7 Ekim 2009 Çarşamba

halk edebiyatında düzyazı 3

1. Masal
Masalın Tanımı ve Tarihçesi: Dilimize "masal" olarak geçen ve Arapça bir sözcük
olan "mesel"in İngilizce'si "tale", Fransızca'sı "conte", Almanca'sı ise "maerchen"
dir.
Divânü Lûgati't Türk'te "ödkünç" diye geçer. Çağatay Türkleri masala "tutmak",
Kerkük Türkleri "matal", Azeriler "nağıl", Teleüt Türkleri "çerçok", Kırgızlar "ezteg",
Şor Türkleri "libak", Balkan Türkleri "masal", Yarkent ve Kaçkar Türkleri de
"çöcek" derler.
Değişik bölgelerimizde metel, matal, metelok, mesel misal, mesele, meselok, nağıl,
çirok, hikkaye, hekat, sanık, sanıka olarak da söylenen masalı Boratav (1939); "Nesirle
söylenmiş, dinlik ve büyülük inanışlardan ve törelerden bağımsız, tamamiyle hayal
ürünü, gerçekle ilgisiz ve anlattıklarına inandırmak iddiası olmayan kısa bir anlatı" olarak
tanımlıyor ve şöyle devam ediyor. "Hayal ürünü sözünü sadece olağanüstü şeyler anlamına
almamak gerekir. Masal olağanüstülüklerle anlattığı olayları, gerçeğe uyarlık derecesi
ne olursa olsun onların hayal yaratması oldukları izlemini veren bir anlatı türüdür. Masalı
efsaneden, hikayeden, destandan ayıran niteliklerin başında bu gelir."
Genellikle yaratıcısı belli olmayan, masalların anlatımı da oldukça yalın bir konuşma
diliyle gerçekleştirilir ve sözlü anlatı türünün doğallığını, rahatlığını yansıtır.
Böyle olunca, öteki bazı edebi türlerde yer alan ve ancak yazı dilinin kalıcılığıyla
saptanabilen uzun uzun doğa betimlemeleri ve ruh çözümlemeleri masalda pek görülmez.
Bu tür betimlemeler, yalnızca birkaç sözle geçiştirilir.
Masalda çoğunlukla olayların geçtiği yerler ve zamanlar da belirsizdir. Bu nedenle
de masallar "Zamanlardan bir zamanda", "Var olan olmayan zamanın birinde", Evvel zaman
içinde", "Bir zamanlar", "Ülkenin birinde", "Dünyanın bir yerinde", "Uzak ülkelerden
birinde", "Zamanın birinde bir memlekette", "Zamanın birinde Kafdağı'nın ötesinde"
gibi sözlerle başlarlar.
Kahramanları da yine çoğunlukla cin, peri, dev, ejdarha, cadıkarı, keloğlan, arap,
padişah, şehzade, vezir, yoksul kız, akıllı küçük oğlan gibi genel tiplemeler olup belirli
kişilerle sınırlı değildir.
Bu üçlü belirsizlik (yer, zaman, kahraman belirsizliği) nedeniyle de masalın tarihi
evrimini belirlemek, öteki edebi türlerin zaman içindeki evrimini belirlemekten daha
zordur. Fakat bu zorluk, insanoğlunun kafasında, "Masallar nasıl doğmuştur, bunları
yaratanlar kimlerdir, günümüze kadar nasıl gelip hangi değişimleri göstermiştir?"
gibi soruların doğmasını engellememiştir. Çünkü insanoğlu daima en özelinden en
geneline kadar, bilinmeyeni bilmek ister ve bu konuda şu veya bu biçimde, ama basit
ama bilimsel kafa yorar. Bu "kafa yormalar"ın sonucunda da masalların kaynağı
konusunda, ortaya çeşitli görüşler atılmıştır.
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I 109
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Türk masalları ilk kez 18. yüzyılın sonlarında, Batılı araştırmacıların ilgisini çekmeye
başlamıştır. Bu araştırmacıların içinde en tanınmış olanı, Anadolu ve Rumeli'den
Türk masalları derleyip yayınlayan Macar Türkolog "Kunos"tur.
Bizde ise Türk masallarını derleme, yayınlama ve inceleme çalışmaları Cumhuriyet
Dönemin'de yoğunlaşmış, Ziya Gökalp, Eflatun Cem Güney, Tahir Alangu ve Naki Tezel
derledikleri masalları, edebi bir biçim vererek yayınlamışlardır. Başta Pertev Naili
Boratav olmak üzere Mehmet Tuğrul, Warren Walker ve Ahmet Edip Uysal gibi yazar ve
araştırmacılar da Türk masalları üzerine derleme ve incelemeler yapmışlardır. Boratav,
W. Eberhard'la birlikte hazırladığı Typen Türkischer Volksmarchen (1953,
Türk Halk Masallarının Tipleri) adlı çalışmada, 2500 Türk masalını inceleyerek 378
masal tipine yer vermiştir.
Milletlerarası Masal Katoloğu'nda (antti Aarne ve Stith Thompson, The Types of
the Folktale, yeni basım Helsinki 1964) masallar şu ana çeşitlere ayrılmıştır: 1- Hayvan
Masalları, 2- Asıl Masallar, Olağanüstü Masallar, Gerçekçi Masallar, 3- Güldürücü
Hikayeler, Nükteli Fıkralar, Yalanlamalar, 4- Zincirlemeli Masallar.
Bizim masal geleneğimizde "gerçekçi masallar" önemli bir yer tutar. Bu bir rastlantı
değildir. Çünkü toplumumuzun geleneği, sezgisi, yaşam felsefesi, değerlendirme
ve yorum gücü en masalımsı, en olağanüstü anlatıları bile gerçeğe yaklaştırma, gerçekle
ilişkilendirme eğilimindedir.
