Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Yazın akımlarının özelliklerini birbirlerinden ayıracak,
• Her bir akımın etkinlik gösterdiği zaman dilimini öğrenecek,
• Akımların öncü yazarlarının yanı sıra diğer yazarlarını da tanıyacak,
• Örnek metinleri kavrayabileceksiniz.
İçindekiler
• Giriş 53
• Klâsisizm 54
• Coşumculuk (Romantizm) 57
• Parnasizm 59
• Gerçekçilik (Realizm) 60
• Simgecilik (Sembolizm) 63
• Yirminci Yüzyıl Yazın Akımları 65
• Özet 73
• Değerlendirme Soruları 75
• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar 75
ÜNİTE 4 Yazın (Edebiyat) Akımları
Yazar
Yard. Doç. Dr. Ali ÖZTÜRK
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Çalışma Önerileri
• Akımların her birinin, kendilerinden önceki dönemlerin içinden
çıktığını ve zamanlarının kesin çizgilerle ayrılamayacağını
dikkate alınız.
• Ünitede yapılan açıklamaların yanı sıra, her bir akımın diğer
sanat türlerindeki etkilerini de araştırmanız yararınıza olacaktır.
• Ünite sonunda verilen yararlanılan ve başvurulabilecek kaynakların
ilgili bölümlerini okuyunuz.
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
1. Giriş
Yazın akımlarını incelerken, her bir akımın yaşandığı zaman diliminin değişik olaylar
ve bu olayların nedenleriyle dolu olduğu görülür. Hiçbir akım, kendiliğinden ortaya
çıkmamıştır. Toplumların sosyal, siyasal ve ekonomik yapıları, beklenti ve beğenileri
bu durumu doğrudan etkilemiştir.
Toplum içinde oluşup geliştiği göz önüne alındığında, sanatın da farklı olay ve düşüncelerden
etkilenmesi kaçınılmaz olacaktır. Ayrıca her bir yazın akımının ortaya
çıktığı dönemde, diğer sanat türleriyle ilişkisi, onları etkilemesi ya da onlardan etkilenmesi
söz konusudur. Bütün bunlar toplumsal gelişim ve değişimden ayrı düşünülemez.
Bu ünitede, yazın akımlarına ilişkin bilgiler çok kısa aktarılmıştır. Akımlara ilişkin
örnekler ise yer darlığı nedeniyle, genellikle şiir türünden verilmiştir. Akımların öncüleri
sayılan şair ve yazarların sadece adları verilmekle yetinilmiştir.
Yazın akımlarının pek çoğu Fransa'da ortaya çıkmıştır. Bu da gerek Fransa'daki gerekse
diğer Avrupa ülkelerindeki toplumsal değişim ve gelişimin sanata yansımasının
bir göstergesidir.
Bu akımlar Türk yazınında da etkili olmuşlardır; fakat akımların çıktığı toplum ile
Türk toplumunun gerçekleri farklı olduğundan, akımların etkisi de kısa sürmüştür.
Özellikle Tanzimat ve Servet-i Fünun yazar ve şairleri Fransızca bildiklerinden,
Fransız yazınını yakından izlemişlerdir. O dönemin Türk şair ve yazarlarının yapıtlarında
akımların etkilerini görmek olasıdır. Yine de bu durum, bir etkilenme olarak
kalmıştır. Araştırmacılar, yazarları farklı akımların etkisinde gösterebilmişlerdir.
Bu nedenle, ünitede akımlara Türk yazınından örnek verilen şair ve yazarlar, üzerinde
hemen hemen görüş birliği sağlananlardan seçilmiştir.
Bilgilendirmeye klâsizm akımından başlanmıştır. Ancak klâsizm öncesi de yazın
akımlarının varlığı bilinmektedir. Gerek antik düşüncenin yeniden değerlendirilmesi,
gerek yazın türlerinin gelişme süreci ve diğer sanatlarla ilişkileri, gerekse Rönesansla
birlikte değişen değerlerin anlam kazanmaya başladıkları dönem olduğundan
klâsisizmden başlanması uygun görülmüştür.
Üniteye çalışırken, bu yaklaşımın göz önünde bulundurulması ve gerek duyuluyorsa
yararlanılacak diğer kaynaklara başvurulması bilgilenmeyi kolaylaştıracaktır.
Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I 53
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
2. Klâsisizm
Bu akımın kuramsal dayanağı yazın alanında Rönesansta oluşturulmuştur. Bu nedenle
de bazı araştırmalarda Rönesans dönemi sanatçıları klâsisizm içinde gösterilmektedir.
Örneğin; W. Shakespeare, Montaigne vb. sanatçılar Rönesans dönemi
yazarları olmalarına karşın klâsikler arasında sayılmışlardır.
Diğer sanat alanlarında olduğu gibi yazın (edebiyat)da da klâsisizm denilince akla
ilk gelen 17. yüzyıldır. Ancak klâsisizmin ortaya çıkış nedenlerine bakıldığında
Antik Yunan ve Roma sanatının özellikleri görülür.
Antik sanat anlayışına temel olan biçimsel kesinlik, düzen, denge, uyum gibi nitelikler
17. ve 18. yüzyıl Avrupa sanatını da kapsamıştır. Başka bir deyişle klâsisizm
diye bilinen anlayışın uzantısı İ. Ö. 5. yüzyıla değin uzanır.
Klâsisizmin ilk örnekleri, Fransız yazınında Boileau'nun eserlerinde görülür. Boileau
klâsik sanatı şöyle tanımlar: "Bir yapıt hoş bir şeyle ve insanların genel beğenisine
uygun bir tatla dolu değilse, az sayıda bilen kişice beğenilse de boşunadır, hiçbir zaman
iyi bir yapıt sayılmayacaktır... Herkesin usundan geçen bir düşünce, ancak canlı ve yeni bir
biçimde söylenirse değeri olan bir düşüncedir."
Klâsisizm usa dayalı öğreten, eğiten, yücelten bir sanattır. 17. yüzyıl yazını da bu anlayışla
Aristoteles'in Poetika'sının etkisiyle oluşturulmuştur.
Klâsisizmde duygusallığa yer yoktur. Biçimci kurallarla yer, zaman ve eylem birliği
tek düze olarak kullanılmıştır. "Üç birlik kuralı" diye de bilinen bu kural, klâsik sayılan
imgelerle oluşturulmuş, ortak beğenilerin dışına çıkılmamıştır.
Klâsik sanatçı işleyeceği konuları doğadaki en güzel örnekler arasından seçer ve
bunların düzensizliklerini ayıklar. Elde ettiği biçimin bütünlük ve uyum içinde olmasına
çalışır. Parçalar arasında uyumun sağlanması, belli bazı oranların uygulanmasıyla
sağlanabilir. Bu oranlar ise en ideal varlık olan insanın organları arasındaki
oranlardan oluşturulur ve üç amaca ulaşmayı sağlar:
• İdeal bir güzellik duygusu yaratmak,
• Sistemleştirme eğilimini karşılamak,
• Herkes için geçerli olan değer ölçüleri oluşturmaktır.
Klâsisizmde konular insan doğasına uygun olarak seçilmiştir. Davranışlar aklın denetimi
altındadır. Gerçekçi konular ele alınmış, karakterler yerine tipler işlenmiştir.
Yöresellikten öte evrensel olanlar, klâsik dönemin özellikleri olarak yansımıştır.
Alman yazınından Goethe (1749 - 1832), Schiller (1759 - 1805); Fransız yazınından
Corneille (1606 - 1684), Racine (1639 - 1699), Moliere (1622 - 1673); İtalyan
yazınından Goldoni (1707 - 1793); İngiliz yazınından Drydon (1631 - 1700); Rus
yazınından Krilov (1768 - 1844) klâsik dönem için örnek sayılabilecek yazarlardan
bazılarıdır.
54 Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
CİMRİ'den
PERDE I / SAHNE I
VALÈRE : Ne oluyor, Elise, güzelim? Nedir bu mahzun halin? Bana bu kadar umut
verdikten sonra? Ben sevincimden uçarken sen sanki matem içindesin. Söyle,
pişman mı oldun beni sevindirdiğine? Bana verdiğin sözü zorla mı verdin?
Olur a, benim coşkunluğum seni istemeye sürüklemiş olabilir.
ELİSE : Hayır Valère; senin için yaptığım hiçbir şeye pişman değilim. Öyle tatlı
bir zor ki bana bunları yaptıran, istesem de elimde değil pişman olmak. Ama,
doğrusunu istersen, bu kadar mutluluk ürkütüyor beni. Seni sevmekte belki
fazla ileri gittim diye korkuyorum.
VALÈRE : Beni sevindirmek korkunç bir şey mi? Nedir seni korkutan? Ne var?
ELİSE : Ah, neler var, bir bilsen! Babam küplere binecek. Evde herkes benden yüz
çevirecek. Konu komşu adımı kötüye çıkaracak. Ama bütün bunlar bir yana,
beni asıl korkutan, ne, biliyor musun? Sen, senin kalbinin değişmesi, Siz erkekler
bir tuhafsınız: İnsan sizi yüreğinin bütün açıklığıyla sevdi mi, sevgisini
gösterdi mi, hemen soğuyuverirsiniz; hemde nasıl! Ölsek kılınız kıpırdamaz.
