6 Ekim 2009 Salı

baki ayhan t. - lale müldür şiiri

İZLEKLER AÇISINDAN LÂLE MÜLDÜR ŞİİRİ

Bir şairin bütün şiirlerini çeşitli açılardan ele almak mümkündür. İzlekler açısından, ses veya form açısından, gelenekle bağlantıları / bağlantısızlıkları açısından yapılacak çeşitli irdelemeler bizi, önceden hiç de hesaplamadığımız sonuçlara ulaştırabilir. Şairin gizli veya açık göndermeleri, kendini ele veren ipuçları bu yaklaşımlara zemin hazırlar kimi zaman.

Lâle Müldür'ün şiirlerini ve şiir üzerine söylediklerini bütüncü bir bakışla gözden geçirirken dikkatimi çeken birkaç nokta bende, daha geniş ve derinlikli çözümlemeler yapma, en azından, bunun için çaba gösterme düşüncesi uyandırdı. Seriler Kitabı'nı okurken "Bir dili anlamak için / Başka bir dile bakıyoruz / Bir şiiri anlamak için / Başka bir şiire" (s. 14) dizeleri, gözlerimi Lâle Müldür şiirindeki metinlerarası ilişkiye çevirmeme zemin hazırlamıştı. Gerçi onun alt-metinleri başka şiirler değil, kutsal metinlerdi daha çok. Fakat burada asıl üzerinde durulması gereken, bence, onun metinlerarası bağlantıya ışık tutmuş olmasıydı. Kendisiyle yapılan bir söyleşide yer alan şu sözleri de dikkatimi yeniden aynı noktada toplamamı sağladı: "Bir metnin kaynağını aramak daima başka bir metne gönderir, bu böyle sürüp gider, bir sürü iz ortaya çıkar, bir zincir, bir izler sistemi yani metinselliğin (textuality) dışında bir şey yoktur; ancak 'mimesis' teorileri metinselliğin dışında bir nesne, bir gönderge ararlar." (1)

Buhurumeryem üzerine yazdığım bir yazıda "Lâle Müldür şiirinin kesin olarak tanımlanması, sınırlarının çizilmesi, tam olarak açıklanması (da) mümkün değildir. Çünkü onda, ulaşılması hemen hemen imkânsız bir imaj öznelliği, çok boyutlu bir metafizik eğilim ve paylaşılması çok zor bir uzaklık / zamansızlık / mekânsızlık duygusu vardır." (2) Aradan geçen iki yıla yakın zamanda Lâle Müldür'ün bütün şiirlerini tekrar okuyup çeşitli ipuçları yakalamaya ve bunları birleştirmeye çalışarak, bu şiirin kapılarını bir parça daha aralamayı istedim. Ulaştığımı sandığım sonuçların / bulguların doğruluğu elbette tartışılabilir. Benim yaptığım, şairin göndermelerini birbirine ekleyip bir zemin oluşturma ve Lâle Müldür şiirini bu zemin üzerinde okuma uğraşı sadece. Bu zemini oluşturmaya çalışırken asıl göndermeleri şiirlerden ve Lâle Müldür'ün kendisiyle yapılan söyleşilerdeki sözlerinden aldım.

"mistik-garaip"

Lâle Müldür, ilk kitabı Uzak Fırtına'dan son kitabı Buhurumeryem'e kadar belli izlekleri şiirlerinde tekrarlamış, bu tekrarlar vasıtasıyla da içerik bakımından yoğunlaştırılmış, özgün bir birikim sağlamıştır. Bu açıdan bakıldığı zaman bu şiirin en başat eğilimi "mistisizm"dir. Buhurumeryem'de "mistik-garaip" şeklinde birleştirilmiş sözcük onun, mistisizmi kendine özgü bir yaklaşımla ele aldığını göstermektedir. Gerçekten de Lâle Müldür'ün mistisizmi bir tek dine veya belli bir inanca yönlenmiş, herhangi bir dinin / inancın sözcülüğünü üstlenmiş bir eğilim değildir. Kimi zaman dört kutsal kitaba, kimi zaman bunlara bağlı veya bunlardan bağımsız dinsel efsanelere, kimi zaman da hepsinin üzerinde salt "mistik duyuş"a yaslanıyor o. Kendi mistik denemelerine, rüyalarına, esinlerine dayanıyor.

