Tanzimat Edebiyatı
Bir önceki ünitede gördüğümüz gibi, Türkiye'de Batılılaşma hareketi, 1839'da ilân
edilen Tanzimat Fermanı ile yaşamın her alanına yayılmaya başlamıştır. Batı tarzında
okulların açılması, yurtdışına öğrenci gönderilmesi, gazetelerin yayımlanması,
yabancı tiyatro topluluklarının İstanbul'a gelip oyunlar sergilemesi, batı uygarlığının
pencerelerini açmıştır. İşte 1938-1860 yılları arasında, bu ortamda yetişmiş aydınlar,
1860'tan sonra batılılaşmayı siyaset, toplum ve edebiyat olmak üzere üç alanda
birden sürdürdüler.
Edebiyatta batı etkisinin görülmeye başladığı bu döneme Tanzimat Edebiyatı diyoruz.
2. Tanzimat Edebiyatı (1860-1896)
Tanzimat Edebiyatının başlıca şair ve yazarları önce gazetelerde dilin ve edebiyatın
nasıl olması gerektiğini tartışmışlardır. Dönemin en önde gelen kişiliği Şinasi,
Agâh Efendi ile birlikte çıkardıkları Tercüman-ı Ahvâl (1860) ve yalnız başına çıkardığı
Tasvîr-i Efkâr'da Batı uygarlığına ulaşmak için bilgisizlikle yobazlığın ortadan
kaldırılması gerektiğini savunmuş; bunun için, gazete aracılığıyla halkın düzeyini
yükseltmeye çalışmıştır. Bu sırada halkın analayabileceği bir dile gereksinim duymuş
ve yeni, yalın bir düzyazının ortaya çıkmasına önayak olmuştur.
Namık Kemal ise "Lisan-ı Osmanî'nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazatı Şamildir"
(Tasvir-i Efkâr, 1866) adındaki uzun makalesinde yapaylığı, gerçeğe dayanmaması
nedeniyle Divan Edebiyatını eleştirir. Türk edebiyatının yeniden düzenlenmesi
gerektiğini öne sürer. Bunun da yazı dilinin konuşma diline en kısa sürede dönüştürülmesiyle
olabileceğini belirtir. Ayrıca N. Kemal, edebiyatın bir ulusun devamının
güvencesi olduğunu öne sürerek, edebiyatta toplumsal yarar arama ilkesini ortaya
koyar.
Ziya Paşa, ünlü Şiir ve İnşa makalesinde Divan Edebiyatının ulusal bir edebiyat olmadığını,
çağdaş Türk edebiyatının Halk edebiyatına dayanarak kurulabileceğini
ileri sürer. Halkın düzeyine ve ifade biçimine gidilmesi gerektiğini savunur.
Görüldüğü gibi bu dönemin edebiyatçıları Batı edebiyatını örnek alırken, halkın
analayabilecği yeni bir dil ve anlatım da aramışlardır.
Bu dönemde Türk edebiyatında en dikkat çekici yan, yüzyıllardır ilk kez edebiyatın
toplum hizmetine girmesi olmuştur. Artık edebiyat, eski edebiyatın soyutluğundan,
kalıplarından kurtulmuştur. Böylece sanatçılar için daha özgür, yaratıcı
olmanın yolu açılmıştır.
E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş 17
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Tanzimat edebiyatında 1875'e dek toplumsal yarar ilkesi geçerli olmuştur. Bu yıldan
sonra ise romantizmin etkisi kendini gösterir.
Batıya yönelme ile birlikte aydınlar bir Avrupa dili, özellikle de Fransızcayı öğrenme
çabası içine girdiler. Böylece Fransız kültürü ve edebiyatından etkilenme başladı.
Şair ve yazarlar bir yandan eski edebiyattan farklı ürünler verirken, bir yandan
da çeviriler yapmaya başladılar.
Önce, Fransa'da öğrenim gören Şinasi'nin Fransız şairlerden çevirdiği şiirleri kitaplaştırdığını
görüyoruz. Terceme-i Manzume (1858). Sonra, bir devlet adamı olan Yusuf
Kâmil Paşa bir Fransız romanı olan Telemak'ı çevirerek yayımlamıştır (1862).
Bunu dünyaca ünlü Sefiller, Robinson Cruzoe, Monte Cristo gibi romanların çevirileri
izler.
2.1. Tanzimat Edebiyatında Şiir
Konulardaki büyük değişikliğe karşın, Tanzimat şiiri teknik bakımdan Divan şiirinden
çok ayrılamamıştır. Hece ölçüsüne verilen yer artmış da olsa daha çok aruz
kullanılmıştır. Yeni nazım biçimlerinin yanında Divan nazmının özellikle gazel, terkib-
i bent, kıta biçimleri ve edebi sanatları da görülmektedir.
Tanzimat dönemi şairleri dili yalınlaştırmaya çalışmış, konuşma dili ve anlatımına
yönelmişlerdir. Biçim bakımından olduğu kadar, konu bakımından da eski şiirden
uzaklaşmaya çalışmışlardır. Özellikle Tanzimat'ın Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa'dan
oluşan ilk kuşağının şiirlerinde uygarlık, hak, adalet, yasa, özgürlük, vatan
gibi toplumsal konular ağır basar. İkinci kuşağın Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamit
gibi önde gelen şairleri ise Tanrı, madde, ruh gibi fizik ötesi konulara yönelerek
bu konuları ikinci plana atmışlardır.
Tanzimat Dönemi şiirinin en önemli temsilcisi kimdir?
Tanzimat döneminde yeni şiirin ilk temsilcisi olan Şinasi (1826-1871), Fransa'ya
gitmeden önce klâsik kasideler yazmıştır. Fakat Fransa'dan döndükten sonra kasidede
biçim açısından değişiklikler yapmış, ayrıca toplumsal kavramlara yer vermiştir.
Artık şiirleri duygusallıktan yoksundur, akılcılık öne çıkmıştır. Bu yönüyle
Şinasi Tanzimat'tan sonraki edebiyatımızda akılcılığın öncüsü olarak yerini almıştır.
Şinasi konuşulan Türkçe ile yeni bir şiir dili yaratmayı amaçlamışsa da bunda başarılı
olamaz. Ancak bu konuda öncülük etmesiyle, batılı Türk edebiyatının oluşmasına
katkılarıyla önem kazanmıştır.
Ziya Paşa (1829-1880); Tanzimatla birlikte gelen yeniliklere düşünce olarak bağlıdır.
Ancak uygulamada eskiye bağlı olduğu görülür. Uzun manzum önsözünden
dolayı 1874'te yayımladığı Harâbât adlı, antolojisi ile eski edebiyatın propaganda-
18 E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
sını yapmakla suçlanır. Gerçekten de hece ile yazdığı birkaç şiir bir yana bırakılırsa,
Ziya Paşanın şiirleri biçim bakımından Divan nazmına bağlıdır.
