Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Edebiyatla edebiyat araştırmaları arasındaki ayrılıkları tanıyacak,
• Edebiyat araştırmalarında yöntemin önemini kavrayacak,
• Başlıca edebiyat inceleme yöntemleri hakkında bilgi edinecek,
• Bir edebiyat metnini belli ölçülere göre değerlendirme becerisini
kazanacaksınız.
İçindekiler
• Giriş 37
• Eser, Okur ve İncelemeci 37
• İki Tip İncelemeci 37
• İncelemede Bilimsel Anlayışın Gerekliliği 38
• Edebiyat İncelemelerinde Başlıca Yöntemler 38
• Özet 47
• Değerlendirme Soruları 47
• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar 48
ÜNİTE 3 Edebiyat İncelemelerinde
Yöntem
Yazar
Doç. Dr. Ramazan KAPLAN
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Çalışma Önerileri
• Yapılmış edebiyat incelemeleri bularak, bunların hangi yöntemle
ele alındığını belirleyiniz.
• Kendiniz bir edebî eseri incelemeyi deneyiniz.
• Farklı anlayışta iki inceleme bularak, bunları karşılaştırınız.
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
1. Giriş
Yöntem, herhangi bir konuda amaca ulaşmak için izlenen, tutulan yol demektir; metot
karşılığı kullanılmaktadır. Edebiyat incelemelerinde söz konusu olunca yöntem,
doğru sonuçlara varmak amacıyla araştırmanın belli bir düzene göre yapılmasını
gerektiren anlayış ve ilkeler bütünü olarak tanımlanabilir. Bütün bilimlerin, bilginin
sistemleştirilmiş hâle getirilmesinde güvenilir yöntemlere olan ihtiyaçları açıktır.
Edebiyat incelemelerinin konusu, edebiyatın kendisidir. Ancak çalışma alanları ve
biçimleri birbirinden farklıdır.
Edebiyat estetik bir çabayı, edebiyat incelemesi bilimsel bir tutumu gerektirir.
Denilebilir ki her yazar veya şair, yazma amacı ne olursa olsun, yalnızca kendisiyle
sınırlı kalan bir edebî çaba içinde görülemez. Yazdıklarının hedefi bakımından topluma
en açık olanlarından, en ilgisiz görünenlerine kadar her edebî şahsiyet, derece
derece bir şeyleri çevresine duyurmak, onlarla paylaşmak için yazar. Eserin tamamlanmasıyla
yazarın işi biter ve eser için âdeta ikinci bir evre başlar. Bundan sonra
eser, yazarın sahipliğinden çıkıp, artık toplumun ortak bir kültür ögesi olur.
2. Eser, Okur ve İncelemeci
Edebiyat eserleri karşısında iki tür ilgiden söz edilebilir. Bir kısım insanlar, edebiyat
eserlerinden alacakları zevk, onlarda keşfedecekleri yeni insan tipleri, duygu ve düşüncelerle
karşılaşmak için edebiyatla ilgilenirler. Bunlarda edebiyatın birtakım sorunlarıyla
uğraşmak gibi bir çaba yoktur. İkinci bir grup insan vardır ki, edebiyat
eserleriyle yüz yüze gelmenin kişisel kazançları bunlar için de söz konusudur. Ancak
bu gruptaki insanlar, edebiyatı ve onunla ilgili her türlü olguyu kendilerine
problem edinen, çalışma alanı olarak seçen kimselerdir. Edebiyat incelemeleri bu
ikinci gruptaki insanların çabalarıyla gerçekleşir. Edebiyat eserleri, edebiyat hayatı
ve bunlarla ilgili daha birçok hususun daha geniş boyutlarda ve sistematik bir bilgi
düzeni içinde kavranması edebiyat incelemeleri sayesinde olur.
3. İki Tip İncelemeci
Edebiyat incelemelerinin iki farklı temsilcisinden söz edilebilir. Bunlardan biri edebiyat
bilimcisi, öteki eleştirmendir. Edebiyat eleştirmenliği, edebiyat incelemeciliğinin
ilk basamağı kabul edilebilir. Bu bağlamda, edebiyat bilimcisi de bir eleştirmendir.
Ancak, her iki incelemeci de edebiyatla ilgili bir konuyu aydınlatmaya çalıştıkları
hâlde, çalışma biçimleri farklıdır. Edebiyat bilimcisinde, daha çok tarihçi bakış
açısı hakimdir ve o, bir bilim adamından beklenen tutumla edebî eser ve hareketleri
E D E B İ Y A T İ N C E L E M E L E R İ N D E Y Ö N T E M 37
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
ele alma, belgeye dayanma durumundadır. Oysa böyle bir zorunluluk eleştirmen
için söz konusu değildir. Eleştirmen kendi beğeni ve tercihlerini, rahatlıkla edebiyat
incelemelerinde kullanabilir. Şüphesiz kişisel bakış açısı sayesinde de orijinal sonuçlara
ulaşmak mümkündür. Bunun edebiyat araştırmalarına getireceği katkılar
da göz ardı edilemez. Ancak, bir milletin edebiyatının bütünü hakkında genel ortak
sonuçlara varmak, eleştirmen tutumuyla bağdaşmaz.