Karl Malkoff, Charles Olson'ın bilinçaltı ile deneyimi "içeri doğru akan evren" diye tanımlamasından söz ederken bunu mistisizme eklemleyerek Beat şiiri hakkında ipuçları verir. Yine aynı yazıda (3), "bireyin derinliklerinde, bilincin (bedenin ya da bilinçaltının) ötelerinde bulunan şeylerin izdüşümüyle insan deneyiminin bir düzene sokulması"ndan bahseder; buradaki insan deneyimi elbette Beatniklerin uyuşturucu ve seks gibi deneyimleridir. Fakat bunun hemen ardından Beat şairlerinin belli mistik kaynakları gelecektir. İşte Lâle Müldür şiirini mistik kaynaklara yönelme bağlamında ele aldığımızda bu şiirin Beat şiiriyle akrabalığı olduğunu görüyoruz.

Orhan Kahyaoğlu da Lâle Müldür şiiri hakkındaki bir denemesinde onun kozmik evreninden,benzerine rastlanılmamış olmasından, kozmik duyarlılığından söz eder ve "Bence ortada olan yepyeni ama kolayca yakalanamayan bir içsel serüvendir. İşaretler ve kodlarla dış dünyayla buluşan bir şiir dili belirir. Kutsal metinlerle ilginç bir örtüşme yakalanabilir." (4) diyerek mistik eğilime ve bunu üstü örtülü olarak hissettiren 'örtüşme'ye dikkatimizi çekmektedir.

Bütün bu göndermeler ışığında bakıldığında Lâle Müldür'ün şiirlerinde, özellikle İncil kıssalarının ve motiflerinin çok sayıda yansıması olduğu görülüyor.

İncil'de şöyle bir kıssa vardır: "İlk ve son benim. Var olan, var olmuş ve var olacak olan, gücü her şeye yeten Rab Tanrı diyor ki, 'Alfa ve Omega' ben'im. (...) Bana sesleneni görmek için arkama döndüm. Döndüğümde yedi altın kandillik ve bunların ortasında, giysileri ayağına kadar uzanan, göğsüne altın kuşak sarınmış, 'insanoğluna benzer biri'ni gördüm. Başı ve saçı ak yapağı gibi beyaz, kar gibi bembeyazdı. Gözleri ise alev alev yanan bir ateşti sanki! (...) Sağ elinde yedi yıldız vardı ve ağzından dışarı iki ağızlı keskin bir kılıç uzanıyordu. Yüzü tüm gücüyle parlayan güneş gibiydi. Onu gördüğüm zaman, ayaklarının dibine ölü gibi yığıldım. O ise sağ elini üzerime koyup şöyle dedi: 'Korkma! İlk ve son ben'im. (...) Sağ elimde gördüğün yedi yıldızın ve yedi altın kandilliğin sırrına gelince, yedi yıldız yedi topluluğun melekleri, yedi kandillik ise yedi topluluktur..." (s. 547)

Voyıcır 2'de, Kuzey Defterleri'nde ve Buhurumeryem'de bu kıssanın yansımalarını yoğun olarak görüyoruz. Voyıcır 2'de "ya da kuzeyden gelen çift bıçaklı sevinç" (s. 13) ve "Kan / arya gül ve insan / Y, Z, A, alfa ve omega" (s. 51) dizelerinde; Kuzey Defterleri'nde "Yaz: beyazlardan Alfa ve Omega" (s. 115) dizesinde iki ağızlı keskin kılıç motifinin yanı sıra Alfa ve Omega aracılığıyla başlangıç ve son motifi yinelenmekte; Buhurumeryem 'de ise "benim gördüğüm bir vizyonda / Platin saçlı bir İsa vardı" (s. 67) dizelerinde İsa'nın beyaz başı ve saçları söz konusu edilmektedir.

