7 Ekim 2009 Çarşamba

türk destanları

Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Destanın dilimizdeki anlamını öğrenecek,
• Türk destanlarının hangileri olduğu konusunda bilgi sahibi
olacak,
• İslamiyet öncesi Türk destanlarından Türeyiş, Alp Er Tunga ve
Göç destanları hakkında bilgilenecek,
• İslamiyet sonrası Türk destanları hakkında bilgi sahibi olacaksınız.
İçindekiler
• Giriş
• Yaradılış Destanı
• Alp Er Tunga Destanı
• Şu Destanı
• Oğuz Kağan Destanı
• Ergenekon Destanı
• Bozkurt Destanı
• Türeyiş Destanı
• Göç Destanı
• Saltuk Buğra Han Destanı
ÜNİTE 4 Türk Destanları
Yazar
Metin TURAN
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
• Manas Destanı
• Özet
• Değerlendirme Soruları
• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Çalışma Önerileri
• Bu ünitede kısaca yer alan destanların tamamını okumaya çalışarak
bilginizi zenginleştiriniz.
• Kaynakçada yer alan kitaplardan da yararlanarak, özellikle Ergenekon
Destanı ile Manas Destanını inceleyerek, destanları karşılaştırmaya
çalışınız.
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
1. Giriş
Aslı Farsça olan destan (dâstân, destân), Fransızca épopée ,Yunanca epos şiir karşılığıdır.
Destan; kak, Batır, Batur, Buka, Bukadır, Bahadır, Boğa, Böke, Yiğit, Cigit,
Koç, Koçkar, Arslan, Kaplan, Pars, Ejder ve kahramanlık kavramlarının, epik karekterli
bir yaşayışın zaman, yer ve olaylar içindeki yansımalarının olay örgüsü ile biçimlendirilmiş
anlatımlarıdır.
Türkçede destan, hem legende hem epope karşılığıdır. Ayrıca Anadolu'da Türk
edebiyatında sosyal, tarihi ve mizahi konularda söylenen ulusal bir nazım şeklinin
ve çeşidinin de adı destandır.
Destanlar, ulusların, özellikle tarih yazımının henüz yaşam bulmadığı dönemlerine
ışık tutmaları bakımından önemlidirler. Ayrıca, ulusların tarih sahnesine çıkışlarını,
komşularıyla olan ilişkilerini ve kendi kültür dokularını var eden değerleri anlamak
bakımından da önemli kaynaklardır.
Sözlü kültür ürünü oldukları ve yazıya geç geçirildikleri için, destanların tamamı
konusunda bilgimiz sınırlıdır. Eski Türk destanlarının bugün elimizde bulunan
parçaları çeşitli kaynaklardan derlenmiştir. Bunlardan bir kısmı, Türk araştırıcılar
tarafından, doğrudan doğruya halk dilinde hâlâ yaşayan destanların derlenip yazılmasıyla
elde edilmiş, bir kısmı ise eski Çin, Arap, İran, Bizans ve Batı kaynaklarında
bulunmuştur.
Türk destanlarını İslamiyet öncesi ve İslamiyet sonrası diye iki bölümde değerlendirmek
olasıdır. Böyle bir tasnifte, İslamiyet öncesi Türk destanları arasında şunları
sayabiliriz: Yaradılış Destanı, Alp Er Tunga Destanı, Şu Destanı, Oğuz Kağan Destanı,
Bozkurt Destanı, Ergenekon Destanı, Türeyiş Destanı, Atilla Destanı, Göç Destanı.
İslamiyet sonrası Türk destanları arasında ise; Saltuk Buğra Han Destanı, Manas Destanı,
Timur Destanı, Battalgazi Destanı, Danişment Gazi Destanı, Dede Korkut Destanları,
Genç Osman Destanı, Köroğlu Destanı sayılabilir.
Bugüne değin yapılan çalışmalarla adları ve kimi parçaları belirlenen Türk destanlarının
toplamı iki yüz dolayındadır. Türk destanlarının belli başlı niteliklerini görmeye
çalıştığımızda karşımıza, çoğu kez, kadın kişiliğinde odaklanmış bir güzellik,
yiğitliğin, tarihin her döneminde başüstünde tutulmuşluğu, atın ve bozkurdun insana
sadık bir yoldaş olması, kurdun ana, baba ve hatta tanrı olması, yurt kabul edilen
coğrafyanın kutsallığı gibi unsurlar çıkar.
T Ü R K D E S T A N L A R I 45
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
2. Yaradılış Destanı
2.1. Destan Hakkında Bilgi
Evrenin yaratılışını, iyilik ve kötülüğün kaynaklarını, evrendeki düzeni konu edinen
Yaradılış Destanı, XIX. yüzyılda Prof. W. Radloff tarafından Altay Türkleri arasında
derlenmiştir. Yaradılış Destanı, Türkler tarafından kabul edilmiş eski ve yeni
dinlerin, özellikle de şamanizmin izlerini taşır. Şamanizm, başta Türkler ve Moğollar
olmak üzere, genellikle eski Sibirya kavimleri arasında ortak bir dindir. Totem
dininden sonra Türkler arasında yayılan ilk önemli inanış Şamanizmdir. Bu dine
göre, dünyada ölen iyi ruhlar bir kuş kılığına girerek iyilik derecelerine göre gökteki
ışık âlemine; kötü ruhlar ise kötülüklerinin derecesine göre yer altında karanlıklar
alemine giderler. Yaradılış Destanı, Türk mitolojisi, düşüncesi ve inancı bakımından
önemli izler taşır.
2.2. Yaradılış Destanının Özeti
Daha hiçbir şey yokken, Tanrı Kayra Han'la uçsuz bucaksız su vardı. Ay, güneş, toprak yoktu.
Tanrı Kayra Han'ın canı sıkılıyordu. O, yalnızlık içinde iken su dalgalandı. Ak Ana Akine,
Tanrıya "Yarat!" dedi, yine suya gömüldü. Bunun üzerine Kayra Han, kendine benzer
bir varlık yaratarak "Kişi" adını verdi.
Kayra Han'la Kişi, sonsuz suyun üzerinde iki siyah kaz gibi rahatça uçmaya koyuldular.
Ancak Kişi, kendisini yaratandan daha yüksekte uçmak istedi. Ama uçamadı. Suya düştü.
Boğulmak üzereyken Tanrı'ya yalvardı. Kayra Han "Yükselt!" emrini veri. Kişi batmaktan
ve boğulmaktan kurtuldu.
