7 Ekim 2009 Çarşamba

edebiyat nedir

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
1. Giriş
İnsanoğlu, duygu ve düşüncelerini anlatmak için değişik yollar bulmuştur. Müzik,
resim, mimarlık gibi. Güzel sanatların bir kolu olan edebiyat da bunlardan biridir.
Her güzel sanat dalı kendi yapısı ve amacına uygun bir anlatım aracı kullanır. Edebiyatın
anlatım aracı dildir. Ancak, ortak dilin, edebiyat eserlerindeki niteliği farlılık
gösterir. “Edebiyat dili” dediğimiz bu farklılık, bir milletin dil ve edebiyatının zengin
olmasını sağlar.
2. Edebiyatın Tanımı
Edebiyat, Arapça edeb sözcüğünden yapılmış ve Türk Edebiyatında Tanzimat’tan
sonra kullanılmaya başlanmış bir sözcüktür. Bundan önceki dönemlerde edebiyat
kavramıyla ilgi olmak üzere ilm-i edeb, şiir ve inşa gibi terimler kullanılıyordu. İlm-i
edeb'le sözün daha zarif ve güzel söylenmesinin yollarını öğreten kurallar amaçlanırken,
şiir ve inşa'dan edebiyatın nazım ve nesir düzeninde yazılmış eserleri anlaşılıyordu.
Edebiyat sözcüğünün günümüzdeki anlamı ile ilk defa Şinasi (1826-
1871) ve Namık Kemal (1840-1888)’in yazılarında karşılaşılır.
Edebiyat sözcüğü, Fransızca littérature sözcüğünün karşılığı olarak düşünülmüştür.
Bu sözcük ise Lâtince kökenlidir ve harf anlamındaki littera kökünden türetilmiş
litteratura'dan gelmektedir. Litteratura, Lâtincede alfabe, yazı, bilim, gramer
ve filoloji anlamlarını içermektedir. Fransızcada littérature ise edebiyat'tan başka,
edebiyat ürünleri ve edebiyat araştırmalarıyla ilgili bazı kavramlarla birlikte, kültür
ve yazarlık karşılığında da kullanılmaktadır. Batıda littérature sözcük kullanımında
olduğu gibi, Türk düşünce ve kültür hayatının çeşitli alanlarında da edebiyat terimi,
yaygın anlamı dışında kullanılabilmektedir. Sözcük tıp, hukuk, müzik edebiyatı
biçiminde kullanıldığında, bir bilim ya da sanat dalının konuları üzerine yazılmış
yazı ve eserleri ifade eder. Bir milletin, bir çağ veya dönemin edebiyatının ya da
edebî akımların etkisiyle ortaya çıkan oluşumların adlandırılmasında da edebiyat
sözcüğüne yer verildiği görülür. Türk edebiyatı, XX. yüzyıl edebiyatı, Divan edebiyatı,
klâsik edebiyat vb.
Edebiyat kavramına kaynaklık eden edeb sözcüğü, İslâmiyet’ten önceki dönemlerde
“davet”, özellikle “yemeğe davet” anlamı taşımaktadır. Cömertliğin Arap toplumunda
üstün bir erdem sayılması, sözcüğün zamanla “fazilete davet” anlamını kazanmasına
yol açmıştır. “İyi terbiye, naziklik, usluluk, zariflik” gibi anlamları da
sözcüğün bu çerçevede düşünülebilecek ve ahlâkî bakış açısının ürünü olan karşılıklarıdır.
Son zamanlarda edebiyat yerine yazın sözcüğünün kullanıldığı da görülmektedir.
E D E B İ Y A T I N T A N I M I , E D E B İ Y A T T E R İ M L E R İ 3
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Türk edebiyatında edebiyat sözcüğü kullanılmaya başlandıktan sonra da, edebiyat
kavramı, varlık nedeni olan edeb'in anlam çerçevesi dışında genellikle düşünülmemiştir.
Ondan söz eden pek çok sanat ve düşünce adamı, edebiyatın bireyi, dolayısıyla
toplumu eğitme ve yeniden biçimlendirmedeki rolüne dikkat çekmişlerdir.
O kadar ki, söz gelişi, Tanzimat dönemi yazar ve şairlerinde olduğu gibi edebiyat,
bireyi ve toplumu eğiterek değiştirmenin en etkili araçlarından biri olarak görülmüştür.
Bilimlerin bağımsız disiplinler hâline gelme süreçlerine bağlı olarak, uzun bir süre
edebiyat dışı metinlerle edebî metinler iç içe olagelmişlerdir. Bu birliktelik neredeyse
18. yy. başlarına kadar devam etmiştir. Yunan edebiyat tarihlerinde matematikçilerin
yer alması, edebî metinlerle felsefî metinlerin yan yana bulunması, 18. yüzyıl
öncesinde yadırganacak bir durum değildi.
Edebiyatta dilin önemi nedir?
Bilimlerdeki gelişmeler, doğal olarak her bilimin sınırlarının ve uğraş konularının
ayrılması sonucunu doğurmuştur. Bu süreç, gerçekte öteden beri edebiyatın sahip
olduğu temel niteliklerin, hem başka bilimler karşısında hem de kendi içinde daha
iyi anlaşılmasına yardım etmiştir. İnsanla ilgili türlü düşünce ve olguların yalnızca
aktarılması noktasında kalan çabalar, gerçek edebiyatın varlığı için yeterli değildi.
Çünkü, insanı bir biçimde ilgilendiren bir konunun edebiyattan başka sosyoloji, hukuk,
psikoloji gibi daha birçok alanda da ele alınması mümkündü. Öyleyse edebiyatın,
bu alanlardan farklı bir yönü olmalıydı. Onun temel niteliği, başka alanlarca da
ortaklaşa işlenebilecek bir konuyu onların sahip olmadığı, bir bakıma olmaması gereken
bir dilin süzgecinden geçirerek sunmasıdır. Demek oluyor ki, edebiyatın temel
belirleyicisi dildir. Daha açık bir söyleyişle, dilin edebiyata özgü kullanılışıdır.
Buradan hareketle, her bilim ve sanat dalının, kendi biçim ve özüne uygun bir
dilinin olduğu sonucuna varırız. Matematik dili, felsefe dili, tıp dili, resim dili gibi.
Edebiyatı, başka alanlardan farklı yapan “dil”in edebiyata katkısını kavrayabilmek
için, edebiyatla bilimler arasında küçük bir karşılaştırma yapılabilir. Bilimler, somut
gerçeğin peşindedir ve kendi dillerinin sembolleri olmasına rağmen, genellikle
sembolik olmayan bir dil kullanırlar. Bu dil, bilimsel verilerin hiç olmazsa aynı alanın
bilim adamlarınca, aşağı yukarı aynı biçimde anlaşılmasına yardım eder. Oysa
edebiyat metinlerinde kullanılan dil, insanda heyecan , coşku ve estetik bir haz meydana
getirme amacındadır. Böylece edebiyat eserlerinde, gerçeğe bağlı kalmak değil,
edebiyat türlerine göre değişen oranlarda adeta gerçeği “yeniden üretmek” söz
konusu olur. Gerçek edebiyat ürünleri de, gerçeğin bu “yeniden üretim” aşamasında
ortaya çıkarlar. Artık bu noktada , bilimsel anlamdaki “nesnel gerçeklik”ten değil,
edebiyata özgü “edebî gerçeklik”ten söz edilebilir. Demek oluyor ki, bilimlerde,
gerçeğe bağlı kalan bir dil bilimsel çabayı değerli yaparken; edebiyatta, gerçeği
sanatkârın algılama biçimine göre aktaran bir dil, edebiyatın temel niteliğini oluşturuyor.