Uzak Fırtına'daki "oda yedi safir mühürle lehimlendi" (s. 11), Voyıcır 2'deki "gönye: Genel Azizliğin Mührü / mühür: boğazlara saplanan kavuniçi güller" (s. 29) dizeleri de İncil'deki "Mühürlü tomar ve Kuzu" (s. 552-3) ile "Yedi Mühür" (s. 554-5) kıssalarına eklenir. Bu kıssada yedi mühürle mühürlenmiş bir yazılı kâğıt tomarını açan kuzu anlatılmaktadır. Kuzu, "Yuhanna İncili"nde "Tanrı Kuzusu" başlığı altında anlatılan kıssayla birleştirildiği zaman görülecektir ki kuzu=İsa'dır ve kurtarıcı rolü üstlenmiştir: "Yahya ertesi gün İsa'nın kendisine doğru geldiğini görünce şöyle dedi: 'İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu!..." (s. 203) Mühür imgesinden yola çıkarak ulaştığımız "kuzu" da Lâle Müldür'ün şiirlerinde zaman zaman tekrarlanmakta böylece bu iki imge, kutsal metnin bir yansıması olarak onun şiirlerinde yer bulmaktadır.

Şairin, Kuzey Defterleri'nde "Yargılamayın yoldan çıkmış kuzuları. Yoldan çıkmış kuzular gibi O'na döndürüleceksiniz." (s. 115) şeklinde sözünü ettiği "yoldan çıkmış kuzu" imgesini, İncil 'deki "Sahte peygamberlerden sakının! Kuzu postuna bürünerek gelirler size, ama özde yırtıcı kurtlardır." (s. 18) sözleriyle birleştirebiliriz. Yine Kuzey Defterleri'ndeki "eşiğine kurumuş beyaz zambakların / yığıldığı o Dar Kapı'yı yaz" (s. 116) dizelerinde geçen "Dar Kapı", Gide'in roman formundaki göndermesiyle birleşerek İncil'deki "Dar Kapı" (s. 168) kıssasına bağlanmaktadır.

Lâle Müldür'ün şiirlerinde yer yer tekrarlanan "beyaz at" izleği de İncil'le aynı paralelde yer alan motifleri çağrıştırmaktadır. Kuzey Defterleri'nde "Beyaz bir at geçiyor" (s. 13) ve "Yaz: ne mutlu onlara! Beyaz atlının geçişini görmeye çağrılanlara!" (s. 115); Buhurumeryem'de "canlanmakta olan beyaz bir atın / tamamlanmamış parçası" (s. 124) dizelerinde İncil'deki "Yedi Mühür" (s. 554) kıssasında anılan beyaz atla aynı uzamda düşünmek gerekir. "Beyaz atın binicisi" kıssasında ise bu imaj daha açık şekilde yer almaktadır: "Bundan sonra göğün açılmış olduğunu ve orada beyaz bir atın durduğunu gördüm. Ata binmiş olanın adı Sadık ve Gerçek'tir." (s. 574)

Ayrıca İsa ve ona inananlar hep beyaz elbise giyerler: "Hepsi de beyaz kaftan giymişti ve ellerinde hurma dalları vardı." (s. 556), "Giymesi için ona temiz ve parlak, / ince keten giysiler verildi. / İnce keten, kutsalların adil işlerini simgeler." (s. 574) Lâle Müldür'ün şiirlerinde de beyaz giysi, beyaz gömlek izleği sık sık karşımıza çıkmaktadır. Seriler Kitabı 'ndan aldığım şu örnekte beyaz giysi ile hurma dalının yan yana anılmış olması dikkat çekicidir: "Sen Beyaz giysili / Elinde hurma dalı" (s. 13) Uzak Fırtına 'daki "ve ben beyazlar giyinmeliyim buzdan bir ağaç gibi" (s. 38), Buhurumeryem'deki "beyaz bol kanatlı gömleğinin..." (s. 103) sözlerini, kıssalardaki beyaz giysi motifiyle birleştirmek sanırım yanlış olmaz. Yine Buhurumeryem'de karşımıza çıkan "O ama beni hatırlayın, beni hatırlayın / Ayaklarınızı yıkardım sizin / Çamurlu, günahkâr ayaklarınızı..." (s. 114) dizeleri de İncil'de geçen bir başka kıssada İsa'nın, öğrencilerinin ayaklarını yıkaması olayını hatırlatmaktadır.