Tanrı Kayra Han, dünyayı yaratmayı düşündü. Kişi'ye, "Suya dal, toprak çıkar!" emrini
verdi. Fakat Kişi bu sefer de kötülükler düşündü. Toprağın bir kısmını ağzında sakladı. Kendine
göre bir yer yaratacaktı. Avucundaki toprağı su yüzüne serpince Tanrı, toprağa "Büyü"
emrini verdi. Bu toprak dünya oldu. Fakat bu emirle Kişi'nin ağzındaki topak da büyümeye
başladı. Kişi, Tanrı'ya yalvardı. Tanrı "Tükür!" buyurdu. Kişi'nin ağzından dökülen ıslak
toprak yeryüzüne serpildi. Yeryüzünde tepecikler oluştu. Buna kızan Tanrı, Kişi'yi kendi
aleminden kovdu ve ona Erlik (Şeytan) adını verdi.
Yerde dokuz dallı bir ağaç bitti. Tanrı her dalın altında ayrı bir adam yarattı ve "Dokuz millet
olsun!" dedi. Erlik bu insanları kıskandı. Onları kötülüğe sürükledi. Erlik yeniden lanetlendi.
Toprak altındaki karanlıklar aleminin üçüncü katına sürüldü. Tanrı kendisi için de göğün
on yedinci katında bir nûr alemi yaratarak oraya çekildi. İnsanların büsbütün başıboş kalmaması
için onlara da Gök Oğul'u (Maytere) gönderdi.
Erlik, Kayra Han'ın katına çıkmak istedi. Gök Oğul'u, Tanrı'ya bunun için yalvarmaya razı
etti. İzni koparan Erlik, kendisi için gökler yaptı. Kendisine bağlı olanların oluşturduğu kötü
ruhlarla birlikte, gökle yer arasındaki dünyada yaşayan insanlardan daha iyi bir hayat sürüyordu.
Bu durum Kayra Han'ın canını sıktı. Erlik'in dünyasını yıkmak için kahraman Man-
46 T Ü R K D E S T A N L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
dişere'yi gönderdi. O, güçlü mızrağıyla vurarak korkunç şimşek ve gökgürültüleri arasında
bu dünyayı parça parça etti. Bu parçalar, insanlar için yaratılan ilk dünyanın üzerine düştü.
Eski düz dünya engebeli bir hal aldı. Tanrı, Erlik'i yeniden cezalandırdı. Onu yerin en alt katına
sürdü. Dünyanın sonuna kadar orada kalmasını emretti. Göğün on yedinci katında kendisi,
yedinci katında Gün Ana, altıncı katında Ay Ana oturmaktadır.
3. Alp Er Tunga Destanı
3.1. Destan Hakkında Bilgi
Türklerin, Yaradılış Destanından sonra bilinen en eski destanı Alp Er Tunga Destanıdır.
Alp Er Tunga M.Ö. VII. yüzyılda yaşamış bir Saka hükümdarıdır. Türk-İran
savaşlarında ün kazanmış İran hükümdarı Keyhüsrev'e yenilerek öldürülmüştür.
Milattan önceki Türk-İran savaşlarını anlatan bu destanın hacimli ve zengin parçaları
Firdevsi'nin Şahnâme'sinde bulunmaktadır. Alp Er Tunga'nın, o zamanki bir
düşman destanında bu ölçüde yer alışı, onun İranlıların hayatında derin izler bırakmış
olduğunu gösterir. XI. yüzyılda Kâşgarlı Mahmut tarafından yazılan Divânü
Lûgati't-Türk'te, büyük Saka hükümdarının yeri geldikçe anıldığı görülür. Alp
Er Tunga'nın ölümü konusunda söylenmiş bir sagu (ağıt, mersiye) da Kaşgarlı
Mahmud tarafından yazıya geçirilmiştir. Bu ağıtın Alp Er Tuga Destanının son
bölümüne ait bir parça olması olasıdır.
3.2. Destanın Konusu
İran ülkesinde birçok padişahlık bulunuyordu. Bunlardan biri de Kâbil Padişahlığı idi ve başında
da Zal adlı biri vardı. Kabil padişahı Zal, Alp Er Tunga'nın elinde esir olan İran hükümdarını
kurtarmak için Turan ülkesine yürüdü. Alp Er Tunga'yı yendi ama hükümdarını
kurtaramadı. Zaman geçti. İran ülkesine hükümdar olan Zev de öldü. Bunu fırsat bilen Alp
Er Tunga İran'a bir daha savaş açtı. O zamana kadar Zal da yaşlanmıştı. Kendi yerine, Alp
Er Tunga'ya karşı oğlu Rüstem'i yolladı. Halen, Anadolu'da da Zaloğlu Rüstem adıyla meşhur
olan halk kitaplarında Zaloğlu Rüstem ile Arap Üzengi Cengi diye hikayeleri anlatılan
bu ünlü İran kahramanı ile Alp Er Tunga arasında sayısız savaşlar oldu. Savaşların çoğunu
Rüstem, bir kısmını da Alp Er Tunga kazandı.
Bu savaşlar devam ederken İran'ın hükümdarı bulunan Keykavus, oğlu Siyavüş'ü ve Zaloğlu
Rüstem'i gücendirmişti. Bunun üzerine şehzade Siyavüş kaçıp Alp Er Tunga'ya sığındı.
Orada uzun zaman kaldı, hatta Türk yiğitlerinden birinin kızıyla evlendi, Keyhüsrev adını
verdiği bir de oğlu oldu.
Keyhüsrev büyüyünce, İranlılar onu kaçırıp hükümdar yaptılar. Keyhüsrev Zaloğlu Rüstem'i
hoş tutup gönlünü aldı ve Alp Er Tunga'nın üzerine gönderdi. Yine bir çok savaşlar oldu.
Çoğunda Alp Er Tunga yenildi. Sonunda Alp Er Tunga iyici yoruldu, ordusu dağıldı,
T Ü R K D E S T A N L A R I 47
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
askeri kalmadı. Tek başına dağlara çekilip bir mağarada kendi halinde yaşadı. Ancak bir gün
izini bulan İran askerleri onu öldürdüler.
3.3. Alp Er Tunga Sagusu
Alp Er Tunga öldi mü
Issız ajun kaldı mu
Ödlek öçin aldı mu
Emti yürek yırtılur
Ödlek yarağ közetti
Oğrun tuzağ uzattı
Begler begin azıttı
Kaçsa kalı kurtulur
Özlek küni tavratur
Yalnguk küçi kevretür
Erdin ajun savrıtur
Kaçsa takı artılur
Ögreyüki mundağ ok
Munda adın tedeğ ok
Atsa ajun ugrap ok
Tağlar başı kertilür
. . . . .
Uluşıp eren börleyu
Yırtıp yaka urlayu
Sıkrıp üni yırluyu
Sığtap közi örtülür
. . . . .
Aktardığımız bu destan parçası, İslamiyet öncesi Türk şiirinin tipik bir örneğini
oluşturduğu gibi, eski Türklerin yaygın bir töresi olan "Yuğ" törenine ait izleri de taşımaktadır.
Bilindiği gibi eski Türk geleneğinde, ölen yiğitler hemen gömülmez;
ölü, bir çadıra konur, yakınları önce çadırın önünde at ya da koyun kurban ederlerdi.
