benim için, dedi.
Fakat tam bu dakika d a a , sa hild e ki bir ağa çlığın az öt e sin d e n bird e n bir e bir vapur g örün m üştü.
Ferid e, yüreği ağzına g el er e k :
- Geliyor! diye haykırdı. Bağa bir telaş düştü. Yeldirm el e ri g etirm e k için ahr etli kızlar koşuy orlardı. Ferid e,
teyz el erin e :
- Ben, dah a evv el gid e yim, siz yetişirsiniz, de di.
ÇALIKU U Ş 42 7
Müjgân'la b er a b e r bağların ara sı n d a ki ke stirm e bir yolda n koşm a y a başladılar. Çitlerd e n atlıyor,
ba h ç e l e rin içind e n g e çiy orlardı.
Bahç e kapısının önün e aşçıya tes a d üf ettiler. İhtiyar kadın:
- Küçükha nı ml ar, b e n de size g eliyordu m. Beyler ara b a ile g eldiler, sizi istiyorlar, de di.
Aziz Bey'le Kâmran, onları ikinci katın sofa sı n d a karşıladılar. Aziz Bey, eliyle od ayı g ö st e r e r e k :
- iki münasebetsiz misafir geldi, gürültü etmeyin, dedi. Sonra, Feride'yi süzerek:
- Bu ne hal küçük h a n ı m, kan ter içind e kalmışsın? de di. Sonra güler e k on a yaklaştı, ç e n e s i n d e n tutup
gözl erin e bak ar a k:
- Vapur g eliyor am m a sa n a hayrı yok. Kocan razı olmuy o r. ..
Ferid e, süratle g eri ç e kiler e k , şaşkın şaşkın:
- Enişte, ne diyorsun? de di.
- Kocan o kızım, b e n karışma m!
Ferid e, hafif bir feryatla ellerini yüzün e kapa dı. Düşec e kti, fakat bir el bilekl erind e n tuttu. Gözlerini tekrar
açtı... Kâm- ran'dı.
Azız Bey, hey e c a n lı bir kahk a h a yl a:
- Ha şöyle, nihay et kafe s e girdin mi Çalıkuşu? Haydi bak a yı m, çırpın bak alım, çırpın! Bak, artık para ed e r
mi?
Feride, yüzünü kapamak istiyor, fakat bileklerini Kâm-ran'dan kurtara mı y o r, başını sallam a k için
kıvranıy or, onun g öğsün d e n , omz u n d a n başk a bir yer bula mıy o r du. Aziz Bey, aynı hey e c a n lı bir
kahk a h a yl a:
- Etrafınd a kil er san a tuzak kurdu, Çalıkuşu; bu Müjgân haini e sr arını sattı. Allah ga ni gani rah m e t eyl e sin,
me r h u m s e nin defterini Kâmran' a gö n d e r miş. Ben onu aldığım gibi Kadıya gittim. Kalemin d e n çıkmış bazı
parç al arı gö st er di m. Kadı,
428
Reşat Nuri Güntekin
g e niş kafalı ad a m , he m e n nikâhı kıyıv er di; anlıyor mu s u n Çalıkuşu? Bu ad a m , artık ko c a n , s e ni bir da h a
da bırak a c ağa b e n z e mi y o r.
Ferid e o kad ar kızarmıştı ki, yüzünün ren gi ela gözl erin e vuruyor, g öz b e b e k l e rinin içind e kızıl yıldızlar
titreşiyordu.
- Haydi Çalıkuşu, nazla n m a artık, görüy oruz ki, sa a d e tt e n bayılıyor sun, "Fen a etm e d i n enişte, b e n bunu
istiyordu m d e!" dedi.
Aziz Bey, yarı zorla on a bu sözl eri tekrar ettirdi. Sonra od a kapısını aç ar a k muz affer bir kahk a h a yl a:
- Şeriat vekilliğine sa hibim efe n di m. Çalıkuşu, pard o n Ferid e Hanım namı n a işte şu Kâmran Bey'i
evl e n diriyoru m. Duayı edin, biz âmini bura d a de riz, dedi.
