7 Ekim 2009 Çarşamba

kurmaca metinler - sanat metinleri

Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• şiiri, şairi tanıyacak; şiirin iç ve dış özelliklerini öğrenecek,
• öykünün bir olay yazısı olduğunu tanıyacak ve öykü ile roman
arasındaki aykırılıkları kavrayacak,
• fabl yazı türünün özelliklerini öğrenecek, bu türün okuyucuya
ders verme inceliğini kavrayacak,
• fıkrayı tanıyacak, düşünce yazılarından fıkra ile ayrılan yönlerini
sezecek,
• romanın bir olaylar zincirinden oluştuğunu, kahramanlarını,
kahramanlarının özelliklerini kavrayacak,
• tiyatro yazı türünü tanıyacak; onu diğer sanat yazılarından ayıracak;
sahne, oyuncu, yönetmen bilgisi edinecek,
• senaryo yazı türünü tanıyacak, tiyatrodan ayrılan yanlarını
kavrayacaksınız.
İçindekiler
• Giriş
• Şiir
• Öykü (hikâye)
• Fabl
• Fıkra (Kısa Gülmece Öykü)
ÜNİTE 8 Yazılı Anlatım Türleri II
Sanat Değeri Olan Yazılar
Yazar
Yard. Doç. Dr. Canan İLERİ
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
• Roman
• Tiyatro
• Senaryo
• Özet
• Değerlendirme Soruları
• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Çalışma Önerileri
• Sanatlı her yazı türü için bir örnek bularak okuyunuz.
• Başınızdan geçen bir olayı öyküleştiriniz.
• Ders alınacak bir olayı fabl olarak yazmayı deneyiniz.
• Beğendiğiniz fıkraları arkadaşlarınıza anlatınız.
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
1. Giriş
Sanat değeri olan yazılar toplumu, bilimsel, siyasal, sanatsal ya da sosyal bir konu
üzerinde düşündürme amacı gütmezler. Duygu ağırlıklı yazılardır. Yine de konusu
toplumsal olanları, öğretici olanları da vardır. Sanat değeri olan yazılar iki türlü yazılabilir:
Şiirle, düz yazıyla (nesirle).
2. Şiir
Önceleri hemen bütün uluslarda düz yazı, konuşma diline çok yakın olduğundan,
sanat sayılmamıştır. Bu nedenle yazının kullanılmadığı dönemlerde, akılda kolay
kalması için sanatlı söyleyişler; ölçülü, uyaklı, özel dizilişli dizelerle söylenmiş, böylece
şiir doğmuştur. Bu da hemen her toplumda söz sanatı denildiğinde akla şiiri getirmiştir.
Bugün bile okuma yazma bilmeyen halk ozanlarınca doğaçlama şiir söyleme
geleneği sürdürülmektedir.
Bir görüşe göre şiir, ilkel çağlardaki din törenlerinde doğmuştur. Din törenlerinde
dans, müzik, şiir üçlüsü birlikte kullanılmış, sonraları her biri ayrı bir sanat dalı olarak
kendi alanında gelişmesini sürdürmüştür.
Şiir Nedir?
Şiiri tanımlamak, bir bakıma güçtür, çünkü toplumların şiir anlayışları dönemlere
göre değişebilir. Şiir, duygu ve düşüncelerin dinleyen ya da okuyanlarda güzellik
duygusu uyandıracak biçimde aktarılmasıdır. Kimi zaman dizelerin ses uyumu, ölçü,
uyak gibi güzellik ögeleriyle süslenmesi sonucu ortaya çıkan yapıya şiir denirken;
kimi zaman dize içine serpiştirilen seslerle süslenen duygu, düşünce ve hayalin
ahenkli biçimde anlatımına şiir denmiştir. Hasan Hüseyin şiire "Karagün Dostu"
diyerek, şiiri yine şiirle tanımlamıştır:
"Karagün Dostu
biliyorum
matarada su
torbada ekmek
ve kemerde kurşun değil şiir;
ama yine de
matarasında suyu
torbasında ekmeği
ve kemerinde kurşunu kalmamışları
ayakta tutabilir."
Şair kime denir?
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 135
?
?
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Şair, şiir söyleyen ya da yazandır. Sesler arası yarattığı uyumlarla, sözcükler
arası kurduğu ilişkilerle, ortaya koyduğu duygu, hayal ve düşüncelerle bizi etkileyen
kişidir. Şair, ikinci kez yaşanılamayacak bir anı sonsuzlaştıran kişidir. Şair, öteki
insanların düşlerinin, onları yoklayıp geçen bir anlık duyguların sözcüsüdür. İnsanlarla,
hatta doğadaki tüm varlıklarla her duyguyu paylaşan, bu duyguları daha
etkili duruma getiren kişidir. Şair; önce yaradılışına, sonra aldığı sanat eğitimine ve
içinde yaşadığı sosyal çevreye göre yönlenir. Buna rağmen şair olmak için dizeleri
alt alta sıralamak yetmez.
Şair, istenen ve istenmeyen her konuda yazabilir, her mantığı kullanabilir. Söz gelimi
Aşık Hasan dağlarla dertleşir:
"Yükseklerde yurdun mu var,
Şahinlerin kurdun mu var,
Bencileyin derdin mi var,
Gözü yaşı akan dağlar.
A dağlar ah ulu dağlar
Eşinden ayrılan ağlar" diye dağların derdini sorarken:
"Ben bu dağdan geldim geçtim,
Boz bulanık suyun içtim,
Ben yarimden ayrı düştüm,
Gördünüz mü bakan dağlar.
A dağlar ah ulu dağlar,
Eşinden ayrılan ağlar".
diye ayrılığın sembolü olmuş dağlara, sevecen bir dille, kendi derdini açar. Dadaloğlu
da padişah fermanına karşı dağlara sığınır:
"Belimizde kılıcımız kirmani,
Taşı deler mızrağımın temreni.
Hakkımızda devlet etmiş fermanı,
Ferman padişahın dağlar bizimdir".
Tevfik Fikret de millet sofrasından çalıp çırparak yiyip içenlere öfkesini şiir ile dile
getirir:
"Han'ı Yağma"dan
"Verir zavallı memleket, verir ne varsa mâlini
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini,
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i bâlini...
Hemen yutun düşünmeyin, harâmını, helâlini
136 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı can fezâ sizin
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin.
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın gider ayak,
Yarın bakarsınız söner, bugün çatırdayan ocak,
Bugün ki mideler kavi, bugün ki çorbalar sıcak;
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak.
Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı pür nevâ sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin."
Şiirin maddesi sözcüklerdir. Şair bu malzemeyi iyi tanımalı, kendi söz varlığını sergiye
koyarak, içinden işportadan mal alanların titizliği ile seçim yapmalıdır. Sanki
ucuz mal bulmuştur, kaçırmamalıdır. Bu sözcük pazarında, ya hiç el değmedik birini
ya da birçok kişinin eli değmiş de bir kenara itilivermiş birini bulmaya çalışır. Sözcükleri
sanki yeniden keşfederek bize sunar. Bu nedenle bizim beğenmeyerek
kullanmadığımız pek çok sözcük, şairin dilinde yeniden can bularak bizi büyüleyecek
kadar anlam kazanır.
Kemalettin Kamu'nun çok olağan gibi söylediği şu dizelerdeki duygu yoğunluğunu
yaşamamış kişi var mıdır? Herkes bir kerecik olsun "gurbetin o, acı buruk
duygularını" tatmamış mıdır? Fakat şair, o belli belirsiz yürek sızımızı söylemekle
kalmamış, sonsuzlaştırmıştır.
"Gurbet o kadar acı ki,
Ne varsa içinde,
Hepsi bana yabancı,
Hepsi başka biçimde"
Şair yalnız sözcük seçmekle kalmaz, sözcükleri hem anlamlı olarak hem de ritim
olarak birbirine bağlar. Bunları dizelere öyle yerleştirir ki, dizedeki sözcüklerin
sırası değişince, şiirin büyüsü kaybolur.