Bu nedenle, edebiyat metinlerinde bir konunun, yalnızca bir problem olarak
edebiyat metnine taşınmış olması yeterli değildir.
4 E D E B İ Y A T I N T A N I M I , E D E B İ Y A T T E R İ M L E R İ
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Dil, edebiyatta belirleyici bir öge olduğuna göre, dili ölçü alarak edebiyatın tanımını
yapabiliriz:
Edebiyat, bir duygunun, bir düşüncenin, bireysel ya da evrensel plânda bir olgunun,
kısaca insanın kendisi ve çevresiyle ilgili olabilecek her şeyin, insanda heyecan
ve güzellik duygusu uyandıracak nitelikteki bir dil yardımıyla, sözlü ve
yazılı olarak ortaya konulmasıdır.
Bu durumda dil, edebiyatın bir malzemesi değil, edebiyata malzeme konumundaki
her türlü konunun en ileri derecede işlenmesini sağlayan etkili bir anlatım aracıdır.
Edebiyatın konusu sınırlı mıdır?
Bir bilim dalına konu olabilen şeyler sınırlı olduğu hâlde, edebiyatın konusu sınırsızdır.
Bir yazar veya şairin anlatmaya değer bulduğu her şey edebiyata konu olabilir.
Böyle olmakla birlikte, edebiyatın aynı zamanda kültür ögelerinden biri olması, her
toplumda edebiyatın konumunun gözden geçirilmesini gerektirmiştir. Edebiyatın
işlevini sorgulamak, onun içeriğini dikkate almak demektir.
Aristo (Aristoteles, M.Ö.384-332)’dan beri, edebiyat eserlerinin konularıyla insanoğlunun
edebiyat eserlerinden beklentileri arasında uyumsuzluklar süregelmiştir.
Aristo Poetika’sında soylu ve yüce konuları işledikleri için trajedi yazarlarını
yüceltirken, komedi yazarlarını yermiştir. Edebiyat metni, “estetik bir yaratış” olarak
düşünüldüğünde, bir edebiyat eserinin, konusu ve konunun işlenişiyle okuyucuda
“estetik” bir etki uyandırması beklenir. Ancak bu, edebiyatın konularını sınırlama
anlamına gelmez.
Usta bir yazar, en olumsuz durum, duygu ve düşünceleri anlatırken bile, edebiyat
eserinde estetik bir yapı oluşturabilir.
Bir edebî metni, bilimlerden edindiğimiz nitelik ve derecede, bilgi edinmek için
okumadığımıza göre, edebiyat eserinin, dolayısıyla edebiyatın bilimlerden farklı
bir işlevi olmalıdır.
Edebiyat ürünleri, bir yandan insanın aklına, öte yandan da ruhuna seslenir.
Böylece insanın düşünce ve ruh plânında gelişmesine katkıda bulunur.
Her milletin edebiyatının içeriği, o milletin kültür, gelenek, inanç ve değer sistemleriyle
yakından ilgilidir. Milletlerin edebiyatları bunların etkisiyle “millî” bir karakter
kazanır. Ancak, bütün dünya edebiyatlarında çeşitli türler içerisinde ortaklaşa
işlenen konular da vardır. Ölüm, kıskançlık, cimrilik, hırs, aşk, cesaret bunlar arasındadır.
Bütün insanlarda bulunan bu özellikleri konu ederek, sosyal yaşayışla ilgi-
E D E B İ Y A T I N T A N I M I , E D E B İ Y A T T E R İ M L E R İ 5
?
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
leri ölçüsünde başarıyla işleyen eserler, dünya edebiyatının seçkin eserleri olmuştur.
Goethe’den beri bir edebiyat kavramı durumuna gelmiş olan “dünya edebiyatı”
da, ancak milletlerin edebiyatlarının evrensel plândaki değerleri ve katkılarıyla
hayat bulabilir.
3. Edebiyat Terimleri
Bilimler ya da çeşitli sanat dallarında olduğu gibi , edebiyatın da terimleri vardır. Bir
kavram, terim olarak kullanıldığında yeni bir anlam kazanır. Söz gelişi “tema” sözcüğünün
psikolojideki karşılığı ile edebiyattaki karşılığı birbirinden farklıdır.
Edebiyatın başlıca terimleri nelerdir?
Edebî (yazınsal): Edebiyatla ilgili olan, edebiyata özgü nitelikleriyle dikkati çeken
söz , yazı, her türlü etkinlik ya da kavramdır. En genel bağlamda, bir olgunun edebî
sayılması için edebiyatla ilgili olması gerekli, fakat yeterli değildir.
Bu noktada iki farklı eğilimden söz edilebilir. Kimilerine göre edebiyat da bir kültür
ögesidir. Estetik bir yaratışın ürünü bile olsa, genel ahlâkın dışında düşünülemez.
Kaldı ki edebiyat sözcüğünün kök anlamı da, edebiyat ürünlerinde bu niteliğin bulunmasını
gerektirir. Sanata müdahale edilemeyeceği görüşünde olanlar ise, edebiyata
ilişkin her türlü çabayı ve ürünü edebî kabul ederler.
Edebî akım (yazın akımı): Edebiyat eserlerini biçim, konu, duyuş, düşünüş ve teknik
yönlerden değiştiren ya da değiştirme iddiasında olan, yeni bir yönelişi ifade
eden edebî hareketlerdir. Edebî okul, mektep, çığır olarak da bilinir. Klâsisizm, romantizm,
sürrealizm, sembolizm vb. dünya edebiyatlarında etkili olmuş birer edebî
akımdır.
Her edebî akım, belli bir çağın duyarlığının ve toplumsal koşullarının ürünüdür.
Ortaya çıktıkları toplumun sosyal ve kültürel yapısıyla son derece ilişkilidirler.
Genellikle toplumda egemen olan bir düşünce ve kültürel yapılanmanın, edebiyatta
uygulama alanı bulmasını kolaylaştırırlar. Felsefe tarihindeki yeni düşüncelerin
kendisine yer bulma konusunda oluşmuş gelenek, edebî akımlar için de geçerlidir.
Her edebî akım, kendinden öncekine bir tepki olarak doğar. Duyuş, düşünüş, estetik
yenilik ve teknikçe gösterdiği özgünlük, bir edebî dönüşümün edebî akım olarak
kabul edilmesinin öncelikli şartıdır. Bazı edebî akımlar belirli öncülerin çabalarıyla
edebiyat hayatında yer alırlar. Bu tür çıkışlar, genellikle geçmişi reddeden, mevcut
edebî yapının yetersizliğini savunan, gerçekleştirilmek istenen yeniliklerin çerçevesini
çizen görüşlerin yer aldığı bir bildiri ile olur. Klâsisizm gibi sayılı birkaç örnekte
ise çağın getirdiği bir anlayış birlikteliği, yeni akımı hazırlar. Edebî akımlar, güzel
sanatlarda görülen değişimlerden etkilendiği gibi, aynı zamanda da onları etkiler.
6 E D E B İ Y A T I N T A N I M I , E D E B İ Y A T T E R İ M L E R İ
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Edebî akımlar, varlık nedenleri olan şartların ortadan kalkması veya zayıflamasıyla,
güçlerini yitirirler. İnsanlığın düşünce ve beğenisini, edebî ihtiyaçlarını karşılayamadıkları
andan itibaren de son bulurlar.
Edebî akımlar tarihi, gerçek karşısında sanatkârın takındığı tutumun tarihinden
ibaret sayılabilir. Sanatkâr, gerçeği ya olduğu gibi, ona sadık kalarak, ya da tasavvur
ettiği, yani kendince görmek istediği gibi ondan uzaklaşarak ifade eder. İşte bu algılama
ve ifade etmede tutulan farklı yol, bir edebî hareketin yolunu açar.