Sonra, Feride'ye:
- Nasıl Çalıkuşu? Parma k kad ar yumur c a k , bizi se n e l e r c e oyn atırsın ha! Gördün mü, kaç türlü hile yaptım
san a? Bahç e d e n ço c u k se sl eri g eliyordu. Aziz Bey:
- Şimdi tebrikler, el öpm e l e r uzun sürer. Hepsi kalsın. Kendi eliml e müthiş bir düğün sofra sı
hazırlaya c ağı m. Haydi oğlum, bizim g e v e z e likl erimiz d e n size fayda yok. Elbet konuşa c a kl arınız vardır. Şu
dar, arka m er div e nl e r d e n karını kaçır. Ta uzağa, istediğin yer e kad ar, so nr a b er a b e r dö n e r si niz.
Kâmran, Ferid e'yi he m e n kollarınd a uçurar a k m e r div e n kapısın a ko ark e n Müjgân arkalarınd ş a n yetişti. İki
arka d aş ağ- laşa ağlaşa öpüştüler.
Gözlerind e n yaş g eldiğini gö st er m e m e k için gürültüyle burnunu silen Aziz Bey, bir hatip ed a s ıl a kolunu
salladı:
- Ey b e nim kirazımı çalan Çalıkuşu, onu başk aların a çaldıra c ağın sa at çaldı gibim e g eliyor. Ver onu ba n a
bak a yı m da he s a b ı mı z ke silsin, de di.
Hâlâ ellerini, Kâmran'd â n kurtara m a y a n g e n ç kızı hav a y a kaldırıp öptükt e n so nr a tekrar Kâmran'ın
kolların a attı:
ÇALIKU U Ş 42 9
- Bu g e c e s e ni, de niz fırtına sın d a n kurtardık, fakat yanınd a ki sarı fırtına ba n a da h a müthiş görünüy or.
Allah yardım c ı n olsun, Çalıkuşu, de di.
Dar me r div e n d e yuvarlanır gibi, uçar gibi iniyorlardı. Kâmran, kolunu Ferid e'nin b elind e n g e çir miş, g e n ç
kızı nef e s aldırma y a c a k gibi sıkıy or, avuçl arının içind e parm a kl arını incitiyordu.
Merdive nin bir yerin e Ferid e'nin et eği takıldı. Nefe s nef e s e bir dakik a durdular. Genç kız et eğini
kurtarm a y a çalışırke n Kâmran ke sik ke sik:
- Ferid e, se n b e nim ola sı n! inan a mı y o r u m. Benim olduğun a kalbimi inandırm a k için s e nin ağırlığını
duym a y a ihtiyacım var, de di.
Dudaklarınd a ke sik, tutuk nef e sl er, vücudu n d a derin ür-per m e l e rl e çırpına n Ferid e'yi zorla -küçük bir
ço c u k gibi- kuc ağın a aldı, yüzü onun bozulmuş çarşafınd a n uça n sa çl arı içind e, ağırlığıyla kuvv eti artmış,
har e k e tl eriyle kanı tutuşmuş, me r div e nl e ri inme y e başladı. Genç kız, vücudun d a bir uçurum a
yuvarlan a nl arın ılık titreyişiyle ken dini bırakıy or, he m gülüy or, he m ağlıyordu. Kapının yanınd a ki küçük
taşlıkta yalvar m a y a başla dı:
- Halime bak Kâmran. Bu halle na sıl dışarı gid eriz? Müsaad e et, bir dakik a od a m a çıkayım, üstümü
değiştireyim, şimdi g elirim.
Kâmran, onun bilekl erini bırak mıy or:
- imk â n yok, Ferid e. O bir defa oldu. Seni bir ker e el e g e çirdikt e n so nr a tekrar bırak m a m , diye gülüyordu.
Genç kız, artık uğraşma y a takati kalma m ış gibi başını Kâmran'ın g öğs ün e koydu, yüzünü saklay ar a k
utan a utan a itiraf etti:
- Gittiğime b e ni m de pişma n olma d ığımı mı zann e diy or s u n?