Bizim masallarımızda "sıradan; yoksul insan masalları"nın çok oluşu da bir rastlantı
olamaz. Bu masalların kahramanlarından sıradan birisi olan yoksul delikanlı Keloğlan,
aklıyla, kurnazlığıyla (II. Ünitede Keloğlan Masalına bakınız), zaman zaman da
iyilikseverliğiyle edindiği olağanüstü güçlere sahip dostları aracılığıyla padişahın
bütün koşullarını yerine getirerek onun kızıyla evlenebilir veya yoksul ama akıllı,
güzel bir kız, yine böylesi yollarla şehzadeyle evlenip saraya gelin olabilir. Boratav
bu konuda şöyle der: "Türk masallarının bu iki tipinin, yani en sonuda (olmazları olur yapıp)
bahtlarından gülen Keloğlan ile akıllı kızın, yüzyıllar boyunca köklü bir değişikliğe uğramadan
sürüp giden Osmanlı toplum düzeninde, gerçek örnekleri var olsa gerek." Osmanlı
toplumunda, kan soyluluğuna dayanan bir aristokrasi ve Batılı anlamda bir burjuvazi
yoktu. İkbal, servet, devlet, oldukça geçici ve kökü hangi zümreden olursa olsun,
her işini becerenin erişebileceği mutluluklardı. Elbette onlara ulaşabilmek için
girişilecek savaş da çetindi. Masallarda erkek olsun kadın olsun, bu çeşit olumlu
kahramanların, yani sıfırdan başlayıp akılları ve beceriklilikleri sayesinde keçelerini
sudan çıkarmasını, engelleri aşıp muratlarına ermesini başaran tiplerin böylesine
keskin çizgilerle canlandırılmış olmalarının bir nedeni de bu olsa gerek. Osmanlı vakanüvisleri
bize kulluktan vezirliğe, sadrazamlığa, padişah damatlığına cariyelikten
gözdeliğe, kadınefendiliğe yükselmiş birçok ünlü kişileri haber verirler, ama kitaplarında
onların bu yüce makamlara eriştikten sonraki hayatları anlatılmıştır. Masalda
ise daha önceki maceraları yer alır. Sanki masal, kalıplaşmış birer anlatı biçimi
içinde, bu kişilerin resmi tarih kitaplarında baş tarafı anlatılmayan hayat mecaralarını
tamamlamak vazifesini üzerine almıştır.
110 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Günümüzde bir yerlere gelebilmek için verilen uğraşlarla, masallardaki verilen uğraşlar
arasında bir koşutluk kurulamaz mı? İnsanların bu "yaşam pastası"ndan iyi
bir pay alabilmek için, daha ilkokul öncesinden başlayarak hazırlandıkları ve sırayla
kazanmak zorunda oldukları sınavlar, masallardaki "mutlu son"a ulaşabilmek
için öldürülecek devlerden başka bir şey olmasa gerek. Ya acımasız iş ortamında
açık veya gizli yapılan engellemeler masallardaki cadıların, kötü kalpli büyücülerin,
hain vezirlerin, uğursuz köselerin yaptıkları kötülüklerden başka nedir ki?. İşin
sevindirici yönü, masallarda çoğunlukla iyilik, dürüstlük, adalet ve çalışkanlık gibi
erdemler üstün gelmekte ve yine çoğunlukla masallar mutlu sonla bitip iyiler hak
ettikleri yere ulaşırken, kötüler de cezalarını çekmektedirler. Ne yazık ki, gerçek yaşamda
bu mutlu sona her zaman ulaşılamamakta ve böylece pek çok güzellik "cadıların",
"büyücülerin", "yeteneksiz padişah ve vezirlerin" elinde yok olup gitmektedir.
Öyleyse bu bizi, her masalın bir gerçeği olduğu sonucuna götürmeli değil mi?
Evet, her masal kaynağını bir gerçekten almaktadır. Masallarımızdaki bu gerçekliğin
ağır basmasından olacak ki, genel olarak masalların temel özelliğini oluşturan
"üçlü belirsizlik" (yer, zaman, kahraman belirsizliği), bazı masallarımızda yerini
kahraman ve yer belirlemelerine bırakır. Çok az da olsa bu masallarda, kahramanın
adı ve olayın geçtiği mekan belirlenir. Örneğin: "Vaktiyle Harran'da oturan bir padişah
varmış", "Zamanın birinde Bağdat'ta bir genç yaşarmış", "Ülkenin birinde Gerge diye bir
şehir, bu şehirde de Ağalar diye bir aile varmış", "Bu ormanın içinde oğluyla birlikte yaşlı bir
adam yaşarmış. Adamın adı Ali, oğlunun adı da Gürbüz'müş", "Oğluna kızan padişah,
bir tabur askeriyle birlikte onu Kırklar Dağı'na sürgün etmiş".
Bu örneklere karşın, masalı anlatan yine de zaman zaman, düşgücünün sınırlarını
çok fazla zorlayıp akılcı düşünceden iyiden iyiye uzaklaştığı kaygısıyla olacak, bu
anlattıklarının hayal ve yalan olduğunu belirtmeden edemez. Bu anlattıklarıyla hayatın
doğal akışını, Tanrının takdirini, insanlara çizdiği kader çizgisini değiştirmeye
kalkıştığı korkusuyla Tanrıdan af dilediği bile oluyor. Örneğin: "Bizden yalan Allah'tan
doğru, bu yalanlar için Allah'tan af dileriz, amin", "Masal bu ya, çocukların başına
döktükleri her tas su altın olup akıyormuş", "Masal bu ya, kızın duası kabul olmuş ve birdenbire...."
Bazen doğrudan deyimleri ve atasözlerini konu alan ve taşıdıkları "kıssadan hisse"
yi özellikle belirten masallar ise, masal geleneğimizde önemli bir yer tutarlar.
Örneğin, dilimizde çok kullanılan "Kadının fendi, erkeği yendi" söyleyişi bir başka deyişe
dönüşüp "Çobanın fendi tilkiyi yendi" olarak karşımıza çıkar ve kurnaz tilkiyi
yenen bu fendli çobanın maceraları masalın konusunu oluşturur. Halk arasında çok
kullanılan "Ne oldum deme, ne olacağım de" sözü de "Ne idim, Ne oldum Ne Olacağım"
masalına konu olmuş ve insanları bu konuda düşündürmeyi amaçlamıştır.
"Az tamah çok ziyan verir" atasözümüz de "Sihirli Yüzük" masalına konu edilerek insanlar
asla hırslı olmamalı iletisi verilir. "Bir deli bir kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz"
sözü ise "Akıllı ile Deli Kardeş" masalına konu olmuştur. Bu masalın kahramanı
olan deli, masalı "Kuyuya bir taş attım, yedi akıllı toplandı çıkaramadı" söz-
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I 111
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
leriyle bitirir. "İyilik yap denize at, balık bilmezse halik bilir" sözü de "Halik Bilmezse
Mahluk Bilir" masalına konu olmuş ve masalın sonunda değişerek "İyilik yap denize
at, halik bilmezse mahluk bilir" şekline dönüşmüştür. "İnsanın kendi kötüsü, elin
iyisinden daha yeğdir" sözü ise "Yedi Deliler" masalında işlenmiş ve bu ileti masalın
sonunda "Yine en iyisi benim delilerim" olarak verilmiştir. "Başına devlet kuşu kondu"
deyimi "İki Kardeş" ve "Ahmet Şah ile Kardeşi İbrahim" masallarında bir motif
olarak işlenmiş ve bu deyimin nereden gelebileceği sorusunun yanıtlarından birisini
oluşturmuştur.
