7 Ekim 2009 Çarşamba

milli edebiyat dönemi

Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Milli Edebiyat Dönemindeki tiyatro yazarlarını tanıyacak,
• Tiyatro eserlerini ve çalışmalarını bilecek,
• Milli Edebiyat Dönemindeki yergi ve gülmece yazı türü ile yazarlarını
tanıyacak,
• Edebiyat eleştirilerini tanıyacak,
• Edebiyat tarihi çalışmalarını öğrenecek,
• Toplumun edebiyata, edebiyatın topluma katkılarını kavrayacak,
• Milli Edebiyatın yaygınlaşmasında rol oynayan dergileri toplu
olarak göreceksiniz.
İçindekiler
• Milli Edebiyat Döneminde Tiyatro
• Milli Edebiyat Döneminde Öteki Türler
• Özet
• Değerlendirme Soruları
• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
ÜNİTE 6 Milli Edebiyat Döneminde
Tiyatro ve Öteki Türler
Yazar
Prof. Dr. Olcay ÖNERTOY
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Çalışma Önerileri
• Ad, dergi, eser, dernek ve akım adlarıyla yüklü bir üniteye
başlıyorsunuz bu nedenle mutlaka notlar alarak çalışınız.
• Edebi türler ile ilgili bilgileri kaynakçadaki eserlere ulaşarak
destekleyiniz.
• Ünite sonundaki soruları yanıtlayınız.
• Yanıtlayamadıklarınızı, üniteden yeniden çalışınız.
• Üniteden siz de benzer sorular çıkarınız.
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
1. Milli Edebiyat Döneminde Tiyatro
1908'de II. Meşrutiyet'in getirdiği özgürlük, tiyatro etkinliklerini de etkilemiş, hız
kazanan tiyatro çalışmaları Milli Edebiyat döneminde de sürmüştür. Bu dönemdeki
ilk girişim resmi bir tiyatro kurulmasıdır. Paris'te ünlü bir tiyatronun müdürü olan
Pierre Antuan tarafından kurulan bu tiyatronun önemi, oyuncu olmak isteyenleri
yetiştirme amacı gütmesidir.
1915'te kurulan ve Darülbedayi adını taşıyan bu ilk Osmanlı tiyatrosu amacı bakımından
aynı zamanda bir okul niteliği taşır.
Bu sırada başlayan Birinci Dünya Savaşı'nın yarattığı çeşitli güçlükler, tiyatronun
çalışmalarını engellemiş, ilk oyun ancak 1916 yılı başında sahneye konulabilmiştir.
Bu oyun Hüseyin Suat'ın Çürük Temel adlı uyarlamasıdır. Onu Halit Fahri'nin Baykuş'u
izler. Bu ilk resmi tiyatro, savaşın gittikçe artan sıkıntıları içinde, çalışmalarını
düzenli olmasa da Cumhuriyet ilan edildikten sonra 1926'da Şehir Tiyatrosu'nun
kuruluşuna değin sürdürebilmiştir.
BAYKUŞ'tan
Üçüncü meclisin devamı.
(Uzakta baykuş öter ve türbenin içinde yanmakta olan kandil bağlı olduğu telden kurtularak
bir anda yere düşer, sandukanın üstünde parçalanır. İhtiyar hayretle geri çekilir.)
YOLCU – Ne o?
İHTİYAR – Kandil kırıldı, bak, yâhû
Düşecek belki hasta bir âhû
Gibi evlâtlarım da kış gecesi.
Baykuşun çınlıyor uzakta sesi.
Bir boğuk sayha, bir kırık kandil:
Bunu sen çifte bir şeâmet bil!..
YOLCU – Bir tesadüf...
İHTİYAR – Hayır; ölüm, toprak.
Dilerim âsümâna haykırmak,
Ben de bir baykuşum...
YOLCU – O halde bağır!
Şu derin, hıçkırıklı kubbe sağır:
İnletirken ufuklarında kışı,
Yer yüzünden çıkan bu haykırışı,
Bu zaif-iştikâyı dinler de
Bir teselli verir mi?...
M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ N D E T İ Y A T R O V E Ö T E K İ T Ü R L E R 81
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
İHTİYAR – İnlerde
Canavarlar susar da ben ulurum,
Kudurursam sonunda kurtulurum.
(Ufukta başlıyan tulûu göstererek)
Bak, bulutlar tutuştu her yanda!
Bir semâvi, kızıl buhurdanda
Kanlı bir gün parıldıyor... Heyhât!
Ölümün şu'lesiyle soldu hayat...
Yere batsın bu ateşin-ülke!...
(Birdenbire durur, ormana bakarak)
O ne?... Birkaç beyaz, sönük gölge...
Yürüyor... Titriyor... Gelenler kim?...
(Yüzü güler)
Belki oğlum, yanında bir de hekim...
(Daha dikkatli bakar; derhal bütün vücudu ürperir)
İki üç köylü geçtiler dereyi.
Taşıyorlar bir-eski teskereyi.
(Birkaç köylü, üzeri çulla örtülü bir teskere taşıyarak sahneye dahil olur. Güneş artık ufukta
yükselmiştir.)
Dördüncü meclis
(Evvelkiler, köylüler)
KÖYLÜLERDEN BİRİ – Merhaba, köy yakın mıdır?
(İhtiyar olanlara doğru atılmak ister; YOLCU bir eliyle buna mani olur ve diğerleriyle sahnenin
solunu göstererek)
Orada...
GENE AYNI KÖYLÜ – Yürüyorken sabahleyin burada,
Yolda gördük bir-insan-iskeleti;
O kadar parça parça olmuş-eti:
Onu kurtlar bu hâle koymuştur...
(İhtiyar çılgın bir halde atılır. Köylüler bu anda şaşırarak teskereyi yere bırakmışlardır. İhtiyar
teskerenin üstündeki çulu atar, elleriyle araştırır, et ve kemik yığınları arasında oğlunun
kırmızı kuşağının bir parçasanı ve mintanının lime lime olmuş yakasını bulur. O zaman sanki
mezardan gelen iniltili bir sesle)
İHTİYAR – Nâilim, Nâilim, o baykuştur
En felâketli düşmanın bence.
Seni baykuştur-öldüren bu gece.
(Çulu uzaklara fırlatarak)
Böyle bir eski çul mudur kefenin?
Kar boyandıkça al kanınla senin,
Ölüyorken baharı andın mı?
Parçalandın mı, parçalandın mı?...
(Feryat ederek oğlunun cenazesini göğsünde sıkarken gene baykuş, hain ve lâkayt öter, öter.
