7 Ekim 2009 Çarşamba

milli edebiyatın doğuşu ve temel nitelikleri

Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Türkçülük düşüncesinin nasıl doğduğunu öğrenecek,
• Genç Kalemler ve Yeni Lisan hareketlerini bilecek,
• Milli Edebiyatı tanıyacak,
• Düşünce hareketleri ile dönem edebiyatları arasındaki ilişkiyi
kavrayacaksınız.
İçindekiler
• Giriş
• Türkçülük (Milliyetçilik) Düşüncesi
• Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hareketi
• Ziya Gökalp'in Dil Anlayışı
• Milli Edebiyatın Nitelikleri
• Özet
• Değerlendirme Soruları
• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
ÜNİTE 3 Millî Edebiyatın Doğuşu,
Temel Nitelikleri
Yazar
Yard. Doç. Dr. Zeliha GÜNEŞ
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Çalışma Önerileri
• Üniteyi dikkatle okuyarak Türkçülük akımının doğuş nedenlerini
çıkarınız.
• Milli Edebiyat akımını hazırlayan grupların özelliklerini sıralayınız.
• Milli Edebiyatın özelliklerini tartışınız.
• Ünite sonundaki kaynaklara ulaşarak bilgilerinizi destekleyiniz.
• Ünite sonundaki soruları yanıtlayınız.
• Yanıtlayamadıklarınızı üniteden bir kez daha çalışınız.
• Üniteden siz de benzer sorular çıkartınız.
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
1. Giriş
Bildiğiniz gibi, Tanzimat döneminde, Türk toplumu hızlı bir batılılaşma hareketi
içine girmiştir. İmparatorluk dağılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu tehlike "Osmancılık"
düşüncesinin gelişmesine yol açmıştır. Bu düşünce devlet yönetimince,
özellikle II. Abdülhamit tarafından da desteklenmiştir.
Öte yandan 1856'da Islahat Fermanının Hiristiyanlara yeni haklar tanıması, müslümanlar
arasında tepkiye yol açmıştır. Böylece İmparatorluk içindeki müslümanları
gözeten "İslamcılık" düşüncesi ortaya çıkmıştır. İslamcılık, II. Meşrutiyet döneminde
daha da gelişmiş ve Mehmet Akif'in temsilciliğiyle edebiyata yansımıştır.
Ali Suari, Ahmet Vefik Paşa, Süleyman Paşa gibi kimi aydınlar ise başka bir düşünceyi
işlemeye başlamışlardır. "Türkçülük, başka bir deyişle "Milliyetçilik".
2. Türkçülük (Milliyetçilik) Düşüncesi
Tanzimat'tan önce, Türk deyince Osmanlı İmparatorluğundaki Türkler anlışılmıştır.
Tanzimat döneminde ise sözcüğün anlamı genişlemiş; dünyada yaşayan bütün
Türkler için kullanılmaya başlanmıştır. Pek çok aydın, edebiyatçı, dildeki Arapça ve
Farsça etkisinden yakınmıştır. Türk dili üzerine sesini ilk yükselten aydınlardan biri
Ali Suavi'dir. Ali Suavi, Türkçenin dünyanın en eski ve en zengin dillerinden biri olduğunu
öne sürmüştür. Arapça, Farsça kuralların dilden çıkarılmasını, yazılarda
kısa cümleler kullanılmasını; ezanın, hutbelerin, namaz surelerinin Türkçeleştirilmesini
istemiştir.
1876'da Abdülhamit'in tahta çıkması, ardından Meclis-i Mebusan'ı kapatması ile
başlayan istibdat yönetimi, Türkçülük akımının uzun bir durgunluk dönemine girmesine
yol açar. 1896'dan sonra Türkçülük düşüncesi gelişmesini sürdüren Ahmet
Cevdet'in çıkardığı İkdam gazetesinde başlığın altına "Türk gazetesidir" sözü
eklenir. İkdam'da bu düşünceyi destekleyen yazıların yanı sıra Osmanlıca-Türkçe
tartışmalarına yer verilir. Selânikte çıkan Çocuk Bahçesi adlı dergide de Mehmet
Emin, Rıza Tevfik gibi şairler yalın bir Türkçeyi ve hece ölçüsünü savunurlar. Onların
karşısında ise Osmanlıcayı ve aruzu savunan Hüseyin Cahit, Ömer Naci gibi
edebiyatçılar vardır.