Bazı masallar, doğrudan ders vermeye yönelik olup çıkarılması amaçlanan "kıssadan
hisse" sonunda açıkça belirtilmiştir.
Öteki masallar ise, amaçladıkları "kıssadan hisse"leri dolaylı olarak verip bunu anlamaya
masal dinleyicisine veya okurana bırakır.
Masalların sonunda genelikle iyiler iyilik bulur, kötüler cezasını çeker ve böylece
mutlu sona ulaşılır ama, çok az da olsa, bazı masalların sonunda bu beklenen sonun
tersine, kötülerin bağışlandığı da olur. Dahası, "Dertli Fatma" masalında ise kötü
kahraman bağışlanmakla kalmamış, kendi kendine bir "özeleştiri"ye giderek kıskançlık
gibi kötü bir huydan da vazgeçmiştir. Kötüyü veya suçluyu öldürerek yok
etmenin yararsız ve kolaycı bir çözüm olacağı, asıl güç olanın onu yeniden kazanabilmek
olduğunu içeren bu iletiler de oldukça ilgiye değer kanısındayız.
1.1. Masallardaki İletilere Genel Bir Bakış
Masallarda ait oldukları toplumların gelenek, görenek ve inançlarını, sosyal, kültürel,
ekonomik yapılarını yansıtan pekçok ileti vardır.
Güneydoğu Anadolu'dan derlenen masalların çoğunda "Su içerken yılan yavrusu
yutma olayı" yer alır ve masal bu temel olay üzerine kurulur. Bu masallarda görümcelerini
kıskanan gelinler ona, testinin içine koydukları bir yılan yavrusunu suyla
birlikte içirirler. Yılan zamanla kızın karnında büyür ve onu hamile sanan erkek kardeşleri
de kızı götürüp ölmesi için dağa bırakırlar. Bu masal olayının, bu bölgede en
yaygın en bilinen olay olması şunları akla getirebilir:
Bu yörelerimizde pek çok köyde, yakın zamanlara kadar, temiz içme suyu yoktu.
Günümüzde bile olmayan yerlere rastlanabilir. Böyle olunca da insanlar zorunlu
olarak, sağlıksız, birikmiş gölet suyu içerler. Bunu içerken de içindeki kurtçukları
yutmamak için, su tasının ağzına bir tülbent gererler. Bu önleme karşın, elbette ki
yuttukları çok olmuştur. Hal böyle olunca, sanırız kafalarındaki en büyük ve en korku
dolu soru da "Ya bu yuttuğum kurtlar, zamanla karnımda büyüyüp yılana dönüşürse,
ben ne yaparım?" olmuştur.
112 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Ayrıca Güneydoğu Anadolu'nun kırk dereceyi aşan yaz sıcaklarında, ortalıkta kaynaşan
yılan ve akreplerin (günümüzde artık pek görülmese de eskiden böyle olduğu
bilinen bir gerçek) özellikle uyurken, insanların ağızlarından içlerine kaçacağı
korkusu da gözardı edilmemelidir. Bunun üstüne, bir de genç kızların, karınlarında
büyüyeceklerini varsaydıkları bu yılanlar nedeniyle hamile sanılacakları korkusu
eklenince, bu korkunun sıradan bir korku olmaktan çıkıp bir karabasan boyutuna
ulaşacağı ortadadır. Bu karabasanın altında ezilen ruhlar, masalları birer dışavurum
aracı olarak kullanıp bu korkularını anlatarak bir çeşit "özsavunma" mekanizması
geliştirmiş olmuyorlar mı? Çevrelerini uyarıp "Bakın öyle durup dururken
karnım şişerse, hemen üstüme gelip namussuz kız diye beni cezalandırmayın. Bu
şişkinlik, suyla birlikte içtiğimiz kurtçukların büyüyüp yılana dönüşmesinden olabilir"
diyorlar. Çünkü, masallarda yer alan bir cezalandırma motifi de namusunu yitiren
kadının cezasının, beline kadar toprağa gömülmesi ve taşlanarak öldürülmesidir.
Bu korkulardan doğduğunu sandığımız yılan yutma olayı, masalın içinde daha da
geliştirilip bu yılandan nasıl kurtulunacağı sonucuna kadar ulaşır. İşin burasında
olaya "halk hekimliği" de karışır. Kızın karnındaki yılanı çıkarmak için yedi yıllık
sirke içirmek, tuzlu yiyecekler yedirdikten sonra kızı başaşağı su dolu bir leğenin
üstüne asmak, sirkeyle ölü yılan suyunu karıştırıp içirmek gibi yöntemlerle kız bu
dertten kurtarılır. Çoğu zaman da kurtarıcısıyla evlenip kendisini haksız yere cezalandıran
kardeşlerine de işin doğrusunu anlatma olanağı bularak mutlu sona ulaşır.
Masallarda, kadın ve erkeklerin iş bölümleri de kesin çizgilerle belirlenmiştir. Çoğunlukla
erkekler ava gider, kadınlar da evde kalıp ortalığı temizler, yemek yapar
ve en önemlisi de ocaktaki ateşi daima yanık tutarlar. "Yılan yutma" olayının yer aldığı
Güneydoğu Anadolu masallarında bu "ateşin sürekliliği" de yer almaktadır.
Ateş söndüğü zaman, yenisini yakabilmek çok güç, hatta can pahasınadır. Çünkü,
ateş "Prometheus" mitinde olduğu gibi olağanüstü güçlere sahip varlıkların (tanrıların,
devlerin, ejderhaların) tekelindedir. Bu ateşi, tanrıların elinden alıp insanlara
vermek, nasıl ki Prometheus'un ciğerlerinin parçalanmasına neden olmuştur, masal
kahramanlarımızın da kanlarını, canlarını yitirmelerine neden olur.