Yolcu ve köylüler, mahzun, diz çöküp cenazenin baş ucunda düaya başlarlar ve perde kapanır.)
(Halit Fahri OZANSOY, Baykuş, p. 2, II, III, 1916)
82 M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ N D E T İ Y A T R O V E Ö T E K İ T Ü R L E R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Darülbedayi, sanatçı yetiştirdiği gibi, o yılların yazar ve şairlerini oyun yazmağa da
yöneltmiş, daha çok, roman, öykü, şiir yazan şair ve yazarlar oyun yazmağa başlamışlardır.
1915'ten sonra yazılmağa başlanılan oyunların daha çok hafif güldürüler
ya da şarkılı güldürüler olduğu dikkati çeker. Bu türlerin yeğlenmesinde, halkın tiyatroya
olan ilgisini arttırmak için ilk sahnelenen oyunların Fransız güldürüleri olmasının
etkisi düşünülebilir. Yazılan ve sahnelenen oyunlar, teknik yönden tam bir
olgunluğa erişememekle birlikte, dili kullanış bakımından oldukça başarılıdır.
Bu dönemde yalnızca tiyatro yazanlar yok mudur?
Bu dönemde yalnızca tiyatro yazarı olarak tanınan iki yazardan biri Müsahipzade
Celâl (1868-1959), öteki de İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci (1866-1935) dir.
1908'de oyun yazmaya başlayan Müsahipzade Celâl'in ilk oyunu 1913'te sahneye
konulan Köprülüler'dir. Hafif, müzikli oyunlar yazmayı sürdüren yazarın oyunları
daha çok töre güldürüsü niteliği taşır. Konularını genellikle Osmanlı tarihinden
seçen, çeşitli dönemlerdeki sosyal yaşayışı, töreleri, inançları, düşünüş biçimlerini
gülünç yanlarıyla canlandırmayı yeğleyen Müsahipzade Celâl sosyal eleştiriye büyük
ölçüde yer vermiştir. Oyunları bu özellikleriyle daha çok töre güldürüsü niteliği
taşırlar. Teknik yönden pek güçlü olmayan oyunlarında, kişileri kendi dönemlerinin
söz varlığı ve konuşma biçimiyle konuşturmağa özen göstermiştir.
En çok tanınan İstanbul Efendisi (1920,1936), Lâle Devri (1921,1936), Macun Hokkası
(1936), Atlı Ases (1936), Fermanlı Deli Hazretleri (1936), Balaban Ağa (1936) adlarını taşıyan
oyunları öteki oyunlarıyla birlikte Halk Piyesleri (Müsahipzade Celâl) (1936)
adıyla iki ciltte bir araya getirilmiştir.
İSTANBUL EFENDİSİ'nden
MECLİS : VI
Savleti – Menteş – İrfan
İRFAN – (Gelir).
SAVLETİ – İrfan bu kitabı buraya sen mi bıraktın?
İRFAN – Ha... burçları ezberliyordum.
SAVLETİ – Bire gafil.. böyle mübarek bir kitap şuraya buraya bırakılır mı? Bu ne
gaflet?
İRFAN – Efendi baba ne olmuş?
SAVLETİ – Yüzüme karşı daha ne olmuş der de durur?
İRFAN – Dersimi ezberliyordum.. unutmuşum.
SAVLETİ – Ezber edebildin mi?...
İRFAN – Su gibi.
SAVLETİ – De bakalım sevr nedir?
M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ N D E T İ Y A T R O V E Ö T E K İ T Ü R L E R 83
?
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
İRFAN – Sevr.. sevr.. şey.. balık Efendi baba.
SAVLETİ – Hayır.. balık "hut"tur.. ezberliyememişsin.. Esec nedir?
İRFAN – Şey... aslan Efendi baba.. aslan..
SAVLETİ – Seretan nedir?.
İRFAN – Ha... şey.. yengeç, yengeç, Efendi baba..
SAVLETİ – Pekâlâ.. e. sevr nedir?.
İRFAN – Buldum.. buldum özük Efendi baba, öküz.. öküz..
SAVLETİ – Eh anladık, anladık.. sırasiyle buraları oku..
İRFAN – Est, sümbüle, sümbüle, eset.. Sünbüle ha.. neydi.. mizan ha.. akrep, akrep..
SAVLETİ – Yazıklar olsun, on iki burcun esamisini ezber edemedin, yazıklar olsun..
ben ise ilmi nücuma vâkıf bir hayrûlhalef yetiştireceğim diye beyhude yere
izaai vâkıt edip duruyorum.. yazıklar olsun.
İRFAN – Efendi baba.. iki yanlışım çıktı ise ne olmuş sanki.. yavaş yavaş.. öğrenirim.
SAVLETİ – Elinin körü olmuş.. o zekâ nerede.. İrfan nerede?
İRFAN – Buradayım Efendi baba..
SAVLETİ – Haydi çekil karşımdan.. seni cahil, nadan, bi-iz'an..
İRFAN – Kızacak ne var sanki..
SAVLETİ – Ne kadar ihtimam etsem nafile..
MENTEŞ – Üzülmeyin efendim.. inşallah sayei âlinizde çalışır, arzu buyurduğunuz
gibi âlim ve fâzıl olur.
SAVLETİ – Ah hiç ummuyorum Hacı Mimi, hiç.. ha.. Ferhat Ağa nerede?
MENTEŞ – Bugün görünmedi efendim.
SAVLETİ – Kerimemi Ferhat Ağaya vermek istediğimi sana söylemiştim.. Ferhat
Ağaya açtın mı?
MENTEŞ – Evet efendim. (Kendikendine) yine o mesele.
SAVLETİ – Ferhat Ağanın zaicesini yokladım, kerimemin yıldızıyla muvafık geldi.
Remille tetkik ettim, arzum veçhile zuhur etti.
MENTEŞ – Pekâlâ efendim. (Kendikendine) ah şu iş bertaraf olamadı gitti.
SAVLETİ – İstiharelerim de iyi çıktı.. tesbih niyeti de.. ha.. ne dersin?
MENTEŞ – Ne diyeyim efendim, zaiceler, remiller, istihareler.. tesbih niyetleri uygun
gelmiş.. ama Ferhat Ağa uymuyor ağzını aradım reddetti.
SAVLETİ – (Hayretle) ya .. neden?
MENTEŞ – Bilmem efendim.. o kadar ısrar ettim kabul etmedi.. meğerse Ferhat Ağa
evlenmiş.
SAVLETİ – Ya.. garip şey.. bu sabah attığım remillerin kâffesi Ferhat Ağayı mücerret
gösteriyordu.
