1. Atasözü
Tanım: Bir anlatım eylemi içinde, belirli bir yerde (yani yeri geldiğinde) ve belirli bir
nedenle söylenmiş; o anda anlatılmak istenen duyguyu, düşünceyi güçlendirip vurgulayan
kısa ve öz söz kalıplarıdır. Anlatımı renklendirip güçlendirir. Atasözleri kısa,
kesin ve yalındır. Kimi zaman ölçülü, uyaklı söylendiği de olur. Bu özelliği, onun
akılda kalmasını kolaylaştırır.
Atasözlerinden kimileri bir gözlemi, bir yargıyı kapsayarak bir vargı, bir sonuç bildirir.
Örnek:
"Kanı kanla değil, kanı suyla yurlar."
"Düşenin dostu olmaz"
"Emeksiz yemek olmaz."
Kimileri de doğrudan bir öğüt verirler.
Örnek:
"Gözün ile gördüğünü eteğin ile ört."
"İyilik yap denize at, balık bilmezse halik bilir."
" Ne oldum deme, ne olacağım de."
Toplumların yaşam biçimlerinin, değer yargılarının, deneyimlerinin bir sonucu
olarak ortaya çıkan atasözleri; gelecek kuşakların geçmişlerini anlayıp geleceklerine
yön vermekleri konusunda, onlara yardımcı olacaktır.
Geçerlilikleri söylendikleri zamanın koşullarıyla sınırlı olan atasözleriyse, onları
yaratan koşulların değişip o konuda yeni değerlere, yeni sonuçlara varıldıkça geçerliliklerini
yitirirler. Atasözleri, ürünü oldukları toplumların yaşam biçimleri, değer
yargıları, gelenek ve görenekleri, halk kültürleri konusunda bize önemli ipuçları
verirler. Örneğin "Emeksiz yemek olmamalı" iletisini (mesajını) taşıyan "Şalvarı şaltak
Osmanlı/Eğeri kaltak Osmanlı/Ekende yok, biçende yok/Yiyende ortak Osmanlı" sözü, imparatorluk
dönemindeki yönetim biçiminin, halka nasıl yansıdığını, halkın da yönetime
bakış açısını oldukça öz ve anlamlı bir şekilde yansıtmaktadır. Ayrıca bu sözlerdeki
bilinç, hiciv, öfke ve hüzün yoğunluğu da gözardı edilmemelidir.
Yine
"Geçme nâmert köprüsünden
Ko götürsün su seni
Yatma tilki gölgesinde
Ko yesin aslan seni"
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I 79
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
sözünün içerdiği anlam da yiğit ve değerli olmayan, nâmert insanlara minnet etmektense,
ölümü yeğlemeyi öğütleyen insan onurunun direnişinden başka bir şey
değildir.
Eve gelecek konuğu yüksünmemeyi (yük saymamak, istemek) ve elimizdeki herşeyi
onunla paylaşmayı öğütleyen "Misafirin on nasibi olur, birini yer dokuzunu bırakır"
veya "Misafir kısmetiyle gelir" gibi atasözlerimiz ise ekonomik koşulların giderek
artan ağırlığı altında bakalım daha ne kadar direnebilecekler.
Yaşamda, karşı koyup kaldıramayacağı ağırlıkta acılarla, haksızlıklarla karşılaşan
bir insanın yanında, "Tanrı dağına göre kar verir" sözünün geçerliliğinin ne olacağı
da biraz tartışmalıdır.
Sonuç olarak; bütün bu saptamalara karşın, günümüzde yaşamakta ve kullanılmakta
olan yüzlerce atasözü, çoğunlukla, hemen her dönemde geçerliliğini koruyacak
özgünlükte ve yoğunlukta olup yüzyılların deneyiminden süzülüp gelmiş yol
gösterici, öğüt verici, insanları iyiye ve güzele yönlendirici, her biri inci değerinde
sözlerdir.
2. Fıkra
Tanım: Bir konuda ders vermek, bir görüşü, düşünceyi mizah yoluyla insanları
gülümseterek anlatmak amacıyla söylenmiş kısa, özgün halk anlatılarıdır.
Türleri: Fıkralar kahramanlarına göre ikiye ayrılırlar.