VALÈRE : Beni başkalarına benzetmeye nasıl dilin varıyor? Bende istediğin kötülüğü
gör, ama sana bağlılığıma toz kondurma. Şunu bil ki, benim sana sevgim, tükenecek
sevgilerden değil. Ben yaşadıkça yalnız sen olacaksın kalbimde.
ELİSE : Ah, Valère, hep böyle derler. Bütün erkekler birdir konuşurken, zamanla
anlaşılır her birinin ne olduğu...
VALÈRE : Madem zamanla anlaşılır, bekle; ne yapacağımı gör de sonra yargıla sevgimi.
İçinden geçen yersiz korkular yüzünden bütün suçları yükleme bana.
Kuşkularını bir hançer gibi saplama yüreğime. Yalvarırım, bekle bekle biraz
canıma kıymadan önce, bekle de sevgimin gerçekliğine inandırayım seni, yüzlerce
kanıt sereyim önüne.
ELİSE : Ne kolay, ne kolay inanıyor insan sevdiğine! Evet, Valère, beni aldatmayacağına,
yüreğinin buna varmayacağına inanıyorum. Beni gerçekten sevdiğine,
beni bırakmayacağına inanıyorum. Bütün kuşkuları atıyorum içimden.
Bir korku kalıyor geriye: Ayıplama korkusu.
VALÈRE : Peki ama bu korkuya sebep ne?
ELİSE : Herkes seni benim gözlerimle görse, hiçbir tasam olmazdı. Ben seni bildiğim
için, doğru buluyorum seninle her yaptığımı. İyi bir insan olmam kalbimi
haklı çıkarıyor kendime karşı. Üstelik sana hayatımı da borçluyum; Allah'ın
gücüne gider sana nankörlük etmem. Bizi tanıştıran o korkunç kaza hiç gitmiyor
gözümün önünden. Kendi canını hiç sakınmadan nasıl sulara atıldın beni
kurtarmak için! Ne candan uğraştın benimle, sudan çıkardıktan sonra beni. O
gün bugündür de bir an eksik olmadın yanımdan. Bunca zaman, bunca zorluklara
inat, yılmak bilmedi sevgin. Ananı, babanı, yerini yurdunu aramaktan
vazgeçip kaldın burada. Beni her gün görebilmek için kim olduğunu gizlemeye,
babamın uşağı olmaya razı oldun. Bütün bunlar bir peri masalı gibi geliyor
bana. Daha ne arayabilirim sana bağlanmak için? Ama hiç sanmam ki
başkaları bununla yetinsin, benim duyduklarımı duysun.
Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I 55
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
VALÈRE : Bütün bu söylediklerin içinde değer verebileceğin bir şey varsa o da sevgimdir,
yalnız sevgim. Öteki kaygılarına gelince, baban elinden geleni yapıyor
sana hak vermem için. Bir yandan aşırı cimriliği, bir yandan çocuklarına
karşı sertliği, daha da olmayacak şeyler düşündürebilir insana. Babandan
böyle konuştuğum için beni affet, Elise. Bu taraflarını kimsenin övemeyeceğini
sen de bilirsin. Ama umutlarım boşa çıkmaz da anamı babamı bulacak olursam,
onun gönlünü yapmak hiç de zor olmayacak bizim için. Her gün haber
bekliyorum onlardan, gecikirsen kendim gideceğim onları bulmaya.
ELİSE : Aman, hiç ayrılma buradan, ne olur, Valère. Babamı kazanmaya, gözüne
girmeye çalış, yeter.
VALÈRE : Bunun için neler yaptığımı görüyorsun. Hizmetine girebilmek için az mı
şeytanca yarandım ona? Takınmadığım surat, dökmediğim dil mi kaldı hoşuna
gitmek için? Maymuna dönüyorum her gün, sevdireyim diye kendimi.
Ama bir hayli ilerledim bu yolda. Bakıyorum da, insanları kazanmak için en
iyi çare onların sevdiklerini sever görünmek, doğru dediklerine doğru demek,
kusurlarını övmek, her yaptıklarını alkışlamak. Yaranacak mısın, aşırı gitmekten
hiç korkma. Yalan söylediğin istediği kadar belli olsun, suratından aksın,
en zeki insanlar bile kanıveriyorlar dalkavukluğa. Pöhpöhü bastınız mı,
en gülünç, yüzsüzce söylenmiş sözleri bile yutuyorlar. Bu benim yaptığım işte
insan dürüstlüğünü yitiriyor biraz; ama insanlara muhtaç oldunuz mu,
uymak zorundasınız onlara. Onları başka yoldan kazanamıyorsa insan, kabahat
pöhpöhleyende değil, pöhpöh isteyende.
ELİSE : Peki, kardeşimi niçin kazanmak istemiyorsun? Ya hizmetçi kız bizi ele verecek
olursa?
VALÈRE : İkisini birden kazanmaya imkân yok. Baba ile oğulun kafaları o kadar ayrı
ki, ya birinin adamı olacaksın, ya ötekinin. Ama sen bir yandan kardeşinin üstüne
düş; aranızdaki dostluğu artır ki bizden yana olsun gereğinde. İşte, geliyor.
Ben kaçıyorum. Bu fırsatı kaçırma. Konuş onunla. Ama, bak, ne kadar
açılmak yerinde olursa o kadar açıl, fazla değil.
ELİSE : Bilmem hiç açılabilecek miyim ona.
Moliere
(Çeviren: Sabahattin Eyuboğlu)
2.1. Neoklâsisizm
Klâsisizm akımı 20. yüzyılda kendini neoklâsisizm olarak yeniden göstermiştir.
Klâsik edebiyata dönme eğilimi taşıyan neoklâsikçiler, simgecilikten uzaklaşıp antik
olana, Yunan ve Latin geleneğine dönmüşlerdir.
Simgeci yazının öncülerinden Jean Moreas (1856 - 1910) zamanla bu sanat anlayışından
koparak, geleneksel nazım biçimine dönmüş; klâsik değerleri ve biçimi savunmuştur.
Ernest Raymaud, Charles Maurras gibi yazarlar da Jean Moreas'ın yanında
yer almışlardır.
Türk yazınında da bu akıma ilgi duyulmuş ve klâsisizm etkisinde eserler yazılmıştır.
Yahya Kemal Beyatlı'nın (1884-1958) eserleri, bu akıma örnek gösterilmiştir.
56 Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
3. Coşumculuk (Romantizm)
Coşumculukla "Aydınlanma Dönemi" özdeş görülmektedir. Fransız Devriminin
getirdiği yeni anlayış, sanatçıların da kendilerini özgürce anlatmalarına olanak sağlamıştır.
Coşumculuk akla karşı duyguyu, seçkin sınıfa karşı halkı, süslülüğe karşı doğallığı,
kurallara karşı kuralsızlığı işler. Yaratıcısı, esin kaynağını antik dünyanın klâsik
kültür yapıtlarından değil, kişinin kendinde, duygularda ve düş gücünde bulur.
Coşumculukta sanatsal başarı, kişinin kendini anlatmasında, hatta kişiliğinin çok
belirgin bir parçasını yani duygularını dile getirmesindedir. Coşumculuk sadece bir
sanatsal anlatım biçimi olmamış aynı zamanda bir düşünce biçimi de olmuştur.
Klâsisizm gibi coşumculuk da ilk olarak Fransız yazınında görülmüştür. En önemli
katkı ise Victor Hugo'dan (1802 - 1885) gelmiştir. Fransız coşumculuğunun bildirisi
olarak kabul edilen ve Cromwell adlı oyununa yazdığı önsözde "sanatta özgürlük"
görüşünü açıklamıştır. Diğer bütün coşumculardan söz ustalığı ile belirgin olarak
ayrılmıştır.
Coşumculuğun sürekliliği, kendinden öncekilere oranla daha belirgin olarak, düzyazı
alanında görülmüştür. İlk kez Madame de Stael Edebiyat Üzerine adlı yapıtında,
"kurumların ve geleneklerin değişimleri" ilkesine dayandırarak "eleştiri" kavramına
yeni bir boyut kazandırmıştır. Düzyazının yanı sıra şiir, roman ve tiyatro örneklerinde
de coşumculuğun belirgin özellikleri görülür.
Örneğin tiyatroda güncel konular işlenmeye başlanmış, klâsik dönemin biçim kurallarına
karşı çıkılarak, tiyatronun yansıtması öngörülen gerçeğin yeniden tanımı
yapılmıştır. Fransız Devriminin hazırladığı özgürlük, eşitlik, adalet, yurt sevgisi,
dinsel inançlara bağlılık gibi değerlerle donanmıştır.
Coşumculuk yalnızca klâsik anlayışa tepki değil, aynı zamanda insan yaşamının
bütün olanaklarını kapsayan bir bilinç değişimidir. Onu bir yazın akımı olarak belirleyen,
getirdiği yeni sanat anlayışıyla birlikte kent soylu sınıfın dünya görüşüne koşut
biçimde geliştirdiği "birey" kavramı olmuştur. Coşumcu duyarlığın temelinde
sanatçının yaşadığı doğa ve toplumu birey olarak algılaması vardır. Bu akıma Fransız
yazınından Victor Hugo (1802-1885), Lamartine (1790-1869), Musset (1810-
1857); Alman yazınından Friedrich Hölderlin (1770-1843), Heinrich von Kleist
(1777-1811); İngiliz yazınından Byron (1788-1824), Coleridge (1772-1834), Keats
(1795-1821); İtalyan yazınından Manzoni (1785-1873), Pellico (1788-1854), Leopardi
(1798-1837); Amerikan yazınından Mellive (1819-1891), Edgar A. Poe (1809-
1849), Whitman (1816-1892); Türk yazınından Namık Kemal (1840-1888), Ahmet
Mithat Efendi (1844-1913) örnek olarak gösterilebilir.
Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I 57
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
ANNABEL LEE
Senelerce, senelerce evveldi;
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı, bileceksiniz
İsmi Anabel Lee;
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekten başka beni.
O çocuk ben çocuk, memleketimiz
O deniz ülkesiydi,
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee;
Göklerde uçan melekler bile
Kıskanırlardı bizi.
Bir gün işte bu yüzden göze geldi
O deniz ülkesinde,
Üşüdü rüzgârından bir bulutun
Güzelim Annabel Lee;
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni,
Mezarı ordadır şimdi,
O deniz ülkesinde.
Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskandı bizi,
- Evet! - bu yüzden (şahidimdir herkes
Ve o deniz ülkesi)
Bir gece bulutunun rüzgârından
Üşüdü gitti Annabel Lee.
Sevdadan yana, kim olursa olsun,
Yaşça başça ileri,
Geçemezlerdi bizi;
Ne yedi kat göklerdeki melekler,
Ne deniz dibi cinleri,
Hiçbiri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee.
Ay gelip ışır, hayalin erişir
Güzelim Annabel Lee;
Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar
Güzelim Annabel Lee;
Orda geceleri, uzanır beklerim
Sevgilim, sevgilim, hayatım, gelinim
O azgın sahildeki,
Yattığın yerde seni.
Edgar Allan Poe
(Çeviren: Melih Cevdet Anday)
58 Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
4. Parnasizm
Parnas sözcüğü Yunanistan'da bir dağa verilen Parnassos adından gelir. Esin perilerinin
bu dağda bulunduğu, şairlerin bu bölgede yaşayıp şiirlerini yazdıkları öne
sürülmüştür.
Sanat anlayışı olarak 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransız şiirinde ortaya çıkmıştır.
"Sanat için sanat" görüşü ile şiirler yazılmaya başlanmıştır. Ozanlar sanat yapıtlarını
bireycilikten, coşkusallıktan uzak tutmuş ve biçimsel yetkinliğe, salt güzele ulaşmayı
amaçlayan yapıtlar oluşturmuşlardır.
Parnasizme geçişte önceleri coşumculuğun konu ve amaçlarının değiştirilmesi görüşü
ortaya atılmıştır. O güne kadar kişisel duyguların, aşkın, coşkuların anlatımı
söz konusu iken, artık bunlardan vazgeçilmesi ve yazarın, içinde yaşadığı toplumu
ilgilendiren konulara yabancı kalmamasını düşünen yazarlar ortaya çıkmıştır. Halka
önderlik edebilecek, yol gösterici olabilecek konuların işlenmesi ve coşumculuğun
sosyal konulara yönelmesini istemişlerdir. Ancak bütün bu görüşlere karşı çıkan,
bir başka deyişle coşumculuğun ilkelerine tepki gösteren sanatçılar ise parnasizmin
ilkelerini ortaya atmışlardır.
Parnasistler, işlenecek konularda özgürlükten yana olduklarını, şiirde fantaziyi, egzotizmi,
yerel renklerini aradıklarını bunun sonucu olarak da sanatı toplum ve etik
için değil, "sanatı sanat için" yapmak istediklerini belirtmişlerdir.
Bu anlayışın öncülerinden Theophile Gautier, 1856 yılında L' Article adlı dergide
görüşlerini açıklamış ve "Biz sanatın özerkliğine inanıyoruz. Bunun için sanat araç değil
amaçtır. Bizim gözümüzde güzel olan şeyden başka şey amaçlayan sanatçı, sanatçı değildir."
diye belirtmiştir.
Sanatta içerik kadar biçimin de önem taşıdığı, bu iki ögenin birbirinden ayrılmaz olduğu
görülür. Parnas şiirde anlatımın resimselliği önemli bir özellik olarak yansır.
Örneğin Heredia'ın aşağıdaki dizelerinde bir resim tablosu oluşturulmuş gibi farklı
renkler birer doğa devinimi olarak aktarılır.
. . . . .
Buğdaylar alacalı ovadan taşmış
Yuvarlanıp dalgalanıp açılıyor serin esen yelde
Ve uzakta bir sapan, göğün üzerinde
Sallanan bir gemiye benziyor
Ayaklarımın altında deniz, erguvan renkli, ufka kadar,
Mavi ya pembe ya menekşe ya renk renk
Ya da gelgitin dağıttığı koyunlar örneği ak
Uçsuz bucaksız bir kır gibi yeşermekte
Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I 59
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Ve deniz kuşları gelgitin peşinde
Altın bir dalganın şişirdiği olgun buğdaylara doğru
Sevinç çığlıklarıyla döne döne uçuyor
Karadan kalkan balımsı bir yel
Kanatlı esrikliğin ardında kelebekleri
Kelebekten çiçeğe durmuş okyanusa serpiyor.
Heredia
(Çeviren: Semiramis Kantel)
Şiirin biçimsellikte bilimden yararlanması gerektiği düşünülmüştür. Bu konuda
Leconte de Lisk "Sanatla bilim birbiriyle yakın ilişkide bulunmalıdır" der. Bu anlayış şiirde
duygusallığı bir yana bırakıp dış dünyanın, doğanın güzelliklerini olduğu gibi
tanımlamıştır. Bir başka deyişle gerçekçiliğe ön hazırlık yapmıştır.
Parnasizmin temel ilkeleri:
• Coşumculuğa bir tepki olarak ortaya çıkan parnas şiirde, kişisel duygular
yerine nesnellik öne çıkarılmıştır.
• Parnaslar biçimciliği amaçlamıştır. Biçimin kusursuz, eksiksiz olması gerektiğini
ileri sürmüş; şiirde uyumdan çok tartıma, dilin müziğinden çok plastik
sanatlardaki biçim güzelliğine önem vermişlerdir.
• Şiirin nesnelliğinin yanı sıra bilimsel olması savunulmuştur.
• Coşkunun sanatla bağdaşmayacağı düşünülmüştür. Rastlantısal esinlenmeyle
yazmak yerine, klâsiklere özgü bir düzenlilik benimsenmiştir.
• Bireycilikten soyutlanmış şiir anlayışı öngörülmüştür. Parnaslarda "ben"
duygusu coşumculardaki "ben" gibi acılardan söz etmez. Şair kendini anlatırken
insanı anlatıyordur.
Parnas şairlerden bazıları şunlardır: Theophile Gautier (1811 - 1872), Leconte de
Lisle (1818 - 1894), Jose - Maria de Heredia (1842 - 1905), Sully - Prudhomme
(1839 - 1907), Theodere de Banville (1823 - 1891), Türk yazınından Tefik Fikret
(1867-1915).
5. Gerçekçilik (Realizm)
Adını Fransızca realite sözcüğünden alan realizm, Türkçede gerçekçilik olarak kullanılagelmiştir.
Tam olarak "var olan, varlığı yadsımayan, aslına uygun nitelik taşıyan,
uydurma ya da yalan olmayan " anlamına gelir. "Yaşamı ve doğayı olduğu gibi
aktarmak" çabasında olan bu görüş, 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa'da coşumculuğa
tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Doğaya ve insana özgü olup bitenleri tüm gerçekliği ile olduğu gibi anlatmak sanatçının
en önemli sorumluluğudur. Bu dönemde eleştirel, doğalcı ve toplumcu gerçekçilik
oluşmuştur. Eleştirel gerçekçilikte, kentsoylu yaşam eleştirilmiş ve bu ya-
60 Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
şamın insanı nasıl körelttiği vurgulanmıştır. Bunu yaparken de eleştirel gerçekçiliğin,
"tipleştirme ve yaşam çözümlemesi" ilkesine bağlı kalınmıştır.
Doğalcı gerçekçilikle, doğa olaylarındaki "aynı nedenler, aynı sonuçlar doğurur" ilkesi
yaşama aktarılmıştır. Bu görüş aynı zamanda belirlenimcilik (determinizm)
olarak da bilinir. Bu anlayışa göre, toplumsal nedensellik bir yana bırakılarak salt
yaşananın nesnel olarak yansıtılmasıyla yetinilmiştir.
Toplumcu gerçekçilik ise insan ve doğayı Marksist dünya görüşü ile açıklar. Buna
göre, toplumsal çatışmayı ve bu çatışmanın insan üzerindeki etkilerini yansıtır. Düşücenin
öncelikli olması, güzelliğin ve sanatsal özelliklerin geriye atılması anlamında
değildir. İnsan içinde bulunduğu toplumun uzantısı olarak duyan, düşünen, tasarlayan
bir varlıktır. Bu nedenle sanatçıya çok sorumluluk düşmektedir.
