7 Ekim 2009 Çarşamba

edebiyat ve toplum

Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Edebiyatla toplum arasındaki ilişkileri öğrenecek,
• Edebiyatın toplum hayatındaki yerini tanıyacak,
• Bir kültür ögesi olarak edebiyatın topluma katkılarını bilecek,
• Toplumsal bakış açısının edebiyat bakımından anlamını kavrayacaksınız.
İçindekiler
• Giriş 23
• Karşılıklı Etkilenme 23
• Edebiyat ve Toplumsal Yarar 23
• Sosyolojik Bakış Açısının Ürünü Olarak Edebiyat 25
• Edebiyat ve Sosyal Tabakalaşma 28
• Türk Edebiyatında Toplum Sorunları 28
• Özet 32
• Değerlendirme Soruları 32
• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar 33
ÜNİTE 2 Edebiyat ve Toplum
Yazar
Doç. Dr. Ramazan KAPLAN
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Çalışma Önerileri
• Ulaşabildiğiniz birkaç edebiyat eserini inceleyerek, toplum sorunlarının
işlenip işlenmediğini araştırınız.
• Bu eserlerin yazarlarından hangisinin daha çok toplumsal soruna
değindiğini bulmaya çalışınız.
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
1. Giriş
İnançlar, gelenekler, din vb. ögeler her toplumda farklı kültürlerin oluşmasına yol
açarlar. Her milletin kendine özgü bir kültürü ve toplumsal yapısı vardır. Bu yüzden
ayrı kültür dünyasına mensup milletlerin çeşitli konulardaki tutumları birbirine
benzemez. Gerçi günümüzde, iletişim araçları kültürler arasındaki ilişki ve geçişleri
kolaylaştırmıştır. Ancak, bu ilişkilerin yoğunluğu bile toplumlar arasında tam
bir kültür yakınlığı ve birlikteliği meydana getirmez. Çünkü her milletin kendi sosyal
yapısından doğan özellikleri vardır.
2. Karşılıklı Etkilenme
Başka birçok öge gibi, edebiyat da toplumsal yapıyı oluşturan kültür ögelerinden
biridir. Hem toplumdan etkilenir, hem de toplumu etkiler. Sosyal yapının gelişmesine
katkıda bulunur. Toplumsal ve kültürel değerler, gelecek kuşaklara edebiyat
aracılığı ile aktarılır. Böylece kültürel boşluğun yaşanmamasında ve toplumsal bilincin
canlı tutulmasında edebiyatın payı büyüktür.
Edebiyat-yerel kültür yakınlığı, edebiyatta millî kültürün oluşmasında, dolayısıyla
toplum yapılanmasında ilk basamak olarak görülebilir.
Kendi kaynaklarından beslenmeyen bir edebiyat, başka edebiyatlar karşısında
kendisini karakterize eden imkânlardan yoksun kalır.
Fakat çeşitli sosyal, ekonomik ve kültürel faaliyet gibi, hedefleri olan bir edebiyat da
kendi sınırları içinde düşünülemez. Düşünce ve estetik değerleriyle incelmiş, evrensel
bir konuma yükselmiş bir edebiyat, başka milletler arasında toplumu temsil
etmenin ideal araçlarından biridir.
3. Edebiyat ve Toplumsal Yarar
Edebiyatla toplum kavramlarını birlikte düşündüğümüz zaman, yarar kavramını
göz ardı edemeyiz. Edebiyatın toplumsal hayat bakımından ne anlama geldiği, bir
bakıma edebiyatın toplumsal işlevinin ne olabileceği, İlkçağ felsefecileri ve düşünürlerinden
itibaren üzerinde durulan bir konu olmuştur. Platon, edebiyatın toplum
üzerindeki etkilerinin bilincindedir ve edebiyat eserlerindeki sakıncalı parçaların
gençlerin eğitimini olumsuz etkileyeceğine inanır. Bu demektir ki birey ve toplumun
alacağı biçim üzerinde edebiyatın anlamlı bir gücü vardır. Bu anlayış biçim ve
nitelik değiştirerek günümüze kadar devam etmiştir. Buna karşılık Aristo için edebiyat,
bir tür bilgi edinmenin aracıdır . Trajedi örneğinde olduğu gibi, insanda acıma
ve korku duygularını harekete geçirerek ruhu olumsuz tutkulardan arındırması,
E D E B İ Y A T V E T O P L U M 23
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
dolayısıyla erdemli insanı hedeflemiş olması edebiyat adına kaydedilecek bir başarıdır.