4. İncelemede Bilimsel Anlayışın Gerekliliği
Edebiyat araştırmaları, bilimsel tutum ve anlayışa dayandığı ölçüde doğru sonuçlara
ulaşılabilir. Hatta bilimsel tutum, edebiyat gibi etki alanı ve gücü yüksek bir sanatın
ürünleriyle ilgili yapılacak çalışmalarda çok daha gereklidir. Çünkü fen bilimlerinde
istense de, somut olarak gözlenen bir olgunun başka türlü yorumlanması
imkânı yoktur. Öyleyse tarafsızlık, acele verilmiş hükümlerden kaçınmak ve bilimsel
çalışmanın gerektirdiği sabır içinde olmak, başka alanların olduğu gibi, edebiyat
incelemelerinin de ihtiyacı olan hususlardır. Yoksa edebiyat araştırmalarının bilimsel
yöntemlere göre yürütülmesi, onlardan herhangi birinin yöntemini olduğu gibi
kullanmak anlamına gelmez.
5. Edebiyat İncelemelerinde Başlıca Yöntemler
Modern edebiyat incelemelerinin temel belgesi, edebiyat metinlerinin kendisidir.
Artık günümüz incelemecileri, edebiyat araştırmalarında öncelikli olarak metni
dikkate alan bir yaklaşımı benimsemişlerdir. Böyle olmakla birlikte, edebiyat metninin
yalnızca kendisiyle açıklanması her zaman mümkün olmaz. Edebiyat metnini
edebiyat araştırmalarında tek kaynak olarak kullanmada büyük titizlik gösteren
araştırmacıların çalışmalarında bile, zaman zaman bir noktanın açıklanabilmesi için
başka kaynakların verilerinden yararlanıldığı görülür. Kaldı ki toplumsal yapı, düşünce
hareketleri, bilimler ve sanatlardaki gelişmelerin dikkatten uzak tutulmaması,
edebiyat incelemelerini zenginleştirip güçlendirir.
Öyleyse hareket noktası edebiyat eseri olacak, onun doğru kavranması ve yorumlanmasını
sağlayacak her türlü kaynak ve yöntemin yardımına başvurmaktan kaçınılmayacaktır.
Gerçekte, hangi alanda olursa olsun, yöntem bir amaç değil araçtır.
Edebiyat yöntemleri topluca dikkate alındıklarında, her birinin genellikle edebiyatın
temel ögelerine göre biçimlendikleri sonucuna varılır. Eserin kendisini, sanatçıyı
ya da eserin doğduğu toplumsal şartları öne çıkarma eğilimleri, edebî bir inceleme
yönteminin kuramsal temellerini oluşturmaktadır.
Belli başlı yöntemler nelerdir?
Edebiyatta başlıca inceleme yöntemleri şunlardır.
38 E D E B İ Y A T İ N C E L E M E L E R İ N D E Y Ö N T E M
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Biçimcilik (formalizm): Sovyetler Birliği’nde 1915-1930 arasında yaygınlık kazanmış
bir yöntemdir. Bir yazar veya şairin edebî değerini, eserlerinin biçimsel özellikleriyle
ortaya koymak, biçimci anlayışta olan araştırmacıların hareket noktasıdır.
Bunun için, biçimsel yeniliğin sağlanmasında en büyük paya sahip olduğuna inanılan
dil ve üslûp, önem verilen temel ögelerdir.
Yapısalcılık: İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure’ün dilbilim alanındaki görüşlerinin
kaynaklık ettiği bir inceleme yöntemidir. Yapısalcılara göre metin kendi
içinde bir bütündür ve “söz”den yola çıkıp, metni kuran yapı belirlenerek metnin
anlamı ortaya konulabilir. Yapısalcı yöntemde, ele alınan metnin dışında hiçbir öge
metnin değerlendirilmesinde kullanılmaz. Çünkü bu, yapısalcı yöntemin çıkış
mantığına aykırıdır.
Yeni eleştiri yöntemi : Biçimci anlayışın daha ileri bir basamağı olarak kabul edilebilir.
İngiliz incelemecilerin öncülüğünü yaptığı bu anlayış, Amerika’da daha bir
bütünlük kazanmıştır.
Edebiyatın, edebiyat dışı ögelerle incelenemeyeceği ve edebiyat incelemelerinin
edebî metne dayanması gerektiği, edebiyat metninin kendi kendisini açıklamaya
yetecek bir yapısı olduğu gibi görüşler, yeni eleştiri yönteminin önem verdiği başlıca
hususlardır. Yeni eleştiri yönteminde, eserin gereğinden fazla önemsenmesi, onda
birtakım orijinal yanlar bulma çabası, kimi incelemecileri eserde olmayan şeyleri
de eserde görmeye çalışmak gibi bir hataya sürüklemiştir.