Toplumcu gerçekçiliğin önemli yazarlarından M. Şolohov bu konuda şöyle der:
"Okuyucuya namuslu söz söylemek, doğruyu anlatmak gerekir. Sanat, insanların kafalarını
ve yüreklerini etkileyecek güce sahiptir. Bir insanın sanatçı tanımına uyması için, bu gücü
insanların ruhunda güzeli yaratmaya ve insanlığın iyiliğine yöneltmesi gerektiğine inanıyorum."
Gerçekçiliğin özellikleri:
• Gerçekçilik "sanat sanat içindir" anlayışına karşıdır. Sanatçının yararlı ve düşünsel
bir amacı vardır.
• Geçmişi incelemeyi bir yere bırakarak çağdaş yaşamı, toplumsal çevreyi gerçekçi
ve eksiksiz vermeyi amaçlar.
• Gerçekliği tam olarak yansıtmadan önce, gözlem ve belgelere dayanan bilimsel
yöntemi kullanmayı amaçlar.
• Gerçekçilik, coşumculuğun abartılı anlatımına ve kişisel duyguların aktarımına
karşıdır.
Gerçekçi yazına Fransız yazınından Stendhal (1783-1842), Balzac (1799-1850), Flaubert
(1821-1880); Alman yazınından Fontane (1819-1898), Storm (1817-1888),
Hebbel (1813-1863); Rus yazınından Çehov (1860-1904), Tolstoy (1828-1910), Gogol
(1809-1852); İngiliz yazınından Dickens (1812-1870), Eliot (1819-1890), Shaw
(1856-1950); Türk Yazınından Nabizade Nazım (1862- 1893), Halit Ziya Uşaklıgil
(1865-1945) örnek olarak gösterilebilir.
ŞİŞKO İLE SISKA
Nikolayevski garında iki eski arkadaş karşılaşmıştı; biri tombalak, öbürü kupkuruydu.
Şişko, istasyon büfesinde yemeğini henüz bitirmiş, yağlı dudakları olgun kiraz gibi pırıl
pırıldı. Keres şarabıyla turunç çiçeği kokuyordu.
Sıska olan, trenden yeni inmiş; valizler, bohçalar, şapka kutularıyla yüklü idi. Üstünden
jambon, kahve telvesi kokusu geliyordu. Ardı sıra zayıfça, uzun sivri çenesiyle karısı
ve uzun boylu, ikide bir, bir gözünü kırpıştıran jimnaz öğrencisi oğlu yürüyordu.
Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I 61
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Sıskayı birdenbire farkeden şişko, ona doğru atıldı:
- Porfiri, sen misin dostum, diye bağırdı. Yıllar var görüşmeyeli, nerelerdesin yahu?
- Vay canına Mişa sen misin?!.. Ne tesadüf bu! Çocukluk arkadaşım... Nereden
böyle?
İki arkadaş kucaklaşıp üç kez öpüştükten sonra yaşarmış gözlerle birbirlerini seyre
başladılar. Tatlı bir şaşkınlık içindeydiler.
- Hay çok yaşayasın dostum, diye öpüştükten sonra başladı zayıf olan. Kırk yıl düşünsem
aklıma gelmezdi burada karşılaşacağımız! Ne hoş sürpriz bu!.. Dur bakayım
sana bir; maşallah, hep eskisi gibi yakışıklı, dinç, iki dirhem bir çekirdek Mişa'sın.
Ee, anlat bakalım: Herhalde paralandın, evlendin değil mi? Ben de çoluk çocuğa
karıştım. İşte karım Lüiza, Wantzenbah'lardan... Protestan... Şu da oğlum
Nafanail, üçüncü sınıfta. Nafanya, bak bu amca, çocukluk arkadaşımdır, jimnazda
birlikte okuduk.
Nafanail bir şey düşünür gibi durakladı, sonra kasketini çıkardı.
Sıska devam etti:
- Evet okulda birlikteydik. Sana taktığımız adı hatırlar mısın, Mişa? Okul kitaplarından
birini cigaranla yaktığın için Herostrates diye takılırdık... Benim adım da
arabozuculuğumdan ötürü Ephialtes'di... Kıh-kıh... Çocukluk... Çekinme Nafanya,
sokul amcana. Bu da karım, Wantzenbah ailesinden... Protestan.
Nafanail biraz düşündü, babasının arkasına sindi.
Coşkun bir sevinçle arkadaşına bakan şişko:
- Nerelerdesin şimdi, dostum, diye sordu. Nerede görevlisin? Epey ilerledin herhalde?
- Eh, karınca kararınca... İki yıldır 8'inci dereceye yükseldim: Bir Stanislav*
taktılar... Aylığımız pek ahım şahım değil, ama ne yapalım?.. Karım piyano dersleri
veriyor, ben boş zamanda oymalı tabaklar yapıyorum. Pek güzel tabaklar, görsen!
Tanesini birer rubleye satıyorum. On tane alana ıskontom var doğallıkla... Geçinip
gidiyoruz işte. Merkezdeyim, şimdi aynı bakanlıktan masa şefi olarak aktarma edildim
buraya. Ya sen? Kimbilir, 6'ncı dereceye gelmişsindir yüzde yüz.
- Çık azizim, daha çık... 3'üncüdeyiz... İki yıldızım da var.
Sıska bir anda değişiverdi: Yüzü sapsarı oldu, durduğu yerde put kesildi. Ama bu
hal yalnızca kısa bir an sürdü. Ardından, yüzüne birdenbire bir gülümseme yayıldı. Kırış kırış
olmuş yüz çizgilerinden, gözlerinden sanki ince ince kıvılcımlar saçılıyordu. Kupkuru
gövdesi büzülüp kamburlaşmış, daha da sıskalaşmıştı sanki... Karısının sivri çenesi daha da
uzadı. Nafanail hazır ol durdu, ceketini ilikledi.
Sıska, şişko arkadaşının karşısında ellerini uğuşturarak:
- Bendeniz, Ekselâns... şey... Çok memnun oldum yani... mutlu oldum. Bir dostum,
çocukluk arkadaşımız da diyebilirim... Böyle bir yere ulaşmış olması... Kih-kih!..
- Bırak bunları Porfiri, ne biçim konuşma bu! Çocukluk arkadaşları arasında resmiyet
olur mu, ayıp!
Sıska daha da büzülerek:
- Aman efendimiz... Nasıl olur, diye kihkihlemeye devam etti. Devletlinin yüksek
iltifatları... Bizler için baha biçilmez... Devletlimize Nafanail'i tanıştırmakla onur duyarım.
Karım Lüiza... Protestanlardan...
62 Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I
* Orta derece bir nişan.
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Şişko karşılık vermek istedi; ama sıskanın yüzüne yayılan korku derecesinde saygı,
baygınca tatlılık, yaltaklanma midesini bulandırdı. Yüzünü sıskadan çevirerek elini uzattı.
Sıska, 3'üncü derece yüksek memurun elinin üç parmağını saygıyla sıktı, bütün
gövdesiyle eğilerek selam verdi ve Çinlilerin yaptığı gibi kihkihledi. Karısı gülümsedi. Nafanail
reverans yaparken kasketini düşürdü. Üçü, uzaklaşan şişkonun arkasından tatlı bir şaşkınlık
içinde bakakaldılar.
Anton Çehov
(Çeviren: Nihat Yalaza Taluy)
6. Simgecilik (Sembolizm)
Simgecilik, 1885 - 1900 yılları arasında Fransa'da yaygınlaşan ve özellikle şiir sanatını
etkileyen bir akımdır. "Şey"lerin görünenden öte, görünmeyen yüzlerini ortaya
çıkarma çabası denilebilir.
Simgeleme, sanatın her döneminde görülmüş; ancak yukarıda belirtilen tarihlerde
yazın alanında yeni teknik ve biçimlerin oluşturulması sağlanmıştır. Resim sanatında,
müzik sanatında, yazın alanında hep aynı iç sıkıntıları ve karamsarlık görülür.
Olguları doğrudan doğruya anlatmaktan öte onları sözcüklerle, seslerle, kimi çağrışımlarla,
benzeşimlerle dinleyenin veya okuyanın sezgi gücüne dayanarak sunar.
Gizil anlamların anlaşılır hale dönüştürülmesini, okuyucuyla paylaşmayı amaçlar.
Jean Moreas 1886 yılında "Sembolizmin Bildirgesi" adlı yazısında "Simgeci şiir sıradan
anlatımın, sözde duygusallığın, nesnel tanımlamanın düşmanıdır" der. Ona göre simgeci
şiir, düşünceyi duygusal bir biçimde örter. Simgecilere göre, doğadaki her olayın
gerisinde bir düşünce vardır. Gördüğümüz, algıladığımız şeyler, düşüncenin dış
görüntülerinden başka bir şey değildir. Başka bir deyişle simgecilikte önemli olan,
görünen değil, onun gerisindekidir.
Simgeciliğin özellikleri:
• Algılanan dış görüntülerin arkasında gizli olan anlamlar ortaya çıkarılmalıdır.
Bunu yapabilmek ise duyumsamayla olur.
• Doğa bir bütündür. Görünenin gerisinde bir düşünce vardır. İnsanla evren
arasında, insanla nesneler arasında, nesnelerle onları algılamaya yarayan duyumlar
arasında bir ilişki vardır. Buna "benzerlikler ve ilişkiler ilkesi" denir.