"Görüşmecim yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cıgaram,
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin."
Dizelerindeki hükümlü-sevgili-bahar-memleketim sıralamasında koskoca bir
dram anlatılıverir. Bir romanı dolduracak iki yaşam öyküsüne tanık oluveririz. Bahar
"umut" demektir. Bahar hem de şairin memleketine gelmiştir. Dizelerde bu sözcüklerden
birinin yeri değişse şiirin anlamı bizi böyle büyülemez.
Şair kimi erdemlere sahip olan kişidir. İyi bir şairin nitelikleri şunlardır:
• Şair, sanatını kötüye kullanmaz.
• Şair kimseye boyun eğmez. Kendi ilkelerini kendi koyar, kurallarını kendi
belirler. Bu kuralların insanlık kurallarına uymasına dikkat eder.
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 137
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
• Ölçü ve uyağı, kulağa hoş gelsin diye kullanmaz. Sanatı ölçü ve uyak
yardımıyla oluşmaz, bunları dilerse kullanır.
• Yüreğinde duyduğunu, kafasında düşündüğünü açık seçik söyler.
• Kimseyi taklit etmez, taklit de edilemez. Şair olmak için ayrıca çabalamasına
gerek yoktur. İyi bir şair olduğunda alçakgönüllü olmasını bilir.
• Şair, kullandığı dilde yetkindir.
Yukarıdaki örnek şiirlerdeki duygu, düş, anlam üçgenini ve sözcüklerin sırasını
tartışınız.
3. Öykü (Hikâye)
İnsanlar, yazı yaygınlaşmadan önce, belki de akılda kolay kalsın diye, fabl ve fıkra
(gülmece) gibi kısa öykülerle olaylı küçük anlatı geleneğini geliştirmişlerdir. Sonra
bunlarda yer, zaman, ve kişiler betimlenerek genişletilir. Olayda ayrıntıya gidilir.
Böylece yavaş yavaş öykü türü ortaya çıkar. Öykü, yaşanmış ya da yaşanabilecek
olayları anlatan ilgi çekici yazılardır. Okuyucuya yaşamdan bir sanal kesit sunar.
Çoğu hayal ürünü olduğu halde, anlatılanlar gerçekmiş gibi okuyucuyu etkiler.
Okuyucu öyküleri severek okur, çünkü anlatılanlarda kendinden ya da çevresinden
bir şeyler bulur.
Öykünün Ögeleri nelerdir?
Öykünün ögeleri kişiler, olay, yer ve zamandır.
• Kişiler: Öykünün konusu olan olay, bir kişinin başından geçer. Bu kişiye öykünün
kahramanı denir. Öyküde kişi sayısı sınırlı olmakla birlikte her öyküde
ikinci derecede önemli kişiler de vardır. Kimi öykülerin kahramanı hayvan da
olabilir. Bunlarda ikinci dereceden kişiler içinde hem insan hem de hayvan bulunabilir.
Öykü yazarı, kahramanını ve diğer kişileri hayatın içinden seçmeli,
olayları ve sorunları gerçeğe uygun ele almalıdır. Yazar, Okuyucu ile bağını öykünün
sonuna kadar koparmamak zorundadır.
Öykülerde kişiler; bize betimlemeyle tanıtılır. Bu tanıtım, bütün yönleriyle
değil, yalnızca kişilerin öyküye konu olan yönlerinin tanıtımıdır. Derinlemesine
duygu çözümlemelerine yer verilmez. Öyküyü romandan ayıran en önemli
özellik de budur.
• Olay ya da Durum: Olay ya da durum öykünün konusudur. İnsan başına
gelebilecek her türlü olay, insanın karşılaşabileceği her durum öykünün konusu
olabilir. Eskiden olağan olaylar öyküye konu olamazdı. Öykü "insan
başından geçmiş ya da geçebilecek olağanüstü bir olayın anlatımı" diye tanımlanırdı.
Öyküde konu genellikle bir olaylıdır, bu nedenle de öykü yazmak kolay bir
beceri değildir. Olay, öykü kahramanının eyleme dönüşmüş beğenme, istek,
özlem, tutku, öfke, korku... gibi duygularından doğar, yine onlarla desteklenerek
gelişir, sonuca ulaşır.
138 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Öyküde olay plânı üç bölümdür: serim, düğüm, çözüm.
Serim: Öyküdeki olaya giriş paragrafı ya da paragraflarıdır.
Düğüm: Öykünün gelişme paragraflarıdır. Betimlemeler, duygular, duygu
çatışmaları, çözümlemeler, ana olay, ona bağlı yan olaylar ile karşılıklı
konuşmaların bulunduğu paragraflar hep bu bölümdedir. Olayların düğümlendiği
yerlerde düğüm paragrafları vardır. Okuyucunun merakı bu
paragraflarda doruğa ulaşmalıdır.
Çözüm: Öykünün büyüklüğüne göre birkaç paragraflık bölümdür.
• Yer: Öyküde yer, zaman kadar öyküden ayrılmaz bir parçadır. Olayın geçtiği
yer olayla birlikte değişebilir. Yerin zaman içindeki durumunun anlatılması
betimlemeyi gerekli kılar. Okuyucunun sıkılmaması için betimlemeyi uzun
tutmamak gerekir.
• Zaman: Gerçekte de her olay; zaman denilen sonsuz bir akış içine sonradan
insanların yerleştirdiği, sistemli zaman dilimlerinde geçer. Öyküde yazar olay
zamanını da düşleyerek kurar. Öyküde zamanın okuyucuya veriliş biçimi
yazarın isteğine bağlıdır. Kimi zaman kronolojik zaman denilen olay ya da durumun
başladığı, geliştiği, sonuçlandığı zamana bağlı kalır. Kimi zaman da
okuyucu, daha ilk cümleden, kendini olayın en çözülmez düğümlü bölümü
içinde buluverir. Kimi zaman ise yazar olayı sonuçtan başlatarak başa doğru bir
sıra ile anlatır. Yazarın zamanı düzensiz kullandığı, kimi yerinde geçmişe dönen,
kimi yerinde şimdiyi anlatan öyküler de vardır.
Öyküde, başta öyküleyici ve betimleyici anlatımlar olmak üzere, açıklayıcı
ve tartışmalı anlatım yollarının hemen hepsinden yararlanılır. Anlatıcı olarak
da öyküdeki kişiler kullanıldığı için, öyküler içinde karşılıklı konuşmaların bulunduğu,
kolay okunabilir yazılardır.
Öykü yazımında diğer yazı türleri de kullanılmaktadır. Söz gelimi bir öykü
günlük, anı, mektup gibi yazı türlerinden biriyle yazılabileceği gibi, birkaçının
karması biçiminde de yazılabilir.
Öykü türünün belirleyici özellikleri nelerdir?
• Olay plânlı yazılardır.
• Anlatılan olaylar, bir mantık çerçevesine oturtabilmelidir. Her anlattılan,
daha önce anlatılanla çelişmemelidir.
• Anlatım, yapmacıklıktan uzak olmalı, yalın bir dil kullanılmalıdır.
• Anlatımı kendine özgü olmalı, taklit edilmiş ya da taklit edilebilir olmamalı.
• Bu kurallara bütün yazılı anlatımlarda uygulanacak genel kuralları ekleyiniz.
Roman bölümünü de okuyarak, öykünün roman ile benzeşen yönlerini maddeler
halinde yazınız!
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 139
?
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Aşağıdaki öyküyü okuyalım:
Arabalar Beş Kuruşa
Akşam caddelerin kalabalık zamanında köşe başına bir kadınla bir çocuk gelirdi. Siyah bir
çarşafa bürünen kadın elleriyle çarşafını yüzüne kapatır, yalnız iki siyah göz, sokağın yarı
aydınlığında, parıltısız, önüne bakardı. Çocuk yanında ayakta dururken o çömelir, küçük bir
çuvaldan bir takım oyuncaklar çıkarırdı. Bunlar bir değneğin ucuna takılmış bir çift tahta tekerlekti.