Kâmran, onun yüzünü gör e mi y o r, yalnız çe n e s i ni, dud a k-
430
Reşat Nuri Güntekin
larmı okşay a n, se v e n parm a kl arın a sıc a k g özy aşı da ml al arının düştüğünü duyuy or du.
Yolda, onlar he m e n he m e n kuc a k kuc ağa yürüyorlardı. Karşıdan iki balıkçının g eldiğini gör er e k ayrıldılar.
Hem e n hiç konuşmuy o rl ar dı. Yan yan a yürüm e k sa a d e ti onları sarh o ş ediy or du.
On se n e evv el Ferid e'yi bura d a ilk g ördüğü bağ yolun a g eldikl eri vakit Kâmran, onu hafifç e omuzl arınd a n
tuttu:
- Sen bura sı nı b elki hatırlam a z s ı n, Ferid e, de di. Genç kız, yolun derinliklerin e dikkatle bak ar a k gülüms üyordu.
- Bu bakışta ma n a l ar var, de m e k hatırlıyorsun? Ferid e hafifç e içini ç e kti, bir e s ki hülyay a gülüms e r gibi
derin, dalgın bir naz arla Kâmran'ın yüzün e baktı:
- O dakik a d a ne kad ar s e vin mişim, unutur muyu m hiç? de di.
Genç ad a m , bu başın ç e vrilm e m e s i , bu g özl erin g özl erind e n ayrılma m a s ı için onu ç e n e s i n d e n tuttu, ağır,
derin bir se sl e :
- Ferid e, de di. Bizim bütün s er güz eştlerimiz bura d a başlıyor. Beni dinle, öyle görüy oru m ki, bu g özl er artık
b e ni anlay a bil e c e k kad ar ıstırap ç e k miş ve düşün müş. Seni s e v m e y e başla dığım vakit; gülm e d e n ,
eğle n m e d e n başk a bir şey düşün m e y e n hafif, yara m a z bir kız ço c uğu, ışık gibi, s e s gibi eld e durma s ı n a
imk â n olm a y a n bir Çalıkuşu'ydun. Sana karşı derin bir zaafım vardı. Her sa b a h uyan dığım vakit, aşkımı
kalbimd e biraz dah a büyümüş buluy or du m. Bu derin zaaf, b e ni he m utandırıy or, he m korkutuy or du.
Zama n zam a n öyle bakışların, öyle sözl erin vardı ki, kalbimi derin ümitlerle çırpındırıyordu. Fakat s e n,
ça bu k değişiyordun. Bu güle n, eğle n e n ço c uk g özl erinin içind e uyan a n nazik, ha s s a s g e n ç kız ruhunun
görün m e s i y- le kayb ol m a s ı bir oluyordu. "Bir ço c uk, b e ni mü m k ü n değil anla m a y a c a k , hay atımı kırac a k ..."
diyordu m. Hayatını, g ö nlünü
ÇALIKU U Ş 43 1
bu kad ar derin bir vefa ile ban a vakf e d e c e ini ümit ed e mi y o r d u m . Sen, b elki b e ni görün ğ c e ; uça n ren gini,
titrem e y e başlay a n bu güz el dud a kl arını sakla m a k için b e n d e n kaçıy or du n. Ben, bunu bir Çalıkuşu hafifliği
san ar a k ken dimi yiyip bitiriyordu m. Söyle ba n a Ferid e, bu kad ar derin bir vefayı, bu kad ar inc e bir ruhu, bu
küçük Çalıkuşu g öğsün ü n ner e si n e sakla mıştın?...