Yine bu masallarda "Su başlarını devler tutmuş"tur. Tıpkı ateşi olduğu gibi suyu da
devlerin elinden almak can karışılığıdır, özellikle de gençlerin canı karşılığı. Bu masal
motiflerinin yaygınlığı da ateş ve su gibi temel yaşam unsurların, eskiden beri
kutsal bilinmesi ve zor elde edilmesiyle açıklanabilir. Her zaman ve her koşulda, canı
karşılığı da olsa, suyu ve ateşi devlerin elinden alıp insanların yararına sunacak
"Yiğit Prometheuslar" olagelmiştir ve hep olacaktır. Masallarımız ve insanlık tarihi
bunların örnekleriyle doludur. Ayrıca, bu masallardaki su başlarını tutan devlerin,
ejderhaların bir genç kız karşılığında, suyu bir zaman serbest bırakması, kızların bir
gelin gibi süslenerek bu canavarlara sunulması, çoğu zaman da korkusuz bir delikanlının
devi öldürerek kızı kurtarıp onunla evlenmesi olayı gerçek hayatta bazı
zengin ve yaşlı adamların büyük paralar karşılığında yoksul bir evin genç ve güzel
kızını alması ( o başkasını seviyor olsa bile), böylece yoksul ailenin, kızlarını kurban
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I 113
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
ederek rahat bir yaşama kavuşmalarını; bazen de kızın sevdiği genç tarafından, kızın
tam gelin olacağı sırada kaçırılıp kurtarılması olayını çağrıştırıyor.
Masallarda umut ve güzellik hep "Kafdağı"nın ardındadır. Bu nedenledir ki, masal
kahramanlarımız ellerinde asa, ayaklarında çarık, yollara düşüp hiç durmadan dağlar
aşarlar. Umudun ve güzelliğin arayıcısı olurlar. Yine bu masallarımızda, hiç bitmeyen
bir "hak, adalet, demokrasi" özlemi görülür. Bu özlem sonucu olsa gerek, astığı
astık, kestiği kestik masal padişahlarının yanı sıra son derece dürüst, hak tanır,
menekşelerini bile kendi elleriyle sulayacak kadar insan ve duyarlı, çevresindekilerin
uyarılarına kulak verecek kadar sağduyulu, giderek oylama yoluyla padişah olmayı
kabul edecek kadar da halkın seçimine saygılı padişahlar vardır. Bunlar çoğu
zaman "tebdil-i kıyafet" edip sokaklara düşerler ki, yönettikleri insanların halini yakından
görebilsinler ve çıplak gözle gördükleri bu sorunlara çözüm getirebilsinler.
Masallarda erkeğin çok eşliliğine birinci eşinin de rıza göstermesi ve kumasıyla iyi
geçinmesi, ağabeyi ölen erkek kardeşin yengesiyle evlenip, yeğenlerine babalık etmek
zorunda kalması, kız çocuklarının,yanlış bile olsa babalarının kararlarına karşı
gelmeyerek ölmeye razı olmaları, "ağzı var dili yok" kadınların her zaman kabul
görmesi, kızların bekaretlerini canları pahasına korumaları, kadınların çoğu zaman
cinsel tacizle karşılaşmaları ve bu güç durumdan kurtulmak için büyük uğraş vermek
zorunda kalmaları, hacca gidenin geride bıraktıklarının sorumluluklarını yüklenip
geçimlerini sağlamaları, kesilen saçların öyle gelişigüzel ortalığa atılmaması
(halkımızın inanışına göre kesilen saç ortalığa atılır ve ona basılırsa, sahibinin başı
ağrır; ayrıca saç tellerinden, cinci hocalar büyü yapıp saçın sahibi kadını, büyüyü
yaptırana aşık edebilirler), köylünün mahkemesini kendisinin kurması ve mahkeme
heyetine rüşvet verilmesi, gelen tanrı misafirinin sorgusuz sualsiz konuk edilmesi
hep toplumumuzun gelenek ve göreneklerini, sosyal ve kültürel yapısını yansıtan
olaylardır. Yukarıda belirtilen geleneksel kadın kahramanların yanı sıra güçlü
kadın kahramanların yer aldığı "ayrıksı" masallar da vardır. Eşinin karşılaştığı her
sorunu çözen kadın kahramanın yer aldığı masal, buna örnek olarak gösterilebilir..
Ama, bu masallar her ne kadar kadını yüceltiyor gibi görünüyorsa da sonunda yine
de bir uyarını bulup kadının padişahlık yetkilerini kocasına devredip "hanım hanımcık"
evinin kadını olmasıyla sonuçlanır. Bu sonuç, şu kaygılardan kaynaklanmış
olabilir: Masalda da olsa, kocası dururken kadını başarılı bir padişah yapmak feodal-
ataerkil bir toplumun değer yargılarına ters düşecektir. Ayrıca, geleneksel bir
anlatı türü olan masalda, erkek üstünlüğüne dayanan, böylesine köklü bir gelenek
yıkılmamalıdır. Ama, kadının güçlü olabileceğinin de zaman zaman erkeklere
anımsatılmasında yarar vardır.
Masallarda, güçlü kadın kahramanların bulunmasının nedenlerinden birini de Boratav
(1939) şöyle saptıyor: "Kadın kişiler masalda, bir de kadın cinsinin haklarına ulaşmak
için, girişmek zorunda kaldığı savaşı temsil ederler". Gerçekten de olağanüstü masallarda
olsun, gerçekçi masallarda olsun, tuttuğunu koparan gözünü budaktan sakınmayan
genç kız ve genç kadın tipleri çok belirgin olarak çizilmiştir. Bunun bir nedenini
masalların hele olağanüstü nitelikte olanların, anlatılma ve yayılma işinin,
114 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
daha çok kadınlarca benimsenmiş olmasında aramak gerekir. Bu anlatı türünün
"kocakarı masalı" diye adlandırıldığını unutmayalım:
"Kadının Çilesi" masalında yer alan kadın kahramanın, çeşitli cinsel tacizlere uğramasına
karşın, direnerek namusunu korumasını ve bir zaman sonra da başarılı bir
padişah olması sonucunu, belki de zamam zaman kendisi de bu sıkıntıları yaşamış
bir kadın masalcının yaratısına borçlu olabiliriz. Kendilerine haksızlık yapmış erkeklerden,
zamanla güçlenerek öç alan kadın kahramanlara da sıkça rastlıyoruz.
Bunlar da yine kadın masalcıların, kendilerini ezen erkeklere karşı sembolik bir öç
alma yolu olarak değerlendirilebilir. Ayrıca, ezilen kadın dinleyicilerin de yine bu
"mutlu, umutlu" sonla, kendilerini, o kadın kahramanla özdeşleştirerek yüceltecekleri
ve böylece belli bir avunma ve iyimserlik sağlayabilecekleri de gözardı edilmemelidir.