Sonra atlarına binip çadırın çevresinde yedi defa dönerlerdi. Dönerken ağlayıp
çığrışırlar, "sagu"lar söylerler; bir yandan da yüzlerini bıçakla çizerek kanatırlardı.
Bu ilk törendir. Asıl "yuğ" töreni daha sonra geniş bir hazırlıkla yapılırdı. Yiğit ilkbahar
ya da yazın ölmüşse ölüyü gömmek için yaprakların dökülmesi, yani sonbahar
beklenirdi; sonbahar ya da kışın ölmüşse bu kez de yaprakların, çiçeklerin açması,
yani ilkbahar beklenirdi.
48 T Ü R K D E S T A N L A R I
Günümüz Türkçeyle söylenişi:
Alp Er Tunga öldü mü?
Kötü dünya kaldı mı
Zaman öcünü aldı mı
Şimdi yürek yırtılır.
Feleğin silahı hazır
Gizli tuzak kurdurur,
Beyler beyini vurdurur
Kaçsa nasıl kurtulur?
Felek günü tez geçer
Kişi gücünden düşer
Erden dünya boşalır
Kaçsa da gene ölür
Feleğin töresi bu
Bunda çok nedenler var
Atsa dünyaya okun
Dağlar başı kesilir
. . . . .
Erler kurt gibi hıçkırdı
Yaka bağır yırtıp durdu
Acı ağıtlar çığırdı
Yaş akar gözler kurur.
. . . . .
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Gömme zamanı ölünün ününe göre başka ülkelerden de dostları ve yakınları toplanırdı.
Bu gelenlere "yuğcu" denirdi. Ölü gömülmeden önce yukarıda andığımız tören
bu kez de gelen yuğcuların katılımıyla yinelenirdi. Ayrıca "yuğ"a özel olarak ağlayıcılar
gelir ya da getirilirdi. Bunlara "sığıtçı" denirdi.
Yuğ törenlerinde ve ondan sonra ozanların söyledikleri "sagu"lar da işte Alp Er
Tunga Sagusu örneğinde görüldüğü türden parçalardı. Bu bakımdan Alp Er Tunga
sagusu, Türk şiirinin nazım şekillerinden biri olan "sagu"ya da güzel bir örnektir
(III. Üniteye bakınız).
4. Şu Destanı
4.1. Destan Hakkında Bilgi
Destana kahraman olarak adını veren Şu, M.Ö. IV. yüzyılda yaşamış bir Türk hükümdarıdır.
Onun yaşamı ve yaşadıkları etrafında söylenen ve Makedonyalı Büyük
İskender'in Türk illerine yürüyüşü ile birleştirilen bu destan, Türkler arasında
XI. yüzyıla kadar yaşamış ve bu yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından kayda geçirilmiştir.
Kaşgarlı Mahmud, "Türkmen" maddesinde, sözcüğü açıkladıktan sonra:
"Bunlara Türkmen denilmesinde bir hikaye vardır, şöyledir" diyerek destanın konusunu
düzyazı olarak kendi anlatımı ile Divânü Lûgati't-Türk adlı eserine aktarmıştır.
4.2. Şu Destanının Konusu
"Arapların Zülkarneyn dedikleri İskender, Semerkand'ı geçip de Türk yurduna yöneldiği
zaman Türklerin hükümdarı Şu idi.
Şu, genç bir hükümdardı, elinde büyük ve kuvvetli bir ordu vardı. Balasagun yakınındaki Şu
kalesini bu hakan yaptırmıştı. Her gün, Balasagun'daki sarayının önünde ordu beyleri için
360 nöbet davulu vurulurdu.
O zaman bu hükümdara diyorlar ki:
– İskender yaklaştı. Ne emredersin? Onunla savaşalım mı? Bize buyruğun nedir?
Daha önce, Hucend ırmağı kıyılarına 40 kumandan gönderen Şu'nun gönlü rahattı. Bu 40
kişi kimseye görünmeden gittiklerinden ordunun bundan haberi yoktu. Bunlar, karakolda
geceleyecek ve İskender'in yaklaştığını haber vereceklerdi.
Hakanın gümüşten bir havuzu vardı. Bu havuzu her yere taşıtır, seferlerde bile yanında bulundururdu.
Konakladığı yerlerde içine su doldurur, suya kazlar, ördekler salar, yüzdürürdü.
T Ü R K D E S T A N L A R I 49
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Kendisine "Bize buyruğun nedir? ne yapalım? Savaşalım mı?" denildiği zaman o, bu havuzu
göstermiş:
– Şu kazlara, ördeklere bakın! Nasıl suya dalıyorlar, demişti.
Bu söz, orada bulunanların yüreğine ateş düşürdü. Sandılar ki, hükümdar savaşmak veya
bir yere çekilmek için hazırlıklı değildir.
İskender, Hucend suyunu geçince, gönderilen adamlar hızla gelip Şu'ya haber verdiler. Vakit
gece yarısı idi. Hükümdar göç davulunu çaldırıp doğuya doğru yürüdü. Önceden hazırlıklı
görünmeyen Hakan'ın ansızın yürüyüşü halkı şaşırttı. Halkın içine ürküntü düştü. Binecek
hayvan bulanlar kendilerini bu hayvanın sırtına bırakıp hükümdarın arkasından gittiler.
Herkes birbirinin hayvanını almıştı. Sabah olunca, ordugah düz bir ovaya dönmüştü. O
çağlarda Türk illerinde Taraz, İsbicab, Balasagun ve benzeri şehirler kurulmamıştı. Halk çadırlarda
yaşardı.
Hakan, ordusu ile savuşup gittikten sonra, orada çoluk çocuklarıyla 22 kişi kalmıştı. Bunlar
geceleyin hayvanlarını bulamadıkları için gidememişlerdi. Bunlar Kınık, Salgur ve başkalarıydılar
(ki Oğuz boyları bu kalanlardan doğmuştu).
Bu 22 kişi yayan olarak gitmek veya oldukları yerde kalmak için düşünürlerken, yanlarına iki
kişi daha geldi. 24 oldular. Bunlar, ağırlıklarını sırtlarına yüklemişler, aileleriyle birlikte gelmişlerdi.
Yük taşımaktan yorulmuş, terlemişlerdi. İlk 22 kişi, yeni gelen iki kişi ile görüşüp
tanıştılar. Onlara, dediler ki:
- Erler, İskender gelip geçici adamdır. Bir yerde durmaz. Nasıl olsa buradan gider. Biz de
yurdumuzda kalırız. Ve o iki kişiye "durun, kalın, eğlenin" anlamında şu sözü söylediler:
- Kalaç!...
Sonra bu iki kişi ile çocukları Kalaç diye anıldılar; iki kabile Kalaçların kökü oldular.