MENTEŞ – (Kendikendine) ne kuvvetli remil.. (âşikâre) evet efendim evlenmiş.
SAVLETİ – Garip şey ne zaman evlenmiş?
MENTEŞ – Bir odalık satın almış.. kerimenizi artık Ferhat Ağaya veremezsiniz değil
mi efendim?
SAVLETİ – Odalık.. menkûha değil ya.. zaiçe yine doğru.. (Düşünerek) ne yapalım
o öyle arzu etmiş kerimemi verecek adam mı yok..
MENTEŞ – Evet efendim çok.. (Kendikendine) ah bana verse..
SAVLETİ – Ferhat Ağa maiyetimde olduğu için arzu ederdim, yoksa..
84 M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ N D E T İ Y A T R O V E Ö T E K İ T Ü R L E R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
MENTEŞ – Evet efendim.. maiyetinizde adam çok, hepimiz efendimizin bendesiyiz.
Meselâ lütfen kulunuzun da zaiçesine baksanız belki Ferhat Ağanın zaiçesinden
daha uygun çıkar.
SAVLETİ – (Tesbihi atar) iki parmağınla kaldır, tadat et.
MENTEŞ – (Kendikendine) hah fırsat (tesbihi sayar) kırk efendim, kırk.
SAVLETİ – Ya.. garip tesadüf.. yine F harfi zuhur etti.
MENTEŞ – Hayır efendim.. hayır efendim.. F değil, kırk adedi ebcet hesabile M değil
mi efendim? Bendenizin ismimin ilk harfi.. Mimi, Mimi bendeniz.
SAVLETİ – Evet ebced hesabile.. M.. kırk eder ama.. ben şimdi niyet ettiğim zaman
zuhur edecek rakamın bir mislini zammetmeği niyet etmiştim.
MENTEŞ – (Meyus) ya..
SAVLETİ – İşte kırk.. kırk daha seksen eder (kendikendine bir müddet düşünür)
Evet F harfi.. Ferhat Ağaya işaret ama, Ferhat Ağa zaiçenin rumuzu veçhile
mücerret değil.. zahir batına tevafuk etmiyor.. haydi çekil..
MENTEŞ – (Müteessir, şaşkın sağdan gider).
SAVLETİ – (Kendikendine) kerimemin tezvici hususunda pek çok tedabire tevessül
ettim. Evet zaiçeye baktım, remil ile tetkik ettim, istihareye vardım.. niyet
ettim.. yalnız hatırıma gelip bir kere tefe'ül etmedim. Acaba bir kere de tefe'ül
etsem hemen netice hasıl olur mu? (Koynundan tesbihi çıkarır)
meselâ şu tesbiki bahçenin bir mahalline bıraksam.. dairem halkını celbedip
taharri ettirsem.. her kim bulursa kerimemi ona tezviç etsem.. (Düşünür)
evet pek münasip. Bittefe'ül işi bitirmeli vesselâm. (Kalkar, tesbihi
havuza atar, yerine oturur) evet pek münasip olacak.
Bu dönemin tanınmış güldürü yazarlarından olan İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci
Fransızca'dan yaptığı uyarlamalarla da tiyatromuza birçok oyun kazandırmıştır.
O yılların Fransız güldürülerinin etkisi sezilen oyunlarında dili iyi kullandığı
gibi, oyun tekniği yönünden de oldukça başarılı sayılır. Gücü Gücü Yetene (1918), Kadın
Tertibi (1918), Kısmet Değilmiş (1920) gibi kendi yazdığı; Hisse-i Şayia, Sekizinci,
Ceza Kanunu gibi uyarlama oyunları da vardır.
CEZA KANUNU'ndan
[Amberi Bey, vazifesini yapan bir memura hakaret etmesi yüzünden yapılacak muhakemesine
Sebati Efendi'yi vekil olarak gönderir, neticeyi öğrenmek için evinde bekler.]
AMBERİ – Nerde kaldın yahu? Nerde kaldın? (Gidip soldaki kapıyı kapar.)
SEBATİ – (sağ tarafa oturarak) Affedersin. Valide Kıraathanesinde bir nargile içeyim
dedim de vapuru kaçırdım.
AMBERİ – Ey ne oldu? Muhakemeden ne haber?
SEBATİ – (elinde içi kâğıt dolu büyük zarfı küçük masanın üzerine koyarak) Telâş
edecek bir şey yok. (Enfiye çeker.)
AMBERİ – (müsterihane) Oh! Hamdolsun!... Demek kurtuldum,
SEBATİ – Hafif kurtuldun. Mahkemeye en evvel biz girdik. (Enfiye mendiliyle burnunu
siler.)
M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ N D E T İ Y A T R O V E Ö T E K İ T Ü R L E R 85
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
AMBERİ – Devam et, burnunun keyfine sonra bakarsın.
SEBATİ – Reis evvelâ usulü veçhile müddeinin ismini sordu. Sonra beni sordu.
AMBERİ – Reis seni bilmiyor mu?
SEBATİ – Bilse bile âdet böyledir. Beni sorar sormaz kalktım, vekâletnameyi reise
takdim ettim. "Tabip raporu var mı?" dedi. İşte bu sual üzerine mahkeme salonu
döndü döndü de başıma geçti. Davana beni vekil etmeği düşündün de
mahkemeye gidemeyecek kadar hasta olduğuna dair bir tabip raporu almayı
neden ihmal ettin, be mübarek adam! (Enfiye çeker.)
AMBERİ – Ben bu işleri bilir miyim? Bu rapor meselesini sen düşünmeli idin. Sen
yalnız bana "bir vekâletname yaptırıverelim, ben mahkemeye gider, iki sözle
işi bitiriveririm" demiş idin.
SEBATİ – Gene öyle olacak idi ya! Fakat reis söz dinler takımdan değil ki, ismi Halim
Efendi'dir ama kendisi pek sert adamdır. İndinde bütün dünya maznundur,
mahkemeye gelince mahkûm eder. Bana dedi ki: "Sabit Efendi sen Usuli
Muhakemat-i Cezaiyye Kanununu bilmiyor musun? Ceza işlerinde müddealeyhin
bizzat mahkemede ispat-i vücut etmesi şarttır."
AMBERİ – Sen ne dedin?
SEBATİ – Artık bana bir diyecek kalmadı. Gittim, samiîn sırasında oturdum.
AMBERİ – Niçin?
SEBATİ – (enfiye çekerek) Cereyan edecek mahkemeyi dinlemek için.
AMBERİ – Muhakeme cereyan etti mi?