1.2. Masalların Masallarla, Öteki Bazı Türlerle ve Sanat Dallarıyla
Etkileşimleri
Ülkemizin tüm bölgelerindeki masallar doğudan-batıya, güneyden-kuzeye (Diyarbakır'dan
derlenen "Nar Tanem Bir Tanem" masalı, İzmir'den derlenen "Gül Hanım"
masalının; Zonguldak'tan derlenen "Evliya ile Kevliya" masalı da Mersin'den
derlenen "Ali ile Musa" masalının varyantlarıdır) birbirlerinden etkilenmekle kalmamışlar,
başka ulusların masallarından da etkilenmişler ve onları etkilemişlerdir.
Masallar, yalnız masallardan değil efsanelerden, mitolojiden, halk hikayeleriniden,
halk şiirlerinden, destanlardan, atasözlerinden, deyimlerden, bilmecelerden de etkilenmişlerdir.
Mitolojik etkilere en belirleyici örnek "Balığın Gülmesi" masalındaki kadın kahramanın
başından doğurması ile Zeus'un başından doğurması arasındaki benzerliktir.
Masalımızdaki kadın kahraman, burnuna kaçan küçük bir maddeden dolayı
hamile kalır ve zamanı geldiğinde de başından doğurur. Yunan mitolojisindeki Zeus
Baba'ya gelince: "Bu denli çapkın olan Zeus'un kendisi de bir gün doğum yapar. Gök
tanrı, Okeanus'un kızı Metis tanrıçayla birleşir. Akıl, ve düşünceyi temsil eden Metis hamile
kalınca Zeus akla ve düşünceye bütünüyle sahip olmak için, onu yutar ve kendi içine alır.
Doğum günü geldiğinde akıl ve zeka tanrıçası Athena, babası Zeus'un başından doğar. "Efsaneye
göre, bunu kıskanan Hera da kendi başına doğum yapar ve demirci ustalarının
tanrısı Hephaistos'u doğurur.
"Nar tane" ile "Yasemin" masalları ise "Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler"in varyantından
başka bir şey değildir. Yedi cücenin yerini erkek kardeşler, prensesin yerini
sıradan bir kız, cadının sihirli elmasının yerini de güzel bir yüzük almıştır. Hepsinin
sonunda da kız yeniden canlanır ve mutlu sona ulaşılır. "Terliklerin Getirdiği
Mutluluk" ve "Kıskançlık" masalları da "Kül Kedisi" masalının birer varyantı
olarak düşünülebilir. "Ahmet Şah ile Kardeşi İbrahim" masalı ile "Hz. Yusuf
Kıssası" arasındaki benzerlik de açıktır. "Çömüdük" masalındaki doğar doğ-
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I 115
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
maz konuşan, yürüyen, yemek yiyen Çömüdük de "Oğuz Destanı"ndaki Oğuz'un
bir benzeridir. "Akıllı ile Deli Kardeş" masalındaki "ölçeğe sıkışan altın" olayı, hemen
akla "Ali Baba ile Kırk Haramiler"i getirir. Anlatıcıların eklemelerinden olsa
gerek, masallarda yer yer çağdaş teknik araçlara da rastalanır. "Dev Anası ve Cake"
masalında yer lan "bomba", "Ahmet Şah ile Kardeşi İbrahim" masalındaki
"asansör" bu saptamaya örnek gösterilebilir.
Masallar bu etkileşimlerle sınırlı kalmamışlar günümüz yazarlarını, ozanlarını, senaristlerini
dolayısıyla çağdaş sanat türlerini de etkilemişlerdir. Sçedrin (Büyüklere
Masallar), Aziz Nesin (Büyükler İçin Masallar), Sabahattin Ali (Sırça Köşk) gibi
yazarlar güncel sorunları masal ögelerinden yararlanarak ortaya koymuşlardır.
Masallarda, dağ başına terkedilmiş zavallı, günahsız kızı daima iyi kalpli bir çoban,
bir çiftçi, bazen de bir şahzade bulur ve kurtarır. Masalların bu çok yaygın motifini
1950 yapımı, siyah beyaz, Ida lupino'nun yönettiği "Öfke" adlı Amerikan filminde
görmek mümkündür. Bu konuda masalla arasındaki tek fark, filmde haksızlığa uğrayıp
tek başına yollara düşmüş zavallı kızı, çoban, çiftçi veya şehzade değil de iyi
kalpli bir ilahiyat doktorunun bulup kurtarmasıdır.
Yönetmenliğini Mel Brooks'un yaptığı "Kokuşmuş Hayat" filminde de sokaklarda
yaşayan yoksul kadın kahramanın, yatak olarak aynı mukavva kutuyu paylaşmak
zorunda kaldığı erkekle arasına yatarken bir hançer koyması ve böylece onun kendisine
dokunmasını önlemeye çalışması, aslında bir şark masal motifi olan ve yine
bir şark geleneğinden kaynaklanan, kendisine nikah düşen bir erkekle aynı yatakta
yatmak zorunda kalan kadının namusunu korumak için, araya bir hançer veya kılıç
koyması ile benzerlik gösterir. Bu motifin Amerikan filminde ne işi var diye hiç şaşırmamak
gerekir. Çünkü artık, günümüzdeki iletişim ve ulaşım araçlarının dünyamızı
ne kadar küçültüğünü ve tüm kültürleri evimizin içine taşıdığını hepimiz biliyoruz.
Ayrıca masallardaki herhangi bir evrensellik, insanın biyolojik kalıtımının, kendi
doğal, çevresel konumunun ve yaşamının sosyo-kültürel yönlerinin ortak paylarında
aranmalıdır.
Yine masallarımızda çok görülen bir "Taş kesilme" motifi vardır. Olağanüstü güçlerin
taşa çevirdikleri canlılar, daha sonra, sihir bozulunca yeniden canlanırlar. 1948
yapımı, siyah-beyaz, Willliam A. Seiter'in yönettiği "Venüs Dokunursa" adlı Amerikan
komedisinde, Venüs heykelinin canlanarak Ava Gardner'in kişiliğinde, güzel
bir kadına dönüşmesi ve olayların bunun üzerine kurulması bu masal motifine güzel
bir örnektir.