Nihayet İskender geldi. O 22 kişiyi gördü. Baktı ki bunlar uzun saçlı insanlardır, üzerlerinde
Türk alametleri var, hiç kimseye sormadan bunlar için: "Türk manend" Türke benziyor, dedi.
Bu söz de o adamlara ad oldu. 24 kabile olan Türmenler bu ismi taşıdılar, Türkmen diye
anıldılar. Bununla beraber, adı Kalaç olan iki aile, onlardan ayrıldıkları için tam Türkmen sayılmazlar.
Hakan Şu'ya gelince, o, ordusuyla birlikte Çin tarafına geçti. İskender, arkasından yürüdü.
Çin'e yani Uygur iline yaklaştıkları zaman Şu, İskender'le vuruşmak için bir bölük asker
yolladı. İskender de bir öncü kuvveti göndermişti. Türkler, İskender'in öncülerini, bir gece
baskınında bozguna uğrattılar. Bir Türk, bir İskender askerini kılıçla ikiye böldü. Ölü, beline
altın dolu bir kemer bağlamıştı. Bu kemer parçalandı. Kana bulanmış altınlar yere döküldü.
Ertesi gün Türkler, kanlı altınları gördüler. Birbirlerine "Altın kan!" dediler. Bu sözler, o
çevrede bulunan bir dağın adı oldu. Bugün oraya Altun Han deniliyor.
50 T Ü R K D E S T A N L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Sonra, İskender Türk hakanıyla barıştı. Hatta Uygurlar için şehirler yaptı ve bir zaman
kaldıktan sonra geriye döndü. O zaman Şu, Balasagun'a gelip şimdi Şu ismiyle
anılan şehri yaptırdı. Oraya öyle tılsım koydu ki, bugün hâlâ leylekler bu şehre kadar
gelir; fakat şehri aşıp da daha ileri gidemezler.
5. Oğuz Kağan Destanı
5.1. Destan Hakkında Kısa Bilgi
M.Ö. II. yüzyılda doğduğu anlaşılan Oğuz Destanı, ancak XIII. yüzyılda yazıya geçirilebilmiştir.
Oğuz Kağan Destanının bugün bilinen tek bir yazma nüshası vardır. Paris Ulusal
Kitaplığının Türkçe Yazmalar bölümünde 1001 numarada kayıtlı olan bu destan,
Uygur harfleri ile yazılmıştır. Oğuz Destanı'nın Paris nüshası diye bilinen bu metni
ilkin Türkolog W. Radloff, Kutadgu Bilig ile birlikte (1891) yayımladı. Destan daha
sonra W. Bang ve G. R. Rahmeti tarafından 1932'de önce Almanca olarak, daha sonra
da 1936'da Oğuz Kağan Destanı adıyla Türkçe olarak yayınlanmıştır.
Bu destanda Oğuz, doğuştan güzel olan, doğduktan kırk gün sonra büyüyüp gelişen,
halka eziyet eden canavarı öldüren, büyüyünce yeryüzünün dört bir yanına elçiler
gönderip o ülkeleri bayrağı altına alan, yaşlanınca yurdunu altı oğlu arasında
paylaştıran bir Türk hükümdarı ve kahramanıdır. Destan, Oğuz Kağan'ın yaşamı
ve yaşadıkları etrafında örgülenmiştir. Bu destanda, destan kahramanı Oğuz'un
gerçekte, Türk-Hun hükümdarı Mete olduğu söylenmektedir. Gerçekten de Mete'nin
tarihi kişiliği ile destan kahramanı Oğuz'un serüvenleri arasında büyük bir
benzerlik vardır.
Oğuz Kağan Destanının dört ayrı şekli bilinmektedir. Bunlardan birincisi, yukarıda
andığımız Paris Ulusal Kitaplığı'ndaki Uygurca yazılmış nüshadır. İkinci şekil, Reşideddin'in
Câmi'ü't-Tevârih kitabının ikinci cildindeki "Tarih-i Oğuzân ve Türkân"
kısmındaki metindir. Üçüncüsü, Uzunköprü'de ele geçen Çağatayca yazılmış metindir
ki H. Namık Orkun'un Oğuzlara Dair (Ankara, 1935) adlı yapıtıdır. Dördüncüsü,
Ebulgâzi Bahâdır Han'ın Şecere-i Terâkime'sindeki anlatma parçadır.
5.2. Oğuz Kağan Destanının Özeti
"... Günlerden bir gün Ay Kağan'ın gözü parladı. Doğum ağrıları başladı ve bir erkek çocuk
doğurdu. Bu çocuğun yüzü gök, ağzı ateş gibi kızıl, gözleri elâ, saçları ve kaşları kara idi. Perilerden
daha güzeldi.
Doğan çocuğa Oğuz adı verildi. Bu çocuk anasının göğsünden bir kere süt emdi, bir daha emmedi.
Çiğ et, çorba ve şarap istedi. Dile gelmeye başladı. Kırk gün sonra büyüdü, yürüdü ve
T Ü R K D E S T A N L A R I 51
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
oynadı. Ayakları öküz ayağı gibi, beli kurt beli gibi, omuzları samur omuzu gibi, göğsü ayı
göğsü gibi idi. At sürüleri güder, ata biner ve av avlardı.
O çağda, orada büyük bir orman vardı. Gürül gürül akan derelerin, soğuk ırmakların çağıltısı
duyulurdu bu ormanda. Bu ormanın içinde büyük bir canavar olmasa, o çevrede yaşamak
güzeldi. Yaman bir canavardı. At sürülerini ve halkı yerdi.
Oğuz Kağan gözü pek ve yiğit bir kişi idi. Bu canavarı avlamak istedi. Günlerden bir gün
kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanla ava gitti. Ormanda bir geyik ele geçirdi, onu söğüt dalı ile bir
ağaca bağladı ve oradan uzaklaştı. Tan ağarırken gelip gördü ki canavar geyiği yemiş. Sonra
Oğuz Kağan bir ayı tuttu, onu altın kuşağı ile ağaca bağladı gitti. Tan ağarırken geldiği zaman
canavarın ayıyı da yiyip gittiğini anladı. Bu kez o ağacın dibinde kendisi durdu. Canavar
geldi ve başı ile Oğuz'un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile canavarı öldürdü. Kılıcı ile başını
kesti, alıp gitti.
Yine geldiği zaman bir ala doğanın, canavarın bağırsaklarını yediğini gördü. Yay ve okla ala
doğanı öldürdü, başını kesti. "Canavar geyiği ve ayıyı yedi. Demir olduğu için kargım onu
öldürdü. Canavarın bağırsaklarını ala doğan yedi. Bakır olduğundan yayım ve okum onu öldürdü."
diyip oradan uzaklaştı.