Tekerleklerin üzerinde, iki yuvarlak tahtanın arasına çivilenmiş dört çubuktan ibaret
kameriye gibi bir şey duruyor ve tekerlekler yerde yürütülünce bu kameriye fırıl fırıl dönüyordu.
Oyuncaklar kadının önünde dizilince çocuk bir tanesini eline alıyor, kaldırımda ileri, geri götürerek
incecik sesiyle bağırmaya başlıyordu:
"Arabalar beş kuruşa... Beş kuruşa... Arabalar beş kuruşa!..."
Ve sokaklar tenhalaşıncaya kadar, belki üç dört saat burada duruyorlardı. Çocuk sekiz yaşında
vardı, fakat ilk görüşte altı yaşından fazla denilemezdi. Zayıf ve minimini idi. Sonra, hiç
durmadan bağıran sesi küçük bir kızın sesi gibi ince ve titrekti. "Beş kuruşa" derken "ş"lere
basıyor ve dudaklarının arasından onları ezerek çıkarıyordu.
Kendisi de annesi gibi hep önüne bakar ve başını kaldırmazdı.
Bulundukları köşenin biraz ötesinde parlak vitrinli bir tuhafiye mağazası vardı: Büyük kristallerin
arkasında türlü göz alıcı renklerde boyunbağlar, şık tokalı kemerler, yün kazaklar, eldivenler
ve daha birçok insanlara lazım olan ve olmayan şeyler, geçenlerin yüzüne gülüyordu.
Ana oğul bunların önünden geçerken, geçtikten sonra köşelerine yerleşirken, başlarını hiç
çevirmemeye gayret ederlerdi. Eğer sokağın çamurlu kaldırımlarına akseden ve orayı yer yer
parlatan ışıklar da olmasa, belki böyle bir mağazanın bulunduğunu bile fark etmeyeceklerdi.
Halbuki gelip geçenlerin çoğu, bilhassa çocuklar bu parlak camekanların önünde durup, orada
bir köşeye, ustaca bir karmakarışıklık içinde yığılmış oyuncaklara gözlerini dikiyorlar;
sonra, mahzun bir tavırla yollarına koyulunca karşılarına çıkıveren tahta tekerlekli arabalara
dudaklarını kıvırarak ve adeta hayallerinde vitrinden kalan güzel şekilleri bozuyormuş gibi
canları sıkılarak bakıyorlardı. Fakat küçük satıcı onların bu isteksizliklerini fark etmez, önüne
bakarak kısa aralıklarla bağırırdı:
"Beş kuruşa, arabalar beş kuruşa.."
Büyücek bir otomobil, mağazanın önünde durdu; içinden süslü ve şişmanca bir kadınla sekiz
dokuz yaşlarında, beyaz bereli ve tozluklu, yumuşak , lâcivert paltolu bir çocuk indi. Beraberce
mağazaya girdiler.
Biraz sonra çocuk iç vitrinleri seyrede ede dışarı çıktı, sokağa indi ve oyuncakların olduğu köşeye
bakmaya başladı. Tam bu sırada küçük satıcının sesi işitildi:
140 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
"Arabalar beş kuruşa!..."
Başını çevirip baktı. Sonra koşarak o tarafa gitti, siyah çarşaflı kadının yanındaki çocuğun
elini tutarak,
"Aaa!- dedi-, sen burada araba mı satıyorsun?"
Satıcı başını kaldırıp baktı. Hemen yüzü güldü, o da "Aaa-dedi ve ilave etti: Annem yalnız
gelemiyor, sonra bağıramıyor da... Onun için ben de geliyorum!..."
Beyaz tozluklu çocuk, yün eldivenli ellerini paltosunun cebine sokarak küçük bir kesekağıdı
çıkardı, içinden bir badem ezmesi alıp ağzına attı, bir tane de arkadaşına verdi. Ağzını şişirerek
sordu:
"Derslere ne zaman çalışıyorsun?"
"Mektepten çıkınca... İki saat çalışıyorum, dersleri yapıyorum. Ondan sonra buraya geliyoruz.
Hem gece zaten çalışamam ki. Gaz masrafı çok oluyor."
"Bizim öğretmeni gördün mü? Şimdi buradan geçti!.."
"O benim araba sattığımı biliyor!"
Ve ileride birkaç çocukla bir kadının geldiğini görünce sözünü keserek bağırdı:
"Arabalar beş kuruşa!..."
İkisi de elele tutuşmuşlardı. Çarşaflı kadın hazin gözlerle bunları süzüyordu. Beyaz tozluklu
çocuk hesap vazifesini yapıp yapmadığını sordu:
"Ben demin evde uğraştım, yapamadım, gece beybabama soracağım!" dedi. Öteki,
"Nesini soracaksın, çok kolay..." dedi ve anlattı.
Adamakıllı lakırdıya dalmışlardı. Hatta küçük satıcı artık "Arabalar beş kuruşa!" diye bağırmayı
bile unutmuştu.
Öteki arkadaşının kolunu sarstı ve "Hişt!-dedi-, benim yanımdaki çocuğun ağzı kokuyor,
ben söyleyeceğim de senin yanında oturacağım... Hem daha iyi çalışırız!..."
"Benim yanındaki kalkmaz ki; hem ben söyleyemem mahalle komşumuzdur. O da bizim gibi
fıkaradır..."
Sözüne devam etmedi. "Onu kaldırdı da yerine zengin çocuğu oturttu derler." diyecekti,
vazgeçti.
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 141
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Başka şeylerden bahsetmeye başladılar.
Fakat tam bu sırada beyaz bereli, yumuşak , lâcivert paltolu, beyaz tozluklu çocuğun annesi
mağazadan çıktı, iki tarafına bakındı. Ellerinde paketler vardı. Şoför koşarak onları aldı ve
kendi yanına yerleştirdi. Kadın köşeye doğru bakınca çocuğunu gördü ve aldığı şeylerin keyfi
ile gülümseyen yüzü birdenbire sertleşti. Hızlı adımlarla o tarafa yürüdü. Çocuk, annesinin
böyle hiddetle kendisine doğru geldiğini görünce hemen susmuş, şaşkın, fakat gülümseyen
bir bakışla gözlerini ona dikmişti. Bir an hepsi birden kımıldamadan durdular.
Küçük satıcının annesi başını kaldırmış, yuvarlanır gibi gelen kürk mantolu ve yılan derisi
iskarpinli kadına bakıyordu.
Kadın yaklaşınca, hala şaşkın şaşkın gülümseyen oğlunu bileğinden yakaladı:
"Bu ne hal? -diye bağırdı-Kimlerle konuşuyorsun?"
Ve öteki elindeki şemsiyeyi, elini hala unutarak arkadaşının avucunda bırakan küçük satıcının
omuzuna vurdu. Sonra Haykırdı:
"Pis, baksana, senin konuşabileceğin insan mı bu?"
Çocukların kolları birbirinden ayrılıp aşağı sallanıverdi. Siyah çarşaflı kadın duvarın dibine
büzülmüştü ve küçük satıcının gözleri kolunun acısından yaşla dolmuştu.
Arkadaşının gözündeki yaşları gören çocuk, henüz birçok şeyleri öğrenmediği için, ruhundan
fışkıran bir isyanla,
"Anneciğim-dedi-, o benim mektep arkadaşım!"
Kadın, yüzü kıpkırmızı kesilerek, oğlunun sözünü kesti:
"Ben yarın mektebinize de telefon edeceğim. Seni kendi seviyende olmayanlarla temas ettirmeyi
gösteririm!...
Oğlunun kolundan çekti. Geride kalan küçük satıcı ile anasına, yerin dibine geçirmek ister
gibi tahkir edici ve ezici bakışlar atarak yürümeye başladı. Oğlu hala dönüp geri bakıyor ve
yaşlı gözlerini başka taraflara çeviren arkadaşını görünce kendinin de gözleri yaşarıyordu.