Namık Kemal (1840-1888) ise yeniliğe hem düşünce yönüyle bağlıdır, hem de uygulama
yönüyle. Edebiyatımızın batılılaşmasını yürekten savunmuş; bütün edebî
türlerde eser vermiştir. "Toplum için sanat" anlayışıyla "özgürlük, vatan, yasa, hak, adalet,
ahlâk" konularını işlemiştir. Şiirlerinde kimi zaman yeni, kimi zaman da biraz eski
biçimleri kullanır. Vâveylâ, Hilâl-i Osmanî gibi kimi şiirlerinde dil, konuşma diline
yaklaşmıştır.
Tanzimat'ın ikinci kuşağındaki şairler toplum için sanat formülünden vazgeçmiş;
"sanat için sanat" anlayışına yönelmişlerdir. Bunda 1880'den sonra kendini
iyiden iyiye gösteren romantizmin olduğu kadar, II. Abdülhamit yönetiminin
baskıcı politik koşullarının da etkisi vardır.
Tanzimat şiirinin ikinci kuşağından önde gelen iki şairden biri Recaizâde Ekrem
(1847-1914) dir. Ekrem bütün türlerde eser vermiştir. R. Ekrem, şiirin tek amacının
güzellik olduğunu düşünür. Çünkü ona göre şiir ahlâka, mantığa uymak zorunda
değildir. Ama ahlâka aykırı da olamaz. Güzel olan her şey şiirin konusunu oluşturabilir.
Şiiri bir bütün olarak gören R. Ekrem, hem içeriğe hem biçime büyük önem verir. Biçimde
"müzeyyen" i, yani süslü olanı yeğler. Şiirin konuşma dilinden ayrı, kendine
özgü bir dile sahip olduğunu öne sürer. Onun bu düşüncesi, ilerde Servet-i Fünün
dilinin konuşma dilinden uzaklaşmasına yol açar.
Ancak Ekrem, kuramcı olarak öne sürdüklerini gerçekleştiremez. Bu nedenle edebiyat
tarihine iyi bir sanatçı olarak değil, iyi bir kuramcı olarak geçer.
Ekrem, divan nazmından vazgeçmese de yeni nazım biçimlerini dener.
R. Ekrem'e göre ölçü (vezin) içeriğe uygun bir ahenkte olmalıdır. Başka bir deyişle,
ölçünün müzik yönüyle değerlendirilmesi gerekir.
Ekrem'in izlediği başlıca konular aşk ve doğadır. Ayrıca kadın, Türk şiirinde gerçek
değerini Ekrem ile bulur. Böylece Türk şiirine ilk kez aile yaşamı girmiş olur.
Fransız romantiklerinin etkisi altında kalmıştır. Bu yüzden şiirleri melânkolik bir
havadadır. Yaşadığı acılar da buna eklenince, ünlü bir mersiye (ağıt) şairi oldu.
Şiirin yalnızca nazıma özgü olamıyacağı düşüncesiyle "mensur şiir" biçimini ortaya
koydu.
E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş 19
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Tanzimat'ın ikinci kuşağında yer alan Abdülhak Hamit Tarhan (1852-1937), batılılaşma
hareketinde en önde giden şairlerdendir. Batı şiirinde gördüğü, Türk şiirinde
olmayan özellikleri hemen uygulamaya geçmiştir.
A. Hamit'in en çok işlediği konular "aşk" ve "doğa" dır. Doğa, Divan şiiirinde
bir motifken, Tanzimat'ın ilk kuşağında tasvir malmezesi olarak kullanılmıştır. Ancak
Hamit için duygu ve düşünceye seslenen, psikolojik ögelerle bir araya getirilen
önemli bir konu olmuştur.
Hamit'in şiirlerinde "ölüm" konusu geniş bir yer tutar. İlk eşi Fatma Hanım'ı yitirdikten
sonra yazdığı Makber, Ölü, Hacle gibi şiirlerinde ölümün verdiği acıyı, ölüm
ve öteki fizikötesi sorunlarla ilgili düşünceleri işler. Sonunda aklın evrenin gizlerini
çözmede yetersiz olduğu sonucuna vararak, Tanrı'ya, dine bağlanır.
Onun şiirlerinde az da olsa toplumsal ögeler bulunur. Bunlar kimi toplumsal aksaklıklar
(Garam, Bir Sefile'nin Hasbıhâli) ve vatanî duygular (İlhâm-ı Vatan)dır. Ancak
onun hem fizikötesi düşünceleri, hem de toplumsal sorunlarla ilgili düşünceleri
yansıtışı düzensizdir.
Hürriyet Kasidesi'nden
.....
Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imhâ-yi hürriyyet
Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyyetten
Gönülde cevher-î elmâsa benzer cevher-î gayret
Ezilmez şiddet-î tazyîkten te'sîr-i sikletten
Ne efsun-kâr imişsin âh ey dîdâr-ı hürriyyet
Esîr-î aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten
Senindir şimdi cezbî kalbe kudret setr-i hüsn etme
Cemâlin tâ ebed dûr olmasın enzâr-ı ümmetten
Ne yâr-î cân imişsin âh ey ümmîd-i istikbâl
Cihânı sensin âzâd eyleyen bin ye's ü mihnetten
Senindir devr-i devlet hükmünü dünyâya infaâz et
Hüdâ ikbâlini hıfz eylesin her türlü âfetten
Kilâb-ı zulme kaldı gezdiğin nâzende sahrâlar
Uyân ey yâreli şîr-î jiyân bu hâb-ı gafletten
.....
Namık Kemal
2.2. Tanzimat Edebiyatında Roman ve Öykü
Batılı anlamda roman da tiyatro gibi 1860'tan sonra başlar. Önce Fransız romanlarından
yapılan çeviriler örneklik eder. Sonra yerli romanlar ortaya çıkmaya başlar.
Fakat bu romanlar teknik bakımından pek başarılı sayılmaz.
20 E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Edebiyat tarihimizde Türkçe yazılmış ilk roman Şemsettin Sami'nin Taaşşuk-ı
Talât ve Fitnat'ıdır (1873).
Bu dönem romanlarında işlenen başlıca konular, batılılaşmanın yanlış anlaşılması,
aşk, kadınla erkek arasındaki eşitsizlik, kadının toplumdaki yeri, kölelik ve tarihsel
olaylardır.
Tanzimat yazarları romanın gerçeği vermesi gerektiği görüşündedirler. Çünkü
amaçlar toplumsal yarar sağlamaktır. Özellikle N. Kemal, tiyatro oyunu için düşündüğünü
roman için de yineler. Ona göre roman, toplumsal yarar sağlamak için bir
araçtır; yararlı bir eğlencedir.