Bunlar üzerine hükümet dil tartışmalarını yasaklar. Fakat bilginler, aydınlar
Türk tarihi ve dili üzerine çalışmalarını sürdürürler.
Özellikle Abdülhamit istibdatı yüzünden yurt dışına giden aydınlar, oralarda yayınlar
yaparak bu düşünceyi işlemekten geri durmazlar. Akçuralı Yusuf (1879-
1935), Kahire'de Üç Tarz-ı siyaset (Osmancılık-İslamcılık-Türkçülük) adıyla önemli
bir kitap yayımları (1907)
M İ L L İ E D E B İ Y A T I N D O Ğ U Ş U , T E M E L N İ T E L İ K L E R İ 37
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Türkçülük düşüncesi, Balkan Savaşına dek, daha çok kültürel alanda etkili olmuş;
edebiyatçılar ve fikir adamlarınca işlenmişti. Ancak 1912'de Balkan Savaşının yenilgiyle
sonuçlanması üzerine siyasal alanda da kendini göstermiştir. Balkan yenilgisiyle
İmparatorluktaki hristiyanların milliyetlerinin farkına vararak teker teker
kopmaya başlamaları Osmancılık düşüncesinin yanlışlığını ortaya koydu. Öte yandan
Arnavutlar ve Araplar arasındaki ayaklanmalar İslamcılığın da kurtuluş için
çözüm olmadığını gösterdi. 19. yüzyılda Avrupa'ya egemen olan milliyetçilik düşüncesine
koşut olarak, Osmanlı İmparatorluğunda Türkçülük akımı ivme kazanmaya
başladı.
Türkçüler, ilk olarak 1908'de "Türk Derneği" adında bir dernek kurdular.
Kurucuları arasında Akçuraoğlu Yusuf, Ahmet Mithat, Necip Asım, Rıza Tevfik
gibi adların bulunduğu dernek, 1911'de aynı adla bir dergi çıkardı. Bu derginin ilk
sayısında "Türk Derneği Beyannamesi" başlığı altında, dilin yalınlaştırılması için
yapılması gerekenleri madde madde açıkladılar. Bunlardan kısa şu noktalar vurgulanıyordu:
• Osmanlı Türkçesinin bütün Osmanlılar arasında kullanılan ulusal bir dil olabilmesi
için, Türk dilinin nitelikleri ortaya konacak, geçirdiği değişme evreleri
araştırılacaktır.
• Dildeki Arapça ve Farsça sözcükler atılmayacak; ancak Türkçe karşılıkları
bulunanlar kullanılmayacaktır.
• Derneğin yayınlarında en yalın Osmanlı Türkçesi kullanılacaktır.
• Resmi yazışmalarda, ilân ve levhalarda halkın kolaylıkla anlayabileceği bir
Türkçenin kullanılması hükümetten istenecektir.
Bu düşünceler uygulanabildi mi?
Bu düşünceler istenen biçimde uygulamaya geçirilememiştir. Ancak daha sonraki
dilde yalınlaşma için bir adım olduğu açıktır. 1911'de Mehmet Emin'in başkanlığında
"Türk Yurdu" derneği kuruldu. Bu dernek de kendi adıyla bir dergi çıkardı. Daha
sonra da en uzun süre yaşayan, Türkiye'de milliyetçiliğin gelişmesinde en etkili dernek
olan "Türk Ocağı" kurulur. Ayrıca halkın düzeyine inmeyi amaçlayan bir dergi
çıkarılır: Halka Doğru (1913). İktidardaki İttihat ve Terakki Partisi de bu hareketi desteklemektedir.