Toplumların tarihi boyunca edebiyatın işlevi, genellikle onun iki yönü öne çıkarılarak
belirlenmeye çalışılmıştır. Kimileri, edebiyatı kişisel duygulanmaların, yaşantıların,
heyecanların ifade aracı görmüştür. Bu durumda edebiyat, geniş kalabalıkların
değil, bireyin hizmetinde olarak, gerek yazar gerekse okurun adeta eğlence aracıdır.
Böylece hem yazar hem de okur, edebiyat eserleri sayesinde kişisel çıkmazlarından
kurtulmanın yolunu bulurlar. Gerçi bu ölçülerde bile edebiyatın sosyal yarardan
uzak kaldığı söylenemez; ama bu, edebiyatın toplumsal işlevinin en alt sınırıdır.
İkinci durumda edebiyat, toplumsal bakış açısının ürünüdür ve ondan beklenenlerin
sınırları da buna göre çizilmektedir. Edebiyatı bu anlayış çerçevesinde ele alanlar,
sosyal problemlerin çözümlenmesinde edebiyatı bir eğitim aracı olarak görmüşlerdir.
Bu bir bakıma edebiyatın bir dereceye kadar asıl amacından uzaklaştırılması
anlamına gelir. Oysa gerçek edebiyat eserleri bu iki amaca da başarıyla hizmet eden
eserlerdir. İnsanı toplumdan ayrı düşünemeyeceğimize göre, onun öncelikle kendisi
sonra da toplum için hazırlanması gereklidir.
Edebiyat, duygu ve düşüncelerine birlikte seslenerek, insanın bu açılardan mükemmel
bir varlık hâline gelmesinin koşullarını hazırlar.
Toplum, bir anlamda kolektif bilincin bir düzen çerçevesinde oluşan organik bütünlüğüdür.
Öyleyse gelişmiş bir edebiyat, toplumun yeniden biçimlendirilmesinde, ortak
idealin oluşmasında küçümsenmeyecek bir etkiye sahiptir.
Türk edebiyatı tarihinde, edebiyatın toplumsal işlevinin son derece ileri boyutlarda
algılandığı, toplumu yeniden oluşturmanın aracı görüldüğü dönemlerde, edebiyata
biraz da edebiyat dışı görevler yüklenmiştir. Bu bağlamda Tanzimat edebiyatını,
politik edebiyatın tipik bir örneği saymak mümkündür. Dönemin yazar ve şairlerinden
birçoğunun, başka türlü de söylenebilecek düşüncelerini edebiyat yoluyla ortaya
koymalarının başkaca bir nedeni yoktur. Aslında sanatın gerekleri göz ardı edilmediği
sürece, bundan hem edebiyat hem de toplum kazançlı çıkar. Böylece edebiyatı
kişisel duygulanmaların aracı görenlerin de, toplumsal sorunların çözümünde
ondan çok fazla şey bekleyenlerin de beklentileri dengelenmiş olur. Bunun için tanınmış
Fransız romancısı Poul Bourget “edebiyatın hizmeti medeniyetin hizmetinden
aşağı kalmaz. O yalnız bir süs değil, medeniyetin ta kendisidir” demek ihtiyacını
duymuştur.
Edebiyat eserleri, içinde doğdukları toplumun duyuş ve düşünüşünü, hayatı algılayış
biçimlerini, büyük tarihî dönemlerde ortaya çıkan sosyal psikolojinin bütün
ve en ince ayrıntılarını kendilerinde yaşatırlar.
24 E D E B İ Y A T V E T O P L U M
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Bu bakımdan söz gelişi mimarî yapılar, bir süre sonra dış şartların etkisiyle yıpranıp
yok oldukları hâlde, edebiyat eserleri yazıldıkları günün canlılığı içindedirler. Yani
mahiyetleri değişmez. Dolayısıyla bir milletin maddî ve manevî dünyasını keşfetmenin
en kolay yolu edebiyat eserlerinden geçer. Sosyal tarihçiler, kültür ve din tarihçileri,
kısaca konusu insan olan bilimlerin araştırmacıları, kendileri açısından yararlı
olabilecek pek çok malzemeyi edebiyat eserlerinde bulabilirler. Edebiyatın bu
özelliğini, roman türünde vurgulayan Fransız romancısı Stendhal romanı “yol boyunca
gezdirilen bir ayna” olarak görür.
Türk edebiyatında da, edebiyatın bu çerçevede algılanmasının örneklerine Ahmet
Mithat, Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi daha pek çok romancıda rastlanabilir.