Psikanalitik yöntem: Freud’un bilinçaltıyla ilgili görüşlerini esas alan inceleme
yöntemidir. Yöntemin edebiyat incelemelerinde kullanılmasından sonra, yazar, incelemenin
başlıca konusu yapılmıştır. Freud’un görüşlerinden yola çıkan incelemecilere
göre, bir edebiyat metni yazarın ürünüdür ve onun kişisel özellikleri bilinmeden,
edebiyat eserinin doğru anlaşılması mümkün değildir. Ancak yazarın psikolojik
hayatı bilinirse, eserlerinin ve eserlerindeki kişilerin mahiyeti hakkıyla kavranabilir.
Prof. Dr. Mehmet Kaplan, yaptığı şiir tahlillerinin birçoğunda psikanalitik verilerden
de yararlanarak metinleri çözümlemeye çalışmıştır.
Tarihsel yöntem: Klâsik edebiyat tarihçiliğinin biraz da terk edilmiş yöntemidir.
Tarihin verileriyle edebiyat hayatını açıklamaya çalışır. İncelenen dönemin bütün
koşullarının bilinmesi, o dönemin eserlerinin anlaşılması için şarttır. Bu amaçla tarihsel
metinlerin ve yazarların doğru bir biçimde anlaşılarak değerlendirilebilmesi
için, metin yayını ve biyografik çalışmalar, bu yöntemde özellikle değer kazanmıştır.
Tarihsel yöntemde, edebî incelemelerin sanat yönünün ihmal edilerek, ağırlığın
biyografik ve edebiyat dışı bilgilere verilmesi, bu yöntemin en çok eleştirilen yönü
olmuştur. Ancak, bir milletin edebiyat hayatını belli bir tarihsel akışın ve bu süreçte
oluşan geleneğin içinde değerlendirmesi, tarihsel yöntemin olumlu yanlarından biridir.
Sosyolojik yöntem : Taine’in “ırk , çevre, an” kavramları çerçevesinde oluşmuştur.
Edebiyat incelemelerini sosyolojik tabana oturtmak isteyenlere, bilimsel anlayış dü-
E D E B İ Y A T İ N C E L E M E L E R İ N D E Y Ö N T E M 39
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
şüncesini getirmiş olması bakımından yararlıdır. “Sosyolojik Bakış Açısının Ürünü
Olarak Edebiyat" başlığı altında, Edebiyat ve Toplum (2. ünitede) adlı ünitemizde Taine’in
kuramı üzerinde durduğumuz için, burada ayrıntıya girmiyoruz.
Marksist yöntem: Sanatın aldığı biçimin nedenlerini, ekonomi noktasında odaklaşmış
bir sosyal yapı ile açıklamaya çalışmak Marksist yöntemin en belirgin yönüdür.
Buna göre sanat, bütün türleri ve biçimleriyle, ekonomik alt yapı ve sınıf çatışmalarının
ürünüdür. Bu yöntemde edebiyatın değerlendirilmesinde, edebî değil, edebiyat
dışı ölçülerin önemi vardır. Faydacı bir tutum içinde olması, biçimci edebiyat anlayışları
karşısında yer almasına yol açmıştır.
İzlenimci yöntem : İncelemecinin yalnızca kendi beğenisi çerçevesinde edebî eserleri
ele alıp değerlendirdiği bir inceleme yöntemidir. Edebiyat incelemelerinde gittikçe
yerleşmeye başlayan bilimsel anlayış, bu yöntemi neredeyse geçersiz kılmıştır.
Aşağıda Prof. Dr. Mehmet Kaplan'ın Cahit Sıtkı Tarancı'nın Gün Eksilmesin Penceremden
şiiri üstüne bir incelemesi yer almaktadır. Dikkatlice, okuyarak, hangi
yöntem/ler/i kullandığını belirlemeye çalışınız.
Gün Eksilmesin Penceremdem
Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdam ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül Tanrısına der ki:
— Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
Cahit Sıtkı Tarancı
Güzel musiki eserleri gibi güzel şiirlerin de başlıca alâmeti tekrarlamakla bizi bıktırmamalarıdır.
Halbuki insan günlük bir makaleyi tekrar okumaya zor tahammül eder. Güzel eseri
böyle sırlı yapan, bizi tekrarlamaya sevkeden ve tekrarladıkça bıktırmayan şey nedir?
Buna «güzel olmaları» diye cevap verirsek, hiçbir şeyi açıklamış olmayız. «Güzel» kelimesi,
güzel denilen eserin bizde bıraktığı intibaı ifade eder, yoksa o eserin mahiyetini göstermez.
Güzel, bir «değer hükmü»dür.
Değer hükümleri şahsî olabilir, hattâ denilebilir ki, onların çoğu şahsîdir. Fakat karşısında
herkesin «güzel» dediği eserler de vardır. Şimdiye kadar Süleymaniye camiine çirkin diyen
birisine rastlamadım.