1 - Kahramanları belirli halk tipleri olan fıkralar: Nasrettin Hoca, İncili Çavuş,
Bekri Mustafa fıkraları gibi.
2 - Kahramanları belirsiz fıkralar: Bunlar çoğunlukla "Adamın biri", "Kadının
biri", "Laz'ın biri", "Yahudi'nin biri" gibi sözlerle başlar.
Fıkralara genellikle olay kahramanının adıyla başlanır, sonra kısaca amaca yönelik
olan olay anlatılır ve çarpıcı, beklenmedik, güldürücü bir sonla sonuçlandırılır. Bu
çarpıcı son doğrudan söylendiği gibi, kimi zaman da dinleyicinin anlayışına bırakılır.
Her ulusun toplumsal yapısını genel özellikleriyle yansıtan ulusal fıkra kahramanları
vardır. Örneğin bizde "Nasrettin Hoca", Almanlar'da "Oylenşpigel", Araplar'da
"Ebunevas" gibi.
Kimi zaman da ulusların en belirgin özellikleri fıkra kahramanlarına sıfat olarak
yüklenir. Örneğin "Cimri İskoçyalı", "Mübalağacı İranlı" gibi.
80 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Fıkraların toplum yaşamında çok önemli bir başka işlevi de "örtük transaksiyon"
(imalı iletişim) aracı olarak kullanılmalarıdır. Demokrasi ve insan haklarının, istendik
düzeyde gelişmediği, yönetimsel-toplumsal baskıların yoğun olduğu ortamlarda
yaşayan ve bireyselleşmelerine izin verilmeyen insanlar; Yunus Emre'nin "Söyler
isem olur savaş/Söylemez isem bağrım baş" (baş: yara) dizelerinde çok yalın ve etkili bir
söyleyişle dile getirdiği bu dayanılmaz ikilemin açmazını, yüzyıllardır hep yaşamlarında
ruhlarında duyumsamışlar ve onu aşmaya çalışmışlardır. Düşündüklerini
ve doğru bildiklerini açıkça söyleyerek, savaş çıkarıp yaşamlarını yitirmeden ve susup
bastırarak da yüreklerini, ruhlarını yaralamadan, dolaylı olarak "örtük" söylemenin
yollarını aramışlardır. Bu "imalı iletişim" arayışları sırasında da çoğu kez, oldukça
etkili bir yol olan masal, türkü, ninni, fıkra gibi sözlü halk anlatılarını aracı
olarak kullanmışlardır.
Bu halk anlatıları içinde, sosyal ve siyasal baskıyı düzenlemede en elverişli olanı da
gülmecedir. Hani, "Aşk gelince cümle eksikler biter"miş ya, gülümseme gelince de
cümle hoşgörüsüzlükler biter. Anlatılan gülmecenin (fıkra) sonunda yaratılacak
"gülüş" eylemi, anlatının içerdiği eleştiriyi iyiden iyiye kabul edilir kılıp "yenilir, yutulur"
hale getirecek ve aynı zamanda bir "korunak" da oluşturacaktır.
Bu nedenledir ki, imalı iletişimde halkımızın Nasrettin Hocayı "aracı", fıkrayı da
"araç" olarak kullanması, özsavunma ve korunma açısından, çok bilinçle yapılmış
bir seçimdir.
Örneğin; çağın hızlı değişiminin ve acımasız yaşam koşullarının dayatmaları karşısında,
giderek geçerliliğini yitiren kimi geleneklerin sürdürülmesi mümkün değildir.
Bu konuda yapılacak bir zorlama da bireyi bunaltır. Ekonomik koşulların giderek
ağırlaştığı, "iki elin bir başı düzeltemediği" bir ortamda, konukseverlik geleneğinin
korunup sürdürülmesi de pek mümkün görülmemektedir. İşte aşağıda vereceğim
örnek fıkra, artık sürdürülmeye çalışıldığında, bireyi çok zorlayacak olan kimi
geleneklere karşı, insanlara bir çıkış yolu göstermekte ve gerekirse, onların bazılarından
vazgeçilebileceği "göndermesini" yapmaktadır. Şöyle ki:
Nasrettin Hoca evinde otururken kapısı çalınmış. Hoca "kim o?" diye sorunca da dışardan
bir ses "Tanrı misafiri" diye cevap vermiş. Bunun üzerine kapıyı açan Hoca, kapıdaki adamı
tuttuğu gibi camiye götürerek "Eğer sen Tanrı misafiriysen, Tanrının evi işte burasıdır" demiş.