Elbette burada unutulmaması gereken bir husus vardır. Edebiyattan edineceğimiz
bilgi, bilimsel bilgi olmamakla birlikte, bilim dışı da değildir. Bir edebiyat eseriyle,
içindeki doğru ya da yanlışları görmek, başka bir ifade ile bilimsel bilgi edinmek için
ilgilenmeyiz. Eğer böyle olsaydı, öğrenilmek istenen bilgi çok daha kolay ve kesinlik
ifade eden bir biçimde bilginin ait olduğu bilim dalından öğrenilebilirdi. Millî Mücadeleyi
konu alan bir romanı, bu mücadelenin nesnel ölçüler çerçevesindeki yönlerini
romanda bulmak amacıyla okumayız. Gerçekte bu, romanın değil, tarihin görevidir.
Gerçi roman buna benzer bir konuda, nesnelliğin tersyüz edildiği bir görüntüyle
de karşımıza çıkmaz. İskeletini şu ya da bu şekilde Millî Mücadelenin oluşturduğu
böyle bir romandan beklentimiz, bir milletin ölüm kalım sorunu demek olan
tarihsel mücadelesindeki mücadele azminin, bireysel ve toplumsal duyarlıkların,
hüzünlerin yansımalarını ortaya koymaktır. Yani eser bize somut olayların içindeki
insanın insanî yönünü gösterir. Tarih bunun bilgisini veremez.
Demek ki edebiyatın insana sunduğu bilgi, yaşantıya dönüşmüş olarak ve içinde
karmaşık bir yapıyı barındırarak karşımıza çıkar. İşte edebiyatın bu temel özelliği
dikkate alınmak kaydıyla, edebiyat eserleri, bir toplumun geçmişteki durumunun
bilinmesinden başka, geleceğine ait sonuçlara varmak bakımından da
bütün sosyal bilimcilerce yararlı belgeler olarak kullanılabilir.
4. Sosyolojik Bakış Açısının Ürünü Olarak Edebiyat
Edebiyatın, kendine özgü değerlere ve yapıya sahip bir toplumda var olması, edebiyat
araştırmalarında yeni bir bakış açısının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu, edebiyat
hayatı ve ürünlerini sosyolojinin verilerine göre değerlendirmeyi amaçlayan
sosyolojik yaklaşımdır. Bu anlayışa göre bir edebiyat eseri, toplumsal koşulların
ürünü olan bir belgedir. Öyleyse edebî şahsiyetin, edebî eserin kendisinin ve edebiyat
ortamının toplumsal yapı açısından dikkate alınması gerekir. Ancak bu sayede,
edebiyat toplum ilişkileri sağlıklı olarak kavranabilir.
Birçok isimden söz edilebilirse de, sosyolojik anlayışın en önemli kuramcısı İngiliz
Edebiyatı Tarihi (1858)’nin yazarı Fransız Hippolyte Taine (1828-1893)’dir. Taine'e
göre, bir milletin edebiyatı üç faktörün etkisinde gelişir ve biçimlenir. Bunlar
“ırk, çevre ve an”dır. Görüldüğü üzere, Taine’nin kuramının esasını oluşturan kavramlar
da sosyolojik niteliklidir. Irk,Taine’nin anlayışında bir milletin bireylerinde
E D E B İ Y A T V E T O P L U M 25
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
ve sonuçta toplumda ortak olan özelliklerdir. Bunlar toplumlara göre değişir. Öyleyse
bir duyuş ve düşünüş sanatı olan edebiyat, ortaya çıktığı milletin ırkî özellikleri
dikkate alınmadan doğru olarak kavranamaz. Çevre, edebiyat eserini hazırlayan
fiziksel ve sosyal ortamdır. Toplumun coğrafî konumundan sosyal koşullarına varıncaya
kadar birçok öge bu kavram içinde yer alır. An ise edebî eseri meydana getiren
tarihsel zemindir.
Sosyolojik yaklaşımın, edebiyatı edebiyat dışı etkenlerin etkisinde yorumlamaya
çalıştığı şüphesizdir. Ancak kimi durumlarda bir edebiyat eserinin kavranması,
kendi dışındaki bilgilerin kullanılmasını da gerektirebilir. Böyle bir çaba içinde olması,
sosyolojik bakış açısını değerli yapan yönlerinden biridir.
Bir yöntem olarak edebiyat hayatı ve olaylarının sosyolojik bakış açısıyla açıklanmaya
başlanmasından sonra, bir kavramdan çok söz edilmeye başlandı: Toplumculuk.