İnsanların bazı eserler karşısında böyle müşterek hüküm vermeleri, şahısların dışında «güzel
» denilen varlıkların bulunmasını göstermesi bakımından mühimdir. Nasıl âlimlerin bir-
40 E D E B İ Y A T İ N C E L E M E L E R İ N D E Y Ö N T E M
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
birlerinden habersiz olarak buldukları veya denedikleri zaman varlığından şüphe etmedikleri
«hakikat»ler varsa, sanat eserlerini pek çok insana «güzel» gösteren «bir şey» de mevcuttur.
Büyük sanatkârlar, eserlerinde işte o şeyi gerçekleştiren insanlardır. İlim adamları bazı eserleri
bize güzel gösteren şeyi çok aramışlardır. Bunların üzerinde anlaştıkları noktalardan biri,
bizde bu duyguyu uyandıran şeyin bizzat o eserin bünyesinde mevcut oluşudur. Bundan
dolayı son yıllarda araştırıcıların dikkati sanat eserlerinin yapılarına çevrilmiştir.
Cahit Sıtkı Tarancı'nın neşredildiğinden beri tekrarlamaktan bıkmadığım şiirlerinden biri
Gün Eksilmesin Perceremden'dir. Öyle sanıyorum ki, Türkiye'de bu şiiri ezbere bilen
pek çok insan vardır. Bu ortak duygu gösterir ki, onda, o ne olduğu pek bilinmeyen sır, yani
«güzel» denilen yahut bize bu değer hükmünü verdiren şey mevcuttur.
Yazarın âdeta bir önsöz gibi Otuz Beş Yaş adlı şiir kitabının başına koyduğu bu eserinden
hareket etmek suretiyle onun sanatı hakkında bir fikir edinmek mümkündür.
Cahit Sıtkı Tarancı şiir görüşünü uzun uzadıya anlattığı Ziya'ya Mektuplar'ında «şiir
nağme halinde gelir» der. Nağme şiirin kendisine takaddüm eder. Şair evvela nağme olarak
hissettiği boşluğu kelimelerle doldurur. Yazdığı şiir kendisine tatmin edinceye kadar durmadan
uğraşır. Şiir «nağme»sine uygun kelimelere kavuştuğu zaman tamamlanmış olur.
«Gün Eksilmesin Penceremden» şiirini bize tekrarlattıran şey, onun içinde farkına varılmayan
bir «nağme»nin mevcut bulunmasıdır. Bu nağmenin başlıca özelliği, bir «parça» değil,
bir «bütün» olmasıdır. «Bütünlük» de güzelliğin başlıca vasıflarındandır. Bu «nağme» ve
«bütün» oluş vasfı, öylesine kuvvetlidir ki, şiire bir başladık mı sonuna kadar okumaktan
kendimizi alamayız.
Şiirin böyle parçalanmadan, dağılmadan, bir «bütün» olarak okunmasına, «şekil» veya «biçim
» adı da verilir. Cahit Sıtkı Tarancı arkadaşı Ziya Osman Saba'ya yazmış olduğu mektuplarda
«dil», «nağme», «şekil», «biçim» ve «mükemmeliyet» kavramı, «şekil» ile «güzellik
» arasında münasebet kurar. Zira «mükemmel» kelimesi, hemen hemen «güzel» kelimesiyle
aynı mânâya gelir. Fakat bu kelime «dil» ve «şekil» ile de yakından alâkalıdır. Cahit Sıtkı
Tarancı Ziya'ya Mektuplar'ında «mükemmeliyet»in açık ve seçik bir tarifini yapmıştır:
Mükemmeliyet, şiirde bir kelimenin ne eksik, ne fazla olması ve her kelimenin yerli yerinde
kullanılmasıdır. Mükemmeliyet aynı zamanda bir şiir vücuda getiren bütün unsurların birbirlerine
bağlı oluşudur.
«Gün Eksilmesin Penceremden» şiirinde bu vasıfları buluruz. O bir bütündür ve bu bütünden
tek bir kelimeyi çıkarmak veya ona başka bir kelime ilâve etmek mümkün değildir.
Bu şiiri nağme haline getiren başlıca unsur, şairin kelimeleri yanyana getirirken vezne, kafiyeye
ve seslere önem vermesidir.
«Gün Eksilmesin Penceremden» şiirinde yazmış olmakla beraber, eserlerinin çoğunda dili
vezne uydurmuştur. Vezin mükemmel olarak kullanılırsa, şiirde bir kusur olan gevezeliğe
E D E B İ Y A T İ N C E L E M E L E R İ N D E Y Ö N T E M 41
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
engel olur. Vezin, şairi eksik veya fazla kelime kullanmamaya zorlar. Vezin aynı zamanda dile
muayyen bir «raks» hareketi de verir. Büyün şairlerin hemen hepsi şiirde vezne önem vermişlerdir.
Vezin, ölçü demektir. Güzelliğin başlıca vasıflarından biri, ölçülü olmak değil midir?
Fakat bir noktaya dikkati çekmek isterim: Cahit Sıtkı, şiirlerinin çoğunda vezin kullanır ama
mısralarını asla yeknesak olarak vücuda getirmez. Aynı şiir içinde mısralar çeşitli şekillerde
kırılır, bükülür. Cahit Sıtkı'nın hece vezninde yapmış olduğu en mühim yeniliklerden birisi,
durakları kaldırmasıdır. O, bu suretle vezin ve sabit durakların yarattığı montonluğu kırar.