• Simgecilerin görevi dış görüntülerin gerisindeki düşünceyi imgeler yaratarak
anlatmaktır; çünkü nesnelere gerçek anlamlarını ancak imgeler verir.
• Simgeci şair, konunun yapısına uyarak açık bir anlatımda bulunmamalıdır.
Şiirde imgelere dayanan bir anlatım olmalıdır. Bir şeyi nitelemek yerine onu
anımsatmakla yetinilmelidir.
Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I 63
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
• Müziğin şiir diliyle bütünleşmesi gerekir. Müzik de gizli olanı, tanımlanamayanı
anlattığı için şiire yansıtılmalıdır. Şiirdeki tartım (ritm) ve sözcükler
müziksel anlatımla bütünleştirilmelidir.
• Belli ölçü ve biçimlerden uzak durulmalıdır. Başka bir deyişle biçimde yenilik
olmalıdır. Anlatım için seçilen sözcüklerdeki çağrışım gücünün çok olmasına
özen gösterilmelidir.
Simgeci şairlere örnek olarak: Fransız yazınından Baudelaire (1821-1867), Verlaine
(1844-1896), Mallarme (1842-1898); Alman yazınından George (1868-1933),
Hardt (1876-1947), Vollmöller (1878-1948); Rus yazınından Biely (1880-1934),
Brioussou (1873-1924); İngiliz yazınından Dowson (1867-1900), Symons (1865-
1945); Türk yazınından Ahmet Haşim (1883- 1933) gösterilebilir.
BALKON
Hatıralar annesi, sevgililer sultanı,
Ey beni şad eden yâr, ey tapındığım kadın.
Ocak başında seviştiğimiz o zamanı,
O canım akşamları elbette hatırlarsın.
Hatıralar annesi, sevgililer sultanı.
O akşamlar, kömür aleviyle aydınlanan!
Ya pembe buğulu akşamlar, balkonda geçen
Başım göğsünde, ne severdin beni o zaman!
Ne söyledikse çoğu ölmeyecek şeylerden!
O akşamlar, kömür aleviyle aydınlanan!
Ne güzeldir güneşler sıcak yaz akşamları!
Kâinat ne derindir, kalp ne kudretle çarpar!
Üstüne eğilirken ey aşkımın pınarı,
Sanırdım ciğerimde kanının kokusu var.
Ne güzeldir güneşler sıcak yaz akşamları!
Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece.
Seçerdim o karanlıkta gözbebeklerini
Mest olur, mahvolurdum nefesini içtikçe.
Bulmuştu ayakların ellerimde yerini.
Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece.
Bana vergi o tatlı demleri hatırlamak;
Yeniden yaşadığım, dizlerinin dibinde
O "mestinaz" güzelliğini boştur aramak,
Sevgili vücudundan, kalbinden başka yerde,
Bana vergi o tatlı demleri hatırlamak.
64 Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
O yeminler, kokular, sonu gelmez öpüşler,
Dipsiz bir uçurumdan tekrar doğacak mıdır?
Nasıl yükselirse göğe taptaze güneşler.
Güneşler ki, en derin denizlerde yıkanır.
O yeminler, kokular, sonu gelmez öpüşler!
Charles Baudelaire
(Çeviren: Cahit Sıtkı Tarancı)
7. Yirminci Yüzyıl Yazın Akımları
19. yüzyılın sonlarında, özellikle gerçekçilik akımının etkisinde ya da ona tepki olarak
ortaya çıkan akımları görürüz. Bunlar çok kısa süreli olmuş ve çok belirgin olmayan
zaman dilimlerinde etkin olmuşlardır. Öyle ki bazıları birbirleriyle ortak düşünceleri
savunmuş; ancak küçük ayrıntılarda ayrılmışlardır.
Örneğin doğalcılık da gerçekçilik gibi coşumculuğa ve onun kişisel duygulara yer
veren tutumuna karşıdır. Böylesine iç içelik ise çok belirgin özelliklerin ortaya çıkmasını
zorlaştırmıştır.
Bu nedenle 20. yüzyıl yazınında kısa ya da uzun süreli etkililiği olan akım ve hareketleri
kısa bilgiler halinde aktarmaya, onların en belirgin yanlarını belirtmeye çalışacağız.
7.1. Kübizm
20. yüzyılın başında Fransa'da ortaya çıkan bir resim akımıdır. Sonradan yazın alanında,
özellikle şairler, ressam Picasso'nun da etkisiyle bir anlayış geliştirmişlerdir.
Buna göre kübist şair, dış dünyayı izleyip olup bitenleri iyi saptamak zorundadır.
Onlara göre dünyadaki küçük olayları ve anlamları yakalamak gerekir. "Söylenmemiş
olanı", "görülmemiş olanı" gün ışığına çıkarmak, aklın değil düş gücünün yapacağı
iştir.
Kübizm, biçimsel anlatım olarak düzenlilikten uzaklaşıp her türlü yeniliğe açık
olmuş, noktalama imlerini kaldırmıştır.
Apollinaire (1880-1918), Max Jacob (1876-1944) bu akıma örnek olarak gösterilebilir.
ŞAPKA SATICISI
Bir elma ağacının üstünde uçtu güvercinler
Avcılar koştu, güvercinler uçtu
Hırsızlara gün doğdu, derman için bir tek elma yok
Yalnız bir sarhoşun şapkası kaldı
Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I 65
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
En alçak dala asılı
İyi sanat doğrusu şu şapka satıcılığı
İlla ki sarhoş şapkası satıcılığı
Hendeklerde mi dersin
Çayırlar üzerinde mi, ağaçlar üzerinde mi
Bul bulabildiğin kadar şapka
Yenileri ise daima Kermarec'te bulunur
Kermarec, Lannion'da şapka satıcısı
Rüzgârdır onun için çalışan
Bense küçük bir terzi
Ben de şapka satıcısı olacağım
Elma şarabı çalışacak benim için
Ve Kermarec kadar zengin olduğum zaman
Elma şarabı için elmalar veren bir elma bahçesi alacağım
Ve ehli güvercinler
Bordeaux'daysam şarap içeceğim
Ve güneşin altında yürüyeceğim
Max Jacob
(Çeviren: Sezai Karakoç)
7. 2. Gelecekçilik (Fütürizm)
I. Dünya Savaşı başlamadan ortaya çıkan gelecekçilik akımı "geçmişten kopuşu, yenilik
ve değişikliğe yönelişi anlatan" anlamına gelir.
Yazın alanında olduğu kadar resim ve yontu (heykel) sanatında da gelenekselleşmiş
kalıplara karşı ortaya atılmıştır.
İtalyan yazar Marinetti (1876-1944) ve onun düşüncelerini paylaşan bazı yazarlar,
var olan biçimleri ve işlenen temaları terk edip çağdaş anlayışta bir tekniğin sağlayacağı
bolluğu, huzuru ve varlığı savunmuşlardır.
İtalya'daki etkisi kısa sürmekle birlikte Fransa, Almanya ve Rusya'da uzun yıllar etkisini
göstermiştir.
Gelecekçilik anlayışına göre, şiirde uyak ve ölçü söz konusu değildir. Yalın sözcüklerle
ve belirli bir dize biçimi olmadan aktarılan duygular dikkat çekicidir. Bu yaklaşımıyla
kendinden sonra gelecek olan dadaizme ve sürrealizme önkoşul hazırlamıştır.
Marinetti, sanatçının sokaklardaki kalabalığın içinde olması gereğini çağdaş sanatın
bir önkoşulu olarak görür. Artık, konu önemini yitirmiştir. Önemli olan yapıtın
kendisidir. Korkusuzluk, tehlike tutkusu, ortaklık ve başkaldırı yeni şiirin temel
ögeleri olmuştur.
66 Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Gelecekçi yazın, içeriği tümden kaldırmayı değil, onu yeniden gözden geçirmeyi
amaçlamıştır. Yenilenmiş bir dünya özlemi vardır. Gelecekçilikte, sözle görsellik
kaynaştırılmış ve soyut sanatın ilk adımları atılmıştır. Bu anlamda çağdaş toplumun
oluşturulması çabaları dikkat çekicidir.
Fransız yazınında Apollinaire, Cendrars, Larbaud, Max Jacob, Reverdy gibi simgecilik
ve kübizmi etkilemiş olan yenilikçi şairler, gelecekçilik akımında da yer almışlardır.
Rusya'da Mayakovski'nin öncülüğünü yaptığı gelecekçilik akımı, 20. yüzyılın ikinci
yarısında etkisini yitirmiştir.
GELECEKÇİLİK BİLDİRGESİ (1909)
Biz, şiirlerimizde tehlike tutkusunu, enerji ve ataklık alışkanlığını dile getirmek istiyoruz.
Korkusuzluk, gözüpeklik, başkaldırı, şiirimizin başlıca ögeleri olacaktır. Edebiyat
şimdiye dek dalgın hareketsizliği, kendinden geçişi ve uykuyu övdü. Biz, saldırgan devingenliği
(dinamizmi), hummalı uykusuzluğu, koşuyu, ölüm perendesini, şamarı ve yumruğu
yücelteceğiz.
Dünyanın görkemliliği yeni bir güzellikle zenginleşti; hızın güzelliği. Ateş soluyan
yılanlara benzer borularla donatılmış bir yarış otomobili, kükreyen bir yarış otomobili, Samothrake
Nike'si heykelinden daha güzeldir.