Kavramın, Marksist eleştiride özellikle kullanılması, bir edebiyatın toplumcu
oluşu ile Marksizmi özdeşleştiren anlayışlarına ortaya çıkmasın yol açtı. Oysa topluma
yön vermede edebiyatı araç seçen her hareket, ideolojisi ne olursa olsun, “toplumcu”
bir yöneliş içindedir. Dünya görüşlerindeki farklılığa rağmen, Türk edebiyatının
iki önemli temsilcisi Tevfik Fikret (1867-1915)’le Mehmet Akif (1873-1936)
'in de asıl hedefi toplumdur. Dolayısıyla toplumun sorunlarıyla ilgilenme, herhangi
bir ideolojinin tekelinde değildir. Kaldı ki bugün edebiyat anlayışımızın geldiği
noktada, edebiyatta neyin anlatıldığı kadar, nasıl anlatıldığının önem kazandığı bir
estetik bilinç daha belirleyici bir rol oynamaktadır.
Mehmet Akif'in aşağıdaki şiirini inceleyerek, şairin toplumu hedef alıp almadığını
belirlemeye çalışınız.
Seyfi Baba
Geçen akşam eve geldim. Dediler: Seyfi Baba
Hastalanmış, yatıyormuş.
— Nesi varmış acaba?
— Bilmeyiz, oğlu haber verdi geçerken bu sabah.
— Keşke ben evde olaydım... esef ettim, vah vah!
Bir fener yok mu, verin... Nerde sopam? Kız, çabuk ol...
Gecikirsem kalırım beklemeyin... Zirâ yol
Hem uzun, hem de bataktır...
— Daha a'lâ, kalınız:
Teyzeniz geldi, bu akşam değiliz biz yalınız.
Sopa sağ elde, kırık camlı fener sol elde;
Boşanan yağmur iliklerde, çamur tâ belde.
Hani çoktan gömülen kaldırımın, hortlayarak,
"Gel!" diyen taşları kurtarmasa, insan batacak.
Saksağanlar gibi sektikçe birinden birine,
Boğuyordum müteveffâyı bütün âferine.
Sormayın derdimi, bitmez mi o taşlar giderek,
Düştü artık bize göllerde pek âlâ yüzmek!
Yakamozlar saçarak her tarafından fenerim,
26 E D E B İ Y A T V E T O P L U M
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Çifte sandal, yüzüyordu; o yüzer, ben yüzerim!
Çok mu yüzdük, bilemem, toprağı bulduk neyse;
Fenerim başladı etrâfını tek tük hisse.
Vâkıâ ben de yoruldum, o fakat pek yorgun...
Bakıyordum daha mahmurluğu üstünde onun:
Gâh olur, kör gibi çarpar sıvasız bir duvara;
Gâh olur, mürde şuââtı düşer bir mezara;
Gâh bir sakfı çökük hânenin altında koşar;
Gâh bir ma'bed-i fersûdenin üstünden aşar;
Vakt olur pek sapa yerlerde, bakarsın, dolaşır;
Sonra en korkulu eşhâsa çekinmez sataşır;
Gecenin sütre-i yeldâsını çekmiş uryân,
Sokulup bir saçağın altına gûyâ uyuyan
Hânuman yoksulu binlerce sefîlân-ı beşer;
Sesi dinmiş yuvalar, hâke serilmiş evler;
Kocasından boşanan bir sürü bî-çâre karı;
O kopan râbıtanın darmadağın yavruları;
Zulmetin, yer yer, içinden kabaran mezbeleler:
Evi sırtında, sokaklarda gezen âileler!
Gece reh-zen, sabâh olmaz mı bakarsın, sâil!
Serserî, der-be-der, âvâre, harâmî, kaatil...
Böyle kaç manzara gördüyse bizim kör kandil
Bana göstermeli bir kerre... Niçin? Belli değil!
Ya o bî-çâre de rahmet suyu nûş eyleyerek
Hatm-i enfâs edivermez mi hemen "cız!" diyerek;
O zaman sâmianın, lâmisenin sevkıyle
Yürüyen körlere döndüm, o ne dehşetti hele!
Sopam artık bana hem göz, hem ayak, hem eldi...
Ne yalan söyleyeyim kalbime haşyet geldi.
Hele yâ Rabbî şükür, karşıdan üç tâne fener
Geçiyor... Sapmayarak doğru yürürlerse eğer,
Giderim arkalarından... Yolu buldum zâten.
Yolu buldum, diyorum, gelmiş iken hâlâ ben!
İşte karşımda bizim yâr-ı kadîmin yurdu.
Bakalım var mı ışık? Yoksa muhakkak uyudu.
Kapının orta yerinden ucu değnekli bir ip
Sarkıtılmış olacak, bir onu bulsam da çekip
Açıversem... İyi ammâ kapı zâten aralık...