Sonuç olarak fıkralar yalnızca insanları güldürmek, eğlendirmek için değil, toplumsal
yaşamı düzenlemek, ders vermek, belirli bir düşünceyi, görüşü karşı tarafa
"mizah" eşliğinde iletmek için halk tarafından yaratılmış, çok kapsamlı işlevleri olan
halk edebiyatı ürünleridir.
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I 81
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
3. Halk Hikayesi
Tanım: Aşk, kahramanlık gibi konuları, şiir ve düz anlatım olarak, aşıkların saz
eşliğinde anlatıp söylemeleridir (düz anlatım içinde yer alan şiirler, saz eşliğinde
türkü gibi söylenir).
Halk hikayeleri, hikaye türünün en eski ve ortak (anonim) olanlarıdır. Halk hikayesi
anlatmak bir uzmanlık, bir ustalık işidir. Hikayeleri anlatan aşıklara "kıssa-han"
da denir. En tanınmış halk hikayelerimiz arasında, şunları sayabiliriz: Kerem ile Aslı,
Ferhat ile Şirin, Arzu ile Kamber, Köroğlu, Battal Gazi.
Türleri: Halk hikayeleri kapsamlarına, boyutlarına ve konularına göre şöyle sınıflandırılabilirler:
1 - Kapsamlarına göre
a - Tek bir olay çevresinde örülmüş, basit yapılı, anlatımı yaklaşık bir-iki saat
süren hikayeler. Bunlar çoğunlukla, konularını bir efsaneden, masaldan veya
gerçek yaşamdan alırlar.
b - Kahramanları kalabalık ve konuları ardarda sıralanmış olaylardan oluşan,
uzun hikayeler. Bunların anlatımları bir gece sürdüğü gibi, beş veya yedi
gece sürenleri de vardır.
2 - Konularına göre
a - Aşk Hikayeleri
Bu sınıfta yer alan "Aşk Hikayeleri", aşık geleneğinin tüm özelliklerini en iyi yansıtan
hikayelerdir. Bunların kahramanları kimi zaman gerçekten yaşamış olan aşıklardır
ve hikayenin konusu da onların yaşam öykülerinden alınmıştır. Örneğin; Aşık
Garip, Ercişli Emrah gibi.
Kimi zaman da bu kahramanlar masal, destan, tarih gibi kaynaklardan esinlenerek
yaratılırlar. Bu türlerde hayal ürünü ögeler, gerçekçi ayrıntılarla birleştirilerek anlatılır.
Örneğin; Yaralı Mahmut, Arslan Bey, Elif ile Mahmut gibi.
b - Kahramanlık Hikayeleri
Konusu kahramanlık olan bu hikayelerin en tanınmışı "Köroğlu" hikayesidir. Doğuanadolu'nun
kimi hikayecilerine göre, Köroğlu hikayeleri 24 kol tutarındadır.
Ayrıca, Doğu'da, Türkiye dışındaki Türk asıllı uluslarla, öteki kimi uluslar arasında
da Köroğlu hikayeleri yaygındır.
82 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Günümüzde giderek işlevini yitiren halk hikayeleri, eskiden uzun kış gecelerinde
köy odalarında, düğünlerde, Ramazan gecelerinde kahvelerde anlatılırdı. Hikayenin
saz eşliğinde söylenen türküler bölümüne, zaman zaman, dinleyicilerin katıldığı
da olurdu.
Belirli bir ustalığa sahip olmaları gereken halk hikayecileri, bir çıraklık döneminden
geçtikten sonra bu işe soyunurlar ve geçimlerini de bu yolla sağlarlardı.
Bu halk hikayelerinden bazıları önce taşbasması olarak daha sonraları da matbaa
harfleriyle yayımlandı.
Halk hikayelerinin düz anlatım bölümlerini oluşturan olay örgüsü, genelde, derleme
olmakla birlikte, saz eşliğinde türkü şeklinde söylenen şiir bölümlerinin yaratıcıları
çoğunlukla bellidir. Bu aşıklar, düz anlatımla şiirleri birleştirerek hikayeyi düzenlerler.