SEBATİ – Evet, müddeiumumî muhakemenin icrasını talep etti. Kısa bir müzakereden
sonra heyet-i hâkime seni gıyaben muhakemeye başladı. Lâkin tokatladığın
polis, aşk olsun, az avukat değilmiş ha! Ceza kanununu yutmuş. Öyle bir
iddia dermiyan etti ki parmağın ağzımda kaldı. Sonra müddeiumumî teşrihi
dava etti, şahitler dinlendi. Muhakemeye hitam verildi. (enfiye çeker.)
AMBERİ – (asabiyetle) Şu enfiyeyi bırak... Sonra ne oldu, onu söyle...
SEBATİ – Sonrası heyet-i hâkime kısa bir müzakereden sonra muaddel Ceza Kanununun
113 üncü maddesine tevfikan üç adet Osmanlı altını ceza-yi naktî
vermene ve bir ay hapse girmene hükmettiler.
AMBERİ – (şiddetle Sebatinin üzerine yürüyerek) Neee!!! Bir ay hapis mi? Hay Allah
cezanı versin! Hani sen beni müdafaa edecek idin?
SEBATİ – Müdafaa ettirmedilerse kabahat benim mi?
AMBERİ – Madem ki Usul-i Muhakemat-i Cezaiyye Kanununu bilmiyordun. Bu davayı
ne cesaretle üzerine aldın da beni mahkûm ettirdin.
SEBATİ – Kusursuz kul olur mu? Ben Usul-i Muhakemat-i Cezaiyye Kanunu mucibince
bir tabip raporu götürmeyi unutmuşum bundan ne çıkar?
AMBERİ – (hiddetle dolaşarak) Bundan ne mi çıkar? Bu sözü de söylemiye cesaret
ediyorsun, öyle mi? Daha ne çıkacak! İşte senin cehaletin yüzünden bir ay
hapse mahkûm oldum.
SEBATİ – Gene dua et, ucuz kurtuldun. Ben esna-yi muhakemede Ceza Kanununu
madde madde mütalea ettim. Bereket versin, heyet-i hâkime 114 üncü maddeyi
tatbik etmediler. Eğer insaf etmeyip te, tatbik edeydiler iki sene hapse
mahkûm olurdun. Benim orada senin vekilin sıfatıyle samiîn arasında bulunmam
bile bir tesir hâsıl etti.
86 M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ N D E T İ Y A T R O V E Ö T E K İ T Ü R L E R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
AMBERİ – (hiddetle) Rica ederim sus!... Eğer ben senin böyle hayvanca pot kıracağını
bileydim, mahkemeye kendim gider de müdafaa ederdim.
SEBATİ – İşte o vakit senin mahkemede kıracağın potlara karşı ben de oturup gülerdim.
Sen mahkeme işlerini çocuk oyuncağı mı zannediyorsun. Sen orada bilir
bilmez Usul-i Muhakemat-i Cezaiyye Kanununa mugayir ileri geri sözler
söyliyecek idin, sonra da 115 inci madde mucibince üç sene hapse mahkûm
olacak idin. Hiç olmazsa ben seni bu belâdan kurtardım.
AMBERİ – (gelip sert bir tavırla Sebatinin karşısında durarak) Ey şimdi ne olacak?...
Ben mümkün değil hapse gidemem. Bu hükme itiraz etmeğe hakkımız
yok mu?
SEBATİ – Bırakmıyorsun ki işin nihayetini söyliyeyim. Muhakemenin hitamında
ben şöyle bir tenha köşeye çekildim. Tekmil zihnimdeki kanunları bir araya
toplıyarak bir itiraz lâyihası kaleme aldım. Akşam üstü mehakim tatil olmuştu.
Önümü ilikledim. (İlikler.) Fesimi düzelttim. (Fesini düzeltir.) Reisin
odasına daldım Müddeiumumî de orada idi. Yerden bir temenna ettim. (Temenna
eder.) Reis şöyle gülerek: "Ne haber Sebati Efendi?" dedi. Bu iltifattan
cesaret alarak: "Reis Beyefendi Hazretleri, müekkilim atufetlû Sümbülteberzada
Amberi Efendi Hazretleri..."
AMBERİ – Rütbemi ne karıştırdın?
SEBATİ – Öyle icabeder. İnsanlar üzerinde rütbenin tesiri büyüktür. "... Amberi
Beyefendi Hazretleri aleyhine sâdır olan hükme müsaade-i aliyyeleri erzan
buyurulursa, itiraz edeceğiz; ne emir buyurulur." dedim. Reis beni baştan
aşağı bir süzdükten sonra tebessüm etti. "Siz bilirsiniz." dedi. Ben bu tebessümden
daha ziyade cesaret alarak: "Öyle ise bu bapta yazmış olduğum itiraz
lâyihasını lûtfen mütalea buyurunuz. Eğer içinde Usul-i Muhakemat-i
Cezaiyye Kanununa mugayyir birşey varsa tashih buyurulmasını istirham
ederim!" dedim. (Büyük bir zarftan büyük bir kâğıt çıkararak) Lâyıhayı reise
uzattım. (Kâğıdı Amberiye uzatır, fakat vermez.) Bu sefer de müddeiumumî
güldü, ben de güldüm, bir gülüşmedir gitti ve içimden dedim ki: "Uzun etme
Amberi işin yolunda."
AMBERİ – Eğer bu söylediklerin doğru ise evvelki sözlerimi geri aldım.
SEBATİ – Dinle, dinle. Ben öyle, işleri baştan savan avukatlardan değilim. Reis gülerek
dedi ki: "Sebati Efendi, lâyihayı siz okuyunuz; ben dinlerim." Lâyihayı
okumağa başladım. Baş tarafı senin aleyhinde sâdır olan hükmün lisebebin
minelesbap gayri varit olduğuna dair bir mukaddemedir. Bunu geçelim. Asıl
can alacak yerini sana okuyayım. (elindeki kâğıdı okur.) "Reis Beyefendi
Hazretleri! Gerek müddeiumumî beyin ve gerek müddeihususî efendinin iddiaları
ve şahitlerin ifadeleri gayri varittir. Müekkilim müddeaaleyh
utufetlû beyefendi hazretleri terbiyeli, nazik, asîl olmakla beraber mecnun ve
meczup bir zavallıdır."
AMBERİ – (şiddetle yerinden kalkarak) Ne! ne! ne!
SEBATİ – Sözümü kesme, Usul-i Muhakemat-i Cezaiyye Kanununa muhaliftir.
(Devamla). "İşte bu zavallı müekkilim birkaç kadeh te içki içerse şuuri muhtel
olacağı tabiî bulunduğundan..."