Gaalibâ bir çıkan olmuş... Neme lâzım, artık
Girerim ben, diyerek kendimi attım içeri;
Ayağımdan çıkarıp lâstiği geçtim ileri.
Sağa döndüm, azıcık gitmeden üç beş basamak
. . . . .
Mehmet Akif
E D E B İ Y A T V E T O P L U M 27
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
5. Edebiyat ve Sosyal Tabakalaşma
Sosyal tabakalaşma ile edebiyat arasındaki ilişkiler de, edebiyatla toplumu birlikte
değerlendirmenin sonucu ortaya çıkan bir başka sorundur. Bilinen bir gerçektir ki,
her toplum farklı kültür kesitlerinden oluşur ve bunların kendilerine göre zevkleri
vardır. Edebiyattaki farklı duyuş ve düşünüş biçimleri, bu sosyal tabakalaşmanın
edebiyat hayatına olağan bir yansımasıdır.
Her kültür, hayatı kendi kavrayış gücüne göre algılar ve ifade eder.
Böyle olunca bir toplumda değişik edebiyat topluluk ve anlayışlarıyla buna bağlı
bir edebiyat beğenisinin oluşması tabiîdir.
6. Türk Edebiyatında Toplum Sorunları
Türk edebiyatının Tanzimat’la başlayan yenileşme döneminden başlayarak, toplumu
ilgilendiren pek çok sorun edebiyatta yer almıştır. Batılılaşma sürecinin etkisiyle
edebiyatın muhtevası değişime uğramış, roman ve tiyatro gibi türlerde o güne kadar
işlenmeyen konular edebiyata girmiştir.
Yeni bir edebî tür olmasına rağmen, daha ilk örneklerinde sosyal yapıya ait birçok
sorunun romanda ele alındığı görülür. Bunlar arasında batılılaşmanın toplum hayatındaki
etkileri, kadının toplumdaki konumu, kölelik büyük bir yer tutar. Ahmet
Mithat (1844-1913) neredeyse edebiyatı ve özellikle romanı, toplumun eğitilmesi
ve ilerlemesinde araç olarak kullanır.
Hüseyin Rahmi Gürpınar (1864- 1944)’ın eserleri, tam anlamıyla döneminin sosyal
belgeleri durumundadır. Onun öykü ve romanlarında çeşitli inançları, konuşmaları,
gelenek ve görenekleri, yaşayışları ile İstanbul halkının değişik kesimlerini
buluruz.
Ecir ve Sabır
"Çocuğun cenazesi evden çıkarılırken, validesi Behiye Hanım:
— Ah yavrum Cemal'im... Ananı, babanı bırakıp da nerelere gidiyorsun?,..
Yürek parçalayan feryadı ile avazı çıkabildiği kadar bağırdı. Istırap verici aksi duvarlara tesir
eden bu feryatlar, ana kalbinde çıra gibi tutuştu, ama o ayrılık yarasına çâre olamadı. Şuursuz
bir şiddetle etrafına saldırarak bir cam kırdı; haykırmaktan sesi kısıldı. Nihayet yere düştü,
bayıldı.
. . . . .
O inlemeleri arasında diyordu ki:
28 E D E B İ Y A T V E T O P L U M
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
— Vah Cemal'im!... Ah yavrum, bu sene büyük tövbenin on sekizine kadar yaşasaydı,
beşini bitirip altısına basacaktı... Ne oldu bilmem ki? Kimlerin nazarı değdi? İlâhi gözleri çıksın...
Yavrucağım bir haftalığına uğradı... Bir ateş, bir nöbet, hekim, ilâç... Hoca nefes deyinceye
kadar a dostlar, uçtu elimizden gitti. Ah Cennet kuşu yavrum, Allah bana ayân etti. Benim
için apâşikâre (açıkça) doğdu. Ama ben dedim. Mektebe başladığı günü başına elmasları
taktım, göğsüne şalı bağladım. Ne yaraştı, ne güzelleşti. Hanım... O âhu gibi gözler, kıvır kıvır
kirpikler... Pembe pembe, ebru ebru yanaklar... O günü yavrumu öpüp koklamağa doyamadım.
(İki tarafına sallanarak) İşte o zaman dedim, bu oğlan bu güzelliğiyle, bu aklıyle yaşamaz
dedim. Yavrumu o süsüyle, o şânıyle «Âmin» günü paytonun içinde görenler, hep «maşallah
» dediler. Şu yukarıdaki odada hocanın önüne diz çöktüğü vakit, «rabbiyesir»i ezberinden
su gibi yanlışsız okudu idi...