Roman ve öykü yazarları gerçekçi konuları işlerler. Fakat işleyiş biçiminde romantizmin
ağır bastığı görülür. Gerçekçilik (realizm) ve doğalcılığın (natüralizm) doğru
tanımı ve uygulamasını yalnızca Nabizade Nazım'da görebiliriz. Kara Bibik adlı öyküsünün
önsözünde gerçekçiliğin ve doğalcılığın ne olduğunu anlatır.
Türk edebiyatında ilk gerçekçi(realist) öykü, Nabizade Nazım'ın Kara Bibik
(1890) adlı uzun öyküsüdür. İlk psikolojik roman da onun Zehra adlı eseridir.
Tanzimat yazarları kimi roman ve öykülerinde tarihi konu etmişlerdir.
Namık Kemal'ın Cezmi (1881) adlı romanı edebiyatımızın ilk tarihsel romanıdır.
Zehra'dan
.....
Eylûl ortalarına doğru İstanbul'a nakledildi. Fakat bu nakl-i mesken [ev taşınması] evin
eski istirahatını iade edemedi. Bir kara Zehra oradaki dert ortağı dert ortağı komşulerinden
cüda olmuş [uzak kalmış]olup bu hal zavallı kadını pek muazzep etmekte idi. Bundan başka
İstanbul'daki evin tertibat-i dahiliyesi [iç bölümleri] tetkik ve tecessüs [gözetleme] işinde
ika-i müşkilât eylemekte [zorluk çıkarmakta] idi.
Bu kış Suphi'nin hiçbir gece dışarıda kalmayışı da Zehra'nın şüphelerini, kıskançlığını büsbütün
tahris etmekte [arttırmakta] idi. Geçen sene bazı geceler ateş-i intizar [bekleme ateşi]
içinde geçirdiği demleri bu sene aramakta idi. O işkenceler ne kadar şehid olsa yine sevgili
zevcinin bir buse-i iltifatıyle [iltifat öpücüğiyle] safalara münkalip olurdu [değişiverirdi].
O intizarlar [beklemeler] âsab-ı tahammülüne [dayanma sinirlerine] ne kadar yorgunluk
vermiş bulunsa yine sevgili Suphi'sinin bir hande-i dilnevaziyle [gönül alan gülümsemeyle]
mübeddel-i istirahat olur [rahatlığa çevrilir] giderdi. Beklerdi ama bir ümit beklerdi.
daima da o ümidi der-aguş ederdi [kucaklardı]. Şimdi ise vakaa o intizarlardan, o yorgunluklardan
eser yok; fakat çektiği azap daima azap olmak üzere sürüp gidiyor idi. Yeislerine
karşı bir tesliyet yüz göstermemekte, ağlayıp yattığı halde hiçbir el yaşlarını silmemekte
idi.
E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş 21
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Suphi, Sırrıcemal'e olan iptilâsını [tutkunluğunu] âdeta izhar [belli] idi. Zavallı Zehra'yı
canından bezdiren de bu ilân-i iptilâ [tutkunluğun açığa vurulması] idi. Kendisi gittikçe
azap içinde yıpranıp solmakta iken Sırrıcemal'in gittikçe neşeler içinde açılıp serpildiğini
görmekte idi. Hele beyinin gün geçtikçe kendisinden tebaütle [uzaklaşarak] Sırrıcemal'e
tekarrüp edişini [yaklaşmasını], aşikâre seyretmekte idi. Bu işkencelerin başlıca müsebbibini
Minire addettiğinden [saydığından] oğluna karşı olan gayz ü adaveti [kini ve düşmanlığı]
anası aleyhine de taslit etmekte ve kadıncağızı her vesile ile tahkir eylemekte idi.
Münire de sebebolduğu dahiyenin [belânın] vehametini teyakkun eylemiş [iyiye anlamış]
ise de iş işten geçmiş, ok yayından çakmış idi. Cehl ü gafleti yüzünden sevgili çocuklarının safa-
yi saadetlerini [saadet safalarını] mahv ü pâymal ettiğini [yok edip ayaklar altında
çiğnediğini] dövüne dövüne hükm ile âkıbetin bir felâkete müncer olmamasını [varmamasını]
Hak'tan tazarru ve niyaz eylemekte idi.
Suphi, Zehra'nın çılgınlıklarına, rekabetine [çekemezlik yarışına], gayzına filân ehemmiyet
vermez olmuş ve olanca meşguliyetini Sırrıcemal'e hasreylemiş idi. Gün geçtikçe bu kız
hakkındaki sevda-yi müştehiyanesi [istekli sevdası] hüküm ve kuvvetini teşdit eylemekte
[kuvvetlendirmekte], Sırrıcemal'in etvar-i şuhane ve harekat-i şuhane ve harekât-i müşevvikanesi
[kıvrak tavırları teşvik edici hareketleri] de gün geçtikçe inbasata gelmekte
[açılıp gelişmekte] idi.
.....
Nâbizâde Nâzım
Tanzimat roman ve öyküsünde dil bir ölçüde yalınlaştırılmaya çalışılmıştır. Özellikle
Ahmet Mithat halk için yazdığını açıklayarak, yalın sayılabilecek bir dil kullanmıştır.
Fakat gelişigüzel, özensiz yazması, yalınlaşmaya tepki uyandırmıştır.
Namık Kemal gibi, romanın bir sanat ürünü de olduğunu düşünen yazarlar, sanatlı
bir dil kullanmışlardır. Dil konusunda en başarılı yazar, olabildiğince Arapça ve
Farsça sözcüklerden, tamlamalardan uzaklaşan Nabizade Nazım'dır.
Tanzimat edebiyatının roman ve öykü yazarlarını ve başlıca romanlarını, öykülerini
şöyle sayabiliriz: Şemsettin Sami (Roman: Taaşsuk-ı Talât ve Fitnat), Ahmet Mithat
(Roman: Hasan Mellâh, Dünyaya İkinci Geliş, Hüseyin Fellâh, Felâtun Beyle Rakım
Efendi, Yeryüzünde Bir Melek. Öykü: Esaret, Gönül, Mihnetkeşan, Firkat, Bir Tövbekâr),
Nabizade Nazım (Roman: Zehra. Öykü: Yadigârlarım, Kara Bibik), Namık Kemal
(Roman: İntibah, Cezmi), Sami Paşazade Sezai (Roman: Sergüzeşt. Öykü: Küçük Şeyler),
Recaizade Ekrem (Roman: Araba Sevdası. Öykü: Muhsin Bey, Şemsa), Mehmet
Münci (Roman: Meraret-i Hayat), Mizancı Mehmet Murat (Roman: Turfanda mı,
Yoksa Turfa mı).