Küçük satıcı, o titrek ve ince sesiyle bağırıyordu:
"Beş kuruşa... Arabalar beş kuruşa!..."
(Sabahattin Ali "Arabalar Beş Kuruşa" Öyküler, Yayına Hazırlayan: Bülent Özükan
Ankara, 1979.)
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 142
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
4. Fabl
Bir tür küçük öyküdür. Olaya dayalı bir anlatımı vardır. Hayattan alınan küçücük
kesitler, hayvanlar ya da bitkiler arasında geçmiş gibi anlatılır. Bugün daha çok çocuk
edebiyatında yer alan fabllerin, toplumu eğitici; örneklendirme ile kötü davranışlardan
caydırıcı özelliği ile eskiden büyükleri eğitmede de anlatıldığı sanılmaktadır.
Fabllerde soyut konular, olay plânıyla hem somutlaştırılarak hem de hareket kazandırılarak
işlenir. Olaylar bizi güldürürken eğitir. İnsanlar arasında geçen iyi-kötü,
cesur-korkak, dürüst-ikiyüzlü, gözü tok-aç gözlü... vb. çatışmalar; bu niteliklerin
yakıştırıldığı hayvan kahramanlar arasında geçmiş gibi gösterilir.
Fablin de dört ögesi vardır; kişiler, olay, zaman, yer.
• Kişiler: Fablin konusu olan olay, kişileştirilmiş en az iki hayvanın başından
geçer. Bunlardan biri iyi ahlâklı bir tipi, diğeri kötü ahlâklı bir tipi canlandırır.
Fablde ikinci derecede kişiler çok azdır, bazen yoktur. Kişi betimlemesi yoktur.
Kahramanlar arasında tilki varsa biz onu kurnaz insan yerine koyarız; arslan
varsa cesaretine güvenen biri yerine koyarız. Kısa olay bile bütün yönleriyle değil,
yalnızca fable konu olan yönüyle tanımlanır. Derinlemesine duygu çözümlemelerine
yer verilmez.
Fabllerde bir de anlatıcı kişi vardır. Bu kişinin de betimlemesi yapılmaz, cinsiyeti
verilmez. Anlatıcı kahramanları izler, dersini alır. Böylece dinleyen ile aynı
görüşü paylaşır.
• Olay: Fablin konusu insan başına gelebilecek her hangi bir olaydır. Olay,
kahramanın eyleme dönüşmüş beğenme, istek, özlem, öfke, korku... gibi tutkuya
dönüşmüş duygularından doğar. Fablin gövdesini bir olay oluşturur, asıl
önemli olan fablin anlatılış nedenidir. Buna "ders" denir. Fabl plânı dört bölümdür:
Serim, düğüm, çözüm, öğüt.
Serim: Olayın türüne, çıkarılacak derse göre kişileştirilmiş hayvanlar ve
çevre tanıtımının yapıldığı bölümdür.
Düğüm: Olay o çevrede verilmek istenen derse göre gelişir. Kısa ve sık
konuşmalar vardır. Hemen birkaç konuşma ile olay düğümlenir
Çözüm: Olay beklenmedik bir sonuçla biter. Fablin en kısa bölümüdür.
Öğüt: Ana fikir bu bölümde öğüt niteliğinde verilir. Bu bölüm kimi zaman
başta, kimi zaman sondadır. Kimi zaman da sonuç okuyucuya bırakılır.
• Yer: Tasvir yapılmaz fakat çevre çok iyi verilmelidir: Orman, göl kenarı,
yol... gibi. Olayın geçtiği yer olayla birlikte değişebilir.
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 143
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
• Zaman: Her olay gibi fabldeki olay da bir zaman diliminde geçer. Kronolojik
zaman kullanılır.
Aşağıdaki fabl örneğini okuyalım:
Keçi Can Pazarında
Keçiciğin aklı bir karış havada ya, sürüsünü bir yana bırakmış, bir başına otlaya otlaya çekip
gitmiş. Hain koca kurt, kaçırır mı; hemen görmüş keçiciği:
"Heh, işte ağzıma lâyık bir lokma. Yaşasın!" demiş.
Keçicik, bakmış can pazarı. Hiç kurtuluş murtuluş yok:
"Eh, n'apalım, demek kaderimizde sana yem olmak varmış kurt ." demiş. "Madem ölüm kapıya
geldi, bari bana biraz kaval çal ki, neşeleneyim, kendimi unutup öyle öleyim.."
Kurt, "Son isteği zavallının... "demiş, bulmuş bir kaval, füyt füüyt çalmaya başlamış. Kurt
çalmış, keçicik, oynamış. Derken ötelerden kaval sesini alan köpekler koşturmuşlar; gelmişler,
kurdu önlerine düşürüp bir güzel kovalamışlar. Kaçmadan önce, kurt, durumu anlayıp
oyuna geldiğini sezinlemiş:
"Suç sende değil bende. Neme gerekti benim kaval çalmak, neme gerekti bana köçekli kurban!"
demiş.
Zamansız bir işe kalkışmanın sonu budur. Ölçmeli, biçmeli adımını ona göre atmalı. Tersi oldu
mu, işte böyle Dİmyat'a pirince giderken evdeki bulgurundan olur.
(Aisopos, Ezop Masalları, Tarık DursunK. Mayıs 1981.)
5. Fıkra (Kısa Gülmece Öykü)
Bir tür küçük öyküdür. Olaya dayalı bir anlatımı vardır. Hayattan alınan gülünç
olaylar ile soyut konular işlenir. Olaylar bizi güldürürken eğitir. İnsanlar arasındaki
çatışmalar konu edilir. Bir bakıma fabldeki kahramanlar fıkrada artık insandır.
Yine kişiler, olay, zaman, yer olmak üzere dört öğesi vardır.
• Kişiler: Kişi sayısı çok azdır. Kişi betimlemesi yoktur. Kahramanlar fıkraya
konu olan yönüyle tanımlanır. Derinlemesine duygu çözümlemelerine yer verilmez.
Fıkralarda anlatıcı kişi vardır. Bu kişinin betimlemesi yapılmaz, cinsiyeti
verilmez.
• Olay: Fıkranın konusu insan başına gelebilecek her hangi bir olaydır. Olay,
kahramanın eyleme dönüşmüş duygularından doğar. Çok kısa verilir. Fıkra da
olay plânlı bir yazıdır. Serim, düğüm, çözüm olmak üzere üç bölümü vardır.
144 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
• Yer: Ayrıntılı tasvir yapılmaz fakat çevre çok iyi verilmelidir. Çevre olayla
birlikte değişebilir.
• Zaman: Her olay gibi fıkrada da olay da bir zaman diliminde geçer. Kronolojik
zaman kullanılır. Çoğu kez bir gün..., bir yaz günü... ramazan ayı imiş... gibi
girişlerle zaman verilir.
6. Roman
Yöntem olarak öyküden farklı değil diyebiliriz. Öyküye göre çok yönlüdür. Romanlar
da yaşanmış ya da yaşanabilecek olaylar dizisini anlatan ilgi çekici
yazılardır. Yapı olarak sanki iç içe birçok öyküden kurulmuştur. Romanda, okuyucuya
yaşamdan sanal bir örnek sunulur. Roman türü eski destan ve masalların, bir
görüşe göre mesnevilerin zamanla gerçek dışı ögelerinden sıyrılarak yaşanabilir biçime
getirimesiyle ortaya çıkmıştır. Çoğu hayal ürünü olduğu halde, anlatılanlar
gerçekmiş gibi okuyucuyu etkiler. Okuyucu romanı severek okur, çünkü
anlatılanlarda kendinden ya da çevresinden bir şeyler bulur. Romanın görüş açısı
öyküye göre çok yönlüdür. Uzun plânlı yazılardır.
Romanın ögeleri de öykünün ögelerinin aynıdır; kişiler, olay ya da durum, yer, zaman
• Kişiler: Romanın konusu olan olay, bir kişinin ya da grubun başından geçer.