Cahit Sıtkı'nın şiirlerinde kafiye de önemli bir rol oynar. «Gün Eksilmesin Perceremden» şiirinde,
kafiye münavebeli olarak kullanılmıştır. Benzer kelimeleri aralıklı olarak işitmek, kulakta
bir ahenk yaratır. Fakat dikkat edilirse, Cahit Sıtkı'nın bu şiirinde başka kelimelerin seslerinden
de istifade ettiği görülür. «n» ile biten kelimeler şiir boyunca değişik bir şekilde tekrarlanmıştır:
Doğan, gün, anlayen, verdiğin, eksilmesin, perceremden. Bu kelimelerin hepsi
«n» ünsüzüyle bitmekle beraber, hece sayısı ve ünlüler bakımından değişiktir. Ahengi de
«değişiklik» içinde «benzerlik» diye tarif etmek mümkündür. Birinci dörtlüğün son kelimelerinde
«r» ünsüzü tekrarlanır: Geçer, bulunur, geçer, nur. İkinci parçada «r» ünsüzünü ihtiva
eden kelimeler mısra içlerinde âdeta birinci dörtlüğe değişik bir şekilde cevap verirler:
Tanrı, der, perva, ver, biter, pencere. Okuyucuya bu şiiri ahenkli gösteren ve tekrarından bıktırmayan
şey, vezin, kafiye ve yanyana dizilen kelimelerin ses bakımın gizli bir nağme vücuda
getirmeleridir. Cahit Sıtkı, bazı şiirlerinde vezni atmakla beraber, sese daima dikkat etmiştir.
. . . . .
Cahit Sıtkı yazı hayatına atıldığı zaman, eserleri büyük bir mükemmeliyet örneği olarak kabul
edilen şairlerle karşılaşır. O da Tanpınar gibi, Yahya Kemal ve Ahmet Haşim'in aruzda
yaptıklarını heceye tatbik etmeye çalışır. Hecenin de aruz gibi eski bir geleneği vardır. Aynı
yıllarda Ahmet Kutsi Tecer, halk şiirini çok yakından takip eden bir şiir vücuda getirir. Hattâ
Ülkü dergisiyle bunu bir akım haline getirmek ister. Halk edebiyatından sadece hece veznini
alan Tanpınar, dili Mallarmé´ve Valéry gibi yoğurur. Cahit Sıtkı işte bu noktada hem Ahmet
Kutsi Tecer'den, hem de Tanpınar'dan ayrılarak, başka bir yol tutmuştur. O, halk şiir geleneğinin
dışında yaşayan fakat halk şiirinde pek kullanılmayan halk dilini bulur. Bu mühim bir
keşiftir. Zira Cahit Sıtkı hece veznini kullanmadığı şiirlerinde de bu dilden bol bol istifade
eder.
Yalnız mesele bundan ibaret değildir. Cahit Sıtkı nasıl hece veznini olduğu gibi kabul etmeyerek
onu yeknesak yapan durakları kaldırmışsa, halk dilini de olduğu gibi şiire aktarmaz.
Konuşma dilinden aldığı ifade şekilleriyle kendi yarattığı ifade şekilleri arasında yeni bir terkip
vücuda getirir.
42 E D E B İ Y A T İ N C E L E M E L E R İ N D E Y Ö N T E M
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
«Gün Eksilmesin Penceremden» şiirinde:
Ne halden anlayan bulunur
. . . . .
Pervam yok verdiğin elemden
Her mihnet kabulüm yeter ki
mısralarındaki ifadeler halk dilinden gelmedir. Hattâ:
Ne doğan güne geçer hükmüm
mısraında «hükmü geçmemek» ifadesi de bir halk tabiridir. Fakat:
Ah aklımdan ölümüm geçer
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur
. . . . .
Gün eksilmesin penceremden
mısraları mânâ ve ifade bakımından halk dilinde ve halk şiiri geleneğinden uzaktır.
Cahit Sıtkı'nın bize son derece sade gelen bu şiiri, halk geleneği ile batı geleneğinin bir terkibidir.
Yeni olan işte bu terkiptir.
«Gün Eksilmesin Penceremden» şiirinde ortaya konulan hayata bakış tarzında bir terkip
vardır. Burada yanyana getirilen fikir veya tavırlar üç esasta toplanabilir: 1) İnsan, hayat ve
kâinat karşısında âcizdir. Doğan güne hükmü geçmez. 2) İnsanoğlu dünyada yalnızdır. 3)
Böyle olmakla beraber, hayat ve dünya çok güzeldir. İnsan bu dünyanın kuşuna, bahçesine,
aydınlığına doyamaz.
Bu fikir ve tavırlardan birincisi, hattâ ikincisi, doğu medeniyetine has bir tavırdır. Hayat ve
ölüm karşısında doğunun almış olduğu tavır «kaderiyeci» bir tavırdır. Doğulu buna dayanarak,
hayatı değersiz bulur ve dünyanın ötesinde bir âlem arar. Batılı, hayata değer verir.