Böylece milliyetçilik hareketi hızla gelişir.
3. Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hareketi
Milliyetçiliğin dil ve edebiyatla ilişkisi, 1911'de Selânik'te çıkmaya başlayan Genç
Kalemler adlı dergi ile kurulmuştur. Derneginin başında Ömer Seyfettin ve Ali
Canip bulunmaktadır.
"Milli edebiyat" adı ilk kez Genç Kalemler'de kullanılır.
38 M İ L L İ E D E B İ Y A T I N D O Ğ U Ş U , T E M E L N İ T E L İ K L E R İ
?
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Ömer Seyfettin'in Mektubu
"Sevgili Cânib Bey, 15 Kânunisâni 1326. Yakorit
Cevâbınızı almadan işte ben size yazıyorum. Size bir teklifim var. Kanaatlerineze pek yakın
olduğu için hemen kâbul edeceksiniz sanıyorum. Bakınız ne! Biraz izâh edeyim:
Edebiyattan nefret ettiğimi ve bu nefretimin iğrenç, tiksindirici bir nefret olduğunu yazmıştım.
Bu nefretim edebiyata olmaktan ziyâde, lisânadır. Bizim lisânımız-her zaman düşündüğümüz
gibi-berbâd, perişan; fenne, mantığa muhâlif bir lisândır. Garp edebiyâtını biraz tanıyan,
mümkün değil bu nefretten kurtulamaz.
Bu lisânı zaman ve vâkıfâne bir sa'y tasfiye eder. Ben işte edebiyattan vazgeçtikten sonra tetebbu
edeceğim fenlere, ilimlere çalışırken bu tasfiyeye yardım edeceğim. "..............." ve
”..............." gibi nura, hakikate muhtaç Türkleri Asya'nın karanlıklarına götürmeye çalışacağım.
Sa'yimin esasını teşkil edecek noktalar pek basit: Arapça ve Farsça terkiplerin hiç
lüzûmu yoktur. Bunlar ancak süs içindir. Kimin gösterecek, teşhir edecek fikri yoksa onları
çok kullanılır. Eğer terkipler terk olunursa tasfiyede büyük bir adım atılmış olmaz mı?
Bunu yalnızca başaramam. Geliniz Cânim Bey, edebiyatta, lisânda bir ihtilâl vücuda getirelim.
Ah büyük fikir, sa'y sebhat ister...
Ömer Seyfeddin
Ulusal (milli) bir edebiyat yaratma görevini üzerine alan dergi, böyle bir edebiyat
için önce dilin ulusallaştırılması (millileştirilmesi) gerektiği gerçeğini ortaya çıkarır.
Genç Kalemler'in üyeleri derginin "Yeni Lisan" başlıklı ünlü başyazısında, dilin yalınlaştırılarak
Osmanlıcadan kurtarılması gerektiğini öne sürerler.
Bunun koşullarını madde madde açıklarlar.
• Türkçede kullanılan Arapça ve Farsça dilbilgisi kuralları kaldırılmalı;
• Türkçeye girmiş Arapça sözcükler Arapça dilbilgisi değerlerine göre değil,
Türkçedeki kullanışlarına göre dikkate alınmalı;
• Arapça ve Farsça sözcükler asıllarındaki söylenişlerine değil, Türkçedeki
söylenişlerine göre yazılmalı;
• Konuşma diline girmiş Arapça ve Farsça sözcükler atılmamalı, bilimsel terimlerde
Arapça kullanılmasında sakınca görmemeli;
• Başka Türk lehçelerinden sözcük alınmamalı;
• Konuşmada İstanbul ağzına uyulmalıdır.