Yine günlerden bir gün Oğuz Kağan bir yerde Tanrıya yalvarmakta idi. Karanlık bastı gökten
bir ışık indi. Güneşten ve aydan daha parlaktı. Oğuz Kağan oraya yürüdü ve gördü ki o
ışığın içinde yalnız oturan bir kız vardı. Başında teli ve parlak bir beni vardı, kutup yıldızı gibi
idi. O kız öyle güzeldi ki, gülse Gök Tanrı gülüyor, ağlasa, Gök Tanrı ağlıyordu. Oğuz Kağan
onu görünce aklı gitti; sevdi ve aldı. Günlerden ve gecelerden sonra kız, üç erkek çocuk
doğurdu. Birincisine Gün, ikincisine Ay, üçüncüsüne Yıldız adını koydular.
Yine bir gün Oğuz Kağan ava gitti. Göl ortasında ağacın kabuğunda yalnız başına oturan
çok güzel bir kız gördü. Gözleri gökten daha uçuk mavi, saçları ırmak gibi dalgalı, dişleri inci
gibi beyaz idi... Oğuz Kağan onu görünce aklı başından gitti; sevdi ve aldı. Günlerden ve gecelerden
sonra kız, üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gök, ikincisine Dağ, üçüncüsüne Deniz
adını koydular. Bundan sonra Oğuz Kağan büyük bir şölen verdi. Oğuz Kağan kırk masa
ve kırk sıra yaptırdı. Türlü yemekler, türlü şaraplar, tatlılar ve kımızlar yediler içtiler. Şölenden
sonra Oğuz Kağan beylere buyruk verdi :
Ben sizlere oldum kağan
Alalım yay ile kalkan
Nişan olsun bize uğur
Bozkurt olsun savaş parolası
Demir kargı olsun orman,
Av yerinde yürüsün kulan
Daha deniz, daha nehir
Güneş bayrak, gök çadır.
Ondan sonra Oğuz Kağan dört yana buyruklar yolladı, bildiriler yazdı ve elçilere verip gönderdi.
Bu bildirilerde şöyle yazılıydı:
52 T Ü R K D E S T A N L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
"Ben Uygurlar'ın kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olsam gerektir. Sizden
itaat dilerim".
Yine o zamanlarda sağ yanda Altun Kağan adında bir kağan vardı. Bu Altun Kağan Oğuz
Kağan'a itaat etti. Sol yanda Urum Kağan vardı. Askerleri ve şehirleri çoktu. İtaat etmedi.
Oğuz Kağan gazaba gelerek onun üzerine yürümek istedi, bayrağını açarak askeriyle ona
karşı yürüdü.
Kırk gün sonra Buz Dağ adında bir dağın eteğine geldi. Çadırını kurdurdu ve sessizce uyudu.
Tan ağarınca Oğuz Kağan'ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü ve gök
yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Bu kurt, Oğuz Kağan'a hitap etti ve: "Ey Oğuz, sen Urum
üzerine yürümek istiyorsun; ey Oğuz, ben senin önünde yürümek istiyorum" dedi.
Gök tüylü ve gök yeleli bu büyük erkek kurt bir kaç gün sonra durdu. Burada İtil Müren
adında bir deniz vardı. Burada savaş başladı. Boğuşma ve vuruşma öyle yaman oldu ki, İtil
Mürenin suyu baştan başa kıpkırmızı oldu. Oğuz Kağan yendi ve Urum Kağan kaçtı.
Sonra Oğuz Kağan askerleriyle İtil adındaki ırmağa geldi. İtil büyük bir ırmaktır. Oğuz Kağan
onu gördü ve: "İtilin suyunu nasıl geçeriz?" dedi.
Askerler arasında iyi bir bey vardı. Onun adı Uluğ Ordu Bey idi. O akıllı bir erdi. Gördü ki,
bu yerde pek çok dal ve pek çok ağaç var. O ağaçları kesti ve bu ağaçlara yattı, suyu geçti. Oğuz
Kağan sevindi, güldü ve "sen burada bey ol, senin adın Kıpçak Bey olsun" dedi.
Yine ilerlediler. Oğuz Kağan yine önünde gök tüylü, gök yeleli kurtla birlikte Hint, Tangut
ve Suriye taraflarına yürüdü. Pek çok vuruşmadan ve pek çok çarpışmadan sonra onları aldı
ve kendi yurduna kattı.
Yine söylenmeden kalmasın ve belli olsun ki, Oğuz Kağan'ın yanında ak sakallı, kır saçlı, tecrübeli
bir ihtiyar vardı. O, anlayışlı ve asil bir adamdı. Oğuz Kağan'ın nazırı idi. Adı Uluğ
Türk idi. Günlerden bir gün uykuda bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Bu altın yay gün doğusuna
üç ok da şimale doğru gidiyordu. Uykudan uyanınca düşte gördüğünü Oğuz Kağan'a
anlattı ve dedi ki: "Ey kağanım, senin ömrün hoş olsun; ey kağanım, senin hayatın hoş
olsun. Gök Tanrı düşümde verdiğini hakikate çıkarsın. Tanrı bütün dünyayı senin uğruna
bağışlasın!"
Oğuz Kağa, Uluğ Türk'ün sözünü beğendi, onun öğüdünü dinledi. Sabah olunca büyük ve
küçük oğullarını çağırttı ve: "Benim gönlüm avlanmak istiyor. İhtiyar olduğum için benim
artık cesaretim yoktur; Gün, Ay ve Yıldız doğu tarafına siz gidin; Gök, Dağ ve Deniz sizler de
batı tarafına gidin" dedi.
Doğuya gidenler yolda bir altın yay buldular. Batıya gidenler de üç gümüş ok buldular. Bunları
getirip babalarına verdiler. Oğuz Kağan yayı üçe böldü ve "Ey büyük oğullarım yay sizlerin
olsun, yay gibi okları göğe kadar atın." dedi. Okları da üçe üleştirerek "Ey küçük oğullarım
oklar sizlerin olsun. Yay oku attı, sizler de ok gibi olun." dedi.
T Ü R K D E S T A N L A R I 53
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Ondan sonra Oğuz Kağan büyük kurultayı topladı. Halkını çağırttı. Yurdunu "Boz Oklar"
ve "Üç Oklar" diye anılan oğulları arasında paylaştırdı ve dedi ki:
Ey oğullarım, ben çok aştım;
Çok vuruşmalar gördüm;
Çok kargı ve çok ok attım;
Atla çok yürüdüm;
Düşmanları ağlattım;
Dostlarımı güldürdüm.
Ben Gök Tanrıya (borcumu) ödedim.
Şimdi yurdumu size veriyorum.
6. Ergenekon Destanı
6.1. Destan Hakkında Bilgi
Destan, adını Türklerin yüzyıllarca çift sürerek, avlanarak, maden işleyerek çoğalıp
yaşadıklar, etrafı aşılmaz dağlarla çevrili, kutsal bir yer olan Ergenekon'dan almaktadır.