Komşulardan biri:
— Sus kardeş o çocuk değildi, artık birşeydi. Büyüyeydi akılda Eflâtun'u geçecekti. İşte
öyle akıllılar yaşamaz ki.. Hani bir gün elmasım, aklına geliyor mu? Basma değiştirmek için
çarşıya gitti idik. O yavrucağız da beraberdi. Biz bir türlü dükkânı bulamadık, canına bin
rahmet... Rahmet ne ya, o zaten Cennet kuşu; makamına giti bile.. Cemal'im basmacı Rum'u
görünce bizden evvel «işte anne bu!» demedi miydi?
Diğer bir kadın:
— Akıllıydı akıllıydı.. a yok hanım, çok akıllıydı. Aklımdan hiç çıkmaz. Ben bir gün
evin kapısı önünde küfeciden çalıfasulyası alıyordum; herife çeyrek bozdurdum. Nasıl oldu
bilmem, hesabı karıştırdık. Galiba ben heriften yetmiş para istiyordum. O bana doksan para
veriyordu. «Ayol hile etme. Benim senden alacağım yetmiş para, bana niçin doksan para veriyorsun?
» diye haykırdım. Fasulyeci de: «A hamım, hiç aklın yok mu? Yetmiş para ile doksan
paranın hangisi fazla?» dedi. Benim de zihnim karıştı; doğrusunu birdenbire bulup çıkaramadım.
O aralık kapının önünden yavrum, ah Cemal'im... (altı yedi kadın hep bir ağızdan ah
Cemal'im) geçiyordu. Yavrumu çağırdım. «Oğlum şu herif beni aldatacak. Yetmiş para ile
doksan paranın hangisi büyüktür?» dedim. O küçücük gözlerini yüzüme dikti, biraz düşündü.
« Yetmiş para büyüktür.» cevabını verdi. Sonra ben de: «Ben biliyorum zâhir, şu çocuk
olmasa beni aldatacaksın!» azarıyle adamı savdım.
En yüksek ses, zavallı çocuğun annesine ait olmak üzere, komşu hanımların inceli kalınlı ağlama
sesleri bir saat kadar böyle Cemâl'in iyilikleri sayılıp dökülerek devam etti. Feryatlar
edildi. Biraz seslere hafiflik, gözyaşlarına durgunluk gelmek üzere iken, beş altı yaşındaki çocuğunu
elinden tutmuş bir komşu hanım daha ortaya çıktı. Odaya girer girmez, orada bulunanlardan
bir kadın yeni gelene, elindeki çocuğu işaret ederek:
— Ayol, Mehmed'i niçin getirdin? O, Cemal ile kırklı değil miydi? Şimdi Behiye Hanım
görecek, meraklanacak, yine feryadı ayyuka çıkacak. Zavallı kadın biraz susar gibi olduydu.
E D E B İ Y A T V E T O P L U M 29
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Yeni gelen kadın:
— Ne yapayım kardeş, kime bırakıyım? Evde kimse yok ki... Bizimki (eliyle cenazeyi
işaret ederek) oraya gitti. Kaynanam evde ama... O artık insandan sayılmıyor ki... Yerinden
kalkamıyor. Sahi midir, yoksa inadına mı yapar? Bilmem ki... Yine bu gece ne döşek kaldı, ne
yorgan... Başıma geleni anlatsam, kırk yıl bitmez..
Öteden Behiye Hanım, Mehmet'i görerek, validesinin elinden çekip alır. Bağrına bastırarak
yine üst perdeden:
— Ah yavrum Cemal'im!.. Bununla kırklıydı..
Çocuğu öper. Bütün analık acısı kuvvete dönerek kollarına yayılmış gibi Behiye, bağıra bağıra
Mehmet'i göğsü üzerinde sıkıştırınca neye uğradığını bilemeyen çaresiz çocuğun bütün
kanı yüzüne çıkar. Gözleri fincan gibi büyür. Behiye Hanımın, «Ah Cemal'im!.» ümitsiz feryadına,
kucağındaki Mehmet'in sıkıştırmanın şiddetinden: «Aman anne ben de ölüyorum!»
haklı feryadı karışır. Behiye yine mateminin boyunu uzatır, bayılmak derecelerine gelir. O
aralık ne yaptığını bilmez bir hâlde, kucağındaki Mehmet'i bohça gibi kaldırıp karşıya fırlatarak:
— Benimki benden gitti. Besleyemedim öldü. Allah'ın emri böyle imiş ne yapayım? Ellerinki
yaşasın. Vallahi haset etmem, güle güle büyüt kardeş..