Ona göre ölüm de olsa, bu dünya ve hayat güzeldir ve yaşanmağa değer. Bu şiirinde Cahit
Sıtkı, hemen hemen bütün şiirlerinde daima birlikte görülen birbirine zıt unsurları, ölüm/
hayat, ıztırap/neşe, karanlık/aydınlık kavramlarını bir araya getirmiştir. Şiirin birinci ve sonuncu
mısralarında tekrarlanan «gün» kelimesi, Cahit Sıtkı'nın «Ömrümde Sükût»tan
sonra yazdığı şiirlerinde en çok tekrarladığı ve sevdiği kelimelerden biridir.
«Gün Eksilmesin Penceremden» şiirinin başlıca meziyeti «kesif» oluşudur. Şair bu kesafete
bir tasfiye ile ulaşmıştır:
E D E B İ Y A T İ N C E L E M E L E R İ N D E Y Ö N T E M 43
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Ah aklımdan ölümüm geçer
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur
mısralarında varlıkların sadece isimleri zikredilmiştir; hiçbir sıfat kullanılmamıştır; hiçbir
benzetme yoktur. Ahmet Haşim ve Tanpınar, şiirlerinde sıfat ve benzetmeye büyük önem verirler.
Onlar sıfat ve benzetme vasıtasıyla varlığı değiştirirler. Şiirlerinde çok az sıfat kullanan
Cahit Sıtkı, varlıkları çıplak olarak gösterir:
Gün eksilmesin penceremden
mısraı şiirin muhtevasına uygun bir semboldür. Burada «gün» dış âlemi, «pencere» hayatı
veya insan şuurunu temsil eder. Cahit Sıtkı, şiirlerinde, duygularını böyle kesif bir şekilde
anlatan ve göze hitap eden semboller kullanır. Şiirlerinde öyle bir atmosfer yaratır ki, bu atmosfer
içinde alelâde varlıklar sembol haline gelirler.
Cahit Sıtkı Tarancı mutlak şekilde saf olmasını istediği şiirlerine ne tarih, ne ideoloji, ne de
sosyal meseleleri sokmuştur. Onun şiirleri «saf yaşantı» şiirleridir. Bunları başlıca üç teme
irca etmek mümkündür: Ölüm korkusu, dünyanın güzelliği veya yaşama sevinci ve aşk. Bu
üç tem çok defa onun şiirlerinde bir arada bulunur. Burada kısaca Cahit Sıtkı'nın şiirlerinin
özünü teşkil eden bu üç temle hayat tecrübesi arasındaki münasebete de işaret etmek istiyorum.
Cahit Sıtkı, Diyarbakırlı zengin ve köklü bir aile çocuğudur. Fakat şair, ailesine duygu bakımından
çok bağlı olmakla beraber, derbeder yaşayışı dolayısıyla onlardan uzaklaşmıştır. Benim
kanaatime göre, Cahit Sıtkı'nın elinde imkânlar bulunduğu halde, birçoklarının koştuğu
veya sımsıkı sarıldığı zenginliğe, fakir bohem hayatını tercih etmesi, eski mistiklerde olduğu
gibi, bir «tecerrüt», sun'i şeylerden soyunarak varlığın aslî değerlerini bulma arzusunun
bir neticesidir. Ziya Osman Saba şairin bir ara yaşadığı baba evinde verdiği bir yemekte onun
«göze batan zenginlikten âdeta utandığını» söyler.
Cahit Sıtkı'nın zengin burjuva hayatına fakir bohem hayatını tercih edişi, psikoloji bakımından
meşhur Ödip kompleksiyle, babaya gayr-i şuurî olarak baş kaldırma duygusuyla da izah
edilebilir. Fakat ben bunun daha ziyade hayatın aslî kıymetlerine karşı duyduğu sanatkârâne
özleyişten ileri geldiğini zannediyorum. Belki çok erkenden hissettiği ölüm korkusu ona Yunus
Emre'nin şiirlerinde olduğu üzere, zenginliği boş ve hor göstermiş ve ondan uzaklaşma
arzusu uyandırmıştır.
1940 yılında Paris'e giden Cahit Sıtkı, orada ölüm korkusunu çok keskinleştiren savaş ile
karşılaşır. Paris bombardıman edilirken, bisikletle tam on gün yolculuk yaparak Bordeaux'ya
gelir. Türkiye'ye döndükten sonra da yine harp yıllarında askerlik hizmetini yapar.
Cahit Sıtkı, en güzel şiirlerini ölümün aynasında hayatı pırıl pırıl gördüğü bu yıllarda yazmıştır.
Öyle sanıyorum ki Cahit Sıtkı o yıllarda batı âleminde mühim bir yer tutan Varoluşçuluk
felsefesiyle de, hiç olmazsa edebiyata akseden taraflarıyla meşgul olmuştur. Varoluşçuluk
felsefesinde bilhassa Heidegger'de «ölüm» ve Türkçeye «fanilik duygusu» diye tercüme
edilebilecek olan «Zeitliehkeit» temi mühim bir yer tutar.