Ergenekon Destanı, önce XIII. asır Moğol tarihçisi Reşidüddin tarafından yazıya
geçirilmiştir. Yazarın Câmi'ü't-Tevarih, Reşididdin Tarihi de denilir, kitabına kaydettiği
bu rivayet, Fars diliyle yazılıdır. Yazarın bu anlatıları halk arasından derlemiş
ya da Türk-Moğol halk ozanlarından dinlemiş olması olasıdır. Ergenekon Destanı,
daha sonra XVII. yüzyılda, Hıyve Hanı Ebulgazi Bahadır Han tarafından yazılmış
olan Şecere-i Türk adlı eserde de kaydedilmiştir.
Ergenekon Destanı'nın en önemli niteliği ve diğer destanlardan ayrılan yanı, kolektif
bir kahraman eksenine oturtulmuş olmasıdır. Destanda adı geçen Kayan, bir şahıs
değil, ünlü Kayıhanlı kabilesidir. Tukuz ise Göktürkler'in tarihinde önemli yeri
olan Dokuz Oğuz'ların adıdır. Ergenekon Destanında bir diğer önemli unsur, tarihsel
olaylarla örtüşmesidir. Gerek destanda ana tema olarak önemli bir yer tutan demircilik,
gerekse Ergenekon adının yakıştırıldığı coğrafi mekan, Hun birliğinin dağıldıktan
sonra, Göktürkler'in Altay Dağları çevresine çekilip demircilik yaparak
yaşadıkları yerlerle paralellik göstermektedir.
6.2. Ergenekon Destanının Özeti
Gene bir gün Gök Türkler Tatarların baskınına uğradı. Sağ kalanların tümü tutsak oldu. Sadece
İl Han'ın küçük oğlu Kayan ile kardeşinin oğlu Nüküz karıları ile birlikte Tatarların
elinden kaçabildiler. Bunlar eski yurtlarına gelip bir çok at, deve, keçi ve koyun aldılar. Fakat
54 T Ü R K D E S T A N L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
çevre hep düşman olduğundan orada kalamazlardı. Kimsenin bilmediği ıssız bir yere çekilmeye
karar verdiler. Götürebildikleri mallarını alıp sarp dağlara doğru yürüdüler. Böylece
dağa çıktılar.
Bir gün bir sarp dağın tepesinde, sarp kayalar arasında, geldikleri yoldan başka yolu olmayan
bir yere rasladılar. Geldikleri yol ise bir yüklü hayvanın bile geçemeyeceği kadar dardı. Bu
yoldan giderek çevresi yüksek, aşılmaz, geçit vermez dağlarla çevrili geniş bir düzlüğe rastladılar.
Bu ülkede akarsular, türlü otlar, meyve veren ağaçlar çok çok idi. Kışın hayvanların etini yiyerek,
yazın sütünü içerek geçindiler, yünlerinden, derilerinden giysiler yaptılar. Buraya
"Ergenekon" adını verdiler.
Kayan ve Nüküz'ün çocukları burada çoğaldı. Dört yüz yıldan fazla oturdular. Bir çok oymaklara
ayrıldılar. Bir gün geldi ki artık Ergenekon'a sığmaz oldular. Toplanıp konuştular.
Büyükler:
– Atalarımızdan işitmişiz ki, Ergenokon dışında geniş yerler, güzel yurtlar varmış. Önceleri
bizim yurdumuz o yerlermiş. Düşmanlar soyumuzu kırıp yurdumuzu almışlar. Artık çoğaldık,
güçlendik. Düşman korkumuz kalmadı. Öyle ise niçin dağa kapanıp kalalım? Dağlar
arasından yol bulup dışarıya çıkalım. Gidip yurdumuza yerleşelim. Kim karşı koyarsa savaşalım,
her kim bize dost olursa onunla hoşça geçinelim, dediler.
Böyle konuşup karar verilince Ergenekon'dan çıkmak için bir yol aramağa başladılar, bulamadılar.
O zaman bir demirci dedi ki:
- Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kata benzer. Madenin demirini eritirsek bir yol açılabilir.
Gidip o kayayı gördüler. Demircinin sözünü doğru buldular. Halkı odun, kömür toplamaya
saldılar. Sonra kayanın altına, üstüne, yanlarına bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Yetmiş
tulumdan körük yaptılar. Ateşi körüklediler. Kaya erimeye başladı. Yüklü bir devenin geçebileceği
kadar yol açıldı. O kutsal yılın, kutsal ayının kutsal gününün, kutsal saatinde Göktürkler,
Ergenekon'dan çıktılar. O günü, o ayı ve o saati iyi bellediler. Çıkarken onları yöneten
demirci başbuğun adı "Börte Çene" yani Bozkurt idi.
Börte Çene Ergenekondan çıktıktan sonra bütün illere elçiler gönderdi ve çıkıp geldiklerini
bildirdi. Ondan sonra her yıl, o günde, o saatte bayram yaparlar. Başta kağan olmak üzere bütün
kumandanlar ve ileri gelenler örsün üstüne bir demir parçasını koyup döğerler. Bu yıldönümü
böylece töre kılındı.
Diğer Destanlar Hakkında Kısa Bilgiler
T Ü R K D E S T A N L A R I 55
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
7. Bozkurt Destanı
Göktürkler'in bir düşman baskınıyla kırıldıktan sonra, baskında sağ kalan tek gençle
bir dişi bozkurttan yeniden türediklerini anlatır.
Türkler Batı Denizi kıyılarında otururken bir düşman baskınına uğradılar. Bütün Türkler
kılıçtan geçirildi. Yok oldu. Ölüler arasında yaralı bir genç kalmıştı, düşmanlar onu da bulup
kollarını, bacaklarını kestiler. Fakat genç ölmemişti. Öyle bırakıp gitmişlerdi. Bir dişi bozkurt
gelip gencin yaralarını iyileştirdi, onu sütü ile besledi, kurtardı. Sonra düşmanlar geri
dönüp bu genci öldürmek istediler. Kurt, yiğidi kaçırdı, kimsenin bulamayacağı bir mağaraya
götürdü. O mağarada yaşadılar. On erkek çocukları oldu. Çocuklar büyüyüp evlendiler.
Her birinden bir boy türedi. Bunlardan biri Aşine boyu idi.
Aşine, bütün kardeşlerinin en akıllısı olduğu için Türkler'e hükümdar oldu. Soyunu unutmadığını
göstermek için de çadırının kapısının önüne, üzerinde kurt başı bulunan bir bayrak
dikti.
8. Türeyiş Destanı
Uygur Türklerinin yaratmış olduğu bu destan, Göktürklerin Bozkurt destanı ile ortak
unsurlar taşımaktadır. Birçok Türk destanında ortak motif olarak görülen bozkurt
motifi, Türeyiş Destanında da soyun başlangıcı olarak tanrısal güce bağlanmaktadır.