Edebî dil: Her sanat ya da bilim dalının, kendi amacına uygun özel bir dili vardır.
Hukuk dili, tıp dili, iktisat dili, müzik dili, edebiyat dili gibi. Bilimlerde bilginin doğru
aktarılması esastır ve bu nitelikte bir dil kullanılır. Sanatın hangi kolunda olursa
olsun, konu edilen şeyin aktarılması değil, sanatın gereklerine göre işlenmesi önemlidir.
Edebiyat da bu işlevini, edebî dil dediğimiz dilin imkânlarından yararlanmakla
yerine getirir. Edebî dil , konuşma dilinden olduğu kadar, ortak düşünüşün ifade
biçimi olan yazı dilinden de farklı bir dildir. Gerçi konuşma dilinde de, sanatsal çabanın
ürünü sayılabilecek ve gerçek anlamı dışında kullanılan söz birimleriyle karşılaşılır.
Fakat bunlar zamanla kalıplaşmış olduklarından, aşağı yukarı hemen herkes
tarafından aynı şekilde anlaşılır. Oysa edebî dil, yerine ve edebî türlere göre,
içinde birtakım sırları barındırır ve kavranması özel bir çaba ister. Edebî dilin karmaşık
ve çok özel kullanımları şiir dilinde görülür.
Şiirde imaj, sembol ve şairin kişisel buluşu olan ifade biçimleriyle oluşmuş bir
edebî dil vardır. Adeta şiir dili, dil içinde yeni bir dil meydana getirmektir.
Bu yüzden edebî dilin yüksek bir biçimi olan şiir dilinde bize anlamlı gelen birçok
tasavvur, hayal ve düşünce ortak dilin mantık düzeniyle kavranılmaya çalışıldığında,
pek fazla bir şey ifade etmez. Çünkü sözcük şiir dilinde, sözlük anlamları dışında
yeni görüntüler kazanmış olarak yer alırlar.
Düz yazı türlerinde ise konuşma dilinin etkilerine açık ve konuşma dilinin birçok
özelliğini taşıyan bir edebî dil hâkimdir. Buna rağmen düz yazı metinlerinde de yeni
duyuşlara yol açan bir edebî dilin varlığı her an kendini gösterir.
Edebî eserin, mümkün olabildiği kadar doğru ya da doğruya yakın anlaşılması,
edebî dilin kavranmasıyla ilgilidir.
Edebî dil, genel ortak dil dışında, ileri bir kültür ortamının belgesi durumundadır.
Edebî dönem: Birbirinden bütünüyle ayrı ve çok farklı nitelikleri olan zaman dilimleridir.
Edebiyat hayatı, toplumsal hayatın etkilerinden uzak kalamaz. Toplumda
yaşanan her türlü değişim ve yenilik edebiyatı da etkiler. Etkilenmenin derece ve nitelikleri,
edebiyat hayatında farklı duyuş ve düşünüşlerin doğmasına neden olur.
Böylece, önceki döneme göre birtakım özellikleriyle dikkati çeken yeni bir edebî dönem
başlar.
E D E B İ Y A T I N T A N I M I , E D E B İ Y A T T E R İ M L E R İ 7
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Bir milletin edebiyatında, yeni bir edebî dönemin başlamasında birkaç faktörün etkisinden
söz edilebilir. Kültürel farklılaşma bunların başında gelir. Her kültürel değişim,
toplumun başka alanlarının yanı sıra, edebiyat hayatının da yeni bir görünüş
kazanmasına yol açar. Edebiyatın biçim ve muhtevasında değişiklikler kendini gösterir.
Tanzimat döneminde (1860-1896) İslâm kültüründen batı kültürüne yönelişte
Türk edebiyatının karşı karşıya kaldığı durum, bunun tipik bir örneğidir.
Çok köklü bir geçmişi olan Türk edebiyatı, Türk tarihinin genel çizgisine paralel bir
değişim süreci yaşamıştı.
Türk edebiyatın dönemlere ayrılarak incelenmesi, Türkiye’de batılı anlamdaki
edebiyat tarihçiliğinin doğuşu ile gerçekleşmiş, bunun öncülüğünü de Fuat Köprülü
yapmıştır.
Bir kültür öğesi olan dinin, toplumsal hayatı belirleyici rolünü dikkate alarak yapılan
dönemleştirmeye göre Türk edebiyatı başlıca şu üç büyük döneme ayrılır:
• İslâmiyet’ten önceki Türk edebiyatı (başlangıçtan XI. yüzyıla kadar),
• İslâm uygarlığı etkisi altındaki Türk edebiyatı (XI. yüzyıl-XIX. yüzyıl arası),
• Batı uygarlığı etkisi altındaki Türk edebiyatı (XIX. yüzyıldan günümüze kadar).
Bu büyük edebî dönemler de kendi içlerinde daha alt bölümlere ayrılırlar. Edebiyatın
dönemlere ayrılması, kültürel ve toplumsal şartların doğal bir gereği olmakla
birlikte, edebiyat araştırmalarının daha küçük zaman dilimleri içinde yapılmasına
imkân verdiği için de araştırmacıların işini bir ölçüde kolaylaştıran bir yoldur.
Edebî eser: Edebiyatın bir duyguyu, düşünceyi, herhangi bir olguyu vb. estetik
plânda aktarma özelliğine göre, edebiyat türlerinin her çeşidinde farklı biçimlerde
meydana getirilen eserlere verilen addır. Örnek olarak şiir, roman, hikâye ve deneme
gibi. Edebiyat bilimcileri, tarihçileri ve eleştirmenlerince, edebî eserin farklı yönlerine
işaret eden birçok tanım yapılmıştır. Bununla birlikte bu tanımların, edebî
eserin temel nitelikleri konusunda birleştikleri görülür. Buna göre, edebiyatın anlatım
aracı “dil”dir ve onun edebiyat eserlerinde kullanılış biçimi, eserin edebî bir yapı
kazanmasının temel şartıdır. Ancak, anlattıkları ve vardığı sonuçlarla, insanlık
katında değeri olmayan bir muhtevası bulunan bir eserin de kolay kolay
edebîliğinden söz edilemez. Bu durumda, gerçekten edebî sayılabilecek eserlerin,
insanlığın düşünce ve duygu dünyasını zenginleştiren konuları, mükemmel bir dil
ile işleyerek estetik bir başarı kazanan eserler olduğu sonucuna varılabilir. Bu tür
eserler sayesinde insan ve insanlık, düşünce ve duygularıyla eğitilmenin, gelişmenin,
yücelmenin imkânlarını elde eder. Bunu en ileri düzeyde gerçekleştirebilen
eserlere şaheser, başka bir deyişle başyapıt denir. Edebî eserlerin önemli bir özelliği
de, hangi türde yazılmış olursa olsun, “kurmaca” yani hayal ürünü metinler olduğudur.
Fakat bir eserin hayal ürünü bir eser olması, gerçekle ilgisiz olması anlamına
gelmez. Ancak bir eserde anlatılanların gerçekle ilgisi, edebî türlere göre farklılık
8 E D E B İ Y A T I N T A N I M I , E D E B İ Y A T T E R İ M L E R İ
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
gösterir. Söz gelişi, en modern teknikte işlenmiş roman örneklerinde bile insan, romanda
değişen oranlarda hayatın yansımalarını bulmak ister. Oysa masal karşısında
böyle bir tutumun hiç yeri yoktur ve biz masalda anlatılanları bir başka kavrayış
düzeniyle kabulleniriz.