AMBERİ – (hiddetle) Sen adeta hezeyan ediyorsun.
M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ N D E T İ Y A T R O V E Ö T E K İ T Ü R L E R 87
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
SEBATİ – Sözümü kesmekten seni kanunen menederim. Lâyihanın tesirini izale ediyorsun.
AMBERİ – (şiddetle Sebatinin üzerine yürüyerek) Lâyihanın da, senin de...
SEBATİ – (çekilerek) Ah! Mahkemede de şu halde bulunsan muhtellişuur olduğunu
bizzat ispat edersin... Dinle, dinle! (okumakta devamla) Mahkeme-i aliylelerince
gayri kabil-i inkâr olduğu üzere bu halde bulunan bir adam muğayir-i
kanun herhangi bir terbiyesizliği icra etse mazurdur..."
AMBERİ – ( hiddetle) Terbiyesiz sensin. Yalnız terbiyesiz değil edepsizin en büyüğüsün.
Sen mahkemede o kadar halkın içinde beni rezil etmek mi istiyorsun?
SEBATİ – Hükm-i gıyabîye başka türlü itiraz olur mu? Dinle, daha bitmedi: (Devamla)
"Ey muhterem heyet-i hâkime! Bugün çar kûşe-i âlemin kanunları iftihar
etsinler ki şu tadat ettiğim ahval-i gayri lâyıkada bulunan müekkilim
utufetlû beyefendi hazretleri müddeişahsiye yalnız bir tokat vurmakla iktifa
etmiş. Ya galeyan-i küul ile onu katledeydi, ne yayapardınız? Binaenaleyh
hükm-i iptidaînin feshini ve muaadel Ceza Kanununun 41 inci maddesi mucibince
müekkilim beyefendinin beraatini talep ederim. Madde-i mezkûrede
yazılıdır ki mücrimin cürmü hin-i irtikâbında cinnet halinde bulunduğu sabit
olursa mücazat-i kanuniyyeden mafudur." (Oturup bir enfiye çekerek)
İşte bu kadar...
AMBERİ – (hiddetini zorla yenerek) Reis bu hezeyannameye ne cevap verdi?
SEBATİ – Gülerek iltifat ettikten sonra dedi ki: "Bu itiraznameyi müekkiliniz beye
gösteriniz, eğer kabul ederse kendi imzasıyle versin."
(İbnürefik Ahmet Nuri, Ceza Kanunu, P. 1., mec. XIII., 1924.)
Milli Edebiyat Döneminde başka oyun yazarları var mıdır?
Bu iki oyun yazarıyla birlikte dönemin roman ve öykü yazarlarından Aka Gündüz,
Reşat Nuri, Ömer Seyfettin, Halide Edip, Yakup Kadri, Mithat Cemal, şairlerinden
Halit Fahri, Yusuf Ziya, Faruk Nafiz, Necip Fazıl ve Salih Zeki de kimileri sahnelenen
oyunlar yazmışlardır.
ESKİ RÜYA'dan
[Eski Rüya, iki kardeş çocukları arasında çocukluklarında başlayıp, delikanlının Avrupa'ya
gitmesiyle ve genç kızın bir zabitle evlenerek çocuk sahibi olmasıyle aralanan bir kalp
hikâyesidir. Yıllardan sonra bir vesile ile karşı karşıya gelirler:]
KEMAL – Şükûfe Hanım... Eski arkadaşınızla bir parça konuşmaktan sıkılacak mısınız?
ŞÜKÛFE – Hayır.. Niçin? (Bir şey söylemiş olmak için) Bursa'dan memnun musunuz?
KEMAL – Sakin bir memleket...
ŞÜKÛFE – Şu halde sevmiyorsunuz?
KEMAL – Bilâkis sükûnunu seviyorum... Münzevi bir adam için bulunmaz bir
yer... Bir bahçe içinde kimsesiz bir evim var... Tek başıma yaşıyorum...
88 M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ N D E T İ Y A T R O V E Ö T E K İ T Ü R L E R
?
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
ŞÜKÛFE – Siz mi, Kemal Bey, siz mi münzevi? Mümkün değil inanamam. Siz koca
İstanbul'dan tenhalığı için kaçmıştınız...
KEMAL – Çocukluk... İnsan o yaşta asıl güzel şeylerin kıymetini bilmiyor. Mum,
pervaneyi nasıl deli ederse, Avrupa hayali de beni öyle çekmişti. Memleketime
derin bir sükûn ihtiyacıyle döndüm. Daha yaşlanmıştım. Gözümde her
şeyin yaldızı sönmüştü.
ŞÜKÛFE – Avrupa kanatlarınızı yakmıştı desenize...
KEMAL – Yalnız Avrupa değil... Neyse... Biraz da sizden bahsedelim... Avrupa'dan
döndüğüm vakit Şerif Bey'le evlenmiştiniz... Bağdat'ta bulunuyordunuz...
Siz de çok gezdiniz...
ŞÜKÛFE – Tam dokuz sene... Bütün Arabistanı, Kürdistanı dolaştık, nihayet hastalandım.
KEMAL – Neydi hastalığınız?...
ŞÜKÛFE – (gülümsiyerek) Ne isterseniz var. Sinir, sıtma, romatizma... Hatta söylemiyorlar
amma... Galiba kalp... Her memleketten bir yadigâr getirdim. Nihayet
dört ay evvel izinle İstanbul'a geldik.
KEMAL – Demek böyle ömrünüzün en güzel dokuz senesini kumlarda, karlarda geçirdiniz.
Şerif Bey oralarda sizinle meşgul olabiliyor muydu bari?
ŞÜKÛFE – Şerif Bey bana çok iyi baktı. Bir gün incitmedi, Allah razı olsun... Amma
ne kadar olsa asker... Her gün eşkıya peşinde, talimde... Maamafih benimle
meşgul olmasına hacet yoktu. Benim gene kedilerim, kuzularım vardı... Sonra
da dantelelerim...
KEMAL – Evet danteleleriniz... Ne güzel şeylerdi onlar...
ŞÜKÛFE – (bu en sevdiği şeylerden bahsedilmesinden memnun) Siz şimdi onları
görseniz Kemal Bey! O kadar ilerlettim ki...
KEMAL – Biliyorum... İki sene evvel Hankinden Muallâya bir örtü göndermiştiniz...
ŞÜKÛFE – Gördünüz mü onu?
KEMAL – Evet. (Mütereddit) O kadar hoşuma gitti ki zorla Muallâdan aldım. Şimdi
Bursa'daki evimde...