Savaştan başka şeyde güzellik yoktur. Saldırgan nitelikte olmayan hiçbir eser başeser
olamaz. Biz, dünyanın tek sağlığı olan savaşı, militarizmi, yurtseverliği, uğrunda ölünen
güzel ülküleri ve kadının aşağılanmasını yüceltiyoruz.
Biz, müzeleri, kitaplıkları, her türlü akademiyi yıkmak istiyoruz.
Biz, çalışmanın, zevkin ya da ayaklanmanın harekete geçirdiği büyük toplulukların
şiirini söyleyeceğiz; modern kentlerdeki devrimleri yaşayan çok renkli ve çok sesli yığınları
söyleyeceğiz; şiddetli elektriğin ayışığı altında yangın gibi parlayan şantiyelerin ve tersanelerin
titreyen gece coşkusunu; dev koşucular gibi bir yandan bir yana nehirleri aşan, güneşte
bıçak gibi parıldayan köprüleri; ufukları koklayan serüvenci gemileri; üzengisi borulardan
yapılmış kocaman çelik atlar gibi raylar üstünde eşelenen geniş göğüslü lokomotifleri; pervanesi
rüzgârda bir bayrak gibi çırpınan uçakların akıp giden uçuşlarını söyleyeceğiz.
Bu kırıp geçiren, bu yıkıcı şiddetteki bildirgemizi İtalya'dan bütün dünyaya ilan ediyoruz
ve "gelecekçilik"i (fütürizm'i) kuruyoruz; çünkü ülkemizi, profesörlerin, arkeologların,
çenesi düşük edebiyatçıların ve antikacıların kangreninden kurtarmak istiyoruz.
F.T. Marinetti
(Çeviren: Bedrettin Cömert)
7. 3 . Dadaizm
Fransızca bir sözcük olan dada, çocukların binerek oynadıkları "ağaç parçası, tahta
at" anlamına gelir.
Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I 67
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Düzensiz sözcük ve imgelerin kullanıldığı dadacılık, I. Dünya Savaşının getirdiği yıkıcı
ortamda düş kırıklığına uğrayan aydın ve sanatçıların bir başkaldırısı olarak
doğmuştur. Bir başka deyişle iki dünya savaşı arasında varlık gösteren ve toplumu
uyuşukluktan kurtarma çabası güden bir harekettir.
Romen asıllı Fransız şair Tristan Tzara tarafından 1918'de yayımlanan bildirge ile
dadacıların görüşü gün ışığına çıkmıştır. Özgün bir akım değildir. Kendinden önceki
dönemlerde de benzer görüşlerin savunulduğu, benzer ilkelerin uygulandığı görülür.
Yalnızca onlardan ayrı yanı, kuralsız oluşudur.
Dadaizm hareketi, geleneksel değerlere ve inançlara, us ve usa dayalı değerlere karşı
çıkıştır. Onları yıkmayı amaçlar. Toplum düzenini ve ahlâk değerlerini kabul etmez
ve tepki gösterir.
Dadaizmden özellikle şiir türü etkilenmiştir. Buna göre şiir, kendiliğinden meydana
gelen "canlı bir güç" olarak kabul edilir. Biçim önemli değildir. Şiirsel olmayan biçim
bile geçerlidir. Şiir yazmak, sözcükleri bir araya getirmektir. Bu görüşün öncüsü
sayılan Tristan Tzara'nın şiirinde olduğu gibi:
DADAİST BİR ŞİİR YAZMAK İÇİN
Bir gazete alın
Makas alın
Bu gazetede şiirinize vermeyi tasarladığınız
Uzunluğa sahip olan bir makale seçin.
Makaleyi eşit parçalar halinde kesin.
Daha sonra bu makaleyi meydana getiren kelimeleri özenle kesin
Ve bir torbaya koyun.
Yavaşça karıştırın
Daha sonra her kupürü peş peşe
Torbadan sırayla çekin.
Olduğu gibi yazın
Şiir size benzeyecektir.
İşte siz "çekici bir duygusallığı olan-her ne kadar halk tarafından anlaşılmaz
İse de- son derece değişik bir yazarsınızdır."
(Çeviren: Cemil Göker)
Dadaizmin acımasız tutumu, kendinden sonra gelen gerçeküstücülük (sürrealizm)
akımının daha uyumlu ve istediğini bilen bir anlayışa sahip olmasını sağlamıştır.
Dadaistler arasında Tristan Tzara'nın yanı sıra bir süre bu harekete katılan Louis
Aragon ve Paul Eluard da sayılabilir.
68 Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
7.4. Gerçeküstücülük (Sürrealizm)
Gerçeküstücülük, her türlü gerçek yaratışın kaynağının bilinçaltında olduğunu savunan
görüştür. Usun egemenliğine son vermeyi amaçlayan bu görüşü Andre Breton
"Her türlü estetik ve ahlâkî endişenin dışında, usun denetiminde olmadan düşüncenin yazılması
işidir" diye tanımlar.
Gerçeküstücülük, kendisinden öncekilerce umursanmayan çağrışım biçimlerine,
rüyanın gücüne, çıkarsız düşünceye dayanır. Usun dışında kendiliğinden ortaya çıkan
ruhsal durum ve olaylar bilinçaltının ürünüdür. Ruhsal olayların olduğu gibi
aktarılması amacı vardır.
Gerçeküstücülere göre, bilinçaltını alışılmış diye anlatmak güçtür. Dile değişik bir
anlatım biçimi verilmelidir. Noktalama imlerinin yararına inanılmakla birlikte akıcılığı
önleyeceği düşüncesiyle kullanılmamıştır.
Gerçeküstücülük, bir varoluş biçimi olarak çağın gereğine uyup yeni bilgi ve değerlerin
ardında koşmuştur. Bunun için eskiyi yıkmayı amaçlar.
Gerçeküstücülere göre mutluluk, gündelik yaşamın içinde, yaşanılan çevrededir.
Bu akımın öncüsü sayılan Andre Breton, gerçeküstücülükten birdirgesinde "sözle,
yazıyla ya da başka bir biçimde düşüncenin gerçek işleyişini ortaya koymak için kullanılan
katıksız ruhsal kendiliğindencilik" biçiminde söz eder.
Şiir türünde Breton'un yanı sıra Aragon, Prevent, Char, Soupault; tiyatroda ise Artaud
gerçeküstücülük alanında eserler vermişlerdir.
ÖZGÜR BİRLİK
Orman ateşi saçlı karım
Isı şimşeği düşünceli
Kaplan ağzında susamurubelli karım
En iri yıldızlar demeti ağızlı kokart ağızlı karım
Ak toprak üzerinde ak sıçan izi dişli karım
Amber dilli perdahlanmış cam dilli
Kesilmiş kurban dilli karım
Gözlerini açıp kapayan bebek dilli
İnanılmaz taş dilli karım
Çocuk elyazısı elifi kirpikli karım
Kırlangıç yuvası kenarı kaşlı
Kış bahçesi tavanı şakaklı arduvaz şakaklı karım
Cam buğusu şakaklı
Şampanya omuzlu karım
Buz altında kalmış yunus başlı çeşme omuzlu karım
Kibrit bilekli
Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I 69
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Rastlantı parmaklı kupa beyi parmaklı karım
Kesilmiş saman parmaklı
Zerdeva koltuk atlı karım
Saint-Jean gecesi ve kurt bağrı koltuk altlı karım
Deniz köpüğü ve bölme kollu karım
Değirmen ve buğday karışımı kollu
Füze bacaklı karım
. . . . .
Andre Breton
(Çeviren: Selâhattin Hilâv)
7. 5 . Varoluşçuluk (Egzistansiyalizm)
Varoluşçuluk, önceleri bir felsefe akımı olarak ortaya çıkmıştır. Sonradan yazın
alanında da görülmeye başlanmıştır.
Varoluşçuluğa göre, insanlar sıkıntılarından kurtulmak için özgür olduklarının bilincinde
olmalıdırlar. İnsan kendi kaderini kendisi belirleyebilir.
Genel olarak soyut kavramlardan uzak duran, öz ile uğraşmayan, var olan şeyle yetinen
bir anlayıştır. Nesneler genel olarak ele alınır. Başka bir deyişle bütünden parçaya
giden anlayışa karşıdır. En ünlü temsilcisi Jean Paul Sartre (1905-1980) "İnsanın
kendisinde varoluş, cevherden, özden önce gelen varlıktır. Özün önce, varoluşun daha
sonra geldiğini sanılır. Bu düşüncenin kökeni dinsel düşüncedir. Ama dine inanmayanlar
bile nesnenin ancak özüyle uyum halinde varolduğu şeklindeki geleneksel kanıyı korumuşlardır.
Varoluşçuluk buna karşıdır. Yani önce insanın var olduğu, daha sonra şu ya da bu olduğu
anlamına gelmektedir" der.
Bu akıma göre, insan kendi özünü kendisi seçer. Bu dünyaya anlam vermek insana
aittir ve insan kendi özünü yaratmada da özgürdür.
Belirtilen bu görüşleri yaymak amacıyla Sartre'ın yanı sıra Gabriel Marcel, Simone
de Beauvoir, Camus gibi yazarlar değişik yazın türlerinde yapıtlar sunmuşlardır.