Bu kişi ya da kişilere romanın kahramanı denir. Romanda kişi sayısı öyküden daha
çoktur. Her romanda ikinci derecede, üçüncü derecede önemli kişiler de
vardır. Kimi romanların kahramanı hayvan da olabilir. Bunlarda ikinci, üçüncü
derecedeki kişiler içinde hem insan hem de hayvan bulunabilir.
Romanlarda kişiler; bize betimlemeyle tanıtılır. Yalnız bu tanıtımda kişiler,
bütün yönleriyle ele alınır. Karakterler ve tipler çizilir. Romanı öyküden ayıran
en önemli özellik de budur.
İlk romanlarda bir de anlatıcı kişi vardı. Anlatıcı olayları, kahramanın hareketlerini,
duygu ve düşüncelerini anlatırdı. Böyle romanlarda okuyucu,
anlatıcıyı hep yazarla örtüştürmüştür. Bunun için uzun yıllar yazarın ağzından
anlatılan romanlar okundu. Roman kahramanının anlatıcı olduğu romanlar
daha sonra yazıldı ve okuyucu böyle romanları gerçeğe daha yakın buldu.
• Olay ya da Durum: Olay ya da durum romanın konusudur. İnsan başına
gelebilecek her türlü olay, insanın karşılaşabileceği her durum romanın konusu
olabilir.
Romanda konu; roman kahramanının ya da kahramanlarının eyleme dönüşmüş
beğenme, istek, özlem, tutku, öfke, korku... gibi duygularından doğar, yine
onlarla desteklenerek gelişir, sonuca ulaşır. Romanda konu plânı üç bölümdür:
Serim, düğüm, çözüm.
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 145
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Serim: Romanın giriş bölümüdür. Kişiler, yer ve zaman bu bölümde
tanıtılır.
Düğüm: Betimlemelerin, konuşmaların bulunduğu paragraflardır. Olayların
düğümlendiği yerlerdedir. Düğüm paragrafları hep bu bölümdedir.
Çözüm : Romanlarda yazının büyüklüğüne göre birkaç paragraflık bölümdür,
birkaç sayfa tuttuğu da olur.
• Yer: Romanda da yer önemlidir. Yer olaylara bağlı kalarak değişebilir. Yerin
zaman içindeki durumunun anlatılması betimlemelerle yapılır. Okuyucunun
sıkılmaması için betimlemeleri uzun tutmamak gerekir.
• Zaman: Gerçek olaylar gibi romandaki olaylar da zaman dilimleri içinde geçer.
Yine zamanın okuyucuya veriliş biçimi yazarın isteğine bağlıdır. Kimi romanda
kronolojik zaman kullanılır. Kimi romanda okuyucu, daha ilk cümleden
kendini olayın en çözülmez yerinde buluverir. Kimi zaman ise yazar, olayı
sonuçtan başlatır ya da zamanı düzensiz kullanır.
Roman yazımında günlük, anı, mektup gibi diğer yazı türlerinden yararlanılabilir.
Roman bunlardan biriyle yazılabileceği gibi, birkaçının karması ile de yazılabilir.
Roman türünün belirleyici özellikleri nelerdir?
• Olay plânlı yazılardır.
• Yazar anlattığı olayları bir mantık çerçevesine oturtabilmelidir. Çizdiği tip
ya da karakterlerde başarılı olmalıdır.
• Roman yazarı, kahramanını ve diğer kişileri hayatın içinden seçmeli, olayları
ve sorunları gerçeğe uygun ele almalıdır. Onun için roman yazmak ustalıktan
öte sanatçının işidir.
• Bu kurallara bütün yazılı anlatımlarda uygulanacak genel kuralları ekleyiniz.
Romanın öyküden ayrılan yönlerini maddeler halinde yazınız!
Toprak Acıkınca'dan
Gün açtı açacaktı ki, Paşazade'nin Şahyar'daki çiftliğinden yola koyuldular. İlkin, Dereköy
üstünden, Umurbaba tepelerine vurdular. Bozdağ'ın alçak tepeleriydi bunlar. Ve batı yöresine
doğru uzanıp gidiyordu. Tepelerin altındaki patikadan, durmaksızın yol alıyorlar. Atlılar,
Mustafa Beyin atının eşkinine uygun gidiyor. Topal Ali, bacağını sürüklüyor yayaların
arasında.
Umurbaba dağının, Çaldağı uzantısıyle birleştiği yere gelince, düşünmekten kendini alamadı.
Keşke, çelebisini nalbanta bırakacağına, yanına alsaydı. Şimdi üstüne kurulur, sigara
keyfi yapardı. Sonra atlılar arasında, bir eşek süvar, diye geçirdi aklından. Kendi kendine güldü.
Gülerlerdi haline. Öteki milisler de gülerlerdi en azından.
146 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Gülsünlerdi be. Yorulmazdı ya... Hem dağ hayvanıydı o. Böyle patikalarda, kent atlarından
daha hızlı giderdi alimallah. İsterse yarışa kalksınlar. Daha ikinci taşta tökezlenirdi onlar.
Ama, onun ihtiyar çelebisi, dağ yolunu buldu mu buldu, su gibi akardı.
Ya kendisi...
Kendisi dağ adamı değil miydi? Ovalılar, ıkıldamadan yürürken, kalkıp da yorgunluktan mı
söz edecekti. Ayıptı ona be. İki günlük yolu sızıltısız yürüyüp gelen Topal Ali, şurada öğle olmadan,
ıkırdanmaya mı başlayacaktı. Olmazdı böyle şey.
Dikildi. O dikilince, kısa bacağı üstüne basarken daha bir yaylandı vücudu. Gölgesi, yanında
oynaştı. Yoldaşları, gülüştüler. Kendisi bir yana gidiyor, gölgesi başka bir yönde uzayıp
kısalıyordu durmaksızın. Ama, yiğitti besbelli. Mavzeri öyle bir kavramıştı ki, zeybek sanırsın.
Niye olmasın. Duydukları, bildikleri kadarıyla, dağ köylerinde zeybekliğe soyunmamış adamı,
erden saymazlarmış. Öyle der eskiler. Kim bilir bu bacağı hangi "musademe"de yitirdi.
Şu mavzeri kavrayışına bakın. Şu topal bacağına rağmen, yol sürüşünü izleyin bir. Anlarsınız
hemen eski kurt olduğunu.
Dağ havasını nefeslendikçe şişiyor. Büyüyor sanki. Onlar giderek yoruldukları halde, o aksine
dinçleşiyor, hızlanıyor. Neredeyse, atlılarla yarışacak.
Dayanamıyor milislerden biri. İnce uzun boyunun üstünde, toparlak bir gülle gibi duran
kafasını sallayarak sokuluyor.
— Ali Dayı...
— Buyur Kadir Ağam.
— Sorması ayıp ama, sen hiç zeybeklik yaptın mı?
— Yok, yapmadım.
Hepsi de böyle der bu zeybeklerin. Daha bir inanıyorlar Topal Ali'nin zeybeklik yaptığına.
Daha bir başka bakıyorlar artık. Nedendir bilinmez. Dağda gezen bir kişiye on kez sorsan,
zeybeklik yaptım demez. Bir de duyarsın ki, en azılılardan biriymiş. Neden? Belki, dağdan inmeyi
yediremiyorlar kendilerine. Zeybekliklerinde bir kurşuna harcanmış olmayı yeğliyorlar
da ondan. Bilinmez...
— Hep de öyle denir be Ali Dayı... Hacı Musa bile, son demlerine kadar inkâr gelirdi.
— Hacı Musa, büyük adamdı yeğenim. Mekaânı cennet olsun, bir büyük zeybekti ki...
— İyi tanır mıydın onu?
— Tanımaz olur muydum. Kente gelirken ya da dönüşte mutlaka bir kez uğrardım
.....