2.3. Tanzimat Edebiyatında Tiyatro
Türk tiyatrosu, Tanzimat'a dek Karagöz v e Orta Oyunundan oluşmuş bir halk tiyatrosu
biçimindedir. Tanzimat'la birlikte Avrupaî biçimler tanınmaya başlamıştır.
22 E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
1840'tan başlayarak, önce İtalya, Fransız tiyatroları kurulmuş; sonra Hacı Nazım,
Hasköy, Şark, Ortaköy gibi yerli tiyatrolar açılmıştır.
İlk Türk tiyatrosu 1867'de kurulan Osmanlı Tiyatrosu'dur. Sahibi Güllü Agop'tur.
Bu tiyatroda Namık Kemal, Âli Bey, Ahmet Mithat, Ebuzziya Tevfik, Şemsettin
Sami gibi yazarların oyunları sahneye konmuştur. İlk Türk operaleri Arif'in Hilesi,
Leblebici Horhor, Köse Yahya burada oynanmıştır.
İlk Türk tiyatro oyununu kim yazmıştır?
İlk Türk oyununu Abdülhak Hamit'in babası Hayrullah Efendi yazmıştır. Hikâye-i
İbrahim Paşa be İbrahim-i Gülşenî oyun dört perdelik küçük bir dramdır.
İkinci eser ise Şinasi'nin Şair Evlenmesi adlı güldürüsüdür. Oyunda hem batı tiyatrosunun,
Molière (Molyer) güldürülerinin etkisi görülür, hem de orta oyununun
izleri. Tiyatro eserini de gazete gibi halkı bilinçlendirmek için bir araç sayan Şinasi'nin
oyununun konusu "görücü usulüyle evlenme"dir.
Tiyatroyu hem bir eğlence, hem de düşünce yönüyle önemli bir kurum, adetâ bir
ahlâk ve dil okulu olarak gören Namık Kemal, hem düşünceleriyle, hem yazdığı
oyunlarla dikkati çeker: Vatan yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Akif Bey, Kara Belâ,
Celâleddin-i Harzemşah, Gülnihal.
Dönemin öteki tiyatro yazarlarından önde gelenleri şöyle sıralayabiliriz: Ali Haydar
(Sergüzeşt-i Perviz), Âli Bey (Kokana Yatıyor, Misafiri İstikal, Geveze Berber, Letâfet,
Recaizade Ekrem (Afîfe Anjelik, Atalâ yahut Amerika Vahşileri, Vuslat, Çok Bilen Çok
Yanılır), Ahmet Mithat (Eyvah, Açık Baş, Ahzı Sâr yahut Avrupa'nın Eski Medeniyeti,
Çerkez Özdenler, Bir Facia yahut Siyavuş, Çengi yahut Danıj Çelebi, Zîba), Şemsettin
Sami (Besa yahut Ahde Vefa, Seydî Yahya, Gave)
Tanzimat Edebiyatında roman, öykü, tiyatro dışında kalan türler nelerdir?
Şiir, roman, öykü ve tiyatro dışında kalan türler de görülür bu dönemde. Tanzimat
öncesinde az çok bu türlerde eser verilmişse de batılı anlamdaki örnekler ancak Tanzimat
edebiyatında görülür. Bu türlerin başında gülmece (mizah), yergi (hiciv),
edebî eleştiri, edebiyat tarihi ve gazetelerde yer alan makale, fıkra, deneme gelir.
Batılı anlamda gülmecenin yazarları Edhem Pertev Paşa (Avavanâme), Âli Bey (Lehçetü'l-
Hakaayık, Seyyarreler).
Yergide önde gelen yazarlar Ziya Paşa (Zafernâme), Namık Kemal (Hirrernâme,
Hürriyet Kasîdesi), Mehmet Eşref (İstimdad, Deccal, Hasbıhâl)'tir.
Ebedi eleştiride Ziya Paşa (Şiir ve İnşa, Harabat), Namık Kemal (Tahrîb-i Harabat, Takip),
Recaizade Ekrem (Tâlim-i Edebiyat, III. Zemzeme, Takrizat), Muallim Naci (Demdeme,
Istılahat-ı Edebiye) öne çıkarlar.
E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş 23
?
?
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Edebiyat tarihi konusunda çalışan yazarlar ise Ebuzziya Tevfik (Numune-i Edebiyat-
ı Osmaniye), Abdülhalim Memduh (Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye), Recaizade Ekrem
(Kudernadan Birkaç Şair), Muallim Naci (Osmanlı Şairleri) ve Faik Reşat
(Eslâf)'tır.
3. Servet-i Fünun Dönemi Edebiyatı (1896-1901)
Servet-i Fünun, gerçekte, daha çok bilimsel yazıların yayımlandığı bir dergidir. Ancak
1896'da yazı işleri müdürlüğüne Tevfik Fikret'in getirilmesiyle bir edebiyat ve
sanat dergisi durumuna gelir. Zamanın önde gelen ve batılı tarzda bir edebiyattan
yana olan yazarlar bu dergide toplandığı için, Servet-i Fünun adı dönemin de adı
olur.
Edebiyat-ı Cedide nedir?
Servet-i Fünun dönemine verilen ikinci bir addır. Batılı edebiyat, yeni edebiyat anlamında
kullanılan bu terim, Servet-i Fünun'da yazan şair ve yazarların benimsemeleri
ile akım ve dönem adı olarak yerleşmiştir.
Servet-i Fünun şair ve yazarları, Tanzimat edebiyatıyla gelen batılı tekniği geliştirmişlerdir.
Sonuçta Servet-i Fünuncuların çabalarıyla Avrupaî tarzda bir edebiyat
oluşmuştur.
3.1. Servet-i Fünun Döneminde Şiir
Tanzimat şiirinde bir yandan eski, bir yandan yeni nazım biçimleri kullanılmıştı.
Servet-i Fünuncular ilk şiirlerinden sonra eskiyi bırakarak, yeni nazım biçimlerine
yönelmişlerdir. "Sone" gibi Fransız şiirinden aynen alınanların yanında, Divan şiirinden
alınıp değiştirilerek, Fransız şiirinin serbest nazım biçimi durumuna getirilen
"serbset müstezat" gibi biçimler kullanıldı. Ayrıca Divan şiirinde de Fransız şiirinde
de bulunmayan yeni nazım biçimleri yaratıldı.
Servet-i Fünun döneminde şiirin konusu alabildiğine genişletildi. Şair ilgi çekici
bulduğu her ögeyi şiire konu edebilmekteydi. Ancak hem mizaçları, hem de dönemin
baskıcı siyasal koşulları nedeniyle şairler bireysel duyguların anlatımına daha
çok yer verdiler. Bu yüzden:
Servet-i Fünun şiirinde en çok işlenen konular "aşk", "doğa" ve "aile yaşamı"dır.
Şairler "sanat, sanat içindir" anlayışına bağlıdırlar.