YANLIŞLIK'tan
. . . . .
MARTHA: Daha aşmadı, mademki yaşlar bıraktı gözlerinizde. Sözden sonsuzluğa dek
ayrılmadan önce, yapacak bir şey kalıyor bana: sizi umutsuzluğa düşürmek.
MARIA: (Ürküntü ile ona bakar. ) Rica ederim, bırakın bırakın beni, gidin burdan,
bırakın beni!
MARTHA: Bıracağım sizi zaten, ben de böylece, yorgunluktan kurtulacağım, çünkü
dayanamıyorum sevginize, gözyaşlarınıza. Ama, haklı olduğunuz, sevginin
boş bir şey olmadığı, şu başa gelenin de bir kaza olduğu anlayışını size bırakmadan
ölemem. Çünkü, asıl şimdi düzene girdik. Buna da sizi inandırmak gerek.
70 Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
MARIA: Ne düzeni?
MARTHA: (Dalgın) Umurumda değil, şöyle böyle duyuyorum ne dediğinizi. Yüreğim
delik deşik oldu. Öldürdüğünüz insandan başka hiçbir şey ilgilendirmez onu.
MARTHA: (Sert sert) Susun! İstemiyorum artık ondan söz edilmesini, tiksiniyorum
ondan. O sizin bir şeyiniz değil artık. İnsanın sonsuzluğa dek sürgün edildiği
acı dünyaya girdi. Budala! İstediğini aldı, aradığı kadını buldu. Hepimiz düzen
içindeyiz artık. Anlayın ki, ne onun, ne de bizim için; ister canlı, ister cansız
olalım, ne yurt var, ne de dirlik düzenlik (Hor gören bir gülüşle). Çünkü,
öyle değil mi, gözleri görmez hayvanları beslemeye gidilen bu ışıksız, karanlık
yeryüzüne yurt adı verilemez.
MARIA: (Gözleri yaşlı) Tanrım! Dayanamıyorum, dayanamıyorum bu sözlere! O
da dayanamazdı böye sözlere. O, başka bir yurt için yollara düşmüştü.
MARTHA: (Kapıya gitmiştir, birden dönerek) Karşılığını gördü bu çılgınlık. Çok
geçmez, siz de alırsınız payınızı (Aynı gülüşle). Söylüyorum size: soyulduk
ikimiz de. Neye yarar insanın o büyük çağrımı, ruhların uyarması? Denize, ya
da sevgiye seslenmek neden? Ucuza gelir bu. Kocanız şimdi biliyor cevabı, sonunda
hepimizin birbirimizle sıkışıp kalacağımız yeri (Hınçla). Siz de tanıyacaksınız
orasını ve o zaman, kendinizi sürgünlerin en acısına uğramış sandığınız
bu günü imrenerek hatırlıyacaksınız. Bilin ki, sizin acınız, insana yapılan
haksızlığa hiçbir zaman erişemeyecek; son olarak da şu öğüdümü dinleyin.
Öğüt borçluyum size elbet, kocanızı öldürdüm!
Yakarın Tanrınıza da taşa çevirsin sizi. Kendisi için aldığı mutluluk, tek
gerçek mutluluk. Siz de onun gibi olun; bütün haykırışlara sağır kalın, zamanı
gelmişken taş kesilin. Ama, o dilsiz sessizliğe dalmak gücü sizde yoksa, o zaman,
gelin, ortak evimizde bulun bizi. Allahaısmarladık, kardeşim! Görüyorsunuz,
her şeyin kolay bir yanı var. Çakıl taşlarının anlamsız mutluluğu ile sizi
beklediğimiz yapışkan yataktan birini seçeceksiniz.
(Çıkar. Şaşkınlıkla, dalgınlıkla dinlemiş olan Maria, elleri önde, kararsızlıkla
kendi etrafında salınır.)
. . . . .
Camus
(Çeviren: Bedrettin Tuncel)
7.6. Postmodernizm
Postmodernizm 1960 sonrası Amerika'da ortaya çıkmış bir akımdır. Düşünce olarak
mimaride, plastik sanatlarda ve yazın alanında etkili olmuştur. Yaşam biçimi olarak
da benimsenen postmodernizm, modernizm sonrası, ona ek olarak ele alınır. Varlığını
modernizme borçludur. Ancak modernizme karşı çıkış değildir. Modernizmin
bir sonraki sürecidir. Zaten "post" sözcüğü de "ek, sonra" anlamına gelir. Bu nedenle
modernizmle zıt düşmesi ya da modernizm yanlısı olması söz konusu değildir. Yine
de modernizmden ayrı düşünülmesi yanlış olur.
Yaşam biçimi olarak benimsenmesi tartışılacak birçok yanı beraberinde getirmiştir.
Örneğin Türkiye ve Türkiye gibi modernizmi tam olarak yaşayamamış ülkelerde
Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I 71
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
modernizm sonrasının yaşanılmaya çalışılması ya da yaşanılıyor sanılması büyük
bir yanılgı olur. Erinç (1995, s. 139)'in deyişiyle "bir haftadan beri yıkanmamış vücuda
old spice sürmek" gibi tanımlanır. Bu durum modern olamadan postmodern olma
çabasıdır ki anlamlı değildir.
"Bir postmodern sanaçıyı isyankâr gösteren, onun esaretidir. Yaşanılmakta olan dünyayı
eleştirebilecek, modernizm karmaşasını ve zıtlıklarını yakalayabilmek edinimleri ve bunları
yansıtışıdır."
Postmodern Yazın:
Postmodern yazın modern anlayıştan farklı olarak öz ve biçimde yeni bir yaklaşımı
beraberinde getirmiştir. Buna göre tür ayrımı ortadan kalkmıştır. Modern yapıtta
yorumlanabilirlik sınırlandırıldığı halde, postmodern yapıtta okuyucu, okuduğu
sırada metni yeniden yazma durumuna geçer. Modernlikte yapıt anlamlılık taşımaktayken,
postmodern yapıt söz söyleme sanatıyla (retorik) bezenmiştir. Dil
oyunlarına geniş yer verme ve zaman-yer bütünlüğünden uzaklaşma görülür.
Postmodern yazında konu bağlarında geriye dönüşler vardır. Daha önce yazılmış
metinlerden yola çıkarak yeni metinler üretilir. Hem sorgulama, hem de yanıt arama
bir arada görülür.
Roland Gerard Borthes (1915-1980) ve James Joyce (1882-1941)'un yanı sıra Türk
yazınından Orhan Pamuk, Bilge Karasu da postmodern olarak nitelendirilen yazarlardan
sayılırlar.
YENİ HAYAT'tan
Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti. Daha ilk sayfalarındayken bile,
kitabın gücünü öyle bir hissetim ki içimde, oturduğum masadan ve sandalyeden gövdemin
kopup uzaklaştığını sandım. Ama gövdemin benden kopup uzaklaştığını sanmama rağmen,
sanki bütün varlığım ve her şeyimle her zamankinden daha çok sandalyede ve masanın başındaydım
ve kitap bütün etkisini yalnız ruhumda değil beni ben yapan her şeyde gösteriyordu.
Öyle güçlü bir etkiydi ki bu, okuduğum kitabın sayfalarından yüzüme ışık fışkırıyor sandım:
Aynı anda hem bütün aklımı körleştiren, hem de onu pırıl pırıl parlatan bir ışık. Bu ışıkla kendimi
yeniden yapacağımı düşündüm, bu ışıkla yoldan çıkacağımı sezdim, bu ışıkta daha sonra
tanıyacağım, yakınlaşacağım bir hayatın gölgelerini hissettim. Masada oturuyor, oturduğumu
aklımın bir köşesiyle biliyor, sayfaları çeviriyor ve bütün hayatım değişirken ben yeni
kelimeleri ve sayfaları okuyordum. Bir süre sonra, başıma gelecek şeylere karşı kendimi o kadar
hazırlıksız ve çaresiz hissettim ki, kitaptan fışkıran güçten korunmak ister gibi bir an içgüdüyle
yüzümü sayfalardan uzaklaştırdım. Çevremdeki dünyanın da baştan aşağıya değiştiğini
o zaman korkuyla farkettim ve şimdiye kadar hiç duymadığım bir yalnızlık duygusuna
kapıldım. Sanki dilini, alışkanlıklarını, coğrafyasını bilmediğim bir ülkede yapayalnız kalmıştım.
72 Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Bu yalnızlık duygusunun verdiği çaresizlik bir anda beni kitaba daha sıkı sıkıya bağladı.
İçine düştüğüm yeni ülkede yapmam gereken şeyleri, inanmak istediklerimi, görebileceklerimi,
hayatımın alacağı yolu bana bu kitap gösterecekti. Sayfaları tek tek çevrirken kitabı
şimdi bana vahşi ve yabancı bir ülkede yol gösterecek bir rehber gibi de okuyordum. Yardım et
bana, demek geliyordu içimden, yardım et ki kazaya belaya uğramadan yeni hayatı bulayım.
Bu hayatın da, ama, rehberinin kelimeleriyle yapıldığını biliyordum. Kelimeleri tek tek okurken,
bir yandan yolumu bulmaya çalışıyor, bir yandan da yolumu büsbütün kaybettirecek
hayal harikalarını hayretle tek tek ben kuruyordum.