(Erol Toy, Toprak Acıkınca, İstanbul 1968)
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 147
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
7. Tiyatro
Tiyatronun iki anlamı vardır: Birincisi, dram, komedi, vodvil gibi yazılı eserin oynandığı
yer; ikincisi, bu eserleri sahnede oynama sanatı. Sahnede canlandırılmak
üzere yazılmış eserlerin ortak adı olarak da kullanılmaktadır.
Tiyatro eserlerinde hem yazarın hem de oyuncuların izleyenler üzerinde etkisi çoktur.
Sanatlı yazı türleri içinde yazımı en zor olanı, izleyiciye ulaşmak için en çok
emek isteyeni tiyatrodur. Öykü ya da roman yazarı gibi tiyatro yazarı da yaşanmış
ya da yaşanabilecek olayları anlatır, fakat oynanmak için yazar. Tiyatro eserinin bir
okuyucu kitlesi vardır, bir de izleyici kitlesi vardır. Güzel sanatlar içinde en canlı
olanıdır, çünkü edebiyat, konuşma, haretet, müzik, dans, mimarlık, giyim ve makyaj
gibi güzel sanatların birçoğu tiyatroda buluşur. Yönetmenin topladığı bu güçlü
ekip ilk günden, son sahneye dek ortak ilkelerle çalışırlar.
Tiyatronun doğuş nedeninin yine dini amaçlı olduğu sanılmaktadır. En eski
tapınma eylemlerinin, zaman içerisinde değişerek ve gelişerek, gerçek yaşama benzetilmesiyle
ortaya çıkmıştır. Bir başka teze göre; konuşmanın çok ilkel, sınırlı olduğu
dönemlerde, insanların birbirberiyle anlaşmak için olayları yinelemeye çalışarak
aktarma yöntemlerinden doğmuştur.
Konuyu işleyişi bakımından üç türlü tiyatro eseri vardır. Birincisi kurallı bir anlatımı
olan, izleyicide acıma ve korku uyandıran tragedi, ikincisi olayların gülünç yanlarını
ortaya koyan komedi , üçüncüsü yaşamı hem acıklı hem de güldürücü olayları
ile olduğu gibi aktaran dramdır.
Tiyatro yazarı, okuyucuya yaşamdan bir sanal kesit sunmakla kalmaz, olayları oyuna
dönüştürerek sanallığını sahnede de sürdürür. Yapı olarak sanki iç içe birçok öyküden
kurulmuştur. Eser, hem görme hem duyma duyularını etkileyerek iletisine
anında tepki alır. Uzun plânlı yazılardır. Tiyatro eseri; yazar, oyuncu, sahne, izleyici
dörtgenine göre yazılır. Bunun için tiyatro eserleri hem söz hem eylem sanatıdır. Tiyatro
eserinin okuyucu kitlesinden çok izleyici kitlesi vardır.
Ana sınıfından üniversiteye kadar bütün öğretim kurumlarında öğrencilere duygu
eğitimi verebilmek, toplum kurallarını öğretmek, toplu çalışma alışkanlıklarını geliştirmek
için en iyi yol tiyatro çalışmalarıdır. Bu yüzden oyun, monolog, skeç, gibi
uygulamalar sergilenir.
Tiyatronun ögeleri; kişiler, olay ya da durum, yer, zaman, oyuncular, izleyicilerdir.
• Kişiler: Tiyatro eserinde kişi sayısı konuya göre değişir. Tiyatronun konusu
olan olay, bir kişinin ya da grubun başından geçer. Kişiler olayla ilgilerine göre;
birinci derecede ve ikinci derecede önemli kişiler diye ikiye ayrılır. Tiyatro
yazarı kişileri doğal ve toplumsal çevre içinde verir; onları çevresinden soyutlamaz.
Tip ya da karekterler çizer. Yazar, kişilerin giyim-kuşam bilgilerini eseri-
148 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
nin başında betimlemeyle verir. Kimi tiyatro eserlerinde olay hayvanların başından
geçmiş gibi gösterilir. Bu kez oyuncular hayvanların rolünü oynamaya
çalışırlar. Bu eserlerdeki ikinci dereceden kişiler içinde yine hem insan hem de
hayvan bulunabilir. Tiyatro eserinde kimi zaman bir de anlatıcı kişi bulunur. Bu
kişi anlatıcı rolüyle ara ara sahneye çıkarak olayların gelişmesi üzerinde bilgiler
verir.
• Olay ya da Durum: Tiyatro hem söz hem eylem sanatıdır. Tiyatro eserini
oluşturan diğer ögeler bu iki niteliğe göre biçimlenir. İnsan başına gelebilecek
her türlü olay, insanın karşılaşabileceği her durum tiyatro eserinin konusu olabilir.
Konu, kahramanının kendisiyle ya da çevresiyle çatışmasından doğar.
Oyun yine kahramanın eyleme dönüşmüş beğenme, istek, özlem, tutku, öfke,
korku... gibi duygularından, destek alarak gelişir, sonuca ulaşır.
Tiyatro eserinde olay plânı üç bölümdür: Serim, düğüm, çözüm. Bunlar genellikle
iki perde olarak sunulur.
Serim: Oyundaki olaya giriştir. Oyunun en önemli bölümüdür. İzleyiciler
bu bölümde olayın geçtiği yer ile kişiler hakkında bilgi sahibi olurlar. Kişinin
kendisiyle ve çevresiyle yaşadığı çatışma sergilenir. İzleyici düğüm
noktasına hazır duruma getirilir.
Düğüm : Oyunda duygu çatışmalarının yoğunlaştığı, dolaşık olayların üst
üste geldiği, çıkmazların sergilendiği bölümdür. İzleyicinin merakı bu bölümde
doruğa ulaşırken, olay kahramanları karar sürecini yaşarlar.
Çözüm : Oyunun bitiş bölümüdür. Son bir olay ile oyun bitirilir. Bu bölümde
izleyicilerin kafasındaki bütün soru işaretleri cevabını bulmalıdır. İzleyici
üzerindeki son etki çok önemli olduğu için çözüm bölümü ya bir sürprizle
ya bir konuşmayla ya da etkili bir cümle ile bitirilir.
• Yer: Tiyatro eserinde olayın geçtiği yer sahnede dekor ile canlandırılır. Dekor,
çevreyi sahnede canlandıran eşya ve nesnelerin bütünüdür. Konunun
gerektirdiği biçimde, sahnede oyuncunun dekor gereği kullandığı eşyalara aksesuar
denir.
• Zaman: Tiyatro eserinde zamanın veriliş biçimi yazarın isteğine bağlıdır.
Yazar; kronolojik zaman, düğümden başlatılan zaman, sonuçtan başlatılan zaman,.
düzensiz zaman anlatımlarından birini seçer.
• Oyuncular: Tiyatro eserinin en önemli özelliği dramatik yapısının olmasıdır.
Olaylar sahnede canlandırılacak özellikte yazılır. Bu olayları sahnede
canlandırmaya rol yapma denir. Rol yapan erkek ise aktör, bayan ise aktris denir.
Günümüzde her ikisi için de oyuncu terimi daha çok kullanılmaktadır. Oyuncular
canlandırdıkları kişiliğe uymak için makyaj yaparlar. Rollerine uygun kostüm
giyerler.
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 149
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
• İzleyiciler: Tiyatroda izyeyici çok önemlidir. İzleyicisi olmayacak tiyatroyu
yazmaya da oynamaya da gerek yoktur. Tiyatronun başarısı izleyicisiyle ölçülür.
İzleyici olmanın getirdiği sorumluluklar vardır, her izleyici bunları bilmelidir.
İzleyici olmak , bilet parasını vererek sahnenin karşısına oturmaktan öte bir
şeydir.
Tiyatro izleyicisi, oyun başlamadan yerine oturmuş olmalıdır. Oyun bitmeden
ayrılmamalıdır. Oyun sırasında yanındaki ile konuşarak, kabuklu yemiş
yiyerek çevresini rahatsız etmemelidir. Alkışı gerekli yerlerde yapmalıdır. Çok
sık alkış sahnedeki oyuncuları rahatsız eder. Oyun bitince alkışlamak en iyisidir.