Toplumsal konular, dergi kapanıp topluluk dağıldıktan sonra, kimi şairlerce işlendi.
24 E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Servet-i Fünun şairleri 19. yüzyıl Fransız şiirinde görülen romantizm, sembolizm
gibi akımlardan etkilendiler. Bu sırada getirdikleri kimi hayalleri kullanmak,
sanatkârane bir biçim yaratmak istediler. Bunun için de daha çok Arapça, Farsça
sözcük kullanarak, dili ağırlaştırdılar. Öte yandan aruza bağlılıklarını da sürdürdüler.
Servet-i Fünun hareketinin önderi Tevfik Fikret (1867-1915)'tir.
Tevfik Fikret, edebiyatımızın batılı kimlik kazanmasında, özellikle şiirin çağdaş bir
yapıya kavuşmasında büyük etkisi olan bir şairdir. Divan şiirinde anlamın beyitte
tamamlanması geleneğini değiştirmiş; müstezatı, Fransız şiirindeki serbest nazma
benzetecek serbest müstezat durumuna getirmiştir. Sonenin kullanımını arttırmıştır.
Şiire konuşma dilinin kimi özelliklerini sokmuştur. Ancak yine de Osmanlıcadan
koparmamıştır.
Dönemin önde gelen öteki şairleri Cenap Şehabettin (1870-1934), Hüseyin Siyret
Özsever (1872-1959), Hüseyin Suat Yalçın (1867-1942), Ali Ekrem Bolayır (1867-
1937), Süleyman Nazif (1869-1927), Faik Ali Ozansoy (1876-1950), Celâl Sahir Erozan
(1883-1935)'dır.
Sis
Sarmış yine âfâkını bir dûd-i muannid,
Bir zulmet-i beyzâ ki peyapey mütezâyid.
Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,
Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;
Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar
Dikkatle nüfûz eyliyemez gavrine, korkar!
Lâkin sana lâyık bu derin sütre-i muzlim,
Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-i mezâlim!
Ey sahn-i mezâlim... Evet, ey sahne-i garrâ,
Ey sahne-i zî-şa'şaa-i hâile-pîrâ!
Ey şa'şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı;
Şarkın ezelî hâkime-i cazibedârı:
Ey kan'ı muhabbetleri bî-lerziş-i nefret
Perverde eden sîne-i meshûf-i sefâlet;
Ey Marmara'nın mâi der-âğûşu içinde
Ölmüş gibi dalgın uyuyan tâde-i zinde;
Ey köhne Bizans, ey koca fertût-i müsahhir,
Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;
Hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ,
Hâlâ titirer üstüne enzâr-ı temâşa.
Hâricden, uzaktan açılan gözlere süzgün
Çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün!
Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis:
E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş 25
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Üstünde coşan giryelerin hepsine bîhis.
Te'sis olunurken daha, bir dest-i hıyânet
.....
Tevfik Fikret
3.2. Servet-i Fünun Döneminde Roman ve Öykü
Bu dönemin romanlarında olay örgüsünün, konuların, konuşmaların başarılı bir biçimde
yer aldığı görülür. Bu nedenle Servet-i Fünun romanı Tanzimat romanından
daha sağlam bir tekniğe sahiptir.
Servet-i Fünun romancıları dönemin başlarında hem romantizmin etkisindedirler,
hem de baskıcı bir siyasal ortam içinde yaşamışlardır. Bu yüzden önceleri daha çok
bireysel konuları işlemişlerdir.
Sonraları gerçekçiliğe (realizm) yönelmiş, eserlerinde toplum yaşayışını vermeye
başlamışlardır. Toplumun nasıl batılılaştığını; batılaşmanın yanlış anlaşıldığını anlatmış;
batılı aile ve toplum yaşantısının doğru örneklerini göstermeye çalışmışlardır.
Servet-i Fünun döneminin en başarılı romancısı Halit Ziya Uşaklıgil (1867-
1945)'dir.
Uşaklıgil, ünlü romanı Aşk-ı Memnu (1900)'da varlıklı bir ailedeki batılı yaşam biçimini
anlatır. Mai ve Siyah (1897) adlı romanında ise o dönemin basını, bir Türk ailesinin
yaşayış biçimi ve bir şairin dünyası verilmiştir.
Bu dönem roman ve öykücüleri batılaşmadan sonra aşk konusunu işlemişlerdir.
Özellikle Mehmet Rauf (1875-1931) romanlarında bireylerin iç dünyasını ve romantik
aşkları konu edinmiştir. Onda toplumsal ögeler çok az yer alır; ağırlık psikolojik
içeriklidir.
Mehmet Rauf'un Eylül (1901) adlı eseri Türk edebiyatının en başarılı psikolojik
romanıdır.
Dil ve anlatım, Servet-i Fünun roman ve öyküsünün en zayıf yönüdür. Yazarlar sözlüklerden,
unutulmuş Arapça, Farsça sözcükleri bulup kullanmışlardır. Tanzimatta
Namık Kemal'le başlayan sanatlı anlatımı daha da ağırlaştırmışlardır. Bu yüzden
yer yer dil anlaşılmaz duruma gelmiştir.
Servet-i Fünun döneminin öteki roman ve öykü yazarlarını ve başlıca eserlerini şöyle
sıralayabiliriz: Hüseyin Cahit Yalçın (Roman: Hayal İçinde. Öykü: Hayat-ı Muhayyel),
Ahmet Hikmet Müftüoğlu (Roman: Gönül Hanım. Öykü: Haristan ve Gülistan,
Çağlayanlar), Safveti Ziya (Roman: Salon Köşelerinde. Öykü: Bir Tesadüf, Kadın Ruhu).
26 E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
3.3. Servet-i Fünun Döneminde Tiyatro
Servet-i Fünun, âdeta tiyatronun yok olduğu bir dönemdir. Buna Tazminat döneminde
Gedikpaşa'da yapılan Osmanlı Tiyatrosunu II. Abdülhamit'in yıktırması
(1884) , sanat ve düşünce yanı ağır basan oyunların oynanmasına izin vermemesi
yol açmıştır. Tiyatro topluluklarının kimisi İstanbul dışına gitmiş, kimisi dağılmıştır.
Sahnelerde ancak tulûat tiyatroları ve melodramlar kalabilmiştir.
Dönemin yazarları da bu yüzden tiyatro ile uğraşamamışlardır. Ancak 1908'den
sonra oyun yazmayı deneyen belli başlı sanatçılar Hüseyin Suat Yalçın (Şehbâl yahut
İstibdadın Son Perdesi, Kirli Çamaşırlar), Mehmet Rauf (Pençe, Cidâl), Cenap Şehabettin
(Yalan, Körebe), Halit Ziya Uşaklıgil (Kâbus), Ali Ekrem (Sukût, Mama Dadım
Darılır), Safveti Ziya (Payitahtın Kapısında)'dır.