Konusunu masallardan alan sinama, opera ve bale yapıtlarına ayrıca şu örnekler de
verilebilir: Örneğin, "Üç Yumurta" masalındaki yumurtadan çıkan peri kızı, ünlü
Rus bestecisi Prokofiyev'in "Üç Portakal Aşk Operası"nda portakaldan çıkıyor. Bu
küçük fark dışında olay örgüsü hemen hemen aynıdır. "Tuzun Değeri" masalında
padişahın en küçük oğlu, babasını tuz kadar sevdiğini söylediği için ülkeden ko-
116 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
vulur. Shakespeare'nin "Kral Lear" yapıtında da Kral Lear küçük kızı Cordelia'yı
"Seni babam olduğun için seviyorum, kral olduğun için ayrıca değil" dediği için ülkeden
kovar. Sonunda her ikisi de yani hem masaldaki padişah hem de Shakespeare'nin
kralı bu davranışlarının yanlış olduğunu anlarlar.
"İsmail'in İyiliği" masalında yer alan ve genel olarak masallarda çok görülen "padişahın
gülmeyen kızını veya oğlunu güldürenlerin ödüllendirilmesi" motifi ise Şerif
Gören'in yönetmenliğini yaptığı "Abuk Sabuk" adlı Türk filminin hareket noktasını
oluşturur.
"Gülnazik" masalının sonunda, çeşitli haksızlıklara uğrayan zavallı bir kız, şehzadeyle
evlenip güçlenince kendisine haksızlık edenleri bir odaya toplayarak dışarıya
çıkışı yasaklar ve onlara yaptıklarını anımsatarak çeşitli cezalara çarptırır. Yönetmenliğini
Peter Zinner'in yaptığı "Semender" filminin son sahnesinde de herkes
çıkışı kapatılmış bir salona toplanarak onlara suçlarını gösteren bir film izlettirilir.
"Pepug Kuşu" masalı ile bunun varyantı olan "Gıdı Gıdı Kuşu" masalında acımasız
üvey annenin elinden kurtulmak isteyen küçük kızlar Tanrıya kendilerini kuş
yapması için dua edip yalvarırlar. Tanrı da onları kuşa çevirir. Kızlar göklere uçup
içinde bulundukları kötü koşullardan kurtulurlar. Böylece bir çıkış, birkaç kaçış yolu
bulurlar. Masallardaki bu kuşa dönüşme dileği, motifi, bir Amerikan filmi olan
ve yönetmenliğini Robert Zemeckis'in yaptığı "Forrest Gump"ta şöyle kullanılmıştır.
Sarhoş babasının dayağından kurtulmak, içinde bulunduğu şiddet dolu yoksul yaşamdan
kaçmak isteyen küçük kız, Tanrıya yalvararak kendisini kuşa çevirmesini
diler. Ayrıca, zeka özürlü arkadaşı Forrest Gump'tan da kendisi için bu konuda dua
etmesini rica eder.
"Fatma", "Gülnazik", "Kadının Çilesi", "İyi kalpli Kadın" masallarında iftiraya
uğramış ve ölümle cezalandırılmış iyi kalpli, dürüst kadın kahramanlara cellatları
kıyamaz ve onları serbest bırakarak giysilerini bir hayvanın kanına bulayıp kanıt
olarak götürürler. Bu motif, başta birçok kez filmi de yapılan "Pamuk Prens ve
Yedi Cüceler" olmak üzere, pek çok dünya masalında olduğu gibi, gerçek yaşamda
da örneklerine rastlanır. Bu da gayet doğaldır; çünkü masallar bir bakıma gerçek yaşamın
bir yansısından başka bir şey değildir, her masal bir gerçekten yola çıkar.
17. yy. de yaşamış olan besteci, şarkıcı ve kemancı italyan müzisyen Stradella'nın
yaşam öyküsü buna ilginç bir örnektir. Şöyle ki: "Venedik'in çok varlıklı soylularından
biri güzel şarkılar söylesin diye sevgilisine, genç ve yakışıklı bir delikanlı olan besteci Alessandro
Stardella'yı şan öğretmeni olarak tutmuştur. Onyedinçi yüzyılın başlarıdır, insan
yaşamının pamuk ipliğine bağlı olduğu, pusu ve cinayetlerin olağan işlerden sayıldığı çok
tehlikeli bir zamandır. Oysa şeytan dürtmüş Stradella, öğrencisi hanımefendiye vuruluvermiştir.
Hortensia da delikanlının duygularına karşılık verince, iki sevgili koruyucu efendilerinden
kaçmaya karar verirler.
"Terkedilen soylu, öç almayı, aşıkları cezalandırmayı kafasına koymuş, bu iş için iki de kiralık
katil tutmuştur. O sırada da Staradella'nın bestelediği bir oratoryo, Roma'nın San Giovanni
Laterana Kilisesi'nde seslendirecektir ve baş solo partisini de Stradella söyleyecektir.
Kiralık katiller kurbanlarını gözden kaçırmamak için saat beşe gelince kiliseye girerler, başın-
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I 117
.......
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
dan sonuna kadar salonda otururlar. O yüzden ister istemez oratoryoyu sonuna kadar izlemek
zorunda kalırlar. Müziğin güzelliği ve Stardella'nın inanılmaz güzellikteki sesi ve baş
solo partiyi söyleyiş biçimi akıllarını başlarından alır. Böyle bir insan hiç öldürülür mü, diyerek
kararlarından vazgeçerler."
Masal ve efsanelerde çok yer alan ve umarsız insanların kurtuluş aradıkları "göl motifi"
ise Çaykovski'nin "Kuğu Gölü" balesinde şöyle yer alır: Prens Zigfirid ile büyücü
Baron'un büyü yaparak kuğuya çevirdiği sevgilisi Odet, birbirlerine sarılarak
gölün sularında boğulurlar ve böylece kavuşmuş olurlar.
Bu motif Chopin'in, esinini "Adam Miskiewicz" şiirinden aldığı bir baladında ise
şöyle kullanılır: Bir Polonya köyünde tüm erkekler savaşa gitmiş ve hepsi de ölmüştür.
Rus askerleri köye saldırırlar. Korumasız ve umarsız kalan köy kadınları Tanrıya,
kendilerini bu askerlerin eline düşürmemesi için yakarırlar. Duaları kabul olur
ve Rus askerleri geldiklerinde, köyün yerinde bir göl bulurlar.