İbrani metinleriyle ilgili olarak da şairin gizemli bir yapılandırmayla oluşturduğu bir göndermeye değinmek istiyorum. Belki zorlama olarak nitelendirilecek olan bu saptama, kanımca, aslında Lâle Müldür'ün, kutsal metinleri şiirinde ne denli incelikle ve dolaylı olarak kullandığının bir göstergesidir. Burada, her gerçek şiirde olduğu gibi bir kodlama, bir gizli gönderme söz konusudur. Uzak Fırtına'da "Gece umarsız bir Y işaretiydi ve düşüyordu sana doğru" (s. 21); Voyıcır 2'de "senin (H) orada olduğunu biliyorum" (s. 41), bana çarpıp (O) na geri dönüyor..." (s. 41); Buhurumeryem'de "ve ben soyut bir [V] harfi çizebilir" (s. 106); Voyıcır 2'de "ve beni (H) beklediğini" (s. 41) şeklindeki dizelerde yer alan majüskülleri art arda sıraladığımız zaman YHOVH (Yehovah) sözcüğü çıkmaktadır ki bu özel ad belli çağrışımları da beraberinde getirmektedir. Lâle Müldür'ün şiirlerinde majüskülleri tek başına kullanma olayıyla fazla karşılaşmadığımız için böyle bir majüskül birleştirmesi yapmak ve ortaya böyle bir sonucu çıkarmak büsbütün de zorlama olmasa gerek. Biraz sonra majüsküllerle ilgili olarak aktaracağım saptamada bunun daha açık bir örneği görülecektir.

Lâle Müldür'ün kutsal metinlere bakışı giderek Kur'an'a da yönelmiş ve şair, Kuzey Defterleri'ndeki "arkanda yürüyen şeyin bir fil kafilesi olduğunu bilmiyordum tuhaf bir kum ışığında... // elinde neye yönelik olduğunu bilmediğim bir taş // o boşluğa bir kuş gravürü gömülmüş" (s. 99) dizelerinde "fil, taş, boşluk, kuş" sözcükleriyle "Fil Sûresi"ne göndermede bulunurken bu tip bağlantıları Buhurumeryem'de sayıca artırmış ve daha da dolaysızlaştırarak doğrudan bağlantılara / alıntılara yönelmiştir. Bunun yanı sıra "Meryem'in dedelerinin alnında / bir parola yazıyordu: MHMD" (s. 120) dizelerindeki majüsküllerde bu yönelme kendini açıkça göstermektedir.

Kutsal metinlerle Lâle Müldür şiiri arasında kurulmaya çalışılan bütün bu bağlantılar bize neyi göstermektedir? Bu bağlantılar bize şunu göstermektedir ki şair bu metinlere nüfuz etmiş ve yer yer simgesel olarak, yer yer de doğrudan alıntılar yoluyla bu metinleri geniş kapsamlı çağrışımlarıyla birlikte şiirine yedirmeyi bilmiştir. Lâle Müldür'ün bu göndermelerdeki payının her zaman bilinçli ve hesaplanmış bir çabanın sonucunda ortaya çıktığını söylemek elbette mümkün değildir. Çünkü o, şiir yazmaktadır sadece. Şiirini oluştururken de bu göndermeler bilinçli veya bilinçsiz olarak gündeme gelmektedir. Kutsal metinlerle kurduğu bu ilişki hem kültürel hem de duygusal / metafizik bir birliktelik ilişkisidir; çoğu zaman bilinçli olmaktan uzaktır. Yolunun uzunca bir kısmını bu izleklere bakarak yürüyen şairin bu yöneliminin Türk şiirinde büsbütün yeni bir tavır olduğunu söyleyemeyiz doğal olarak. Necati'den Nedim'e, Fuzuli ve Baki'den Şeyh Galib'e aşağı yukarı bütün Divan şairleri Hristiyanlık ve İslamlık'la ilgili unsurları sık sık ve çoğu zaman da bir arada kullanmıştır. Belki bunu sadece Hristiyanlık ve İslamlık şeklinde daraltmamak gerekir. Çünkü bunların yanı sıra Musevilik, paganizm ("büt-perestlik"), Budizm, "âteş-perestlik"... kültürüne ait unsurlar da klasik şiirimizde yer almaktadır. Bu yaklaşımın bir başka boyutu Asaf Halet Çelebi'de,yer yer de Ece Ayhan'da karşımıza çıkmaktadır. Lâle Müldür'de dikkat çeken, kutsal metinlerden aldığı izlekleri salt bir kültür öğesi olarak kullanmayıp mistik duyuşuyla birleştirmesidir. Böylece onun şiirinde bu yolla kurulan "telmih"ler, yapılan "iktibas"lar yapıştırma olmaktan kurtulup, bu şiiri besleyen, onun duyuşunu yansıtan pırıl pırıl "kaynak"lara dönüşmüştür. "İnanca çekilmek, bu bende hep vardı... Kendi yitişi üzerine yas tutan ve sonu gelmez bir tekilleşmeye doğru giden dünyanın kaotik özü ve dağınık çekişmeleri yerine kendini bir üst-anlamda bulan ve ancak onda derinleşen bir evrene çekilmek..." (6) sözleriyle birleştirilince, kutsal metin-şiir bağlantısı daha da anlam kazanmaktadır Lâle Müldür'de.