Önündekini, arkasındakini rahatsız edecek biçimde oturmamalıdır.
Tiyatro eserinde kullanılan anlatım yolları nelerdir?
Tiyatro eserinde, anlatım baştan sona karşılıklı konuşmadır. Betimleme daha çok
yer, dekor, karakter tasvirlerinin yapıldığı perde başlarında ya da parantez içlerinde
yapılır. Karşılıklı konuşmalar arasında parantez içinde kısaca betimleme yapılır.
Açıklama ve tartışma kişilerin konuşmalarının içine yerleştirilir
Tiyatro eserinin yazımında diğer yazı türleri de kullanılmaktadır. Öykü ve romanlar
tiyatro eseri gibi yeniden yazılarak sahnelenebilir. Sözgelimi günlük, anı, mektup
gibi yazı türlerinden biriyle yazılabileceği gibi, birkaçının karması biçiminde de
yazılabilir.
Tiyatro eserini yazmak için söz ustalığının yanısıra sahne tekniğini de bilmek gerekir;
çünkü söz ile hareketin uyumlu olması önemlidir. Yazar yalnız toplumu ve
olayları gözlemez, tiyatro dünyasını da gözler. Eserini döneminin sahne olanaklarını
göz önünde bulundurarak yazar. Tiyatro eseri yazmanın -bir iki teknik bilgi dı
şında- pek kuralı da yoktur, denilebilir. Artık yazarlar kendi kurallarının, kural koyucusudurlar.
Yalnız, tiyatro yazarı tiplemelerini gerçeğe uygun yapmalıdır.
Tiyatro eserinin belirleyici özellikleri nelerdir?
• Olay plânlı yazılardır.
• Olay, konuşmaya dayalı olarak aktarılır.
• Yazar anlattığı olayları dekoru, kostümü, aksesuarı bir mantık çerçevesinde
birleştirebilmelidir.
• Tiyatro eserleri konuşma diline en yakın eserlerdir. Bu nedenle uzun cümle
kullanılmamalıdır.
Tiyatro yazarının toplumsal sorumluluğunu tartışınız.
150 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
?
?
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
8. Senaryo
Sinema teknolojisinin geliştirdiği bir yazı türüdür. Senaryo, filmin kâğıt üzerindeki
ilk halidir. Sinemada ya da televizyonda gösterilmek üzere, çekim için hazırlanan
yazıdır. Senaryo yazımı sessiz film döneminde pek önem kazanmamıştır. Sinemada
hem yazarın hem oyuncuların hem de yönetmenin izleyenler üzerinde etkisi vardır.
Komposizyonla ilgisi yazılı olarak hazırlanmasından, duygu ve hayale yer vermesindendir;
edebiyat değeri pek taşımaz, çünkü o haliyle halkın karşısına çıkmaz.
Güzel sanatların son örneğidir. Bir filmin hazırlanmasında ilk adımdır. Önce senaryo
yazılır, sonra stüdyo çalışmaları yapılır; sonra da laboratuvar işleri.
Senaryo, uzun plânlı yazıdır; yapı olarak sanki iç içe birçok öyküden kurulmuştur.
Senaryo yazarının yaşamdan bir sanal kesit olarak sunduğu olaylar, oyuncu, sütodyo,
yönetmen ve gerekli teknik elemanlarla çok kalabalık bir ekip çalışması sonunda,
senaryonun gerektirdiği yer çevre koşulu yaratılarak beyaz perdeye ya da ekrana
aktarır. Ortaya çıkan eser hem söz hem göz, hem de eylem sanatıdır. Senaryolar
izleyicisine iletiyi çok çabuk veren, karşılığını da hemen alan eserlerdir.
Senaryonun Ögeleri: Kişiler, olay ya da durum, yer, zaman, oyuncular, yönetmen, izleyicilerdir.
• Kişiler: Senaryonun konusu olan olay, bir kişinin ya da grubun başından geçer.
Kişiler olayla ilgilerine göre birinci derecede ve ikinci derecede önemli kişiler
diye ayrılır. Kimi senaryolarda olay hayvanların başından geçmiş gibi gösterilir.
Oyuncu olarak eğitilmiş hayvanlarla çalışırlar. Senaryo yazarı kişileri doğal
ve toplumsal çevre içinde verir; onları çevresinden soyutlamaz. Tip ya da
karakterler çizer.
• Olay ya da Durum: İnsan başına gelebilecek her türlü olay, insanın
karşılaşabileceği her durum konu olabilir. Konu, kahramanının kendisiyle ya
da çevresiyle çatışmasından doğar. Onun eyleme dönüşmüş beğenme, istek,
özlem, tutku, öfke, korku... gibi duygularından, destek alarak gelişir, sonuca
ulaşır. Senaryoda olay plânı yine üç bölümdür: Serim, düğüm, çözüm.
• Yer: Senaryo, sinema, tiyatroya göre çevreyi çok özgür kullanır. Dünyanın
her yeri mekân olarak karşımıza çıkabilir.
• Zaman: Senaryoda zamanın verilişinde de sorun çıkmaz; kronolojik zaman,
düğümden başlatılan zaman, sonuçtan başlatılan zaman,. düzensiz zaman
anlatımlarından biri seçilebilir.
• Oyuncular: Senaryolarda karşılıklı konuşma çok önemlidir; senaryonun
başarısını etkiler. Rol yapan erkek ise aktör, bayan ise aktris denir. Günümüzde
her ikisi için de oyuncu terimi daha çok kullanılmaktadır. Oyuncular canlandırdıkları
kişiliğe uymak için makyaj yaparlar; rollerine uygun kostüm giyer
aksesuar kullanırlar.
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 151
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
• Yönetmen: Oyuncuları denetleyen, olaylar arasındaki bağlantının kopmamasını
sağlayan hep yönetmendir. Bir senaryo ancak iyi bir yönetmenle sahne
başarısına ulaşır.
• İzleyiciler: Günümüzde senaryonun, filmin başarısı izleyici sayısıyla ölçülmektedir.
Bu nedenle ayrı bir sektör haline gelen sinema, televizyon dünyası
daha çok izleyici toplamak için her gün yenilik peşinde koşmaktadırlar. Hatta
film-izleyici ikilisi artık pazarlamacıların bile dikkatini çekmiştir ve reklâmcılar
dizi film gibi reklâm senaryoları çekimi yapmaktadırlar.
İzleyici sinemaya vaktinde gitmeli; oturuşu ve davranışıyla çevresini rahatsız
etmemelidir.
Özet
Sanat değeri olan yazılar duygu ağırlıklı yazılardır. Yine de konusu toplumsal olanları, öğretici
olanları da vardır. İki türde yazılabilir: Şiirle, düz yazıyla (nesirle).
Şiir: Yazının kullanılmadığı dönemlerde, akılda kolay kalması için sanatlı söyleyişler şiiri
doğurmuştur. Kimi zaman dizelerin ses uyumu, ölçü, uyak gibi güzellik ögeleriyle süslenmesi
sonucu ortaya çıkan yapıya şiir denirken; kimi zaman dize içine serpiştirilen seslerle
süslenen duygu, düşünce ve hayalin ahenkli biçimde anlatımına şiir denmiştir.
Şair, şiir söyleyen ya da yazandır. Şair sesler arasında yarattığı uyumlarla, sözcükler
arasında kurduğu ilişkilerle, ortaya koyduğu duygu, hayal ve düşüncelerle bizi etkiler.
Öykü (Hikâye): Yaşanmış ya da yaşanabilecek olayları anlatan yazılardır. Öykünün ögeleri;
kişiler, olay ya da durum, yer, zamandır. Öykülerde kişiler bütün yönleriyle değil, yalnız
kişilerin öyküye konu olan yönleriyle tanıtılır. Öykü; günlük, anı, mektup gibi yazı türlerinden
biriyle yazılabileceği gibi, birkaçının karması biçiminde de yazılabilir.