Bütün bu süre boyunca kitap masamın üzerinde duruyor ve ışığını yüzüme saçarken,
odamdaki öteki eşyalara benzer bildik tanıdık bir şey gibi gözüküyordu. Bunu, önümde
açılan yeni bir hayatın, yeni bir dünyanın varlığını hayretle ve sevinçle karşılarken hissettim:
Hayatımı böylesine değiştirecek olan kitap aslında sıradan bir eşya idi. Aklım pencerelerini
kapılarını kelimelerin bana vaad ettiği yeni dünyanın harikalarına ve korkularına ağır
ağır açarken, bir yandan da beni bu kitaba götüren rastlantıyı yeniden düşünüyordum, ama
bu aklımın yüzeylerinde, derine gidemeyen bir hayaldi. Okudukça bu hayale dönmem bir çeşit
korkudandı sanki: Kitabın bana açtığı yeni dünya o kadar yabancı, o kadar tuhaf ve şaşırtıcıydı
ki, bu alemin içine bütünüyle gömülmemek için şimdiki zamanla ilgili bir şeyler hissetme
telaşı duyuyordum. Başımı kitaptan kaldırıp odama, dolabıma, yatağıma bakarsam ve
penceremden dışarıya bir göz atarsam, dünyayı bıraktığım gibi bulamayacağım korkusu içime
yerleşiyordu çünkü.
. . . . .
Orhan Pamuk
Özet
Toplumlardaki değişimler, sanatta da kendini gösterir. Sanatın bir kolu olan yazın alanında
da bu değişimi görürüz. Şair ve yazarların yapıtlarında ortak özelliklere rastlanır. Ortak
özellikler, birçok sanat alanındaki sanatçılar tarafından kullanıldığında bir akımı oluşturur.
Klâsisizm bunların başlangıç noktası gibi kabul edilse de bu akımdan önce de akımlar vardır.
Gerek antik düşüncenin yeniden değerlendirilmesi, gerek yazın türlerinin gelişme süreci ve
diğer sanatlarla ilişkileri, gerekse Rönesansla birlikte değişen değerlerin anlam kazanmaya
başladıkları dönem olduğundan klâsisizmden başlanması uygun görülmüştür.
Klâsisizm, 17. yüzyılda Fransa'da ortaya çıkmıştır. Antik Yunan ve Roma sanatının etkileri
görülür. Bu akımda amaç, ideal bir güzellik duygusu yaratmak, herkes için geçerli olan değer
ölçüleri oluşturmaktır. 20. yüzyılda neoklâsizm olarak tekrar kendini göstermiştir.
Coşumculuk, 19. yüzyılda Fransa'da ortaya çıkmıştır. Yalnızca klâsik anlayışa tepki değil,
aynı zamanda insan yaşamının bütün olanaklarını kapsayan bir bilinç değişimidir.Coşumculuk
akla karşı duyguyu, seçkin sınıfa karşı halkı, süslülüğe karşı doğallığı, kurallara karşı
kuralsızlığı işler.
Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I 73
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Parnasizm, 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransız şiirinde ortaya çıkmıştır. "Sanat sanat
içindir" görüşünü benimseyen parnasizmde, anlatımın nesnelliği önemlidir. İçerik kadar biçim
de önemlidir.
Gerçekçilik, 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa'da coşumculuğa tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Bu akımda sanatçıya bazı sorumluluklar yüklenilmiştir. Doğaya ve insana özgü olup bitenleri
tüm gerçekliği ile olduğu gibi anlatmak sanatçının en önemli sorumluluğudur. Bu
dönemde eleştirel doğalcı ve toplumcu gerçekçilik oluşmuştur. Eleştirel, gerçekçilikte, kentsoylu
yaşam eleştirilmiş ve bu yaşamın insanı nasıl körelttiği vurgulanmıştır. Doğalcı gerçekçilikle,
doğa olaylarındaki "aynı nedenler, aynı sonuçlar doğurur" ilkesi yaşama aktarılmıştır.
Toplumcu gerçekçilik ise insan ve doğayı Marksist dünya görüşü ile açıklar. Buna göre,
toplumsal çatışmayı ve bu çatışmanın insan üzerindeki etkilerini yansıtır.
19. yüzyılın sonlarında özellikle gerçekçilik akımının etkisinde ya da ona tepki olarak ortaya
çıkan akımları görürüz. Bunlar çok kısa süreli olmuş ve çok belirgin olmayan zaman dilimlerinde
etkin olmaya çalışmışlardır.
Simgecilik, 19. yüzyılın sonlarında Fransa'da ortaya çıkmıştır. Özellikle şiir türünden örnekler
sunan bir akımdır. Simgecilikte görünen değil, görünenin gerisindeki önemlidir. Şiir
dilinin müzikle bütünleşmesi gereği savunulmuştur.
Kübizm, bir resim akımı olarak ortaya çıkmıştır. Sonradan yazın alanında da görülmüştür.
Kübistlere göre dünyadaki küçük olayları ve anlamları yakalamak gerekir. Söylenmemiş olanı,
görülmemiş olanı gün ışığına çıkarmak aklın değil, düş gücünün işidir.
I. Dünya Savaşı başlamadan ortaya çıkan gelecekçilik akımında yazarlar, var olan biçimleri
ve işlenen temaları terk edip çağdaş anlayışta bir tekniğin sağlayacağı bolluğu, huzuru ve
varlığı savunmuşlardır.
Dadaizm hareketi, geleneksel değerlere ve inançlara us ve usa dayalı değerlere karşı çıkıştır.
Onları yıkmayı amaçlar.
Gerçeküstücülük, kendisinden öncekilerce umursanmayan çağrışım biçimlerine, rüyanın
gücüne, çıkarsız düşünceye dayanır. Usun dışında kendiliğinden ortaya çıkan ruhsal durum
ve olaylar bilinçaltının ürünüdür.
Varoluşçuluk, önceleri bir felsefe akımı olarak ortaya çıkmıştır. Sonradan yazın alanında da
görülmeye başlanmıştır. Bu akıma göre, insan kendi özünü kendisi seçer. Bu dünyaya anlam
vermek insana aittir ve kendi özünü yaratmada da özgürdür.
Postmodernizm 1960 sonrası Amerika'da ortaya çıkmış bir akımdır. Düşünce olarak mimaride,
plastik sanatlarda ve yazın alanında etkili olmuştur. Postmodernizm yaşam biçimi olarak
da benimsenmiştir. Modernizme karşı çıkış değil, modernizmin bir sonraki sürecidir.
74 Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Değerlendirme Soruları
1. Aşağıdakilerden hangisi klâsisizmin özelliği değildir?
A. İdeal bir güzellik duygusu
B. Sistemleştirme
C. Herkes için geçerli değer ölçüleri oluşturmak
D. Üç birlik kuralına uymak
E. Duyguyu ön plânda tutmak
2. Aşağıdaki yazarlardan hangisi coşumculuk akımında eserler yazmıştır?
A. Anton Çehov
B. Verlaine
C. Victor Hugo
D. Mayakovski
E. Racine
3. Parnasizm akımının özelliği aşağıdakilerden hangisidir?
A. Sanat toplum içindir
B. Sanat sanat içindir
C. "Şey"lerin görülmeyen yüzleri önemlidir
D. Gerçekçiliğe tepkidir
E. Aynı nedenler aynı sonuçlar doğurur.
4. Aşağıdakilerden hangisi 20. yüzyıl akımıdır?
A. Gerçekçilik
B. Gerçeküstücülük
C. Coşumculuk
D. Simgecilik
E. Parnasizm
5. Tristan Tzara hangi akımın öncüsü sayılır?
A. Klâsisizm
B. Varoluşçuluk
C Dadaizm
D. Gelecekçilik
E. Gerçekçilik
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Batur, Enis. Modern Dünya Edebiyatı Antolojisi. İstanbul: Gergedan Yayınları,
1988.
Cassou, Jean. Sembolizm Sanat Ansiklopedisi. İstanbul: Remzi Kitabevi, 1987.
Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I 75
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Claudon, Francis. Romantizm Sanat Ansiklopedisi. İstanbul: Remzi Kitabevi,
1988.
Çapan, Cevat. Şiir Atlası. 2. ve 3. Cilt, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1995.
Gürsel, Aytaç. Çağdaş Alman Edebiyatı. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,
1983.
——————. Yeni Alman Edebiyatı Tarihi. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, 1983.
Göker, Cemil. Fransa'da Edebiyat Akımları. Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi Yayınları, 1986.
Passeron, Rene. Sürrealizm Sanat Ansiklopedisi. İstanbul: Remzi Kitabevi, 1982.
Ülke Ülke Çağdaş Dünya Şiiri. İstanbul: Milliyet Yayınları, 1979.
Yazın Akımları Özel Sayısı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1981.
Erinç, M. Sıtkı. Kültür Sanat Sanat Kültür, İstanbul: Çınar Yayınları, 1993.
Sarup, Madan. Post-Yapısalcılık ve Postmodernizm. İstanbul: Cantekin Matbaacılık,
1992.
Değerlendirme Sorularının Yanıtları
1. E 2. C 3. B 4. B 5. C
76 Y A Z I N ( E D E B İ Y A T ) A K I M L A R I