Genç Kalemler'in genç üyeleri dilin böylece yalınlaşacağını düşünmektedirler. Bu
hareketin başında Ömer Seyfettin, edebiyat ile dili birbirinden ayırmaz. Zamanın
edebiyatının ulusal olmayışına neden olarak eski ve yapay dili gösterir. Gereksiz yabancı
kuralların dili hasta ettiğini öne sürer. Bu yüzden genç edebiyatçılardan, bu
hasta, yapay dilden uzaklaşmalarını ister. Ömer Seyfettin'e göre ulusal bir edebiya-
M İ L L İ E D E B İ Y A T I N D O Ğ U Ş U , T E M E L N İ T E L İ K L E R İ 39
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
tı, ancak bu dilden uzaklaşan edebiyatçılar oluşturabilir. Ayrıca edebiyatın konusununda
halkın yaşayışından alınması gerektiğini öne sürerler. Çünkü Tanzimat'a
dek İran'ın taklitçisi olan Türk edebiyatı, Tanzimat'tan sonra da Batının taklitçisi olmuştur.
Artık bunlardan kurtularak, yaratma aşamasına geçmek ve Türk halkının
yaşayışına yönelmek gerekmektedir. Şiirde Genç Kalemler ile Fecr-i Ati arasında
önemli bir ayrım yoktur. Çünkü Genç Kalemler'in şairleri "estetik bir haz" aracı saydıkları
şiirde Fecr-i Aticiler gibi bireyci anlayışı sürdürürler. Sonraları aruz yerine
hece ölçüsünü getirirlerse de hecenin benimsenmesi uzun bir süre almıştır.
Bu harekete Servet-i Fünuncular, Fecr-i Aticiler büyük bir tepki gösterirler.
Başta Köprülüzade Mehmet Fuat Süleyman Nazif, Cenap Şehabettin ve Yakup
Kadri olmak üzere birçok yazar, sert bir eleştiriye girişirler. Çünkü bu kişiler, sanat
eserlerinin uluslararası olması nedeniyle edebiyatın ulusal olamayacağını düşünmektedirler.
Yeni Lisan'ın de edebiyat dili değil, bilim dili olabileceğini öne sürerler.
Yakup Kadri, sanatın kişisel ve saygıdeğer olduğu görüşündedir. Bu yüzden dildeki
yalınlaşmaya kesinlikle karşı çıkar. Fakat bir yıl süren tartışmaların sonunda
Hamdullah Suphi, Celâl Sahir, Yakup Kadri, Köprülüzade Mehmet Fuat, Refik
Halit, Yeni Lisan hareketini kabul ettiklerini bildirirler. Genç Kalemler 1912'de kapanmış,
yazarları da İstanbul'a gitmişlerdir. Balkan yenilgisinin kendilerini doğruladığını
görerek, Millî edebiyat hareketini Türk Yurdu gibi öteki milliyetçi dergilerdeki
yazılarıyla sürdürmüşlerdir. Yeni yetişen gençlerin de katılmasıyla Millî edebiyat
akımı genişleyerek, edebiyatımızın yeni bir döneme girdiğini gösterir.
40 M İ L L İ E D E B İ Y A T I N D O Ğ U Ş U , T E M E L N İ T E L İ K L E R İ
Genç Kalemler Dergisinin İç Kapağı
!
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
4. Ziya Gökalp'in Dil Anlayışı
Ünlü düşünür Ziya Gökalp (1876-1924), önceleri Bütün Türkçülük görüşünü benimsemiş;
yazılarıyla, şiirleriyle, üniversitede verdiği derslerle geniş bir kitleye düşüncelerini
aktarmıştır. Genç Kalemler'de yayımladığı Turan adlı şiiri, Gökalp'in düşüncelerini
yansıtmasıyla dikkati çekmiştir. Fakat Gökalp, Türkiye'nin varlığını
tehlikeye düşürebileceğini anlayarak Turancı anlayıştan vazgeçer. Aşırılıktan uzak,
ırkçılığa karşı bir milliyetçilik anlayışında karar kılar.
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı kitabının bir bölümünü Türk dili ve edebiyatına
ayırmıştır.