"yüzüğümü yeniden takana kadar

yüzüğümü yeniden takana kadar "

Onun şiirlerindeki metinlerarası ilişki sadece bu bağlamda ele alınabilecek bir ilişki değildir kuşkusuz. Çünkü Lâle Müldür, kendi şiirlerine de metiniçi göndermelerde bulunur ve tekrarlara başvurur zaman zaman. Seriler Kitabı 'nda "Destinasyon: Destina" (s.14) olarak geçen dize, Uzak Fırtına 'daki "Destina" şiirinin (s. 93) bir uzantısıdır. Yine Seriler Kitabı'ndaki ay-yıldız motifi de (s. 24) Buhurumeryem 'de (s. 101) yinelenir. Uzak Fırtına 'da yer alan "NOLİ ME TANGERE" (Bana bir şey söyleme) (s.38) sözünün de Kuzey Defterleri'nde (s. 60) aynen tekrarlandığını görüyoruz. Son kitabı Buhurumeryem'de alt alta yer alan "UZAK / fırtına" (s. 84) sözcükleri de ilk kitabının adıdır aynı zamanda. Dize tekrarlarına gelince, şair, bunu da bütün kitaplarında denemiştir. Voyıcır 2'de "Beyaz bir ülkeden çıkıp gelen ikiz!" (s. 24) dizesi, bir sonraki sayfada "o beyaz ülkeden çıkıp gelen ikizindi" (s. 25) şeklinde az bir değişiklikle tekrarlanırken, "Seninle geçirdiğim bütün beyaz anların toplamı bu sevgilim / Kendimi bütünlemeyi beklerken diktiğim." (s. 24) dizelerinin de şiirin sonunda "İkizinle geçirdiğim bütün beyaz anların toplamı bu sevgilim / kendini bütünlemeyi beklerken diktiğim." (s. 25) şeklinde yine küçük değişikliklerle yinelendiğini görüyoruz. Seriler Kitabı'nda "o sarıyıldız, o sarıyıldız, herşey mükemmel devam et" (s. 63) dizesi de şiirin sonunda küçük bir farklılıkla tekrarlanmıştır. Bu tip yinelemeler onun şiirinde sık sık karşımıza çıkmaktadır, başka örnekler sıralamayı gereksiz buluyorum.

Bu metiniçi göndermeler ve yinelemeler hem şairin bütün şiirleri arasında organik bir bağ kurmakta hem de yapı olarak kutsal metinlerin etkisini yansıtmaktadır. Kutsal metinlerde de kimi motif ve sözlerin sistematik / asistematik olarak tekrarlandığını biliyoruz. Bu, yerine göre, hem bir anımsatma işlevi görmekte hem de sözün etkisini güçlü kılmaktadır.

"ben gözlerimle yağmur yağıyorum "