Yine efsane ve masallarda bir anlatım yolu olarak çok kullanılan "semboller" motifi,
yönetmenliğini Jane Champion'un yaptığı "Piyano" filminde yönetmen tarafından
filmin kahramın kadınla, küçük kızının giysilerinde yansıtılmıştır. Çok iyi anlaşan
ve bir bütün oluşturan bu ana-kız birbirlerine ters düştükleri, kadının yasak aşkına
gitmek istediği, kızın da onu engellemeye çalıştığı sahneye kadar hep bir örnek giysiler
içindedirler. Birbirlerine ters düştükleri bu sahneden sonra, giysileri de farklılaşmıştır.
Bu kaynağın farkında olan ve ondan yararlanmasını bilen sanatçıların ne denli özgün
ve kalıcı yapıtlar yarattıkları ortadadır.
Öyleyse yapılacak tek şey, derya içinde yüzen mahilerin deryayı bilmeleridir. Yani
sanatçılar, içinde yaşadıkları "halk kültürü denizi"ni gerektiği gibi tanımalıdırlar ve
ondan sonuna kadar yararlanabilmelidirler.
Genellikle insanların masala bakışı, oldukça dar açılı ve eksiktir. Çünkü, masallar
yalnızca çocuklara yönelik, onların hoşça vakit geçirmelerini sağlayan, olağanüstü,
hayali olaylarla örülmüş, sözlü halk edebiyatı ürünleri olarak bilinir ve kabul görürler.
Oysa, birçok toplumda halk anlatıları, ötekilerin faaliyetlerini, ilk ninni söylendiği
veya ilk canavar masalı anlatıldığı zamandan itibaren kontrol etmek, etkilemek
ve yönlendirmek için de kullanılır.
Halk anlatıları, gençlerin aklına âdetleri ve ahlaki ölçüleri yerleştirmekte; bir yetişkin
olarak kurallara uyduğunda onu övgüyle ödüllendirmekte, doğru yoldan saptığında
onu eleştiri ve alayla cezalandırmakta, kurumlara ve geleneklere saldırıldığında
veya bunlar sorgulandığında akılcı bahaneler bulmakta ve her şeyi olduğu gibi
kabul etmek ve günlük hayatın güçlüklerinden kaçışı sağlamakta kullanılır. Halk
anlatılarının parodoksu buradadır. Öyle ki, bir kültürün nakli, devamı ve korunmasında
yaşamsal bir rol oynar ve bireyi bunlara uymaya zorlarken, aynı zamanda da
aynı kurumların birey üzerindeki baskısına karşı, toplumun kabul ettiği çıkış yolları
sağlar.
Bir sözlü halk edebiyatı ürünü olan masalların, çocuk ve giderek yetişkin eğitimindeki
rolü yadsınamaz. Masallar, ait oldukları toplumların gelenek, görenek, inanç-
118 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
larını, sosyal, kültürel, ekonomik yapılarını yansıtan pek çok motiften oluşurlar.
Böyle olunca da "insanın serüvenini" geçmişten günümüze, günümüzden de geleceğe
taşır dururlar. Bu taşıyıcılık işlevi özellikle sosyolojik, psikolojik, etik (ahlaksal)
ve kültürel açıdan çok önemlidir.
Masallarda genellikle iyilik, dürüstlük, adalet ve çalışkanlık üstün gelmekte ve yine
çoğunlukla mutlu sonla bitip iyiler hak ettikleri yerlere ulaşırken, kötüler de cezalarını
çekmektedirler. Bu da henüz gelişmekte olan çocuk ruhlarının, bilinçlerinin,
doğrudan ve haklıdan yana tavır koymaları doğrultusunda yönlendirilmeleri bakımından
yararlı olacaktır. Her ne kadar, büyüdükten ve hayat cangılında savaşmaya
başladıktan sonra, masal gerçeği ile yaşam gerçeğinin, çoğu zaman çeliştiğini göreceklerse
de o zaman, takvim ve kültür yaşları bunun nedenini, niçinini kavrayıp çözecek
olgunluğa erişmiş olacağından bu çelişkinin nedenlerini anlayabileceklerdir.
Önemli olan onlara, temelde güzel ve sağlam değerler kazandırabilmektir. Bunun
da en kolay ve etkili yolu masallardan geçer.
Masallar, çocuk yetiştin ayırımı gözetmeden, bütün halkın eğitimini amaçlarlar ve
bu amaç içindir ki, bilimsel yöntemlerle incelendiklerinde açıkça görüleceği gibi
sosyolojik, psikolojik, etik, ekonomik iletiler içerirler.
Öyleyse masallara, böylesine geniş bir perspektif dururken, çok dar bir açıdan bakmak,
halk kültürlerin bu zengin kaynağına haksızlık olur ve onu yeterince değerlendirememe
tehlikesini de beraberinde getirir. Oysa bir ülkenin masallarında, o ülke
insanının psikolojik, sosyolojik, ekonomik, etik göstergeleri, değerleri kısaca yaşam
serüveni gizlidir. Ayrıca bir insana kendi anadilinin, konuşma dilinin bütün inceliklerini
masallardan daha iyi ne öğretebilir?
Tüm bunların üstünde de özellikle okuma-yazma oranı düşük, dışa kapalı toplumlarda
masallar başlı başına bir halk eğitimi aracıdır. Masal analarının, başına toplanan
insanlara anlattığı masallardaki olayları, sorunları ve çözümleri dinleyenler
kendi yaşamlarıyla özdeşleştirip gereken kıssadan hisseyi çıkarırlar ve oradan ayrılırken
daha bir mutlu, dingin ve doygun ayrılırlar. Çünkü kendileri gibi sorunları
olan yoksul, zavallı ama haklı, iyi kalpli masal kahramanları pek çok acılar çekmiş
sonunda hak ettikleri mutlu sona ulaşmışlardır. Mademki masallarda daima iyiler
iyilik, kötüler kötülük bulmaktadır, öyleyse kendileri de sabretmeli, umutsuzluğa
düşmemeli, hele hele özkıyımı (intahar) hiç düşünmemelidirler.
Dahası yalan söylememeli, kıskanç ve kötü kalpli olmamalı, dedikoku yapmamalı,
dürüst ve çalışkan olmalı, büyüklere, yoksullara karşı sevecen ve saygılı olmalı, yabancılara
çok güvenmemeli, hep savunmada ve dikkatli olunmalı vb. gibi iletileri
içinde taşıyarak halkı eğitmeyi amaçlayan masalların, şimdiye kadar pek üstünde
durulmayan bu yönlerinin saptanarak gösterilmesi ve onların hedef kitlesinin yalnızca
çocuklar değil, çocuk-yetişkin tüm insanlar olduğunun savlanması, masallara
başka bir açıdan bakmamızı sağlayacaktır.