Edebî gerçek: Edebiyatın gerçeği hepimiz tarafından aynı ölçülerde kavranan gerçek
değildir. Eğer böyle olsaydı, edebî ürünler tekdüze eserler olmaktan kurtulamazdı.
Biz de edebiyatın insanı çok boyutlu algılama ve anlatma gücünden yoksun
kalırdık.
Edebî eserlerin konu edindikleri sorunlar üzerinde etkili olan algılama, kavrama
ve düşünme biçimleri edebî gerçek olarak kabul edilebilir.
Her edebî türün kendine göre bir gerçek anlayışı vardır. Roman, öykü gibi edebî
türlerde daha çok somut olguların belirlediği bir gerçeklik yer alır. Çünkü bu türlerin
varlığı, gerçek dünya ile olan ilişkilerinin yoğunluğuna dayanır.
Buna rağmen, romanla gerçek hayat arasındaki ilişki, hayatın roman tarafından
kopya edilmesini gerektiren bir ilişki değildir. Romanda anlatılanların ne kadar
gerçek hayatta karşılığı bulunursa bulunsun, sonuçta romanın gerçeği, yazar tarafından
uydurulan bir gerçekliktir. En geniş anlamda, edebiyatın gerçeği ile hayatın
gerçeği, büyük oranda benzerlik gösterdikleri durumlarda bile birbirinin
aynı değildir.
Şiirin ise çoğu zaman alışılagelmiş kavrama biçimimizi aşan çok daha karmaşık bir
gerçeklik dünyası vardır.
Edebî türler gibi, edebî şahsiyetlerin de edebî gerçek karşısındaki tutumları birbirinden
farklıdır. Bu farklılık, şair ya da yazarın bireysel özelliklerinden başka, kültürel
ve toplumsal koşulların etkisiyle ortaya çıkar.
Bir edebî eseri doğru anlayabilmek, öncelikle o eserin gerçeği anlatma konusundaki
tutumunu bilmekle mümkündür. Özellikle klâsik gerçeklik anlayışından uzaklaşmış
modern edebiyat metinlerinin çözümlenmesi, okurun özel dikkat ve birikimini
gerektirir. Aksi hâlde, gerçekte değerli olan, fakat kavramakta güçlük çektiğimiz
birçok eseri değersiz bulma gibi bir yanlışa düşebiliriz.
Sanatın bütün alanlarında, yalnızca gördüklerini yansıtma noktasında kalan sanat
ürünleri taklit eserleri olmaktan ileri geçemezler. Oysa gerçek sanat eserleri, sanatçısının
özel yorumuyla biçimlenmiş ve anlam kazanmış eserlerdir. Edebiyat eserleri
de varlık nedenleri olan dış dünyayı yorumlamada gösterdikleri başarıya göre değer
kazanırlar.
Edebî metin: Edebî eserin sahip olması gereken bütün özellikleri taşıdığı hâlde
“eser” olma hacmine ulaşmamış daha küçük çaptaki birimlerdir. Bazen bu iki kav-
E D E B İ Y A T I N T A N I M I , E D E B İ Y A T T E R İ M L E R İ 9
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
ramın birbirinin yerine kullanıldığı da görülür. Edebî metinlerin düşünce dokusu
ve kompozisyonunda gösterilecek özen, edebî eserin bütününün değerli olmasında
temel etkenlerden biridir.
Genellikle üslûpçu yazarlarda bir edebî eserin her parçası, en küçük anlam ünitesi
olarak önem kazanmıştır. Dolayısıyla bu tür çabanın ürünü olan eserler, gereksiz
ayrıntılardan arınmış sağlam bir düşünce örgüsü ve kompozisyon anlayışının
mükemmel örnekleridir.
Bununla birlikte dünya edebiyat çevrelerinde gerçekten büyük şöhret ve değer kazanmış
kimi eserlerde, bir anlam birimi olarak ele alındıklarında değersiz ya da kusurlu
bulunabilecek metinlere de rastlanır. Ancak bunlar, eserin başarısını ve değerini
gölgeleyecek oranlarda değildir.
Edebî sanat: Dil ögeleriyle düşüncenin, şair ya da yazar tarafından bir şekilde kullanılması
ile söz ve düşüncenin aldığı yeni biçimdir. Edebî eseri daha değerli yapmak
için, dilin sanatçı tarafından kullanılışında başvurulan yollar olarak da kabul edilebilir.
Dar anlamda ise daha çok şiirde karşımıza çıkan edebî sanatlar anlaşılır. Söz ve
anlam sanatları olarak iki gruba ayrılan bu edebî sanatların başlıcaları şunlardır:
Teşbih, istiare, kinaye, tevriye, tenasüb, tecahül-i arif, hüsn-i talil, mübalağa, tekrir ve
telmih.
Sanatın temelinde egemen olan nesnelere başka bir biçim verme çabası, edebiyat
eserleri için de geçerlidir. Ancak bu konuda bütün yazar veya şairler, aynı tutum
içinde değillerdir. Bazıları sözün hiçbir süsleme aracına gerek duyulmaksızın edebiyat
eserinde yer almasından yana iken, bazıları dilin anlam imkânlarını, çağrışım
gücünü zenginleştiren bir uygulamadan yanadırlar. İşte edebî sanatlar, bu ikinci
anlayışın sonucu olarak edebiyat eserlerinde yer alırlar.
Edebî metinlerin doğru anlaşılma ve yorumlanması, büyük ölçüde, edebî sanat
kapsamı içinde düşünülebilecek her türlü çabanın dikkate alınmasına bağlıdır.
Çünkü zengin çağrışımlı edebî metinlerin gerçek anlamları, bize yansıyan görüntüsünden
çok daha derinlerdedir.
Edebî şahsiyet: Genel anlamda edebiyatın bir veya birkaç türündeki eserleriyle tanınmış
kimsedir. Ancak bu, bir yazar ya da şairin edebî şahsiyet sayılmasının en az
şartıdır ve yeterli değildir. Daha ileri çerçevede edebî şahsiyet, çağdaşlarından veya
çağlar boyu aynı türde eser vermiş olan kimselerden ayrılan nitelikleriyle dikkati çeken
kişidir. Bir yazarın gerçek bir edebî şahsiyet hâline gelmesinde pek çok faktörün
rolüne yer verilebilir. Zengin bir kültürel dokuya ve toplumsal koşullara sahip toplumların
edebî şahsiyeti besleyen, onun bir değer olarak ortaya çıkmasını kolaylaştıran
bir ortam hazırladıkları düşünülebilir. Fakat bu yapı içerisinde herkes aynı başarının
sahibi olamadığına göre, edebî şahsiyetin gerçekleşme koşullarını daha ileri
noktalarda aramalıdır.
10 E D E B İ Y A T I N T A N I M I , E D E B İ Y A T T E R İ M L E R İ
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Bu nedenle edebî şahsiyet, toplumsal ve kültürel yapının kendisine sunduğu
malzemeyi kendine özgü bir duyarlığın, bakış açısının ürünü hâline getirebilen
ayrıcalıklı insandır.
Fuzulî, Bakî, Nedim, Yahya Kemal, Shakespeare bu anlamda birer edebî şahsiyettir.
Üstün, farklı bir seziş ve ifade etme gücü, edebî şahsiyetin en belirgin niteliklerinden
biridir.