Lâle Müldür şiirlerinde sık sık tekrarlanan izleklerden biri de "yağmur"dur. Yer yer "uzak fırtına"larla yer yer de "kar"la birleşen, çoğunlukla da yalnız başına kullanılan "yağmur" izleği özellikle Uzak Fırtına 'da, Kuzey Defterleri 'nde ve Buhurumeryem 'de karşımıza çıkmaktadır. Bu izleğin şiire girmesinde şüphesiz Kuzey coğrafyasının / ikliminin çok etkisi var. Şiirin geleneksel temalarından biri olan "yağmur", şairin Kuzey coğrafyası yaşantı deneyimleriyle de birleşince yoğun bir şekilde şiirlere "yağıyor". Bu izlek kimi şiirlerde doğrudan doğruya doğa olayını, kimi şiirlerde de farklı çağrışımları yansıtmaktadır. Doğrudan yağmuru yansıtan en güzel dizeler Uzak Fırtına ile Kuzey Defterleri 'nde yer alıyor kanımca. "sonra bir kadın / yağmurlara sarınmış bir kadın" (Uzak Fırtına, s. 70); "boynumda yağmurdan bir kolye" (Uzak Fırtına, s. 98) dizelerini ve "başka bir gün... başka bir yağmur... pencerelerde yağmur eğriciklerinin oluştuğunu görünce hemen yerimi alıyorum. yerim gene aynı... kedilerin de yağmuru izlediği doğru mu? çiçekler en çok bu eğik yağmurun önünde güzel... bir yağmur perdesinin ardında... insan başkalaştığını duyumsuyor, belki de zambak soyuna katıldığını..." (Kuzey Defterleri, s. 15) şeklindeki parçayı anmak yeter sanırım. Kuzey Defterleri'nden aldığım parçada "yağmur"un aynı zamanda "yalnızlık"la birleştiğini duyumsamamak da mümkün değil. "Ben gözlerimle yağmur yağıyorum" (Uzak Fırtına, s. 15); "bir frambuaz yağmuru yağıyor şimdi" (Buhurumeryem, s. 115) dizelerinde olduğu gibi "yağmur" izleği kimi zaman da doğa olayı dışında farklı çağrışımlara yol açacak şekilde kullanılıyor.

"yıldız yorumcuları biliyordu..."

"Yıldız" izleği de Lâle Müldür'ün şiirlerinde sıklıkla yer aldığını tespit ettiğim izleklerden biri oldu okumalarım sonunda. İlk dikkatimi çeken de, İncil 'deki şu cümlelerle doğrudan bir örtüşme oldu: "İsa, Kral Hirodes'in devrinde Yahudiye'nin Beytlehem kasabasında doğduktan sonra bazı yıldızbilimciler doğudan Kudüs'e gelip şöyle dediler: 'Yahudilerin kralı olarak doğan çocuk nerede? Doğuda O'nun yıldızını gördük ve O'na tapınmaya geldik." (MATTA, s. 6) Kuzey Defterleri'ndeki "yıldız yorumcuları biliyordu..." (s. 120) dizesi bu sözlerle birleştirilmelidir. Ayrıca İsa "parlak sabah yıldızı ben'im" (s. 579) demektedir. Bu birebir örtüşmeye rağmen Lâle Müldür'ün şiirlerindeki "yıldız" izleğinin tamamen kutsal metinlerle ilişkili olduğunu söylemek yanlış olur. Onun dizelerindeki "yıldız" izleğinin kutsal metinlerle birlikte veya onlardan ayrı olarak, kendi içinde bir organik bütünleştirmeye yönelik olduğunu düşünüyorum.

"yeryüzünde kaçak ve serseri olacaksın "