Destanda, eski Hun hükümdarlarından birinin çok güzel iki kızı olması; bu güzelliklerinden
dolayı ancak tanrılarla evlendirilecekleri inancı; hükümdarın, kızlarını
insanlardan uzak tutmak amacıyla ülkenin kuzey taraflarında yaptırdığı yüksek bir
kuleye bırakması; tanrının bozkurt şeklinde gelip bu kızlarla evlenmesi anlatılır.
Bozkurt şeklindeki tanrının bu kızlarla evlenmesinden doğan Dokuz Oğuz- On Uygur
çocuğun sesi bozkurt sesine benzer, bu çocuklar bozkurt ruhu taşıyarak çoğalırlar.
9. Göç Destanı
Bir Uygur destanı olan Göç Destanının, Türeyiş destanının devamı niteliğinde olduğu
sanılmaktadır.
Göç Destanının Çin ve İran kaynaklarındaki kayıtlarına göre iki ayrı şekli olduğu bilinmekte
ise de, aslında bu iki ayrı söylenti biribirinin tamamlayıcısı gibidir.
Destanda, hakanın Çinlilerle yapılan savaşlara bir son vermek için oğlu Gali Tigin'e
bir Çin prensesi alması ve buna karşılık Kutul Dağını vermesi; yurtta birliği sağlayan
tılsımlar bozulunca Uygurların nasıl ızdırap çektikleri; sonunda kendilerine yiyecek
vermeyen bu yurdu bırakarak güneybatıya doğru göçleri anlatılıyor.
56 T Ü R K D E S T A N L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
10. Saltuk Buğra Han Destanı
940'lı yıllarda, Karahanlılar'ın ilk müslüman Türk devleti olmalarına paralel, Karahanlı
hükümdarı Saltuk Buğra Han'ın çeşitli illerdeki insanları müslümanlığa çağırmasını,
inanmayanlara keramet göstermesini, savaşlarda ağzından ateşler saçarak
imansızları yaktığı anlatılır.
Saltuk Buğra Han etrafında destanlaştırılan bu anlatım, bugün Kaşgar yakınlarındaki
Artuç kasabasında bulunan mezarına, "ziyaretgah" olarak gösterilen ilginin
kaynağıdır.
Saltuk Buğra Han Destanı, Tezkire-i Buğra Han adlı bir yapıtta kayıtlıdır. Bu yapıtın
çeşitli el yazmaları vardır.
11. Manas Destanı
En yerleşik yargıya göre Manas Destanının asıl kaynağı; Mani dinine mensup olan
Karahitaylarla Müslüman olan Karahanlılar arasında, XII. yüzyıl başlarında meydana
gelen siyasi ve askeri mücadeleler sırasında Kırgızların yaşadıkları olaylardır.
Bazı kaynaklar XVI. yüzyılda yaşamış Manas adlı bir tarihi kişilikten söz ederken,
bazı araştırıcılar da Manas destanındaki olayların XVIII. yüzyılın ortalarına değin
uzandığı görüşünü ileri sürmektedirler. Kırgız Türkleri arasında geniş bir kahramanlık
destanı olan Manas Destanı, Müslüman Kırgızlarla Putperest Kalmuklar
arasındaki mücadeleleri anlatır. Destan üç bölümden oluşmaktadır. Bunlar; Manas,
oğlu Semetey ve torunu Seytek ile ilgili bölümlerdir.
Destanın derlenen en hacimli şekli Sayakbay Karalayev'in Manas-Semetey-Seytek
üçlemesi olup 500.500 dizedir. Destanın çeşitli Manasçılardan derlenen 60'tan fazla
anlatımının toplam dize sayısının 1.500.000 olduğu kaydedilmektedir.
Manas destanında kahramanlık konusu geniş bir yer tutar. Nogay boyundan çıkan
Manas, yalnız kendi yerini, kendi boyunun özgürlüğünü, Kalmuk baskıncılarından
korumakla kalmaz, parçalanan bütün Kırgız halkını birleştirip onların özgürlüğü
ve eşitliği için çalışan bir bahadır olur. Onun adıyla bütün halkın birliği, iradesi, gücü
birleştirilip dile getirilir.
Manas destanının oluşturduğu gelenek içerisinde, destanı aktarma biçimine göre
kavramlar da gelişmiştir. Halk arasında ve sözlü halk edebiyatında Manas destanı
söyleyen ozanlara ırçı veya comokçu denmiştir. Kırgız edebiyatında Manas destanı
söyleyen ozanlar ikiye ayrılmıştır. Bunlar comokçu ve camakçı'lardır. Comokçular,
Manas destanını kendi devirlerinde yaşamış olan ozanlardan duyup kendilerine
göre yorumladıktan sonra okuyan kişilerdir. Manas destanının bazı bölümlerini
büyük comokçulardan dinledikten ve belleklerine yerleştirdikten sonra ona eklemeler
yaparak veya kısaltarak okuyan ozanlar ise camakçılardır. Ayrıca Manas des-
T Ü R K D E S T A N L A R I 57
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
tanının birinci bölümünü (Manas) veya üç bölümünü (Manas, Semetey, Seytek) eksiksiz
okuyanlara manasçı, destanın sadece ikinci bölümünü (Semetey) okuyanlara
ise semeteyci denir.
Özet
Destanlar, ulusların yazı öncesi çağlarında oluşmuş, gelişmiş; ulusa ait tarihi bilgileri ve yaşama
kültürünü masallaştırarak anlatan yapıtlardır. Destanlarda yer ve zamana ilişkin vurgular
yer alsa da , bunlar olağanüstüleştirilerek anlatılmış bilgiler olarak değerlendirilir.
Çoğunlukla nazımla düzenlenmişlerdir. Türk destanlarını çoğunca Çin, Arap, İran ve Bizans
kaynaklarından elde etmekteyiz.
Bütün diğer uluslarda olduğu gibi, Türk destanlarının da başlangıçta yaratadılış izleğini
içerdiğini görürüz. Evrenin oluşumu, tanrı kavramının düşünsel anlamda yorumlanışı; iyi
kötü, güçlü güçsüz gibi insanoğlunun ilkel döneminin sorularına yanıt arayışı yaradılış
destanlarının başlıca içeriğini oluşturur.
Destanlarda evreni anlamaya yönelik bu çabanın yanı sıra, bir diğer önemli konu, ele alınan
topluluğun doğa ve komşularıyla yapmış oldukları savaşları içermesidir. Bu ünitede ele aldığımız
Alp Er Tunga, Şu, Oğuz Kağan, Göç, Saltuk Buğra Han, Manas destanlarının içeriğine
bakıldığında da kolaylıkla görüleceği gibi, ele alınan ortak ana temalardan birisini topluluğun
doğaya karşı olduğu kadar, komşu halklara ya da boylara karşı varolma savaşı oluşturmaktadır.