Edebî şahsiyetle eserleri arasındaki ilişkiler, edebiyat araştırmacılarının zaman zaman
üzerinde durdukları konulardan biri olmuştur. Kimileri bu konudaki dikkatlerini
sınırlı tutarken, bazı araştırmacılar da edebiyat eserinin, edebî kişiliğin bir yansıması
olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Nereden bakılırsa bakılsın, bir edebî
eser asgarî ölçülerde kendisinin ortaya çıkmasında tek pay sahibi olan edebî şahsiyetin
damgasını taşır. Bu nedenle, yazar veya şairin özel hayatına ait birtakım olaylar
ve bilgiler eserde yer almış olabilir. Ancak bu konuda ortalama bir yol tutarak
edebî eserin aydınlatılmasına çalışmak, edebiyat araştırmalarının nesnelliği bakımından
gereklidir. Kesin belge ya da bilgiye dayanmadan, edebî eserle edebî şahsiyetler
arasında kurulacak bağlantılar yanıltıcı olabilir.
Edebî tür: Edebiyat, bir “anlatma” sanatıdır ve onun bu özelliği, edebiyat ürünlerinin
biçimini belirler. Edebiyat eserlerinde sözü edilecek duygu, düşünce, hayal ve
davranışlar nesir ve nazım düzeninde olmak üzere iki yoldan anlatılabilir. Anlatmaya
bağlı olarak da en genel anlamda, edebiyat türleri “nazım” ve “nesir” türleri
olarak ikiye ayrılır. Nazım ve nesir düzeninde yazılmış edebiyat metinleri konularına,
anlatım biçimlerine ve tekniklerine göre yeni biçimler alırlar ve bunlara edebî tür
denilir. Şiir, roman, öykü, tiyatro, deneme, eleştiri, anı, günlük, mektup, gezi yazısı ve
hitabet başlıca edebiyat türleridir. Şiir, bütün dünya edebiyatlarının en eski türlerinden
biridir ve çok uzun bir süre, “edebiyat” denildiği zaman yalnızca şiir anlaşılmıştır.
Edebiyatta böylesine köklü bir yer etmiş olan şiirin epik, lirik, didaktik, pastoral şiir
gibi alt türleri vardır. Tiyatro türleri de trajedi (tragedya) ve komedi (komedya) olarak
ikiye ayrılmaktadır.
Her edebî türün, edebiyatın ortak terimleri dışında kullandığı kendine özgü terimleri
de vardır. “Karakter” ya da “bakış açısı” birer roman veya öykü terimidir.
Edebî türler, toplumsal şartların etkisiyle zamanla ya yeni türlere yerini bırakır ya
da bazı değişimlere uğrarlar. Trajedi, Yunan edebiyatının İlkçağda en çok eser verilen
edebiyat türlerinden biri olduğu hâlde, günümüz edebiyatlarında, İlkçağdaki
niteliği ile trajedinin varlığından söz edilemez. Bazen de mektup roman, anı roman
ve günce roman örneklerinde olduğu gibi, herhangi bir edebî türün, başka edebî türlerin
biçimi ile yazıldığı görülür. Manzum hikâye de bu bağlamda düşünülebilir.
Edebî zevk : Edebiyatın sahip olması gereken nitelikleri göz önünde bulundurmak
kaydıyla, edebî eserleri ve şahsiyetleri değerlendirme, aralarında seçme ve derecelendirme
yapabilme yeteneği veya olgunluğudur.
E D E B İ Y A T I N T A N I M I , E D E B İ Y A T T E R İ M L E R İ 11
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Bu anlamda edebî zevk, zengin bir edebî ve kültürel birikime sahip olmakla elde
edilir.
Edebi zevkin, toplumlara, farklı kültür çevrelerine ve bireylerin değer yargılarına
göre değişebileceği söylenebilir.
Karakterler (1688) kitabının yazarı La Bruyere (1645-1696), genel kanaatin aksine,
“zevk” kavramının tartışılabilir bir kavram olduğu inancındadır. La Bruyere’in görüşü
dikkate alınırsa, “ doğada iyilik ya da olgunluk diye bir şey bulunduğuna göre
sanatta da mükemmellik derecesi vardır. Olgun bir zekâ bunu sezer; bu üstün noktayı
hissetmeyen ise zevkli sayılmaz. Öyleyse zevklilik ve zevksizlik diye bir şey
vardır ve üzerinde tartışılabilir.”
Bazı dönemlerde ortaya çıkan veya birtakım oluşumların şartlarıyla sınırlı edebî
zevklerden de söz edilebilir. Fakat bunlar, edebî eser ve şahsiyetler üzerinde yönlendirici
ve eğitici bir etkiye sahip değillerdir.
Edebiyat bilimi: Edebiyatın kuramsal problemleri ve edebiyat araştırmalarının değişik
alanlarıyla ilgilenen bilim dalı ya da bu bilim dallarının genel adıdır. Terimin
kullanımı, Türk edebiyatı araştırmacıları arasında son yıllarda yaygınlık kazanmaya
başlamıştır.
Edebiyat bir sanat olduğu hâlde, onunla ilgili araştırmalar bilim kapsamındadır.
Edebiyat bilimi, araştırma alanına giren her türlü edebî olguyu, bilimsel yöntem
ve tekniklerle ele alır.
Ayrıca edebiyat başka bilim dallarının verileri ve sonuçlarından da yararlanarak,
edebiyat hayatının aydınlatılmasına çalışır.
Edebiyat bilimcisi: Edebiyat biliminin araştırma alanlarından herhangi birinde
araştırmalar yapan kimsedir.
Gerçekte edebiyat bilimcisinin sahip olması gereken nitelikler, edebiyat biliminin
kendisinde var olan niteliklerdir. Bunların başında geleni, edebiyat bilimcisinin
tarafsızlığıdır.
Her dönem, eser ve edebî şahsiyet kısaca edebiyat araştırmalarının konusu olabilecek
her türlü olgu, edebiyat bilimcisinin tarafsızlığını korumasıyla bilimsel çerçevede
aydınlatılabilir. Kişisel tercih ve beğenilerin etkilerinden kurtulamamış edebiyat
araştırmalarıyla, bir milletin edebiyat hayatının gerçek görüntüsünü ortaya çıkarmak
mümkün değildir.
Edebiyat kuramı: Edebiyat ürünlerinin ortaya çıkışında etkili olan faktörlerle, edebiyat
araştırmalarının esas alması gereken düşünce, bakış açısı ve tekniklerin felsefî
boyutlu ifade biçimlerine edebiyat kuramı denir. Yapısalcılık, biçimcilik, anlatımcılık,
12 E D E B İ Y A T I N T A N I M I , E D E B İ Y A T T E R İ M L E R İ
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
yansıtma kuramı, duygusal etki kuramı birer edebiyat kuramıdır. Bu terimin yerine
edebiyat teorisi veya edebiyat nazariyatı denildiği de olur.
Edebiyat kuramları, genel sanat kuramlarından ayrı mıdır?
Edebiyat kuramlarını, genel sanat kuramlarından ayrı düşünmek mümkün değildir.
Genel sanat kuramlarında yer etmiş anlayış ve görüşlerin birçoğu edebiyat kuramları
için de geçerlidir. Edebiyat kuramının bu genel çerçevede düşünülmesi, daha
özel olarak onun düşünce temellerinin zenginleşmesi ve güçlenmesine, yeni bakış
açıları kazanmasına yardım eder.
Batıda köklü bir felsefe geleneğinin olması, edebiyatta felsefe kültürünün yer almasına
yol açmıştır. Bu durum, edebiyat araştırmalarının da felsefî bir bakış açısıyla
yürütülmesi sonucunu doğurmuş, böylece edebiyat kuramlarının köklü bir geleneği
oluşmuştur. Batılı edebiyat araştırmalarında, araştırmayı orijinal yapan, ona yön
veren felsefî bir yaklaşım, araştırmanın her aşamasında varlığını duyurur.