İlk kitaptan son kitaba kadar, şiirlerde sık sık "yalnızlık, uzaklık / uzaklaşma, yabancılık / yabancılaşma" ve bunlara bağlı olarak "intihar" izleklerinin de tekrarlandığını görüyoruz. "Seyahat" ve "kaçış" izlekleri de bu toplam içinde düşünülmelidir. Yerleşik geleneklerden, insanların sığlığından, iletişimsizlikten ve giderek de anlaşılmamaktan doğan "köşeye çekilerek yalnızlığı seçme" ve "kendi içine yağan ince yağmurların melodisini dinleme" hâli Lâle Müldür'ün şair olarak çokça tercih ettiği bir yol. Mistisizmle kurulan bağlantı da zaten bu "hâl"le birleşince daha anlamlı duruyor. Çok geniş bir coğrafyaya yayılan yer adları hem -zihinsel veya dinamik- sürekli bir yer değiştirmeyi işaret ediyor hem de "Yeryüzünde kaçak ve serseri olacaksın" düşüncesine eklemleniyor. Bu bağlamda Voyıcır 2 (voyager: seyyah, gezgin) kitabının bütün dokusunu ve "The Pure Traveler" (Seriler Kitabı, s. 107) şiirini unutmamak gerekir. "marko polo, sevgilim" (Voyıcır 2, s. 21), "Işık kararır / akıl yaralanır / seyahat eden hep yabancıdır" (Voyıcır 2, s. 33) dizeleri de kapıları yabancılaşmaya açılan seyahat duygusunu yansıtmaktadır. Gezgin, kendini belli bir mekânla özdeşleştiremeyen, belli bir yere bağlı kalamayan kişidir. Sürekli bir kaçış halindedir gezgin-şair, sürekli olarak bir yabancılığı yaşamaktadır: "Benim yabancılığım her şeye, bu dünyanın temsil ettiği her şeye bir yabancılık. Kendimi (...) kendime de yakın görmüyorum." (7) diyen insandır. Bu kaçış, yabancılaşma, anlaşılmama, uzaklaşma karmaşasında "bir kadındı ve gözleri intihar" (Uzak Fırtına, s. 56); "Boyun eğmek zorunda kaldığım herşeyi unutup, / Böyle çok sessiz ve huzurlu bir yerde dinlenmek istiyorum." (Seriler Kitabı, s. 88); "sokağa atılmış çocuklar gibi bir / yürek öylesine ıssız yapayalnız" (Voyıcır 2, s. 31); "uyu benim yalnızlığım hiç örtme kapıları." (Kuzey Defterleri, s. 122) gibi dizeler dizilecektir yaşamla ölüm arasındaki o ipince ipekten ipe.

Kaçış ve uzaklaşma; şairin aynı zamanda, duyuş tarzı bağlamında şiirsel ruh yakınlığı olduğunu da düşündüğüm (her şairin bir ruh-yakını vardır mutlaka) Rimbaud'ya gelip dayanıyor. Rimbaud'nun da sürekli bir arayış ve kaçışı yaşadığını, sonuçta pek de aydınlık olmayan nedenlerle "ilk ve sonsuz bilgelik" dediği Doğu'yu seçtiğini biliyoruz. Gezgin ruhlu bir şairdi Rimbaud da; o değil miydi bir mektubunda "Basitlik, rezillik, tekdüzelik içinde parça parça oluyorum. (...) oysa bin kez çekip gitmek isterdim. Başında şapkan, sırtında kaputun, ellerin cepte, ver elini sokaklar." (8) diyen; o değil miydi Harrar'da iken İslam metinlerine eğilen (9); o değil miydi esrik bir gemi gibi başka ufuklara doğru uzaklaşıp gitmek isteyen? Lâle Müldür'e göre Rimbaud, korku otobüsünün ne olduğunu bilmektedir. "Rimbaud sesli harflerin birer rengi olduğunu söylüyor / peki Rimbaud'nun bu renkleri gerçekten gördüğünü kim biliyor" (Seriler Kitabı, s. 41) diyerek bizi onun "Sesliler" (10) şiirine gönderen şair "bütün altın uçlu kalemle / yazanların gittiği bir yer / yürek kırgınlıklarıyla uçan / defneli şairlerin / buluştuğu bir yer varsa eğer / orada Rimbaud ile / sizi görmek istedim" (Seriler Kitabı, s. 67) diyerek de ortak şiir duyuşunun ipuçlarını verir ve "sonra altın suları içtik / ve rimbaud'dan konuştuk" (Seriler Kitabı, s. 67) der. Aynı anımsamayı birkaç sayfa sonra yineleyecektir. Kuzey Defterleri'nde "Rimbaud'nun sistematik anlam çarpıştırmaları dediği bir algılama biçimi"nden (s. 76) söz eder, "ağzında evirip çevirdiği gerçek tütün tadıyla Rimbaud'ya rastlamak" (s. 79) ister. Bütün bu, Rimbaud'yu anışlar elbette sebepsiz değildir; bir buluşma söz konusudur kanımca. İki şairin kaçış ufkunda, başka iklimlerde, yürek sızılarının dizelere gizliden gizliye sızdırıldığı şiirde, göksel duyuşun esrarlı metaforunda buluşmasıdır bu.