ŞÜKÛFE – Onu Hankinde örmüştüm. İlk çocuklarım birer hafta ara ile ölmüşlerdi.
Şerif Bey eşkıya takiplerinden sonra yorgun düşerdi... O dantele bana uzun
gecelerde arkadaş olmuştu...
KEMAL – (ağır, derin bir sesle) Bir dert arkadaşı... Gönlünüzün bütün sırlarını
ona söylediniz değil mi? Biliyorum. O ince örgüde hepsini okudum. Neler
vardı onda, Yarabbi! Burada geniş bir ümit ile açılıyor, sonra girdaplarda boğuluyor,
daha ötede renksiz bir ömrün birbirine benziyen melûl günleri gibi
bir ittirat ile sabûr, yeknekak yürüyor. Böyle gülen, söyliyen, ağlıyan, tahammül
eden bir şey... Dışarılarda hiç mes'ut olmadınız değil mi?
ŞÜKÛFE – (müteheyyiç) Niçin? Bilâkis çok mes'ut oldum. (Asabî) Pek çok... Pek
çok. Hem bilmem bu sözlerinize ne lüzum var?
(Reşat Nuri GÜNTEKİN, Eski Rüya, p. 1, mec. IV., 1923)
M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ N D E T İ Y A T R O V E Ö T E K İ T Ü R L E R 89
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
2. Milli Edebiyat Döneminde Öteki Türler
Bu dönemde, roman, öykü, şiir, tiyatro türlerinde olduğu gibi, yergi ve gülmece,
edebi eleştiri, edebiyat tarihi türlerinde de bir gelişme göze çarpar.
2.1. Yergi ve Gülmece
Divan edebiyatından başlayarak örnekleri verilen yergi ve gülmecenin, Milli Edebiyat'a
gelinceye değin daha çok bireysel çizgide kaldığı görülür. Özellikle yergide zaman
zaman ölçünün kaçırılarak hakarete vardığı da dikkati çeker. Milli Edebiyat
döneminde bireysellikten büyük ölçüde sıyrılma, siyaset ve sosyal konulara yöneliş,
bu türde yeni bir çizgiye gelindiğini gösterir. Ayrıca yergi ve gülmece için gerekli
olan, düşünce yapısı, ince buluşlar ve nüktenin de bu dönemde gülmece ve yergiye
yansıdığını görüyoruz.
Milli Edebiyat döneminde bu türde gerek düzyazı gerekse koşuk biçiminde
ürünler verilmiştir.
Dönemin yergi ve gülmece şairi olarak tanınanların başında Neyzen Tevfik Kolaylı
(1879-1953) gelir. Küçük yaşta ney çalmaya başladığı için "neyzen" lakabıyla
anılan şairde gülmece, özellikle yergi yeteneğinin gelişmesinde, genç yaşlarda İzmir'de
tanıştığı Şair Eşref'in de etkisi olduğu düşünülebilir. Gülmeceden çok yergi
niteliği taşıyan şiirlerinde siyasal olaylarla birlikte bireyleri de ele alan Neyzen Tevfik
zaman zaman hakarete vardırdığı yergileriyle Divan şairlerini anımsatır. Hem
mevleviliği hem de bektaşiliği benimseyen şair dünyanın kötülüklerini yererken
coşkulu ve acımasızdır. Zekası ve esprileriyle de ün kazanan Neyzen Tevfik'in şiirleri
Hiç (1919) ve Azab-ı Mukaddes (1924, 1949) adlı kitaplarda bir araya toplanmıştır.
Neyzen Tevfik'le birlikte, gülmece ve yergi şairi olarak Halil Nihat Boztepe (1882-
1949) ile İhsan Hamami (1884-1948)'nin adları sayılabilir. Divan şiiri koşuk biçimlerini
de kullanan bu iki şair yergiden çok gülmeceyi yeğlemiştir. Kırıcı olmayan, ince
bir zekânın yarattığı gülmece şiirleri Halil Nihat'ın, Siham-ı İlham(1924), Maytab(
1924) adlı kitaplarında bir araya toplanmıştır. İhsan Hamami'nin düzyazıyla
yazdığı gülmecelerini topladığı Hamsi-name (1928)'si vardır.
Edebiyatın başka türlerinde ün kazanan şair ve yazarların da bu konuya eğildikleri
dikkati çekiyor. Roman yazarları arasında bu konuya en çok eğilen Refik Halit Karay'dır.
Refik Halit bir bölüğünü Kirpi adıyla yayımladığı gülmece fıkralarını Kirpinin
Dedikleri (1918,1929,1940), Sakın Aldanma, İnanma Kanma (1919,1941), Ago Paşa'nın
Hatıratı (1922,1939), Guguklu Saat (1922,1940) adlı kitaplarında bir araya toplamıştır.
Hecenin beş şairinden Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, Faruk Nafiz ve onlarla aynı
çizgide olan İbrahim Alaattin Gövsa'nın da bu türde örnekler verdiğini görüyoruz.
Refik Halit gibi bu şairler de gülmece yazılarında takma adlar kullanmışlardır.
90 M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ N D E T İ Y A T R O V E Ö T E K İ T Ü R L E R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Fiske adını kullanan Orhan Seyfi şiir ve fıkralarını Fiskeler (1922), Asrî Kerem
(1942), Kulaktan Kulağa (1943); Çimdik adıyla yazan Yusuf Ziya gülmece yazılarını
Şen Kitap (1919), Beşik (1943,48), Ocak (1943), Sarı Çizmeli Mehmet Ağa (1956), Gün
Doğmadan (1961); Çam Deviren ve Deli Ozan adlarıyla yazan Faruk Nafiz, şiirlerini
Tatlı Sert (1938); Kıvılcım adıyla yazan İbrahim Alaattin de yazılarını Şen Yazılar
(1926) adlı kitaplarında bir araya toplamışlardır.
Milli Edebiyat yıllarında tanınıp Cumhuriyet döneminde de ünlerini sürdüren bu
şairlerle yazarlar, gülmece ve yergiyi geniş bir okuyucu kitlesine tanıtmak ve benimsetmekte
önemli rol oynamışlardır.
2.2. Edebiyat Eleştirisi
Tanzimat Döneminde Batı edebiyatından edebiyatımıza yeni giren türlerle birlikte
gelen "Edebiyat eleştirisi" bu dönemden başlayıp gittikçe gelişerek Milli Edebiyat
dönemine gelmiştir.
Bütün edebiyat akımlarının ve hareketlerinin daha çok başlama, gelişme evrelerinde
görüldüğü gibi, Milli Edebiyat hareketinin bu evrelerinde de gerek polemikte gerekse
eleştiride bir yoğunleşma göze çarpar.