Türk edebiyatı araştırmalarında, edebiyat hayatının değişik konularına ilişkin olarak
kuramsal çerçevede görüşler ifade edilmişse de, bunların sistematik bir birlik ve
düzen dahilinde ortaya konuldukları söylenemez.
Bir edebiyat kuramının, edebiyat araştırmalarında her şeye çare olacağı elbette beklenemez.
Ancak, araştırmaya ruh ve yön veren bir anlayışın varlığının da edebiyat
araştırmalarına sağlayacağı yararlar göz ardı edilemez.
Edebiyat tarihi: Her bilim ya da araştırma alanının, kendi adıyla anılan bir tarihi
vardır. Felsefe tarihi, fizik tarihi, bilim tarihi örneklerinde olduğu gibi. Edebiyat tarihi
de bunlardan biridir.
Edebiyat tarihi, bir milletin edebiyatını doğuşundan başlayarak içinde bulunulan
zamana gelinceye kadar gösterdiği gelişmeleri, karşılaştığı bunalımları, bunların
derece ve niteliklerini nedenleri ve sonuçlarıyla, kronolojik bir düzen içinde
ve nesnel ölçülere göre inceleyen bilim dalıdır.
Edebiyat tarihi, edebiyat biliminin alanlarından biridir. Bu çerçevede düşünülebilecek
bir edebiyat tarihçiliği, edebî eserler aracılığı ile bir milletin kültür ve zihniyet
değişimini ortaya koymak gibi ciddî bir amaç peşindedir.
Edebiyat tarihi araştırmalarının kendine özgü yöntemleri vardır. Batılı anlamdaki
edebiyat tarihçiliğinde bu yöntemler genellikle felsefî bir düşünceden yola çıkarak
oluşmuş yöntemlerdir. Türk edebiyatı tarihçiliğinde böyle bir geleneğin varlığından
söz etmek güçtür.
E D E B İ Y A T I N T A N I M I , E D E B İ Y A T T E R İ M L E R İ 13
?
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Bütün bilim dallarında olduğu gibi, edebiyat tarihinde de tek bir yöntem amaca
ulaşmada yeterli değildir. Araştırmanın konusu ve amacına göre farklı yöntemlerin
birlikte kullanılması kaçınılmazdır.
Edebiyat tarihinin malzemesi nedir?
Edebiyat tarihinin temel malzemesi, değişik çağlarda meydana getirilmiş edebî
eserlerdir. Edebiyat tarihi bu eserler yardımıyla, bir milletin kültür ve medeniyet
hayatını aydınlatmaya çalışır. Onun duygu ve düşünce dünyasına ışık tutar. Milletlerin
hafızası demek olan edebiyat eserlerini ve edebî şahsiyetleri dikkatlere sunarak,
kültürel değerlerin tanınmasını kolaylaştırır. Bu sonuçlara ulaşmak için, edebiyat
tarihi araştırmalarında başta tarih olmak üzere sosyoloji, psikoloji, felsefe, hukuk,
dinler tarihi, kültür tarihi vb. alanların verilerinden yararlanılır.
Türk edebiyatında, batılı anlamda edebiyat tarihi çalışmaları başlamadan önce,
edebiyat tarihi kapsamında düşünülebilecek çalışmalar olarak tezkireler vardı. Alfabetik
olarak düzenlenen tezkirelerde şairlerin hayatı hakkında bilgiler veriliyor,
şiirinin özellikleri genel ve çoğu zaman da klişe hükümlerle değerlendiriliyordu.
Şüphesiz bu çerçevede bile olsa, bu tür çalışmalar edebiyat araştırmaları için yararlı
kaynaklardır. Bugün de tezkireler, özellikle divan edebiyatı araştırmalarının kaynakları
arasında önemli bir yer tutar. Sehî Bey (ö.1548) ve Lâtifî tezkireleri alanının
tanınmış örnekleridir.
Türkiye’de adı edebiyat tarihi olan ya da edebiyat tarihi çerçevesinde tasarlanmış
birçok çalışma yapılmıştır. Ancak bunların pek azı dışında birçoğu yöntem sorununu
dahi aşamamış, edebiyatın kronolojik dökümünü yapmak noktasından ileri geçemeyen
ders kitabı düzeyindeki çalışmalardır.
Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962)’ın bir kültür tarihi olarak da görülebilecek
önemli eseri XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Türkiye’deki edebiyat tarihçiliğinin
değerli örneklerinden biridir.
Edebiyat tarihçisi: Bir milletin edebiyatının tarihi ile ilgilenen, çalışma ve araştırma
alanı olarak bir edebiyatın genel ya da özel bir döneminin edebî olayları, eserleri ve
şahsiyetlerini seçerek araştırmalar yapan bilim adamıdır.
Edebiyatın, insan duygusuna ve beğenisine seslenen bir sanat dalı olması, edebiyat
araştırmalarında ne kadar nesnel olunabileceği sorusunu akla getirmektedir. Gerçekte
bu durum edebiyat tarihçisi ve tarihçiliği için önemli bir problemdir. Çünkü
her okuyucu gibi, edebiyat tarihçisi için de edebî eser ve şahsiyetten gelen birtakım
etkiler söz konusudur. İleri derecede bir etkilenme ise edebiyat araştırmalarının
nesnelliğini ve dolayısıyla başarısını gölgeler. Bu nedenledir ki, edebiyat tarihçisi
olabildiği ölçülerde edebî eser ve olayların etkisinden sıyrılarak, bilim adamı tarafsızlığı
içinde bir milletin edebiyat hayatını aydınlatma sorumluluğu ile karşı karşıyadır.
14 E D E B İ Y A T I N T A N I M I , E D E B İ Y A T T E R İ M L E R İ
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Türkiye’de edebiyat tarihçiliği, Fuat Köprülü (1890-1966)’ye gelinceye kadar, batılı
anlamda bu bilim dalının sahip olması gereken niteliklerden uzak kalmıştır.
Ancak onun çabaları ve araştırmalarıyla, Türk edebiyatının bilimsel anlayış ve yöntemlerle
ele alınması gerektiği düşüncesi yaygınlık kazanmıştır.
Konu: En genel anlamda edebiyat eserlerinde ele alınan durum, duygu düşünce ve
olaylardır. Söz ve yazıyla ifade edilebilecek her şey edebiyatın konusu olabilir. Sanat
eserlerinin her türünde eyleme ve somut olaya dayanan olgular, bu sanat eserlerinin
konusunu oluşturur. Bütün sanat eserlerinin bir konusu ve buna bağlı bir teması
vardır. Çok sıradan bir konusu olan bir eserin, zengin çağrışımlara yol açan bir
teması olabilir. Eserin içeriğini somutlaştırarak olabildiğince gözlenebilir bir duruma
getirmek, konunun yardımıyla gerçekleşir.
Konu eserin dışında bir şeydir ve birçok sanatçı tarafından aynı konu işlenebilir.
Sanatçıya özgü konulardan söz edilemez, ancak bazı konuların kimi sanatçılar tarafından
daha çok tercih edildiği de bilinen bir gerçektir. Örnek olarak bir romancı Osmanlı
Devletinin kuruluşunu konu edinirken, bir başka romancı köy ve köylü sorunlarını
romanına konu seçebilir. Leylâ ve Mecnun konusu da birçok şair tarafından
ele alınmıştır.
Edebî eseri değerli yapan konusu değildir. Aynı şekilde eserin konusunun nesneleri
de eserin değerli sayılmasının nedeni olamaz. Konu ancak tema olarak ele alındıktan,
yani özel bir yorum ve kavrama biçiminin ürünü olduktan sonra bir değer taşır.