II. Abdülhamit'in baskıcı yönetimi yüzünden, bu dönemde gülmece, yergi gibi türlerde
eser verilmemiştir. Ancak 1908'den sonra Cenap Şehabettin, Hüseyin Suat
Yalçın, Süleyman Nazıf ve Doksan Beş'e Doğru, Rübab'ın Cevabı, Han-ı Yağma adlı şiirleriyle
Tevfik Fikret görünür.
Çok Bilen Çok Yanılır'dan
.....
İkinci Meclis
Evvelkiler-Azmi Efendi
AYŞE, (Azmi Efendiyi görünce bağırarak) — Anne... anne... annemi isterim...
YENGE, (Ayşe'ye takarrüple) — Sus... ayıptır ayıp...
(Ayşe korkarak köşeye siner).
AZMİ EFENDİ, (Ayşe'ye doğru gider) — Vay! nazeninim, akşam şerifler hayır olsun...
YENGE, (Azmi Efendiyi çekerek) — Namazı unutmayınız efendim...
AZMİ EFENDİ. — Hayır. Hiç unutur muyum? Fakat nazenimin bir kerecik yüzünü
göreyim de... pek iştiyakım var. (Ayşe'nin yanına oturur).
AYŞE, bağırarak. — Anne... şimdi bağırırım ha... bu herif kim?
AZMİ EFENDİ, (Yengeye dönerek) — Bu ne?.. Acep nazar mı değdi?..
YENGE, (Gülerek) — Yok efendim!.. kim bilir... birdenbire sizi görünce
korktu besbelli...
AZMİ EFENDİ. — Elmasım... canım... yavrum ne oldu sana bakayım?..
AYŞE. — Anne... baba... çekil oradan...
AZMİ EFENDİ, (Yengeye dönerek) — Ne idi elmasım, ismi?
YENGE, (mütebessiname) — Kendine sorun efendim. Âdet güveyler sorar,
gelinler söyler. Tadı öyle çıkar efendim!..
AZMİ EFENDİ. — Ha gerçek... elmasım, isminiz?
(Ayşe omuzlarını kaldırarak başını bir tarafa çevirir).
AZMİ EFENDİ. — Adınızı soruyorum canım...
E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş 27
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
AYŞE. — Kokmuş Ayşe işte. Sanki adımı bilip de ne olacak...
AZMİ EFENDİ. — Estağfurullah... senden başkası halt etmiş... (Ayşe'nin duvağına el
atarak) Ayşeciğim... aç da bir kere gül cemalini...
AYŞE, (Avazı çıktığı kadar bağırarak) — Anne!.. Baba!..
AZMİ EFENDİ, (Yengeye dönerek) — Vah! vah! vah! mutlak nazar değmiş!.. Dur
okuyayım bari...
AZMİ EFENDİ, (Biraz kızararak) — Şakayı sonra et... Hele bir kere duvağını aç...
aç da yüzünü göreyim...
AYŞE. — Açmayacağım işte...
AZMİ EFENDİ. — İsabet-i ayn1... isabet-i ayn... yavaş yavaş geçer inşallah... (Yengeye
hitaben) Yenge Hanım gelin de siz açın bari...
YENGE, (Duvağı açmak isteyerek) — Dur benim hanım kızım... Bak efendi
sana ne cici bebekler getirmiş...
AYŞE, (Sıkı sıkıya duvağı tutarak) — Açtırmayacağım işte... Haniya bebek
bakayım.
YENGE. — Yüzünü aç da... bebekler efendinin koynunda imiş... Sana verecek...
AZMİ EFENDİ, (Mütehayyirane2 kendi kendine) — Acayip! ne olmuş buna! Bu
mahkemede nasıl mâkul söylüyordu... bugünkü hali çocukça şeyler...
AYŞE, (Yengeye) — Bebeği göster... açarım!
YENGE, (Mütebessiname3 Azmi Efendiye bakarak) — Aldanmıyor... Azıcık
gösterin bari!..
AZMİ EFENDİ, (Mütehayyirane) — Neyi?
YENGE, (Kezalik) — Koynunuzdakini... hanıma bebek getirmediniz mi?
AZMİ EFENDİ, (Bir hayret-i müteessirane ile4 ) — Buna ne olmuş?.. Buna bir şey
olmuş... nazar mı değmiş?
YENGE, (Zorla Ayşe'nin duvağını kaldırarak. Azmi Efendi'ye) — Buyrun
ama... çok bakmayın gözleriniz kamaşır.
AYŞE, (Azmi Efendiye dilini çıkararak) — Bee!!!
AZMİ EFENDİ, (Gözlerini silerek baktıktan sonra) — Bu ne?.. Bu ne?.. Aman bu
ne?.. (Yengeye dönerek) Aman Allah aşkına bu ne?..
YENGE, (Gülerek) — İşte böyle...
.....
Recaizâde Ekrem
4. Servet-i Fünun Edebiyatı Dışında Kalan Edebiyat
Edebiyatımızın batılılaşmasını istemeyen ama halkın anlayabileceği bir edebiyat
oluşturma çabası içinde olan kimi şair ve yazarlar Servet-i Fünun topluluğuna katılmazlar.
İsmail Sefa (1867-1900), Nigâr Hanım gibi şairler Divan şiiri geleneğine bağlı kalırken,
Rıza Tevfik Bölükbaşı (1869-1949) ve Mehmet Emin Yurdakul (1896-1944)
Servet-i Fünun şiiri ile halk şiirinin kimi ögelerini birleştirmeye çalışmışlardır. Mehmet
Akif Ersoy (1873-1836) ise büyük ölçüde Divan şiirine bağlı kalmakla birlikte
yer yer konuşma dilini kullanmasıyla dikkati çeker.
28 E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş
1. İsabet-i ayn, nazar değme.
2. Mütehayyirane, şaşkın
bir halde.
3. Mütelessimane, gülerek.
4. Bir hayret-i müteessirane
ile, kederli bir şaşkınlıkla.
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Bu dönemde Servet-i Fünun dışındaki romancıların başında Hüseyin Rahmi Gürpınar
(1864-1944) gelir.
Hüseyin Rahmi, doğalcılığın (natüralizm) Türk romanındaki ilk büyük temsilcisidir.
Çok değişik toplumsal konuları işlediği romanları o dönemin toplum yapısını bütün
gerçekliğiyle gözler önüne serer.
Ahmet Rasim (1867-1932), Fatma Aliye (1864-1924), Güzide Sabri Aygün (1886-
1946)'da Servet-i Fünun dışında kalan roman ve öykü yazarlarıdır.