Eskiden beri tartışılan dil konusunda öne sürülen düşüncelerden uygun bulduklarını
ilkeleştirmiştir. Bunlardan öne çıkanları şöyle belirtebiliriz:
• Ulusal bir dilin oluşturulabilmesi için halk edebiyatında kullanılan dil alınacak;
• Yazıda İstanbul hanımlarının konuştuğu dil kullanılacak;
• Halk dilinde Türkçe karşılığı olan Arapça, Farsça sözcükler, tanımlamalar
atılacak;
• Halkın diline girmiş Arapça, Farsça sözcükler korunacak; bunların yerine eski
Türkçeden dönmüş sözcükler alınmayacaktır.
• Yeni terimler gerektiğinde, halkın dilinde bulunmadığı zaman -tamlama olmamak
koşuluyla- Arapça ve Farsça sözcükler alınabilecektir.
Gördüğünüz gibi, Ziya Gökalp dil konusunda ılımlı bir yol izlemiştir. Osmanlıcaya
karşı çıkmakla birlikte, dilin parçası olmuş yabancı kökenli sözcüklerin korunması
gerektiğini savunmuştur.
Örnek:
YAZI DİLİ VE KONUŞMA DİLİ
Türkiye'nin millî dili "İstanbul Türkçei"dir; buna şüphe yok! Fakat, İstanbul'da iki Türkçe
var: Biri konuşulup da yazılamayan "İstanbul lehçesi", diğeri yazılıp da konuşulmayan
"Osmanlı lisanı"dır. Acaba, millî dilimiz bunlardan hangisi olacaktır?
Bu suale cevap vermeden, dilimizi, başka dillerle mukayese edelim: Başka diller de, milletlerinin
başkentlerine âit dillerdir. Fakat, başka başkentlerin hepsinde, konuşulan dille yazılan dil
aynı şeydir. Demek ki, konuşma diliyle yazı dilinin birbirinden başka olması, sırf İstanbul'a
mahsus bir haldir. Bütün milletlerde bulunmayıp da yalnız bir millette tesadüf edilen bir hal
normal olabilir mi? O halde, İstanbul'da gördüğümüz bu ikilik bir dil hastalığıdır.
Her hastalık tedavi edilir; o halde, bu hastalığın da tedavisi lâzımdır. Fakat bu tedaviyi yapabilmek,
yani dildeki ikiliği ortadan kaldırmak için, şu iki şeyden birini yapmak lâzımdır: Ya,
yazı dilini aynı zamanda konuşma dili haline getirmek, yahut konuşma dilini aynı zamanda
yazı dili haline koymak.
M İ L L İ E D E B İ Y A T I N D O Ğ U Ş U , T E M E L N İ T E L İ K L E R İ 41
!
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Bu iki şıktan birincisi mümkün değildir; çünkü, İstanbul'da yazılan dil, tabiî bir dil değil, Esperanto
gibi sun‘î bir dildir. Arapça, Acemce ve Türkçenin sözlüklerini, gramerlerini, sentakslarını
birleştirmekle husule gelen bu Osmanlı Esperantosu nasıl konuşma dili olabilsin?
Her mânâ için en az üç anlamlı kelime, her terkip için en az üç şekil, her edat için en az üç lâfız
bulunan bu sun'î lüzumsuzluklar halitası nasıl canlı bir dil haline girebilsin?
Demek ki, İstanbul'da yazı dilinin konuşma dili haline geçmesi mümkün değil. Bunun
mümkün olmadığı, yüzyıllarca uğraşıldığı halde, başarıya ulaşılamamış olmasından
bellidir. Farzımuhal olarak birtakım müstebitçe kanunlarla İstanbul ahalisi, bu acayip yazı
diliyle konuşmağa başlamış olsaydı bile, yine bu yazı dili, gerçekten millî dil olamazdı. Çünkü
onu, konuşma dili olarak, yalnız İstanbul'un değil, bütün Türkiye'nin kabul etmesi lâzım
gelirdi. Bu kadar büyük bir cemiyete ise, zorla, hiç bir şey kabul ettirilemezdi.