Bundan önce eserin dışında ve ham bir malzeme konumundadır. Bununla birlikte
çağrışım zenginliği olan bir kavram ya da nesnenin bir edebî eserde konu edilmesi,
bu niteliklere sahip olmayan kavram ya da nesnelere göre daha kolaydır.
Edebiyat ve sanat eserlerinin konuları, kültürel ve sosyal yapıya bağlı olarak bazı
değişiklikler gösterir. Kültür bunalımı ya da ikileminin yoğun yaşandığı bir dönemde,
kültürel yabancılaşma olgusu edebiyat eserlerinin çokça üzerinde durdukları
bir konu hâline gelebilir. Yine ekonomik şartların insanları olumsuz etkilediği bir
ortamda, ekonomik sorunlar çevresinde odaklanan edebî konular önem kazanabilir.
Bu özel durumlar dışında, her türlü olgunun edebiyat eserlerine konu edilmesinin
belirli bir zamanı yoktur. Yıllarca önce üzerinde durulmuş bir konu, daha sonra
tekrar tekrar ele alınıp işlenebilir.
Konu açısından zengin olan eserlerin, tematik bir değere sahip oldukları her zaman
söylenemez. Polisiye romanlar bu durumun tipik örnekleridir. Çünkü polisiye romanlarda
düşünceye yüklenen özel anlam ve yorumlardan ziyade, insanların merakını
kamçılayan olay ve harekete önem verilir.
Tema veya tem: Bir sanat eserinin merkezinde yer alan temel duygu ve düşünce
demektir. Konu ve ana düşünce ile yakınlığı nedeniyle onlarla karıştırılmaması gere-
E D E B İ Y A T I N T A N I M I , E D E B İ Y A T T E R İ M L E R İ 15
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
ken bir terimdir. Konunun somut nitelikli olmasına karşılık, tema soyut özellikler
gösterir.
Bir eserin teması, onun konusu değildir. Konunun çok özel bir biçimde işlenmiş
ayrıntısıdır.
Ölümün konu edildiği bir eserde “ölüm karşısında duyulan hüzün”, bu eserin teması
olarak ifade edilebilir. Bir şeyin edebiyat eserine konu edilmesi için, bir yazar
veya şairin o konuyu seçmiş olması yeterlidir. Oysa tema, edebî şahsiyetin sanatçı
yönünün, yorumlama gücünün bir göstergesidir.
Tema bütün sanat dallarının ortak terimlerinden biridir.
İnançlar ve kültürel değerler, herhangi bir temanın farklı toplumlarda, hatta aynı
toplumda bile değişik biçimlerde ele alınmasına neden olur. Söz gelişi aşk teması,
edebiyatın bir döneminde ince duyarlıkları ifade ederken, başka bir dönemde
maddî hazların ifade aracı olarak işlenebilir.
Tema bir eserde, insandaki beyin gibidir. Eserde anlatılan her şeyde ve anlatma biçiminde
temanın etkisi vardır. Edebî şahsiyetin eserini yazma amacı, doğrudan doğruya
tema ile ilgilidir. Eğer bir eserin teması doğru belirlenirse, eserin doğru anlaşılma
şansı da artar.
Bir eserin değerini konusu değil teması belirler. Bunun gerçekleşmesi ise, temanın
düşünce dokusu ve yorumlanışı ile ilgilidir. Bir eserin konusunun nasıl yorumlandığı
sorusuna bulunan cevap, temanın belirlenmesinde ipucudur.
Eserin bütününe hakim olan bir tema, iyi işlenmek kaydıyla, eserin sağlam bir kompozisyon
kazanmasında etkili olabilir.
Tema soyuttur ve soyutluğun derecesi edebî şahsiyetin özellikleriyle yakından ilgilidir.
Tema, somut verilerle desteklendiği zaman eserin başarısı artar.
Bir edebî eser veya metin, birden fazla temadan meydana gelebilir. Fakat bunlardan
biri veya birkaçı edebî eser veya metinde daha bir önem kazanmış olarak karşımıza
çıkar. İkinci, üçüncü derecedeki temalar, asıl temayı besler, eseri zenginleştirir. Eserin
daha iyi anlaşılmasını kolaylaştırır.
Ana düşünce (tez): Edebî eserlerde temaya bağlı olarak geliştirilen tutum ve varılan
sonuçtur. Bu kavramın mesaj, ileti sözcükleriyle adlandırılışına da rastlanabilir. Ölüm
teması üzerinde durulan bir şiirde “yaşlılık ve ölüm, insanoğlu için kaçınılmaz
bir sondur” biçiminde ifade edilebilecek bir görüş, bu şiirin tezidir.
Edebî bir eserin tezi, bu örnekte görüldüğü gibi hüküm bildirir. Her edebî eserde tez
açıkça ortaya konmaz ve kavranması okurun özel çabasını gerektirir. Anlatım tek-
16 E D E B İ Y A T I N T A N I M I , E D E B İ Y A T T E R İ M L E R İ
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
nikleri ve içerikleri bakımından kolay kavranamayan edebî eserler bu grupta yer
alırlar.
Tezli roman gibi edebî eserlerde ise yazar, bir düşüncenin okurlarca paylaşılmasını,
daha da önemlisi benimsenmesini istediği için tezini açık ifade etmeye çalışır.
Öğretici (didaktik) eserlerde de teze büyük önem verilir. Çünkü bu tip eserler , okura
bir şeyler öğretme ve onları eğitme amacı güden eserlerdir.
Üslûp (biçem): Tarz, yol, biçim, usul anlamına gelen sözcük, edebiyat terimi olarak,
anlatımda tutulan yol demektir. Bir eseri ya da edebî şahsiyeti başkalarından ayıran
yazma biçimi olarak da anlaşılabilir. Bilindiği üzere, edebiyat eserleri anlatmaya dayanan
eserlerdir ve edebiyat eserlerinde anlatılanların anlatma aracı dildir. Öyleyse
üslûp, dilin özel biçimlerde kullanımı ile yakından ilgili bir terimdir.
Bir yazar veya şair, kendini başkalarından ayıran yazma biçimiyle, yani
üslûbuyla değer ve özellik kazanır.
Bu gerçeği Fransız yazarı Buffon (1707-1788) yıllarca önce “üslûp insanın kendisidir”
sözüyle ifade etmiştir. Bu durumda üslûp sözcük anlamı dille de sınırlı kalmaz;
anlam çerçevesi genişleyerek, eseri farklı kılma amacına yönelik her türlü çaba
üslûp kapsamına girer. Böyle olmakla birlikte, bütün bunların merkezinde edebî
şahsiyetin dille olan ilişkileri yer alır.
Her edebî şahsiyet, sözcük seçiminden, bu sözcükle oluşturduğu yapıya varıncaya
kadar geçen süreçte kendine özgü bir yol izler. Kimi yazarlar çağrışım gücü zengin
sözcükleri kullanırken, kimileri buna çok az yer verirler. Dilin kullanımı yalnızca
sözcük seçimiyle de sınırlı değildir. Yazarın eserindeki anlatım tutumu da
üslûbunun bir parçasıdır. Anlatım tutumu, büyük ölçüde yazar ya da şairin kişisel
özelliklerine bağlıdır. Anlatımda tarafsız, benimsetici, alaycı, eleştirici ya da hicivci
olunması edebî şahsiyetlerin bu yönüyle ilgilidir.
Bir eser ya da edebî şahsiyetin üslûbu üzerinde birçok etkinin varlığı söz konusudur.
Edebî eserin ortaya çıktığı çevreden, edebî şahsiyetin yetiştiği ve beslendiği
kültürel kaynaklara varıncaya kadar birçok etken, bir biçimde edebî eseri biçimlendirir.