Mehmet fırlatınca, başını mindere çarpar. Kadının matemli sıkıştırmasından kurtulduğu
için çocukcağız, artık sevincinden kafasının acısını hissetmeyerek validesine sokulup sorar:
— Anne, Behiye Hanıma ne oldu böyle?
Validesi usulcacık kulağına:
— Cemal öldü de..
— Cemal öldü mü? Öldüyse, nereye götürdüler?
— Sus canım, mezarlığa götürdüler.
— E, orada ne yapacaklar.
— Şimdi ağzını koparırım. Mezarlıkta ölüyü ne yaparlar? Gömerler...
Mehmet bir ağlama tutturarak:
— Anne ben ölürsem beni gömmesinler, istemem istemem...
. . . . .
Diğer bir kadın:
— A hanım!.. Dokunmayınız ağlasın, ağlamak iyidir. İçinin zehri akar. Naciye'm öldüğü
vakit ben tıkandım, bir türlü ağlayamadım da, sonra Hut dağı gibi karnım şişti. O zaman
bizimki Hallaç Hoca'ya gösterdi. «Gözlerinin zehri karnına akmış» dedi. Aa!. Validedir, canı
yanıyor. Şimdi O'nun yüreği çıra gibi parlar şöyle.. Aa, lâkırdı mı bu? Bağır kardeş, bağır..
İçinin zehri boşansın; sonra kütükler gibi şişersin.
30 E D E B İ Y A T V E T O P L U M
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Diğer bir kadın:
— A hanım! Ağlama öğüdü verme öyle.. Ölüye ağlamak günahtır. Bunun kitapta yeri
var. Sen Kızıltaş'ta Gümüşselvi'nin vâizini dinlemedin mi?
. . . . .
Çaresiz Şekure Hanım ne yaptı, nasıl hareket ettiyse, kızını bu «ecir ve sabır» cıların başsağlığı
derdinden kurtaramadı. Behiye'nin her gün ayıla bayıla hâli gittikçe kötüleşti. Nihayet
çocuğun vefatından bir buçuk ay kadar sonra evden bir ikinci tabut daha çıktı ki, bu da ecir ve
sabrını yavrucağının mezarının yanında aramaya giden, daha doğrusu tâziyetçilerin (başsağlığı
dileyenlerin) ağlata ağlata öldürdükleri tahilsiz valide Behiye idi.
Cenaze evden çıkar çıkmaz, Şekure Hanım odunluğa iner. Kızının vefatından dolayı kendine
en evvel «ecir ve sabır»a gelecek en hatırlı dostuna, acısına sabrolunmaz bir yara açmak için
boylu boslu bir meşe sopası seçer.
— Hani senin Behiye'n! Anasını, kocasını bırakıp da nerelere gitti? Ah kara toprak neler
alıyor? Zavallı Şekure!.. Ne talihsiz başın varmış! Dayanılacak şey değil... Allah sana sabırlar
versin! Ağla, ağla, içinin zehri aksın!
Tâziyet (başsağlığı) feryâdı ile kapıdan içeri girenlerin başına, gözüne indirerek birkaçını
ağırca yaralar.
Torununun, daha sonra kızının kaybının verdiği büyük üzüntüyle Şekure Hanımın cinnet
getirdiğine hükmolunur. Ertesi günü mahallece lâzım gelen ilmühaber (resmî yazı) hazırlanır
ve çıldırdığına karar verilen zavallı kadın, akıl hastahanesine gönderilir.
Şekure Hanım'ın intikam darbesinden tadacak kadar erken davranmağa muvaffak olamayarak
uzaklardan gelen tâziyetçiler, o evde «Allah ecir ve sabır versin» diyecek, uzun uzadıya
ağlatacak kimse bulamadıklarından, çok üzülürler. Mahzun bir şekilde dönerler.
Henüz Behiye'nin vefatını işitemeyerek, hâlâ mı hâlâ Cemal'in ecri sabrı için gelenler vardı.
Bunlardan Behiye'nin vefatını Şekure'nin felâketini haber alanlar:
— Vah vah! Behiye ölmüş, anası da acıdan tımarhaneye gitmiş, acaba evde başka kimse
yok mu? Bâri aileden birini bulup da, «Mevlâ ecir sabır versin!» diyeydik.
Yolunda üzüntüsünü dile getirenler de çok oldu. Hâlâ tâziyetçilerin arkası kesilmediğini zavallı
Şekure Hanım tımarhaneden duyarak, öfkesinin şiddetiyle sonradan sahiden çıldırdı.
Bunu da kimse şaşmadı. Herkes hatuna hak verdi.