5. Fecr-i Ati Dönemi Edebiyatı (1909-1912)
Servet-i Fünun'dan sonra yetişen genç kuşak edebiyatçılar, 1909'da bir araya gelerek
Fecr-i Ati topluluğunu oluşturdular. Topluluk üyesi olan Ahmet Haşim, Ahmet
Samim, Tahsin Nahit, Celâl Sahir, Hamdullah Suphi, Refik Halit, Şehabettin Süleyman,
Yakup Kadri ile öteki şair ve yazarlar bir beyanname hazırlayarak, kendilerini
kamuoyuna tanıttılar.
Fecr-i Ati topluluğunun 24 Şubat 1910'da, Servet-i Fünun dergisinde yayımladıkları
beyanname, Türkiye'de bir ebedî toplulukça yayımlanmış ilk bildiridir.
Bu bildiride Fecr-i Ati topluluğunun amaçları dil ve edebiyatın gelişmesine çalışmak,
konferanslar düzenlemek, kamuoyunu aydınlatmak, Batının önemli eserlerini
çevirtmek, Batı'daki benzer oluşumlarla ilişki kurmaktır. Fakat topluluğun ömrü
kısa sürer. Fecr-i Ati, 1912'de dağılır.
5.1. Fecr-i Ati Döneminde Şiir
Fecr-i Ati şiirinin konusu, dili, ölçüsü Servet-i Fünundan farklı değildir. Yalnız Fecri
Ati şairleri sembolizmi tanımaya ve uygulamaya çalışmalarıyla Servet-i Fünun'culardan
ayrılırlar.
Fecr-i Ati şiirinin en önde gelen şairi Ahmet Haşim (1884-1933)'dir.
A. Haşim, şiirin dilinin müzik ile söz arasında ve sözden çok müziğe yakın olduğunu
öne sürer. Ona göre, sözcükler şiire anlamdan çok müzik değerleri ile girer. Konu,
ise bir araç olmaktan öteye gitmez.
Haşim, şiirlerinde çocukluk anılarını, aşk ve doğayı konu etmiştir. Dili önceleri Servet-
i Fünun şiiri gibidir. Ancak sonra konuşma Türkçesine yönelir. Müzik yönünden
yetersiz bulduğu için heceyi değil, hep aruzu kullanmıştır.
E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş 29
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Hilâl-i Semen
Daha pek yavru, pek küçükken ben,
Büyük-annem tutardı alınımdan,
"Bana bak, böyle dil-berimin!" derdi.
Sonra, mâh-ı nev-incilâya bakar,
Leb-i mağmûmu bir bükâ saklar,
Bir hitâb-î semâyı dinlerdi.
Ey, hayâtımda her doğan derdi
Kalb eden bir ziyâ-yı hissîye,
Bu duâsıydı eski bir rûhun
Sis ve zulmette gizli âtiye.
Leyle-î gayb, sırr-ı müstakbel
Çeşm-i sâfında hasta bir çocuğun
Gizli fecrin ziyâsında emel,
Bir tesellî-i mihribân alacak,
O harâbât-ı târ ü sâkiteye
Doğacak belki bir ziyâ-yı şafak.
Böyle bir nev-hilâli seyr etti
O soluk göz ki şimdi topraktan
Seyr eder başka bir hilâl-i semen.
Ben ki efsâne-î tahayyülden
Hep hayâtımda bir emel taşıdım,
O solan şi'r-i sâf ü mağmûmu
hep o mâzîyle duymak isterdim
Gözünün samt-ı pür-sükûnunda.
Gel, bu şâmın gümüş sükûtunda
Bu sedeften hilâle karşı senin
Bir yeşil bûse saklayan gözünün
Göreyim cennetinde âtîmi.
Ahmed Hâşim
Fecr-i Ati'nin öteki şairleri Emin Bülent (1886-1942) Tahsin Nahit (1887-1919) ve
Mehmet Behçet (1890-1980)'tir.
5.2. Fecr-i Ati Döneminde Roman ve Öykü
Çok kısa süren Fecr-i Ati döneminde ilk göze çapan yazarlar Yakup Kadri ve Refik
Halit'tir. Ancak her ikisi de daha sonra Fecr-i Ati'den ayrılıp, Millî Edebiyat Hareketine
katılmışlardır.
Fecr-i Ati'ye bağlı kalmış roman ve öykü yazarları olarak Süleyman Cemil Alyanakoğlu
(1886-1940) ile İzzet Melih Devrim (1887-1966)'i sayabiliriz.
30 E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
5.3. Fecr-i Ati Döneminde Tiyatro ve Öteki Türler
Fecr-i Ati, II. Meşrutiyetin ilânından sonraki yıllara rastladığı için tiyatro çalışmalarının
yoğunlaştığı bir dönemdir. Yurtseverlik, istibdat aleyhtarlığı gibi konuların işlendiği
oyunlar sahneleri kaplamıştır. Namık Kemal'in oyunları, özelilkle Vatan
yahut Silistre ve Akif Bey çok ilgi görmüş, çok oynanmıştır. Ancak Fecr-i Ati üyeleri
pek başarılı değildir. Şehabettin Süleyman (1885-1921) ve Tahsin Nahit bunların
önde gelenleridir. Teknik olarak daha iyi bir tiyatro yazarı olan Müfit Ratip (1887-
1917) ise genç yaşta öldüğü için az sayıda eser verebilmiştir.
Fecr-i Ati edebiyatında gülmecenin en başarılı örneklerini (Harman Sonu, Kırpıntı,
Şeytan Diyor ki) Fazıl Ahmet Aykaç (1884-1967) vermiştir. Ebedî eleştiride ise Yakup
Kadri, Ahmet Haşim, Hamdullah Suphi, Mehmet Fuat, Şehabettin Süleyman
ve Müfit Ratip öne çıkmıştır.
Özet
Batı etkisiyle oluşturulan Tanzimat edebiyatı, Batılı edebiyata yakışır biçimde, sanatın dilini
ve toplumsal yararlılığını tartışarak başlatılmıştır. İlk resmi olmayan gazete bu dönemde
çıkartılmış; gazete aracılığı ile halkın bilinç düzeyini yükseltmek amaç edinilmiş; Divan
edebiyatı konuları bırakılarak özgürlük, vatan, adalet, eşitlik... gibi konular işlenmiştir.
Aydınlar, Halk edebiyatı ürünlerinden ve dilinden yararlanmışlar, fakat teknik açıdan Divan
şiirinin etkisindedirler.
İkinci dönemde, siyasal baskı ile halka açılamayan sanatçılarda, dil yeniden konuşma dilinden
ayrılır, fizik ötesi konular işlenir. İçeriğe göre biçim çalışmaları yapılırken, şiire ailenin
girmesi de bu dönemdedir. İlk mensur şiir denemeleri yapılır.