O halde, yalnız bir şık kalıyor: Konuşma dilini yazarak yazı dili haline getirmek!
Zaten halk muharrirleri, bu işi eskiden beri yapıyorlardı. Osmanlı edebiyatının yanında,
halk diliyle yazılmış bir Türk edebiyatı altı, yedi yüzyıldan beri mevcuttu. Demek ki, dil ikiliğini
kaldırmak için, yeniden hiç bir şey yapmağa lüzum yoktu. Osmanlı dilini hiç yokmuş gibi
bir tarafa atarak, halk edebiyatına temel vazifesini gören Türk dilini aynıyle millî dil saymak
kâfi idi: işte Türkçüler, dilimizdeki ikiliği kaldırmak için, şu prensibi kabul etmekle yetindiler:
İstanbul halkının ve bilhassa İstanbul hanımlarının konuştukları dili yazmak. bu
suretle yazılacak olan İstanbul'un konuşma diline «Yeni Lisan», sonra «Güzel Türkçe», daha
sonra «Yeni Türkçe» adları verildi.
5. Millî Edebiyatın Temel Nitelikleri
1911'de Genç Kalemler dergisinin genç yazarlarınca başlatılan Yeni Lisan hareketi gelişerek
Millî Edebiyat akımı başlatılmıştır. Ulusal bir dil ve edebiyatın geliştirilmesinin
amaçlandığı bu dönem, yeni Türk edebiyatının önemli bir aşamasını oluşturmuştur
"Millî Edebiyat" adını almış olan bu dönemin belli başlı nitelikleri nelerdir?
• Konuşma dilini yazı diline döndürme düşüncesi zamanın yazarlarının büyük
çoğunluğunca benimsenmiş; böylece Osmanlıcadan Türkçeye dönülmüştür.
• Şiirde Halk edebiyatı nazım biçimlerinden yararlanılmış; aruz ölçüsünden
heceye geçilmiştir. Ancak bir geçiş dönemi özelliği olarak, zaman zaman her
ikisi de kullanılmıştır.
• Halkın yaşamı edebî eserlere konu edilmiştir. O zamana dek olayların geçtiği
yer hep İstanbul iken, yazarlar artık İstanbul dışına da eğilmeye başlamışlardır.
• Ayrıca Türk tarihi ve gelenekler de yeniden canlandırılmaya çalışılmıştır.
Süleyman Nazif, Cenap Şehabettin, Ali Kemal gibi birkaç muhalif dışında zamanın
bütün şair ve yazarları Millî Edebiyat hareketine katılmışlardır. Edebiyatın ulu-
42 M İ L L İ E D E B İ Y A T I N D O Ğ U Ş U , T E M E L N İ T E L İ K L E R İ
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
sallaştırılması çabası büyük ölçüde amacına ulaşmıştır. 1923'te Türkiye Cumhuriyeti
kurulurken, ağır bir edebî dil yerine konuşma dili kullanılmaya ve halkın yaşayışı,
sorunları konu edilmeye başlanmıştır.
Özet
Tanzimat dönemine kadar "Türk" terimi, Osmanlı İmparatorluğundaki Türkleri,
Tanzimat döneminde "Türk" terimi bütün Türkleri karşılar olmuştur. Dildeki Arapça
Farsça sözcüklerin atılmasını; ezanın hutbelerin, namazdaki surelerin Türkçe olmasını,
yazıda kısa cümleler kullanılmasını ilk öneren Ali Suavi'dir. Osmanlıca'yı
savunanlar da olunca hükümet dil tartışmalarını yasaklar. Akçuralı Yusuf ve onun
gibi düşünenler yayınlarını yurt dışında yaparlar. 1908'de Türk Derneği kurulur.
1911'de derneğin dil üzerindeki ilkeleri bir beyanname ile açıklanır. Aynı yıl Türk
Yurdu derneği kurulur. Onu Türk Ocağı izler.