Hüseyin Rahmi Gürpınar
E D E B İ Y A T V E T O P L U M 31
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Halide Edip Adıvar (1884-1964), Ömer Seyfettin (1884-1920) Refik Halit Karay
(1888-1965), Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974), Reşat Nuri Güntekin
(1889-1965), Peyami Safa (1899-1961), Tarık Buğra (1918-1994), Kemal Tahir (1910-
1973) ve daha birçok romancının eserleri, Türk sosyal hayatının çeşitli dönemlerdeki
sorunlarının sayısız örnekleriyle doludur. Millî Mücadele romanları ile köy ve
köylüyü ilgilendiren birçok problemin ele alındığı ve özellikle 1950’den sonra büyük
gelişme gösteren köy romanlarını bu çerçevede düşünebiliriz.
Edebiyatın sosyal boyutunun şiirdeki tipik temsilcisi Tevfik Fikret’le Mehmet
Akif’tir. Sosyal hayatımıza ait çok değişik sorunların her türlü görüntüsüyle onların
şiirinde karşılaşmak mümkündür. Sosyal problemleri kavrayış ve ifade edişte,
farklı bir eğilim içinde olmalarına rağmen, edebiyat yoluyla topluma çeki düzen
verme noktasında birleşirler. Daha sonraki edebî dönemlerde, şiirdeki sosyal yönelişler
çok daha estetik bir düzey kazanmış olarak bu iki şairin izlerini taşırlar.
Özet
Edebiyat bir kültür ögesidir. İçinde doğduğu toplumun kültür ve sosyal yapısından hem etkilenir,
hem de bu yapıyı etkiler. Estetik bir çaba olmakla birlikte, edebiyatın sosyal yarar sağlamadaki
yeri göz ardı edilemez. Bu nedenle Türk ve dünya edebiyatında, sosyal sorunları
edebiyatın temel problemi olarak görmüş birçok yazar, şair ve edebî hareket olmuştur. Örnek
olarak, Fransız romancılar Paul Bourget, Stendal; Türk roman yazarları Ahmet Mithat,
Hüseyin R. Gürpınar ve Tevfik Fikret, Mehmet A. Ersoy gibi şairler sayılabilir. Bu anlayıştaki
yazar ve şairlerce yazılmış edebiyat eserleri de söz konusu toplum için sosyal bilimcilere
kaynak oluşturabilir.
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını verilen seçenekler arasından bulunuz.
1. Aşağıdakilerden en doğru olan seçenek hangisidir?
A. Edebiyat bilimlerle ortak çalışır.
B. Bilimlerle edebiyatın konusu ortaktır.
C. Edebiyat toplumu etkiler.
D. Edebiyat tarihinin araştırma alanı tarihin konularıdır.
E. Edebiyat hem toplumu etkiler, hem toplumdan etkilenir.
2. Aşağıdaki görüşlerin hangisi yanlıştır.?
A. Edebiyat bir kültür ögesidir.
B. Toplumsal ve kültürel değerler edebiyat aracılığı ile gelecek nesillere aktarılır.
C. Edebiyat sosyal bilinci canlı tutar.
D. Edebiyat kültürler arasında köprü görevi görebilir.
E. Hiçbiri.
32 E D E B İ Y A T V E T O P L U M
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
3. Aşağıdakilerden hangisi “edebiyatın hizmetini medeniyetin hizmeti” ile eş
değer görmüştür?
A. Aristo
B. Taine
C. Poul Bourget
D. Stendhal
E. Namık Kemal
4. Sosyolojik bakış açısında aşağıdakilerden hangisi önemli değildir
A. Eserin doğduğu ortam
B. Çevre
C. Irk
D. Toplumsal yapı
E. Bireyin psikolojik özellikleri
5. Taine göre “çevre” aşağıdakilerden hangisini ifade etmez?
A. İklim
B. Coğrafya şartları
C. Fiziksel yapı
D. Sosyal ortam
E. Yaşamaya değer bulunan yer.
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Escarpit, Robert (Çev. Ali Türkay Yazıcı), Edebiyat Sosyolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul,
(Tarihsiz).
Hazar, Paul (Çev. Erol Güngör), Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme, Tur Yayınları,
İstanbul, 1981.
Kaplan, Ramazan, Cumhuriyet Dönemi Türk Romanında Köy, Akçağ Yayınları,
Ankara, 1997.
Karpat, Kemal, Çağdaş Türk Edebiyatında Sosyal Konular, Varlık Yayınları, İstanbul,
1971.
Okay, Orhan, Sanat ve Edebiyat Yazıları, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1990.
Değerlendirme Sorularının Yanıtları
1. E 2. E 3. C 4. E 5. E
E D E B İ Y A T V E T O P L U M 33