. . . . .
44 E D E B İ Y A T İ N C E L E M E L E R İ N D E Y Ö N T E M
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Varoluşcuların üzerinde durdukları noktalardan biri, dış âlemin insan varlığına bağlı oluşudur.
Cahit Sıtkı, «Tereke» adlı şiirinde bu münasebeti ölüm temiyle beraber ele alır:
Ben ölürsem ölürüm bir şey değil;
Ne olursa garip eşyama olur.
Bir hayır sahibi çıkar mı dersin,
Mektuplarımı iade edecek?
Ya kitaplarım, ya şiir defterim?
Yanarım bakkal eline düşerse,
Kim bilir bu döşekte kimler yatar,
Hangi rüyaları örter bu yorgan!
El sırtında böyle zarif duramaz,
Ismarlamadır elbisem, pardesüm;
Her ayağa göre değil kunduram;
Bu kravat ben bağladıkça güzeldir;
Bu şapkayı kimse böyle giyemez.
Cahit Sıtkı'nın şiirini Varoluşçu felsefeye yaklaştıran en mühim taraflardan biri, dünyayı
duyularla çıplak olarak fenomenolojik bir tarzda idrak ve tasvir etmesidir. Paris'te ve Paris
dönüşünden sonra yazdığı şiirlerde görülen sadelik ve çıplaklığın asıl sebebi, kanaatime göre
budur. Ölümün veya yokluğun karşısında varlık, dünya ve her şey, bizzat var olarak hayret
vericidir. Cahit Sıtkı filozof değil, şair olduğu için, dünyaya ve hayata bakarken onda bir güzellik
de bulur. Bu güzellik duygusunda ölümün yarattığı dünyayı kaybetme hissinin büyük
rolü vardır.
. . . . .
«Bugün» şiirinde ölüm karşısında duyulan yaşama sevinci büyük bir kuvvetle hissedilir:
Bugün masal değil,
Masaldan daha güzel, gerçek;
Bugün yeryüzünde olduğum gün!
Ayaktayım işte;
Asfalta amut,
Akasyaya müvazi,
İnsanlarla omuz omuza,
Kurtlarla kuşla aynı kaderde,
Gülden lâleden farksız,
Fâniliğinde ömrün;
Herkes gibi dertli,
Ümitli herkes kadar;
Ne de olsa memnun yaşamaktan,
Bak nasıl adım atıyorum,
Rakı içercesine,
Yâri öpercesine,
E D E B İ Y A T İ N C E L E M E L E R İ N D E Y Ö N T E M 45
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Sarhoş öylesine.
Kim bana söyleyebilir,
Bulutlar mı geçiyor başımın üstünden,
Ben mi gidiyorum bulutlar altında?
Bu şiirde hayat ve varlık çıplak olarak gözükür. Burada gerçek masaldan daha güzel olarak
gösterilmektedir.
. . . . .
Cahit Sıtkı'da yalnızlık duygusu, ölüm korkusu ve yaşama sevinci kadar kuvvetlidir. Son şiirlerinin
toplandığı Düşen Güzel (1952) adlı şiir kitabında «Yalnızlık Maverası» başlıklı şiiri
Cahit Sıtkı Tarancı'da bu duygunun ne kadar köklü olduğunu gösterir:
Öyle yalnız kaldım ki hayatımda
Kimi gün öldüm kimi gün ilâh oldum
Çok zaman annemin dizlerine hasret
Koydum başımı kendi dizlerime
Doya doya ağladım
Paylaşırsa dost paylaşırmış
İnsanın derdini sevincini
Dost ümidiyle ortalığa düşmeye gör
Hangi kapıyı çalsan kimseler yok
Hangi omuza dokunsam yabancı çıkar
Âşık mı olmadım tapınırcasına
Bir Mecnun geçti o çöllerden bir de ben
Diş mi çektirmedim âlemde Kerem gibi
Ferhat gibi gürz mü sallamadım dağlara
Ne Leylâ yâr oldu bana ne Aslı ne Şirin
O gün bugün sırtımı kendim sıvazlıyorum
Sabahları sokağa çıkmadan evvel
Cesaret şairim cesaret
Kendi saçlarımı okşuyorum geceleri
Sevgilimin saçları niyetine.
Dostluk ve sevginin ne olduğunu yalnızlık duygusu çekenler çok daha iyi bilirler. Cahit Sıtkı'nın
aşk şiirlerinin arkasında derinden hissettiği bu yalnızlık duygusunun büyük rolü vardır.
Daha önce zikredilen şiirlerde de görüldüğü üzere, onu tabiata götüren de bu yalnızlık
duygusudur.Yalnızlık-aşk-tabiat sevgisi arasındaki münasebeti aynı nesle mensup olan Orhan
Veli Kanık ile büyük hikâyeci Sait Faik Abasıyanık'ta da görürüz.
. . . . .