Batılı anlamda roman, öykü, tiyatro çalışmaları 1860'tan sonra Batıdan çevirilerle başlar,
adaptelerle tür bilgileri pekiştirilir, sonra da yerli konular işlenir. İlk uygulamalarda teknik
yanlışlar vardır. İçerik olarak batılılaşmanın yanlış anlaşılması, cariye, köle kadınlar ve aile
sorunları, aşk, tarih olayları... gibi konular işlenir. Düz yazıda sadeleşme bu dönemde başlar.
1875'ten sonra edebiyatımız Fransız romantiklerinin etkisine girer. Karagöz, Orta Oyunu
yanında Batılı tiyatrolar gösterilmeye başlar. Tiyatroya halk okulu anlayışıyla yaklaşılır.
Ayrıca hiciv, edebi eleştiri, edebiyat tarihi, makale, fıkra, deneme... türleri işlenir.
Servet-i Fünun şair ve yazarları batılı tekniği geliştirirler; terzarima, sone nazım biçimlerini
kullanırlar; şiirin konusunu "her şey" olabilecek kadar genişletirler, sanatı sanat için
kullanırlar. Romantizmin ve sembolizmin etkisindedirler. Divan şiirindeki müstezatı serbestleştirerek
kullanırlar, şiir dili ağır, ölçüsü aruzdur. Bu dönemde roman, realizmin etkisindedir,
konu ve dil olarak sağlamdır. İçerik olarak yine batılılaşmanın yanlış anlaşılması,
gizli aşklar ve birey sorunları... gibi yeni konular işlenir. Tiyatro, gülmece, yergi... yazı türleri
yine baskılı yönetim nedeniyle hemen hiç yazılmaz; tuluat, melodram türünde gösteriler
E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş 31
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
sürer. Tiyatro topluluklarının çoğu dağılır, kimileri İstanbul dışına çıkar. 1908'den sonra
bir iki oyun ile eleştiri yazılmıştır.
Aynı yıllarda batılılışmaya karşı olan yazar ve şairler de vardır. Bunlardan kimileri Divan
geleneğini sürdürür. Kimileri biçim olarak , kimileri konu olarak halk edebiyatına yönelir.
1909 yılında Fecr- Âti hareketi, Türk Edebiyatında ilk kez, bir bildiri ile başlatılır. Fakat
sanatçılar, bildiride belirtmelerine rağmen halka inemezler. Dil yalın değildir, aruz ölçüsünü
kullanırlar. Sembolizmin etkisindedirler. Fecr- Âti döneminde öykü ve romanda önemli
eser yoktur, tiyatro çalışmaları iyidir. Yurtseverlik, istibdat'ın kötülükleri konuları işlenir.
Gülmece, eleştiri türlerinde başarılı birkaç örnek vardır.
Değerlendirme Soruları
1. Aşağıdaki sanatçılardan hangisi Tanzimatın ilk dönem şairlerinden değildir?
A. Şinasi
B. Recaizade Mahmut
C. Ziya Paşa
D. Namık Kemal
E. Yusuf Kâmil Paşa
2. Tanzimatın ilk dönem şiirleri için aşağıdaki bilgilerden hangisi yanlıştır?
A. Hece ölçüsüne verilen değer artmıştır.
B. Divan nazım biçimleri kullanılmıştır.
C. Dil, yalınlaştırılmaya çalışılmıştır.
D. Konuşulan Türkçe başarı ile şiirde kullanılmıştır.
E. Toplum için sanat anlayışı ile "özgürlük, vatan, hak, eşitlik" konuları şiire
girmiştir.
3. Tanzimatın ikinci dönem şiirleri için aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
A. Şiirin tek amacı güzelliktir.
B. Hem Divan şiiri nazım biçimleri, hem batılı nazım biçimleri kullanılır.
C. Fransız romantizminin etkisinde şiir yazılır.
D. Konu olarak Tanzimatın ilk dönem şiirleri ile aynı konular işlenir.
E. Mensur şiirler yazılır.
4. Aşağıdakilerden hangisi "Kara Bibik" romanının yazarıdır?
A. Nabizâde Nazım
B. Recaizade Mahmut Ekrem
C. Şemsettin Sami
D. Sami Paşazade Sezai
E. Halit Ziya Uşaklıgil
32 E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
5. İlk tarihi romanımız hangisidir?
A. Muhsin Bey
B. Akif Bey
C. Cezmi
D. Celâleddin-i Harzemşah
E. Vatan yahut Silistre
6. İlk özel Türk gazetesinin adı nedir? Hangi yılda çıkartılmıştır?
A. Tasvir-i Efkâr (1860)
B. Tercüman-ı Ahvâl (1866)
C. Tasvir-i Efkâr (1866)
D. Tercüme-i Manzume (1855)
E. Tercüman-ı Ahvâl (1860)
7. Aşağıdakilerden hangisi Servet-i Fünun dönemi şairidir?
A. Tevfik Fikret
B. Recaizâde Ekrem
C. Muallim Naci
D. Halit Ziya
E. Mehmet Rauf
8. Aşağıdaki yazarlardan hangisi romanda konu olarak birey psikolojisini işlemiştir?
A. Süleyman Nazif
B. Halit Ziya
C. Mehmet Rauf
D. Ahmet Rasim
E. Hüseyin Rahmi
9. Batılı Türk Tiyatrosunun istibdat nedeni ile adeta yok olduğu dönem aşağıdakilerden
hangisidir?
A. İkinci dönem Tanzimat Edebiyatı
B. Servet-i Fünun Edebiyatı
C. Divan Edebiyatı
D. Fecr-i Ati Edebiyatı
E. Milli Edebiyat
10. İlk Edebiyat bildirisi hangi topluluk tarafından yayınlanmıştır?
A. Tanzimat Edebiyatı
B. Servet-i Fünun Edebiyatı
C. Genç Kalemler Edebiyatı
D. Milli Edebiyat
E. Fecr-i Âti Edebiyatı
E S K İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N D A N Y E N İ T Ü R K E D E B İ Y A T I N A G E Ç İ Ş 33
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Akyüz, Kenan. Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri I, Ankara: 1979.
Akyüz, Kenan. Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, Ankara: 1970.
Kurdakul, Şükran. Çağdaş Türk Edebiyatı 1, Ankara: 1992.
Mutluay, Rauf. 100 Soruda Türk Edebiyatı, İstanbul: 1978.
Nabi, Yaşar, Tevfik Fikret (Hayatı, Sanatı, Şiirleri), İstanbul, 1967.
Nabizâde, Nazım. Düzenleyen Mustafa Nihat Özün, Zehra, İstanbul: 1954, S. 65-
66.
Recaizade, Ekrem. Mustafa Nihat Özön, Çok Bilen Çok Yanılır, İstanbul: S. 126-
128.
Nabi, Yaşar. Tevfik Fikret, İstanbul: 1967.