Özellikle Genç Kalemler'de Ali Canip ve Ömer Seyfettin'in, Milli Edebiyat anlayışı
ve yeni lisan hareketini yaygınlaştırmak, savunmak için yayımladıkları polemik
ve eleştiriler bu türün ilk güçlü örnekleridir.
Ömer Seyfettin'in Genç Kalemler kapandıktan sonra, aynı amaçla, Türk Yurdu, Yeni
Mecmua gibi dergilerle, Gazetelerde yayımladığı yazıları; Ali Canip'in, Milli
Edebiyat hareketine karşı olan Cenap Şahabettin'le yaptığı, sonradan (Milli Edebiyat
Meselesi ve Cenap Bey'le Münakaşalarım 1918) adlı kitapta bir araya topladığı tartışmalar
o yılların en çok ilgi uyandıran edebiyat eleştirileridir.
Ali Canip gibi, önce Fecr-i Ati topluluğunda yer alıp, daha sonra yerleştikçe Milli
Edebiyat hareketine geçen Hamdullah Suphi, Yakup Kadri, Fuat Köprülü ve Raif
Necdet de bu türde önemli yapıtlar bırakmışlardır. Bu yazarların polemik ve eleştirilerinde
Milli Edebiyat, yeni lisanla ilgili olanların yanında, Servet-i Fünun, Fecr-i
Ati dönemleri için yapılan değerlendirmeler de yer alır.
Örneğin: Hamdullah Suphi, Yakup Kadri ve Fuat Köprülü'nün bu konularla ilgili
polemikleriyle eleştirileri, kimi yapıtları değerlendiren yazıları Servet-i Fünun dergisinde
yayımlanmıştır. Fuat Köprülü polemik ve eleştirilerinin bir bölüğünü Bugünkü
Edebiyat (1924) adlı kitapta bir araya toplamıştır. Ayrıca Batı edebiyatıyla ilgili
makalelerini topladığı Hayat-ı Fikriye (1910), Şahabettin Süleyman ile birlikte hazırladıkları,
edebiyat bilgileriyle ilgili yazılarını kapsayan Malumat-ı Edebiye (1914-
1915) adlı yapıtları bu alanda önem taşır. Raif Necdet de özellikle Fecr-i Ati'ye karşı
olduğunu belirten eleştirileriyle, değişik kişilerle, edebiyatı sorunlarıyla ilgili pole-
M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ N D E T İ Y A T R O V E Ö T E K İ T Ü R L E R 91
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
mik ve eleştirilerini Hisler ve Fikirler (1901-1910), Hayat-ı Edebiye (1909-1922) adlı kitaplarda
bir araya toplamıştır.
Milli Edebiyat döneminde yayımlanan eleştiri ve polemikleri gözden geçirdiğimizde,
bireysellikten oldukça uzaklaşıldığı, ağırlığın üzerinde tartışılan konuya yöneltildiği
görülür.
2.3. Edebiyat Tarihi
Bir toplumun geçirdiği evrelere bağlı olarak edebiyatındaki gelişmesi bakımından
önem taşıyan edebiyat tarihi denemeleri, edebiyatımızda Tanzimat döneminin sonlarında
başlar. II. Meşrutiyet'in ilk yıllarına değin sürdürülen denemelerden sonra
edebiyat tarihçiliğinin bilimsel bir yöntemle ele alınması Milli Edebiyat döneminde
başlar.
Edebiyat tarihinde yöntem denilince ilk akla gelen ad Fuat Köprülü'dür.
1909'da Fecr-i Ati topluluğuna giren Köprülü, değişik dergilerde yayımla nan şiirleri,
polemikleri ve eleştirileriyle adını duyurmuştur. Köprülü'nün ilk olarak Bilgi
Dergisi S.1' de yayımlanan Türk Edebiyatı Tarihinde Usul başlıklı makalesi, bir edebiyat
tarihinin nasıl yazılacağı, edebiyat tarihçisinin karşılaştığı güçlükler, nasıl bir
yöntem izlemesi gerektiği gibi noktalar üzerinde durularak, edebiyat tarihi yazılmasına
bilimsellik getiren ilk incelemedir. Ancak makalenin yayımlanmasından üç
yıl sonra Şahabettin Süleyman'la birlikte hazırladıkları Yeni Osmanlı Tarih-i Edebiyatı'nda
göze çarpan yöntem eksiklikleri, ortaya konulan bilgilerin henüz tam
olarak uygulanamadığını gösteriyor.
Yöntem eksiklikleri görülmekle birlikte Köprülü'nün edebiyat tarihi olarak bize
bıraktığı yapıtlarının önemini yadsıyamayız.
Bu türde ilk büyük çalışması Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar'dı. Onu izleyerek
Türk Edebiyatı Tarihi gelir. Bu edebiyat tarihinin İslamiyetten Önceki Türk Edebiyatı
adını taşıyan birinci bölüğü 1920'de İslamiyetten Sonraki Türk Edebiyatı: Vezin ve Şekil
adını taşıyan ikinci bölüğü 1921'de basılmlştır. Daha sonra ikisini bir arada XIV.
Yüzyıl Çağatay edebiyatına değin genişleterek yeniden bastırmıştır (1926,1928). Bu
yapıtın önemi ilk olarak Türk Edebiyatı tarihinin sınırlarını Osmanlı edebiyatı sınırları
dışına çıkarmasıdır. Edebiyat tarihi sayılabilecek öteki yapıtları, Azeri Edebiyatına
Ait Tetkikler (Bakü 1926), Milli Edebiyat Cereyanının İlk Mübeşşirleri ve Divan-ı Türki-
i Basit (1928), XVII. Asır Sonuna kadar Türk Saz Şairleri (1930), Türk Dili ve Edebiyatı
Hakkında Araştırmalar (1934) adlarını taşıyanlardır.
Köprülü'nün, edebiyatımızın değişik alanlarında ve değişik konularda yazdığı
makaleleri de edebiyat tarihi açısından ayrı bir önem taşır.