"Güzel söz ayakta kalır" (Seriler Kitabı, s. 59) diyen Lâle Müldür'ün şiirlerinde, poetikasının ipuçlarını veren göndermeler de yer alıyor. Hatta diyebilirim ki şiirin ve şairin en tutarlı tanımları onun şiirlerimizde karşımıza çıkmaktadır: "çocukluğun saydam derisini üzerinden atamayanlar som bir metalin damarlarını takip ederek belki bedeli oldukça ağır bir güzelliği taşımak zorunda kalıyorlar." (Kuzey Defterleri, s. 23) Şairi bu kadar iyi tanımlayan bir başka söz varsa, ben bilmiyorum. Yine Rimbaud'yu anımsatan "simyada olduğu gibi benzer bir elemanın benzer bir elemanla ilişkisi" (Kuzey Defterleri, s. 79) tanımlaması da şiirin özünü veriyor. Bence, modernist şiirin en oturmuş tanımı da -kendi şiirinden yola çıkarak- yine Lâle Müldür'den gelir. Bu tanımlamada, modernist şiirin en başat özelliklerinden birini, kapalılığı, zor anlaşılırlığı ortaya koyuyor: "Bizim şiirimizin kupasınınsa / dibi gözükmediği gibi / kimse elini oraya daldıramıyor. / Korkudan! Güzellikten! / Kimse bizden rahat rahat bahsedip / üzerimizden rahat zaferler kazanamayacak." (Buhurumeryem, s. 99)

Bu yazı, şiirini kendi içinde gezinerek oluşturan bir şairin imge dünyasına küçük bir yolculuktur sadece.

NOTLAR

1) Lâle MÜLDÜR, "Aklımdan Sadece Sıradanlıklar Geçiyor Ama..." (söyleşi), Sombahar, sayı:15, Ocak-Şubat 1993

2) Bâki ASİLTÜRK, "Buhurumeryem Çevresinde", Gösteri, sayı:165, Ağustos 1994

3) Karl Malkoff, "Nesnelci Şiirden Beat Şiirine", Sombahar, sayı:6, Temmuz-Ağustos 1991 (Çeviren: Duygu AKIN)

4) Orhan KAHYAO⁄LU, "Lâle Müldür Şiiri Üzerine Çizilen Bir Harita", Sombahar, sayı:21-22, Ocak-Nisan 1994 (Kadın Şairler Altarı, özel sayı)

5) İncil, Yeni Yaşam Yayınları, İst., 1995 (İncil'den yapılan alıntıların sayfa numaraları bu baskıdandır.)

6) Lâle MÜLDÜR, 1. nottaki söyleşisinden

7) Lâle MÜLDÜR, "Lâle Müldür ile 80'li Yıllar ve Şiiri Üstüne", Gösteri, sayı:115, Haziran 1990 (Söyleşiyi yapan: Cezmi ERSÖZ)

8) Rimbaud'nun Mektupları, Düşün Yayınevi, İst., 1985, s.18 (Çeviren: Tahsin SARAÇ)

9) Ayrıntı için bkz.: Erdoğan ALKAN, Ateş Hırsızı Arthur Rimbaud: Yaşamı, Sanatı ve Şiirleri, Broy Yay., İst., 1993, s. 100

10) Arthur RIMBAUD, "Sesliler" (şiir), Seçme Şiirler, De Yay., İst., s. 61 ve "Söz Simyası" (düz-şiir), aynı kitap, s. 21, (Türkçesi: İlhan BERK)

Lâle MÜLDÜR'ün Yazıda Sözü Edilen Kitapları

5) Uzak Fırtına, Şiir Atı Yay., İst., 1988 (2. Bs., 1995)

2) Voyıcır 2, Metis Yay., İst., 1990 (Ahmet GÜNTAN’la ortak kitap)

3) Seriler Kitabı, Remzi Kitabevi, İst., 1991

4) Kuzey Defterleri, Metis Yay., İst., 1992

5) Buhurumeryem, Metis Yay., İst., 1994

Not: Metindeki alıntıların sayfa numaraları kitapların yukarıda belirtilen baskılarına aittir.

(Sombahar, sayı: 33, Ocak-Şubat 1996)


1. Baki Asiltürk, 1980 Kuşağı Türk Şiirinin Poetikası, Toroslu Kitaplığı Yayınları
2. Baki Asiltürk, Hilesiz Terazi: Şİir Yazıları, Yapı Kredi Yayınları