Fabl: Bir tür küçük öyküdür. Hayattan alınan küçücük kesitler, hayvanlar ya da bitkiler arasında
geçmiş gibi anlatılır. Fabllerde soyut konular, olay plânıyla somutlaştırılarak işlenir.
Fıkra: Bir tür küçük öyküdür. Hayattan alınan gülünç olaylar ile soyut konular işlenir.
Olaylar bizi güldürürken eğitir.
Roman: Yapı olarak sanki iç içe birçok öyküden kurulmuştur. Romanın ögeleri de öykünün
ögelerinin aynıdır.
Tiyatro: Tiyatronun iki anlamı vardır: Birincisi, dram, komedi, vodvil gibi yazılı eserin
oynandığı yer; ikincisi, bu eserleri sahnede oynama sanatı. Sahnede canlandırılmak üzere
yazılmış eserlerin ortak adı olarak da kullanılmaktadır. İlk ortaya çıkışının yine dini amaçlı
olduğu sanılmaktadır. Konuyu işleyişi bakımından üç türlü tiyatro eseri vardır: Tragedi, ko-
152 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
medi, dram.Tiyatro eserinde olayın geçtiği yer sahnede dekor ile canlandırılır. Dekor gereği
kullandığı eşyalara aksesuar denir.
Senaryo: Sinema teknolojisinin geliştirdiği bir yazı türüdür. Senaryo, filmin kâğıt üzerindeki
ilk halidir. Sinema yazar, oyuncular, yönetmen üçlüsünün emeği ile ortaya çıkar. İç içe
birçok öyküden kurulmuştur. Bir ekip çalışması sonunda, gerekli yer ve çevre koşulu yaratılarak
beyaz perdeye ya da ekrana aktarır.
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını seçenekler arasından bulunuz.
1. Aşağıdakilerden hangisi öyküdeki düğüm paragraflarının özelliklerinden
biri değildir?
A. Öykünün gelişme paragraflarıdır.
B. Duygu çatışmaları vardır.
C. Yan olaylar vardır.
D. Ana olay bu bölümde değildir.
E. Duygu çözümlemeleri bu paragraftadır.
2. Aşağıdakilerden hangisi fabl türü ile ilgili bilgi değildir?
A. Olaya dayalı bir anlatımı vardır.
B. Uzun öykülerdir.
C. Örneklendirme ile kötü davranışlardan caydırıcı özelliği vardır.
D. Soyut konular somutlaştırılarak işlenir.
E. İnsan hayatından alınan küçücük kesitler, insan dışı canlılara uyarlanarak
anlatılır.
3. Kişi betimlemesi olmayan yazı türü aşağıdakilerden hangisidir?
A. Öykü,
B. Roman,
C. Fıkra,
D. Masal,
E. Hepsi.
4. Aşağıdakilerden hangisi iyi bir şairde olmaz?
A. Kendi ilkelerini kendi koyar.
B. Ölçü ve uyağı dilerse kullanır.
C. Toplum kurallarına uymak zorunda değildir.
D. Kimseyi taklit etmez.
E. Kuralları insanlık kurallarına uyar.
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 153
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
5. Hem görme hem duyma duyguları üzerine kurulmuş yazı türü hangisidir?
A. Roman,
B. Tiyatro,
C. Öykü,
D. Anı,
E. Hepsi.
6. Aşağıdakidüşüncelerderden hangisi doğrudur?
A. Roman, yapı olarak öykülerin birleşmesiyle kurulmuştur, denilebilir.
B. Romanlar kısa plânlı yazılardır.
C. Romanlar, destanların zamanla gerçek dışı öğelerinden sıyrılarak yaşanabilir
biçime getirilmesiyle ortaya çıkmış olamaz.
D. Romanın görüş açısı öyküye göre az yönlüdür.
E. Romanlarda sürekli kronolojik zaman kullanılır.
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Adalı, Oya. Yüksek Öğretimde Sözlü ve Yazılı Anlatım, Yayınevi, İzmir, 1982.
Alangu, Tahir. Türkiye Folkloru Elkitabı cild:1,2, Adam Yayıncılık, İstanbul, 1983.
Ateş, Kemal. Örneklerle Türkçe Kompozisyon Bilgileri, Ankara Üniversitesi Dil
ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları, No: 353, Ankara, 1985.
Başkan Özcan. İnsan Dili ve Ötesi, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1988.
Emir, Sabahat. Örnekleriyle Kompozisyon Yazma Sanatı, Hakan Ofset, İstanbul,
1985.
Garipoğlu, Kemal. Örnekli Kompozisyon, İstanbul, 1977.
Hengirmen, Mehmet. Türkçe Kompozisyon Yazım-Test-Ulgulama, Ankara Üniversitesi
Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara, 1980.
Kantemir, Dr. Enise. Yazılı ve Sözlü Anlatım, Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Yayınları: 105, Ankara, 1972.
Özdemir, Emin. Okuma Sanatı, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1983.
Özdemir, Emin, Yazı ve Yazınsal Türler, Varlık Yayınevi, İstanbul, 1983.
Özdemir, Emin. Binyazar, Adnan. Yazmak Sanatı: Kompozisyon, Varlık Yayınevi,
İstanbul, 1969.
154 Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Özön, Mustafa Nihat. Yazmak Sanatı ve Kompozisyon, Varlık Yayınevi, İstanbul,
1960.
Par, Arif Hikmet. Plânlı Yazma Sanatı Komposizyon, İstanbul, 1974.
Sarıca, Salih, Gündüz, Mustafa. Güzel Konuşma Yazma Kompozisyon, İstanbul,
1992.
Tansel, Fevziye Abdullah . İyi ve Doğru Yazma Usûlleri, Milli Kültür Yayınları,
Ankara, 1962.
Türk Dil Kurumu. Türk Dili Roman Özel Sayısı I, Aylık Dil ve Edebiyat Dergisi,
Sayı: 154, Ankara, Temmuz 1964.
Türk Dil Kurumu. Türk Dili Şiir Özel Sayısı, Aylık Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı:
409, Ankara, Ocak 1986.
Türk Dil Kurumu. Türk Dili Tiyatro Özel Sayısı, Aylık Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı:
178, Ankara, Temmuz 1966.
Türk Dil Kurumu. Türk Dili Türk Dili ve Yazını Özel Sayısı, Aylık Dil ve Edebiyat
Dergisi.
Türk Dil Kurumu. Türk Dili Türk Halk Edebiyatı Özel Sayısı, Aylık Dil ve Edebiyat
Dergisi, Sayı: 207, Ankara, Aralık 1968.
Türk Dil Kurumu. Türk Dili Türk Kısa Oyunları Özel Sayısı, Aylık Dil ve Edebiyat
Dergisi, Sayı: 214, Ankara, Temmuz 1969.
Türk Dil Kurumu. Türk Dili Türk Öykücülüğü Özel Sayısı, Aylık Dil ve Edebiyat
Dergisi.
Türk Dil Kurumu. Türk Dili Türk Romanında Kurtuluş Savaşı Özel Sayısı, Aylık
Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 298, Ankara, Temmuz 1976.
Yıldırım, Hüseyin. Öğretmen Rehberi, C. I, II, Ankara Yayınevi, Kültür Matbaası,
Ankara, 1966.
Yörük, Yaşar. Güzel Konuşma Yazma Kılavuzu, Ankara, 1978.
Yücel, Tahsin. Yazın ve Yaşam, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1976.
Zülfikar, Dr. Hamza. Yüksek Öğretimde Türkçe Yazım ve Anlatım, Bizim Büro,
Ankara, 1981.
Wellek, R, Warren, A. Yazın Kuramı, Çeviren: Yurdanur Salman, Altın Kitaplar Yayınevi,
İstanbul, 1982.
Y A Z I L I A N L A T I M T Ü R L E R İ I I S A N A T D E Ğ E R İ O L A N Y A Z I L A R 155