46 E D E B İ Y A T İ N C E L E M E L E R İ N D E Y Ö N T E M
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Mizaç ve karakteri belli bir kalıba sığmayan, «yaşantı»sıyla şiirleri arasında sıkı bir münasebet
kuran Cahit Sıtkı Tarancı, başına gelen felâket ile genç denilebilecek bir yaşta ölmemiş olsaydı,
muhakkak ki daha başka ufuklara yönelecekti. Ölüm onun içindeki yaratıcı gücü tam
olarak kullanamadan hayatına son verdi. O, sanki bu durumu önceden sezmiş gibi, Türkçenin
en güzel şiirlerinden birisi olan «Sanatkarın Ölümünü» yazmıştı:
Gitti gelmez bahar yeli;
Şarkılar yarıda kaldı.
Bütün bahçeler kilitli;
Anahtar Tanrı'da kaldı.
Geldi çattı en son ölmek
Ne bir yemiş, ne bir çiçek;
Yanıyor güneşte petek;
Bütün bal arıda kaldı.
Özet
Edebiyat incelemeleri, en geniş çerçevede bir milletin edebiyat hayatının çeşitli evrelerdeki
durumunu ortaya koyma amacı taşır. Bilimsel anlayış ve yöntemlerle gerçekleştirilmiş edebî
incelemeler, kültürel hayata önemli katkılar sağlar. Günümüzde milletler arasında her alandaki
yarışın boyutları düşünülürse, bilimsel araştırmalara ne kadar ihtiyacımız olduğu kolayca
anlaşılır.
Edebî inceleme yöntemlerinde kuramsal temeller eserin kendisini, sanatçıyı ya da eserin ortaya
çıktığı toplumsal koşulları öne çıkarma eğilimlerine dayanır. Çağdaş edebiyat incelemelerinin
temel belgesi ise edebiyat metninin kendisi, yani eserdir. Edebiyatta başlıca inceleme
yöntemleri biçimçilik, yapısalcılık, yeni eleştiri yöntemi, psikanalitik yöntem, tarihsel yöntem,
sosyolojik yöntem, marksist yöntem ve izlenimci yöntemdir.
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını verilen seçenekler arasından bulunuz.
1. Aşağıdakilerden hangisi esere dönük bir inceleme yöntemidir?
A. Yapısalcılık
B. Psikanalitik yöntem
C. Tarihsel yöntem
D. Sosyolojik yöntem
E. Hiçbiri.
E D E B İ Y A T İ N C E L E M E L E R İ N D E Y Ö N T E M 47
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
2. Aşağıdakilerden hangisi, edebiyat incelemesinin bilimsel yönteme göre yapılması
için gerekli değildir?
A. Bilimsel tutum.
B. Bilimsel anlayış.
C. Başka bilim dallarından yararlanma.
D. Keyfi davranma.
E. Önyargılı olmama.
3. Toplumsal bakış açısını temel alan bir edebî inceleme yöntemi, aşağıdakilerden
hangisine öncelik vermez?
A. Yazar
B. Çevre
C. Toplumsal yapı
D. Kültür
E. Eser
4. Edebî eseri yorumlamada incelemeci;
A. Serbesttir.
B. Metni dikkate almasa da olur.
C. Yalnızca yazarın hayatını bilmesi yeterlidir.
D. Bilimsel bir ölçüye uymak zorunda değildir.
E. Metin tarafından desteklenen yorum yapmalıdır.
5. Bir edebiyat eserini;
A. Zevk için okuruz.
B. Düşüncemizi geliştirmek için okuruz.
C. Bilimsel doğruların farkına varmak için okuruz
D. Farklı insanlarla karşılaşmak için okuruz.
E. Kültürel beklentilerimizin karşılanacağına inandığımız için okuruz.
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Carloni, J. C. –Filloux, J. C., (Çev. Tahsin Yücel), Eleştiri Kuramları, Kuzey Yayınları,
Ankara, 1984.
Grisebach- Manon Maren (Çev. Arif Ünal), Edebiyat Biliminin Yöntemleri, Atatürk
Kültür Merkezi Başkanlığı Yayını, Ankara, 1995.
Rousseau, A. M. –Pichois, Cl., Karşılaştırmalı Edebiyat, MEB Yayını, İstanbul,
1994.
Yetkin, Suut Kemal, Estetik Doktrinler, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1972.
Yücel, Tahsin, Eleştirinin A B C’ Sİ , Simavi Yayınları , İstanbul, 1991.
48 E D E B İ Y A T İ N C E L E M E L E R İ N D E Y Ö N T E M
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
_______ , Yapısalcılık, Ada Yayınları, İstanbul, (Tarihsiz).
Yüksel, Ayşegül, Yapısalcılık ve Bir Uygulama Melih Cevdet Anday Tiyatrosu,
Gündoğan Yayınları, Ankara, 1995.
Kaplan, Mehmet, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar, Dergâh Yayınları, İstanbul,
1987.
Değerlendirme Sorularının Yanıtları
1. A 2. D 3. E 4. E 5. C
E D E B İ Y A T İ N C E L E M E L E R İ N D E Y Ö N T E M 49