Kâmr a n, bir dakik a sustu. Sonra b ey a z nazik şakaklarınd a inc e ter da ml al arıyla başını eğer e k dah a yav aş
bir se sl e de v a m etti:
- Derdim bu kad arla da kalmıy or du, Ferid e. Seni ken di ken dim d e n , hay atımd a n , muht elif sa a d e tl erini
birbirind e n kısk a nıy or du m. Dünyad a zam a nl a yıpran m a y a n , kuvv etini kayb e t m e y e n hiçbir his yok. "Ya bir
zam a n so nr a Ferid e'yi bu kad ar se v e m e z s e m , ya bu leziz, nadid e taha s s ürü kayb e d e r s e m ? " diyordu m. O
vakit, yan yan a bitm e si n d e n korkulan ışıkları nasıl sö n dürürler s e b e n de öyle yapıy or, hay alini
gözl erimd e n uzaklaştırma y a çalışıyordu m.
Dağlard a ismini bilm e diğim bir ot yetişir. Ferid e, insa n, onu daima koklars a , bir zam a n so nr a koku s u n u
da h a az duym a y a başlar. Bunun ilacı, bir zam a n ken dini ond a n ma hru m etm e ktir. Hatta baz e n -sırf o e s ki
güz el kokuyu yenid e n bulm a k hırsıyla- herh a n g i bir kokuyu, m e s e l a bir ma n a s ı z "Sarı Çiçeği" yüzün e
yaklaştırır.
Bu ot, güz el kokus u için baz e n mihn e t e de uğrar, insa nlar, onu parm a kl arının ara sın d a örs el e r, hırpalarlar.
Ferid e, se ni bu ıstırapta n derinl eşmiş gözl erin, ma h z u n düşün c el e r d e n yorulmuş güz el yüzünle b e n, bu
hırpala n dık ç a koku s u artan çiç e kl er e b e n z e tiy oru m. Beni anlıyors un, değil mi? Çünkü artık, gözl erin
gülmüy o r, b e nim bu ma n a s ı z gibi görün e n sözl eriml e eğlen miy o r s u n.
Ferid e, uyum a y a hazırlan a n bir ço c u k gibi, kirpiklerind e yaş da ml al arı titrey e n gözl erini kapıy ordu. Bu
hey e c a n lı yor-
432
Reşat Nuri Güntekin
gunluklard a n öyle bitap düşmüştü ki, dizleri ke siliyor, vücudun u n bütün ağırlığını Kâmran'ın kolların a
bırakıy ordu. Bir rüya içind e , he m e n he m e n yalnız dud a kl arının har e k e tiyl e:
- Görüyors un artık, Çalıkuşu mü e b b e d e n öldü, de di. Genç ad a m, başını da h a ziyad e yaklaştırdı, aynı hafif
se s:
- Ziyanı yok, b e n Çahkuşu'nun bütün aşkını bir başk a s ı n a , Gülb eşe k e r' e verdim, de di.
Kâmran, kollarınd a gittikç e ağırlaşan bu bitap g e n ç vücudun bird e n bir e canl a n dığını, bir hay al titreyişiyle
kıvran dığını hiss etti:
- Kâmran, onu söyl e m e , yalvarırım san a .
Hâlâ Kâmran'ın g öğsün d e duran başını biraz arkay a atmış, yüzünü on a çe vir mişti. Kesik, do nuk
nef e sl eriyle titrey e n g erd a n ı nın da m a rl arı mor a n y o r, yüzünd e , gözl erind e , kızıltılar uçuy or du.
Kâmran, haris bir inatla tekrar etti:
Ferid e, bütün vücudu titrey er e k ayaklarının ucun d a yüks el di, g e n ç ad a mı omuzl arınd a n ç e kti. Vücudunun
bütün kanı dud a kl arın d a toplan mış b oy nu n u uzattı.
Bir dakik a so nr a ayrılmışlardı. Ferid e, uzun bir susuzlukta n so nr a b erra k bir der e d e n kan a kan a su içen bir
kuş gibi canl a nıy or, ayağını yer e vurup yüzünü g ö st e r m e m e k için bir yand a n bir yan a ç e vir er e k :
- Ne ayıp, Yarab bi, ne ayıp! Sen se b e p oldun vallahi, s e n s e b e p oldun, diye hırçınlaşıy ordu.
Yanlarınd