92 M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ N D E T İ Y A T R O V E Ö T E K İ T Ü R L E R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Bu makaleler arasında özellikle, Türk Edebiyatının menşei (Milli Tetebbular Mecmuası
1915, C.II), Türk Edebiyatında Aşık Tarzının Menşe ve Tekamülü Hakkında Bir Tecrübe
(Milli Tetebbular Mecmuası 1915, C.I s.1), Türk Edebiyatının Ermeni Edebiyatına
Tesiri (Edebiyat Fakültesi Mecmuası 1922, S.2), Anadolu'da Türk Dili ve Edebiyatının
Tekamülüne Umumi Bir Bakış (Yeni Türk Mecmuası 1933, S.4,5,7), Gazneliler Devrinde
Türk Şiiri (Edebiyat Fakültesi Mecmuası 1929, S.1) adlarını taşıyanlar edebiyat
tarihi niteliğinde olanlardır. Bu makaleleri ile edebiyatımızın değişik kişileri ve konuları
ile ilgili yazıları Edebiyat Araştırmaları I (1966,1986,1989) ile Edebiyat Araştırmaları
II (1989) olmak üzere iki kitapta toplanmıştır.
Aynı dönemde yetişen yazarlardan Ali Canip'in XVIII. Yüzyıl şairleriyle ilgili makaleleriyle,
Ömer Seyfettin Hayatı ve Eserleri (1925-1947) incelemesi; Yakup Kadri'nin
aynı nitelikte Ahmet Haşim'i, Mithat Cemal'in Namık Kemal – Devrinin İnsanları
ve Olayları Arasında (I.C.1.Kısım 194;, II.C.1. Kısım 1949; II.Cilt 2. Kısım 1956), Mehmet
Akif (1939), Sarıklı İhtilalci Ali Suavi (1946); İbrahim Alaattin'in Süleyman Nazif
(1933) adlı yapıtları edebiyat tarihi olmamakla birlikte, edebiyat tarihi hazırlamak
isteyenler için kaynak yapıt olarak önem taşırlar.
2.4. Hareketin Yaygınlaşmasında Rol Oynayan Dergiler
1908-1923 yılları arasında, 1908'den sonra ortaya çıkan değişik ideolojileri yansıtanlarla
birlikte, "Milli Edebiyat hareketinin düşünceye ve sanata yansıyan tönleri ni
kamuoyuna duyuran dergilerle karşılaşıyoruz.
Düşüncenin sanata yansıyan yönlerini dergiler duyururlar.
1911'de yayımlanan Genç Kalemler, 1917'den sonra, bir çok edebiyat hareketinin tanınmasında
önemli rol oynayan Servet-i Fünun, Yusuf Ziya'nın yayımladığı Nedim
(1918), Halit Fahri' nin yönettiği Şair (1919), Sabiha Zekeriya'nın çıkardığı Büyük
Mecmua (1919) ve Mustafa Nihat'ın çıkardığı Dergah (1921) dergileri "Milli Edebiyat"
hareketinin daha çok sanat ve edebiyat yönüne ağırlık vermişlerdir. Hareketin
bilimsel yönünü yansıtan dergiler olarak, Fuat Köprülü'nün yönettiği Milli Tetebbular
Mecmuası (1915) ile Celal Sahir'in yönettiği Bilgi (1913)' yi sayabiliriz. Milliyetçiliği
ideolojik yönden ele alan dergiler ise, Türk Derneği'nin adını alan Türk Derneği
(1911) ile Türk Yurdu'nun çıkarmaya başlayıp, Türk Ocağı'nın sürdürdüğü Türk
Yurdu (1912) ve Yeni Mecmua (1917)'dır.
M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ N D E T İ Y A T R O V E Ö T E K İ T Ü R L E R 93
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Özet
1908'deki II. Meşrutiyet'in özgürlük havasında gelişen tiyatro, Milli Edebiyat Döneminde
de sürmüştür. 1915'te kurulan Darülbedayi'nin çalışmaları 1926'da Şehir Tiyatrosu'nun
kuruluşuna dek sürer. Bu süreç içinde sanatçı yetiştirmekle kalmaz, pek çok yazar ve şairi
oyun yazarlığına özendirir. Müsahipzade Celâl ile İbnürrefik Ahmat Nuri Sekizinci yalnız
tiyatro yazmakla ilgilenmişlerdir. Fransız Edebiyatı'nın etkisi ile ve halkı tiyatroya çekmek
için güldürü türü yeğlenir.
Milli Edebiyat Döneminde şiir, fıkra ve tiyatroda yergi siyasete ve sosyal konulara yönelir.
Edebiyat tarihi çalışmalarında bilimsel yöntem uygulamaları başlar.
Milli Edebiyat hareketinin geniş kitlelere yayılmasında dergilerin rolü büyüktür.
Değerlendirme Soruları
1. İlk Osmanlı Tiyatrosu hangi yılda kurulmuştur?
A. 1915
B. 1905
C. 1912
D. 1926
E. 1916
2. Milli Edebiyat döneminde ilk sergilenen oyun hangisidir?
A. Baykuş
B. İstanbul Efendisi
C. Çürük Temel
D. Eski Rüya
E. Balaban Ağa
3. Aşağıdakilerden hangisi gülmece yazmaz?
A. İhsan Hamamî
B. Neyzen Tevfik
C. Halil Nihat Boztepe
D. Yusuf Ziya
E. Cenap Şahabettin
4. Edebiyatımızda, edebiyat eleştirisi hangi dönemde başlar?
A. Tanzimat Edebiyatı
B. Servet-i Fünun Edebiyatı
C. Milli Edebiyatı
D. Fecr-i Âti
E. Genç Kalemler
94 M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ N D E T İ Y A T R O V E Ö T E K İ T Ü R L E R
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
5. Edebiyat Tarihi incelemelerine yöntem bilgisiyle yaklaşan araştırmacı kimdir?
A. Ahmet Haşim
B. Fuat Köprülü
C. Yakup Kadri
D. Hamdullah Suphi
E. Ömer Seyfettin
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Akyüz, Kenan. Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri I.
And, Metin. Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu, 50. Yıla Armağan 1973, 60. Yıla
Armağan 1983.
Kurdakul, Şükran. Çağdaş Türk Edebiyatı, 4 Cilt, İstanbul: 1992.
Necatigil, Behçet. Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü 13. Baskı, 1989.
Necatigil, Behçet. Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü.
Oktay, Ahmet. Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı, (1923-1950), 1993.
Özkırımlı, Atilla. Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, 4 Cilt 1982. 4. Baskı, 1984.
Tuncer, Hüseyin. Meşrutiyet Dönemi Türk Edebiyatı, Cumhuriyet Dönemi Türk
Edebiyatı I, II, 1996.
ÜnlÜ, Mahir. Ömer, Özcan. Yirminci Yüzyıl Türk Edebiyatı I (1900-1923), 1987, II
(1923-1949), III (1940-1960), 1990, IV (1940-1960), 1991.
M İ L L İ E D E B İ Y A T D Ö N E M İ N D E T İ Y A T R O V E Ö T E K İ T Ü R L E R 95