Örnek:
KEREM İLE ASLI HİKÂYESİ
Asıl adı Ahmet Mirza olan Kerem, Islahan Şahının oğludur. Şahın hazinedarlığını yapan
Ermeni Keşişinin kızı Aslı ile Kerem birbirlerini severler. Şah Keşişten kızı oğluna ister. Keşiş,
bir müslümana kız vermek istemez. Fakat hükümdarın isteğini reddemez; bir mühlet ister
ve bu mühletin içinde gizlice memleketten kaçar.
Kerem de Aslı'nın peşinden yola düşer. İşte, Kerem'in sevdiği kızın ardınca bütün Anadolu'yu
baştan başa gezmesi böylece başlar. Kerem artık yanında sadık arkadaşı Sofu (Kerem'in
dilinden: Sofu Kardeş), omuzunda sazı ile bir "Âşık" olmuştur. Her gittiği yerde, her rasladığına
sazıyla ve yanık türküleriyle, Aslı'nın izini sorar, ona haber verenler de olur, vermeyenler
de... Bazı defa nehirlere, dağlara, kayalara, dağlardaki hayvanlara derdini döker; yolunu
bağlayan karlı, boranlı bellerden yol ister. Onun önüne çıkan engeller, bir defa inkisarına uğradılar
mı iflah olmazlar. Kerem aşk ateşinde pişe pişe kemale erer, keramet sahibi olur. Allah
onun her dileğini yerine getirir.
Bazı şehirlerde Kerem, Aslı Han'a bir zaman kavuşur. Keşişten habersizce bir müddet
birbirlerine sevgilerini anlatırlar, dertlerini dökerler: Erzincan Bağlarında ve
Kayseri'de olduğu gibi...
Sonunda Kerem Aslı'sının peşinden Halep'e varır. Halep Paşasına kendini sevdirir: Paşa,
Keşişi tehdit ederek kızını Kerem'e vermeye razı eder. İki sevdalının nikâhları kıyılır. Fakat
kötü ruhlu Keşiş onlara son fenalığı yapar: Kızına sihirli bir gerdeklik gömlek giydirir. Bu
gömlek son düğmesine kadar açılır, tekrar kapanır imiş. Kerem sevdiğinin düğmelerini bir
türlü çözemez. Yüreğinden kopup gelen ateşle yanar, kül olur.
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I 83
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Kerem'in külleri dağılmasın diye bekleyen Aslı Han'ın saçları, küllerin içinde kalmış bir kıvılcımla
tutuşur; iki âşığın ancak külleri birbirine kavuşur.
Sevgililerin birbirine kavuşmasıyla sona ermeyen bir macera olduğu için Kerem
hikâyesi toy, düğün ve kış geceleri muhabbetlerinde eğlence vasıtası olan halk
hikâyeleri arasında, çok sevildiği halde, başından sonuna kadar anlatılmaz, hattâ
birçok yerlerde bunun anlatılmasını günah sayarlarmış.
Kerem Erzurum'da hasta yatarken, Aslı Han'ın üç gün sonra geleceğini haber verirler.
O zaman şu türküyü söyler:
Bir han köşesinde kalmışam hasta
Gözlerim kapıda kulağım seste
Kendim gurbet elde gönül heveste
Gelme ecel gelme üç gün ara ver
Al benim sevdamı götür yâre ver.
Erzurum dağları duman dildedir
Başım yastıktadır gözüm yoldadır
Aslı hayın yârdır adam aldadır
Gelme ecel gelme üç gün ara ver
Al benim sevdamı götür yâre ver.
Erzurum dağları kardır geçilmez
Gizli sırdır her adama açılmaz
Ayrılık şerbeti zehir içilmez
Gelme ecel gelme üç gün ara ver
Al benim sevdamı götür yâre ver.
Felek sen mi kaldın bana gelecek
Akıttın göz yaşım kimler silecek
Kerem'e dediler Aslı'n gelecek
Gelme ecel gelme üç gün ara ver
Al benim sevdamı götür yâre ver.
Kayseri'de musalla taşı üstünde bir cenaze görürler. Kerem cenazeye şunları söyler:
Mal sahibi nice gördün halini
Felek pençesine düşmüş gidersin
Beğenmezdin türlü libas giymeyi
Şimdi uryan ceset olmuş gidersin.