Bu bağlamda zengin bir kültürel birikim ve ortam, olgun üslûpların ortaya çıkışını
sağlayan etkenler arasında sayılabilir. Çünkü kültürel zemini yeterince güçlü
çevreler, sanatçının ruhunu beslediği gibi, sanat ürünlerinin biçimlendirilmesinde
de ona sayısız imkânlar sunar.
Bazı dönemlerin, edebî akım ve türlerin de kendine özgü üslûplarından söz edilebilir.
Bu ögeler, bazı dönemlerde benzer duyuş, düşünüş ve ifade ediş ortaklığına dayanan
üslûpların ortaya çıkmasına neden olurlar. Fakat son noktada, üslûbun en
belirleyici temel ögesi edebî şahsiyetlerdir. Edebiyatta gerçekleştirmek istenilen
E D E B İ Y A T I N T A N I M I , E D E B İ Y A T T E R İ M L E R İ 17
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
noktalar bakımından, amaçları önceden belirlenmiş bir edebî topluluk içinde yer almış
olmak bile, üslûbun kişiselliğini ortadan kaldırmaz. Üslûbun kişiselliği ve içtenliği,
onu değerli ve sevimli yapar.
Üslûp, tanınmış bazı yazarların başlıca problemi olmuştur. Bu konuda gösterdikleri
titizlik, neredeyse onların yazma faaliyetlerini engelleme noktasına varmıştır.
Atala (1802) romanının yazarı Chateaubriand (1768-1848) ile Madam Bovary romanının
yazarı Gustave Flaubert (1821-1880)’in bu romanlarının her parçası üzerinde
defalarca çalıştıkları, Flaubert’in en çabuk yazdığı kitabını beş yılda bitirdiği,
haftada en fazla iki sayfa yazdığı söylenir.
Önceleri sade, süslü ve yüksek olmak üzere üslûbun üç çeşidinden söz edilirdi. Bu
ayırımın günümüz üslûp anlayışında hiçbir değeri kalmamıştır.
Basmakalıp ifadelerden, gereksiz tekrar ve süslerden kaçınmak, açık yazma endişesiyle
düşünce ve anlamın inceliklerini gözden kaçırmamak, ritme ve ahenge
dikkat etmek, düşünceyle üslûp arasında uyum sağlamak vb. iyi bir üslûbun
özelliklerindendir.
Genellikle sanat dallarının kullandığı bir terim olmasına rağmen, her alanın kendine
özgü bir üslûbunun varlığından söz edilebilir. Konuşma üslûbu, düşünme üslûbu,
yaşama üslûbu, resmî üslûp gibi.
Özet
Edebiyat, duygu ve düşünceyi en etkili anlatmanın yollarından biridir. Edebiyat bu işlevini,
estetik nitelikli bir dille yerine getirir. Bilimlerin insanı ele alışıyla, sanatların insanı ifade
edişi birbirinden farklıdır. Bir milletin edebiyatının içeriği, o milletin kültürü, gelenekleri ve
değerleriyle yakından ilgilidir.
Edebiyat terimleri, edebiyatla ilgili çabalarımızı daha anlamlı kılar. Bilimsel bilgiye ulaşmada
birlik ve kolaylık sağlar. Edebiyatla doğrudan ilgilenenler kadar, dolaylı ilgileri olanların
da tanıması ve doğru kullanmasında sayısız yararlar vardır. Başlıca edebiyat terimleri
edebî, edebî akım, edebî dil, edebî dönem, edebî metin, edebî sanat, edebî şahsiyet,
edebî tür, edebî zevk, edebiyat bilimi, edebiyat bilimcisi, edebiyat kuramı, edebiyat
tarihçisi, konu, tema, ana düşünce ve üslûptur.
18 E D E B İ Y A T I N T A N I M I , E D E B İ Y A T T E R İ M L E R İ
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını verilen seçenekler arasından bulunuz.
1. Aşağıdaki yargılardan hangisi doğrudur?
A. İnsanların duygu ve düşüncelerini edebiyat yoluyla anlatması kolaydır.
B. Her edebî eser gerçeği konu edinir.
C. Etkileyici ve güzellik duygusu veren bir dil, edebî eseri değerli yapar.
D. Tarihle edebiyat ortak bir konuyu aynı dille işler.
E. Edebiyatın konusu sınırlıdır.
2. Aşağıdakilerden hangisi bir edebiyat terimi değildir?
A. Edebiyat akımı
B. Toplum
C. Edebiyat tarihi
D. Edebiyat bilimi
E. Tema
3. Aşağıdakilerden hangisi edebiyatın amaçları arasında sayılamaz?
A. İnsanı eğitmek.
B. Düşünceyi geliştirmek.
C. Toplumsal sorunları işlemek.
D. Her zaman gerçeği olduğu gibi anlatmak.
E. Kültür birlikteliğinin sağlanmasına katkıda bulunmak.
4. Aşağıdakilerden yanlış olanı bulunuz.
A. Terimlerin bilinmesi ve doğru kullanılması anlaşmayı kolaylaştırır.
B. Her alanın kendine özgü terimleri vardır.
C. Terimleri bilmek, belirli ölçülerde uzmanlığı gerektirir.
D. Herkes terimleri rahatlıkla kullanabilir.
E. Terimler dildeki değişmelerle yakından ilgilidir.
5. Aşağıdakilerden hangisi edebî bir ifade değildir?
A. Hoyrattır bu akşamüstüler daima.
B. Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
C. Ben sana mecburum bilemezsin
D. Öldük, ölümden bir şeyler umarak
E. Sizden önce birisi bir fantezi okudu
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Aktaş, Şerif, Edebiyatta Üslûp ve Problemleri, Akçağ Yayınları, Ankara, 1986.
Aristoteles (Çev. İsmail Tunalı), Poetika, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1983.
E D E B İ Y A T I N T A N I M I , E D E B İ Y A T T E R İ M L E R İ 19
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Bilgegil, M. Kaya, Edebiyat Bilgi ve Teorileri, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1989.
Boynukara, Hasan, Modern Eleştiri Terimleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1997.
Cuddon, J. A., A Dictionary of Literary Terms, 1977.
Kagan, Moissej, Güzellik Bilimi Olarak Sanat ve Estetik, Altın Kitaplar Yayınevi,
Mart, 1982.
Kudret, Cevdet, Örneklerle Edebiyat Bilgileri 1, 2, İnkılâp ve Aka Kitabevi, İstanbul,
1980.
Levend, Agâh Sırrı, Türk Edebiyatı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara,
1973.
Meriç, Cemil, Kırk Ambar, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1980.
Moran, Berna, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, Cem Yayınevi, İstanbul, 1981.
Önertoy, Olcay (v.d), Yazın Terimleri Sözlüğü, Dil Derneği, Ankara, 1998.
Özdemir, Emin, Edebiyat Bilgileri Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1990.
Pospelov, Gennadiy, N., Edebiyat Bilimi, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1984.
Safa, Peyami, Sanat Edebiyat Tenkit, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1970.
Stael, Mme de (Çev.Safiye Hatay-Vahdi Hatay), Edebiyata Dair, MEB. Yayını, İstanbul,
1989.
Todorov, Tzvetan, Yazın Kuramı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995.
Tural , Sadık, Edebiyat Bilimine Katkılar, Ecdad Yayınları, Ankara, 1993.
Wellek, R.- Warren, A. Edebiyat Biliminin Temelleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, Ankara, 1983.
Değerlendirme Sorularının Yanıtları
1. C 2. B 3. D 4. D 5. E
20 E D E B İ Y A T I N T A N I M I , E D E B İ Y A T T E R İ M L E R İ