Bu destanlar içerisinde farklı bir eksene oturan ve bu yanıyla da diğer destanlardan ayrılan
Ergenekon destanıdır. Ergenekon destanında ortak bir bilinç ve tek kahraman etrafında
odaklanmayan bir işleyişi görmekteyiz. İslamiyet sonrası Türk destanlarında da yine diğer
destanlarda olduğu gibi olağanüstü kahramanlar etrafında örgülenmiş olayların işlenişini
görürüz. Bu destanlarda kahramanların insanüstü nitelikleri İslam inancı etrafında işlenen
temalarla bütünleştirilmeye çalışılmıştır.
58 T Ü R K D E S T A N L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını verilen seçenekler arasında bulunuz.
1. Destanı tanımlamak için aşağıda belirtilenlerden hangileri doğrudur?
I. Destanlar, çokluk nazımla düzenlenmiş, uzun soluklu anlatımlardır.
II. Destanlar, ulusların yazı öncesi çağlarında oluşmuş, yaratılış ve dönüşümlere,
tanrılara ve çeşitli olağanüstü varlıklara değgin bilgileri verirler.
III. Destanlar, ulusların geçmişindeki önemli olaylarını, büyük önderlerin
dışta ve içte, toplumun düşmanları ile savaşak, toplumu daha rahat bir yaşama
ulaştırma çabalarını içerirler.
A. Sadece I doğrudur.
B. Sadece I ve II doğrudur.
C. Hepsi doğrudur.
D. Sadece III doğrudur.
E. Hiç biri doğru değildir.
2. Alp Er Tunga destanıyla ilgili bilgilerden hangileri doğrudur?
I. Alp Er Tunga destanı, Türlerin Yaradılış Destanından sonra bilinen en
eski destanıdır.
II. Alp Er Tunga M.Ö. VII yüzyılda yaşamış bir Saka hükümdarıdır. Destan
Türk-İran savaşlarını konu edinmektedir.
III. Alp Er Tunga Destanı'yla ilgili bilgileri Firdevsi'nin Şehnâmesi ile Kaşgarlı
Mahmud'un Dîvânü Lûgati't-Türk adlı yapıtından öğrenmekteyiz.
A. Sadece I doğrudur.
B. Sadece II doğrudur.
C. Sadece I ve II doğrudur.
D. Hepsi doğrudur.
E. Sadece III doğrudur.
3. Şu Destanı ile ilgili olarak verilen bilgilerden hangileri doğrudur?
I. Şu, M.Ö. VII. yüzyılda yaşamış, Uygur Türklerinin hükümdarıdır.
II. Şu destanı, Türk hükümdarı olan ve M.Ö. IV yüzyılda yaşamış Şu adlı
kahramanın yaşadıklarını konu edinmektedir.
III. Şu Destanı Makedonyalı Büyük İskender ile Türk hükümdarı Şu'nun
karşılaşmasını anlatmaktadır.
A. Sadece I doğrudur.
B. Sadece I ve II doğrudur.
C. Sadece II doğrudur.
D. Sadece II ve III doğrudur.
E. Hepsi doğrudur.
T Ü R K D E S T A N L A R I 59
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
4. Oğuz Kağan Destanı ile ilgili bilgilerden hangileri doğrudur?
I. Destanın kahramanı Oğuz Kağan ile Hun imparatoru Mete arasında tarihsel
kişilik olarak benzerlik vardır.
II. Oğuz Kağan Destanının bilinen tek yazma nüshası Paris Ulusal Kitaplığındadır.
III. Destan Oğuz, doğduktan kırk gün sonra büyüyüp gelişen, halka eziyet eden
canavarı öldüren bir kahramandır.
A. Hepsi doğrudur.
B. Sadece I doğrudur.
C. Sadece I ve II doğrudur.
D. Sadece III doğrudur.
E. Hiçbiri doğru değildir.
5. Ergenekon destanı ile ilgili bilgilerden hangileri doğrudur?
I. Destan adını, Türklerin çoğalıp yaşadıkları, etrafı aşılmaz dağlarla çevrili
Ergenekon'dan almaktadır.
II. Destan Ebulgazi Bahadır Han tarafından yazılmış olan Şecere-i Türk adlı
eserde kayıtlıdır.
III. Ergenekon destanının önemli bir çizgisi, Türklerin demircilik geleneğidir.
A. Sadece I doğrudur.
B. Sadece II doğrudur.
C. Sadece I ve II doğrudur.
D. Hepsi doğrudur.
E. Sadece III doğrudur.
6. Manas destanı ile ilgili bilgilerden hangileri doğrudur?
I. Manas destanı bugüne değin elde edilen en hacimli Türk destanıdır.
II. Manas destanı müslüman Kırgızlarla putperest Kalmuklar arasındaki
mücadeleyi anlatır.
III. Destan Manas, Semetey ve Seytek adlı üç bölümden oluşur.
A. Sadece I doğrudur.
B. Sadece II doğrudur.
C. Sadece I ve II doğrudur.
D. Hepsi doğrudur.
E. Sadece III doğrudur.
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Arat, Reşid Rahmeti. Makaleler. Cilt: I. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü
Yayınları, 1987.
Atsız, Hüseyin Nihal. Makaleler -I-. İkinci Baskı, İstanbul: İrfan Yayınevi, 1997.
60 T Ü R K D E S T A N L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Banarlı, Nihat Sami. Resimli Türk Edebiyatı Tarihi I-II. İstanbul: Devlet Kitapları,
Milli Eğitim Basımevi, 1971.
Boratav, Pertev Naili. 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı. 4. Baskı, İstanbul: Gerçek
Yayınevi, 1982.
Çiçekli, Ali. İslamlık Öncesi Türk Edebiyatı ve En Eski Metinler. İstanbul: May
Yayınları, 1970.
Demirel, Hamide. Türk Destanlarında Güzellik, Destan, Masal ve Din Uluları ile
Yabancı Destanlarda Türk Kahramanları. İstanbul: Ötüken Yayınları, 1995.
Kocatürk, Vasfi Mahir. Türk Edebiyatı Tarihi. Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1970.
Mutluay, Rauf. Edebiyat Bilgileri. 3. Baskı, İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1979.
Naskalı, Emine Gürsoy. Bozkırdan Bağımsızlığa Manas. Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları, 1995.
Sepetçioğlu, M. Necati. Türk Destanları. İstanbul: Toker Yayınları, 1986.
___________, Karşılaştırmalı Türk Destanları. 3. Basım, İstanbul: İrfan Yayınevi,
1995.
Öztürk, Ali. Türk Anonim Edebiyatı. İstanbul: Bayrak Yayımcılık, 1995.
Tural, Sadık. TarihtenDestana Akan Duyarlılık. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi
Başkanlığı Yayınları, 1998.
Ural, Orhan. Üç Destan: Oğuz Kağan, Ergenekon, Köroğlu. Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları, 1972.
T Ü R K D E S T A N L A R I 61