1912'deki Balkan yenilgisi, siyasileri Osmanlıcılıktan Milliyetçiliğe çeker. İttihat ve
Terakki Partisi bu hareketi destekler.
1911'de Selânik'te çıkarılan Genç Kalemler dergisi yazarları edebiyatın ulusallaşması
için önce dilin ulusallaşması tezinden hareketle konularını da halka dayandırırlar.
Onlar ne doğunun ne de batının taklitçisi olmak istemezler. Bu görüşe sanatın
evrenselliğini savunan Servet-i Fünuncular ile Fecr-i Atici'ler karşı çıkar. Bir yıl sonra
onlar da ulusal görüşü desteklemeye başlarlar.
Milli görüşü destekleyenlerden birisi de Ziya Gökalp'tir. Önce Turancılık görüşünü
savunur, sonra bu aşırılığın zararlı olabileceğini düşünerek Türkiye Türkçülüğünü
benimser. İlkelerini Türkçülüğün Esasları adlı bir kitapta toplar. Bu kitabın bir bölümünü
de Türk Dili ve Edebiyatına ayırır. Birçok dilci ve edebiyatçıyı bu amaçta birleştirmeyi
başarır. Cumhuriyet kurulurken konuşma dilini ilke edinmiş, halkın sorunlarını
konu edinen bir edebiyat hazırdır.
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını seçenekler arasından bulunuz.
1. Siyasilerin önce Türkçülük akımına karşı çıktıkları halde, sonradan desteklemelerinin
nedeni nedir?
A. Edebiyatçı siyaset adamları vardı.
B. Balkan Savaşı'ndaki yenilgi hem Osmanlıcılık, hem İslâmcılık düşüncesinin
yanlışlığını ortaya koydu.
C. II. Abdülhamit Osmanlıcılık düşüncesini desteklediği için.
D. II. Meşrutiyet ilân edilmişti.
E. 1876'da Meclis-i Mebusan kapatılmıştı.
M İ L L İ E D E B İ Y A T I N D O Ğ U Ş U , T E M E L N İ T E L İ K L E R İ 43
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
2. İkdam gazetesini kim çıkarmıştır?
A. Ahmet Vefik Paşa
B. Ali Suavi
C. Ahmet Cevdet Paşa
D. Akçuralı Yusuf
E. Mehmet Emin.
3. Milli Edebiyat adı, ilk kez nerede kullanıldı?
A. Tasvir-i Efkâr Gazetesinde
B. Çocuk Bahçesi Dergisi'nde
C. Halka Doğru Dergisi'nde
D. İkdam Gazetesinde
E. Genç Kalemler Dergisi'nde
4. Aşağıdaki ilkelerden hangisi Genç Kalemler Dergisi'nde yayınlanan Yeni Lisan'da
yer almaz?
A. Türkçede kullanılan Arapça, Farsça dilbilgisi kuralları kaldırılmalı,
B. Derneğin yayınlarında en yalın Osmanlı Türkçesi kullanılmalı,
C. Başka Türk Lehçelerinden sözcük alınmamalı,
D. Konuşmada İstanbul ağzına uyulmalı,
E. Konuşma dilindeki Arapça, Farsça sözcükler atılmamalı.
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Akyüz, Kenan. Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri 1, Ankara, 1979.
Bilim, Kültür ve Öğrenim Dili Olarak Türkçe, Atatürk'ün Yüzüncü Doğum Yılı
Yayınları, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara, 1978.
Enginün, İnci. Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul, 1991.
Öksüz, Yusuf Ziya. Türkçenin Sadeleşme Tarihi Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hareketi,
Ankara, 1995, s.79.
Ziya, Gökalp. Türkçülüğün Esasları, İstanbul, 1972.
44 M İ L L İ E D E B İ Y A T I N D O Ğ U Ş U , T E M E L N İ T E L İ K L E R İ