Tutmaz idin bir fakirin elini
Sormaz idin yoksulların halini
Haram helâl kazandığın malını
Şu fâni dünyaya dökmüş gidersin.
Malın vardı yükseklerden uçardın
84 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Meclisler kurup da bâde içerdin
Atın binip sağa sola koşardın
Şimdi kara yere koşmuş gidersin.
Dertli Kerem eder nic' olur halim
Bana senden oldu ey kanlı zalim
Hiç vâdeye bakmaz erişir ölüm
Ecel şerbetini içmiş gidersin.
Özet
Atasözleri, fıkralar, halk hikayeleri genellikle düz anlatım şeklinde söylenmiş ve söyleyeni
belli olmayan ortak (anonim) halk edebiyatı ürünleridir.
Atasözleri kısa, kesin ve yalın bir şekilde söylenirler. Yer yer ölçülü uyaklı söylenenlerine de
rastlanır. Kimi atasözleri bir gözlemi bir yargıyı yansıtarak bir sonuç bildirirler. Kimileri de
doğrudan öğüt verirler. Yüzyılların deneyimlerinden süzülüp gelen gelenek, görenek ve toplumsal
değer yargılarını geçmişten günümüze, günümüzden de geleceğe taşıyan atasözlerinin
yol gösterici, öğüt verici, insanları iyiye ve güzele yönlendirici işlevleri vardır. Bir anlatım
içinde yeri geldiğinde kullanılmaları, anlatılan duyguyu, düşünceyi güçlendirir ve anlatımı
etkili kılar.
Fıkralar; bir konuda ders vermek, bir görüşü, düşünceyi mizah yoluyla anlatmak için kullanılan
sözlü halk edebiyatı ürünleri olup kahramanlarının belirli olup olmamasına göre sınıflara
ayrılırlar. Fıkraların önemli bir işlevleri de toplum yaşamında örtük transaksiyon (imalı
iletişim) aracı olarak kullanılmalarıdır. Ayrıca gelenek-görenek yaptırımlarının ve toplumsal
baskıların altında ezilen bireye bir çıkış yolu da gösterirler.
Halk hikayeleri ise aşk ve kahramanlık gibi konuları, şiir ve düz anlatım olarak, aşıkların saz
eşliğinde söyleyip anlatmalarından oluşur. Konularına göre sınıflandırılırlar ve özellikle eskiden,
köy ve kasabaların toplumsal yaşamında önemli bir yerleri olduğu görülür.
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I 85
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını, verilen seçenekler arasından bulunuz.
1. Aşağıdaki şıklardan hangisi doğrudur?
A. Fıkraların söyleyeni bellidir.
B. Fıkralar kahramanlarına göre sınıflandırılır.
C. Fıkralar şiir şeklinde söylenir.
D. Fıkralar yalnızca güldürmeyi amaçlar.
2. Aşağıdaki şıklardan hangisi yanlıştır?
A. Atasözlerinin hepsi, her dönemde geçerlidir.
B. Atasözlerinin ölçülü ve uyaklı söylenenleri de vardır.
C. Atasözleri kimi zaman bir "sonuç" bildirir.
D. Atasözleri kimi zaman "öğüt" verir.
3. Aşağıdaki şıklardan hangisi yanlıştır?
A. Halk hikayeleri kapsamlarına göre sınıflandırılır.
B. Halk hikayeleri konularına göre de sınıflandırılır.
C. Halk hikayelerinin içinde şiirler de yer alır.
D. Halk hikayeleri konularını tamamen gerçeklerden alır.
4. Aşağıdaki şıklardan hangisi doğrudur?
A. Kerem yoksul bir evin oğludur.
B. Aslı soylu bir Müslüman ailenin kızıdır.
C. Kerem ve Aslı hikayesi trajik bir sonla biter.
D. Kerem ile Aslı'nın kavuşmasına Keşiş yardım eder.
5. Aşağıdaki şıklardan hangisi doğrudur?
(Kerem, Kayseri'de musalla taşında gördüğü cenaze için söylediği şiirde)
A. Dünyanın ve dünya malının geçiciliğini işler
B. Aşk konusunu işler.
C. Doğa konusunu işler.
D. Kahramanlık konusunu işler.