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I 119
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
1.3. Masallarda En Çok Verilen Ortak İletiler
Masallarda en çok verilen ortak iletilerden bazıları şöyle sıralanabilir:
1. İyiler iyilik bulur, kötüler kötülük, haklı olan bir gün mutlaka hakkını alır.
2. İnsan, herkese karşı çok dikkatli olmalı, en yakınına bile güvenmemelidir;
bazen en büyük kötülüğü onlardan görebilir, çünkü onlara karşı savunmasızdır.
3. Mutluluğa giden yol uzun ve çetindir, her ödülün bir bedeli vardır.
4. Umutsuzluğa kapılmamalıdır, yaşam yalnız mutsuzluklarla dolu değildir,
insana en umutsuz anında bile bir yardım eli uzanabilir.
5. Bir şeyin aslını aramadan karar vermemeli, iftira olasılğı hiç bir zaman gözardı
edilmemelidir.
6. Özeleştiri yapmak, olaylardan ders almak ve gerektiğinde özür dilemek, insanı
eğitir ve davranışlarını daha iyiye götürür.
7. Sabırlı, tutarlı, kararlı insanlar amaçlarına mutlaka ulaşırlar.
8. Kıskançlık ve şantaj pek çok insana zarar verir ve sonunda bir bumerang gibi
sahibine geri döner.
9 Zeka ve sağduyu, kaba gücü ve zoru yenerek, pek çok sorunu çözer.
10. Bağışlamak yüce bir erdemdir.
11. Dış görünüşe aldanmamalıdır.
12. İnsanlar arasındaki iş bölümünü cinsiyetler belirler.
13. Su ve ateş gibi, insanların yaşamsal gereksinimlerinin başını devler tutmuştur.
Onlara ulaşmak için, insanlar öteden beri acı çekerler.
14. Büyük sözü dinleyenler rahat ederler, dinlemeyenlerin ise başları dertten
kurtulmaz.
15. Yabancıların yardım önerileri, çekinceyle karşılanmalıdır, her yüze gülen
dost sanılmamalıdır.
16. Her canlı diğer canlılara muhtaçtır, herkesin yardımına gereksinim duyulabilir.
17. Yalanın ve kurnazlığın getireceği mutluluk çok kısa sürelidir, yalancının mumu
yatsıya kadar yanar.
18. Eş adayını iyice tanımadan yapılan evlilikler, bazen felaket getirebilir.
1.4. Ortak İletilerin Genel Olarak Değerlendirilmesi
Ortak iletilerden birinci sırayı "Haklı olanın bir gün mutlaka hakkını alacağı, iyilerin iyilik
kötülerin kötülük bulacağı" iletisinin alması elbette bir rastlantı değildir. Bu ileti aynı
zamanda bu masalları yaratan toplumun en büyük beklentisi, umudu, yaşama
bakış açısıdır.
İyilerin iyilik, kötülerin kötülük bulması beklentisinden zaman zaman kötülerin cezalandırılmadığı,
bir özeleştiri yaparak kendi kendilerine doğru yolu buldukları da
görülür ki, bu da o toplumun cezadan çok hoşgörüden yana olduğunu gösteren
önemli bir noktadır. Örneğin "Kötü Kral" masalında yer alan acımasız, geçimsiz,
120 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
her türlü kötülüğü yapabilen kral, masalın sonunda bakın nasıl oluyor: "Öte yandan,
tüm bu olup bitenlerden sonra, yaptığı kötülüklerden çok pişman olan kral da artık bundan
böyle çok iyi bir kral olmaya karar vermiş. Kızına da kırk gün kırk gece süren bir düğün yapmış.
Bu olanları uzaktan izleyen iyilik perisi de onlara yardımcı olduğu için çok seviniyormuş.
Böylece, herkes mutlu olmuş. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine."
Görüldüğü gibi halkın sağduyusu kötüyü cezalandırmanın çok kolay, ucuz bir yol
olduğunun, aslolanın onu bağışlamak, topluma kazandırmak olduğunun gereğine
inanmakla, çok az da olsa bazı masallarda böylesine "bağışlayıcı, iyileştirici" sonlar
yaratmaktadır.
Özellikle "Kıskançlık" masalının sonunda, bu özeleştiriyle doğru yolu bulma davranışı
altı çizilerek şöyle belirtilir: "Aradan bir zaman geçtikten sonra, Berivan'a iyi bir
talip çıkmış ve görkemli bir düğünle evlenip mutlu olmuş. Üveyanne ve kızı ise kıskançlığın
ne kadar kötü bir şey olduğunu görüp bir daha aynı yanlışı yapmamaya karar vermişler. " İşte
asıl özlenen sonuç budur, ama bunun için toplumu oluşturan bireylerin intikam,
öç beklentisi içinde değil, daha üst bir düzeyde yapıcı, bağışlayıcı, hoşgörülü bir tavır
içinde yaşam koşullarının iyileştirilmesine, psikolojik beklentilerinin doyurulmasına,
dolayısıyla da zamana gereksinim vardır. Henüz bu düzeyde olunamadığı
için de yukarıda da belirtildiği gibi, yalnızca yedi masal böyle sonlanmıştır. Toplum
bireylerinin sosyolojik, psikolojik, ekonomik açılardan düzeyleri yükseldikçe böyle
sonların sayısı da artacaktır elbette. Yoksa, iyiler iyilik bulurken, kötülerin hep ya
"kırk katırla" ya da "kırk satırla" cezalandırılmaları yöntemi sürüp gidecektir.
"Dertli Fatma" masalında ise çok ilginç bir son geliştirilmekte, kötünün ne olduğundan
hiç söz edilmeyerek bu konudaki sonuç dinleyiciye-okuyucuya bırakılmaktadır.
Masalı dinleyen-okuyan herkes belki de kendi kafasında, yüreğinde, ona farklı
bir son yaratacaktır. Bu da onun kültür düzeyiyle orantılı olacaktır. Böylece dinleyici-
okuyucu bir bakıma da edilgin durumdan çıkıp etkin duruma geçecek ve masalın
yaratım sürecine bir ölçüde de olsa, kendi yarattığı sonla katılacak demektir.
En çok verilen ikinci ortak ileti olan "İnsan, herkese karşı çok dikkatli olmalı, en yakınına
bile güvenmemelidir, bazen en büyük kötülüğü onlardan görebilir, çünkü onlara karşı savunmasızdır"
iletisinin ne kadar evrensel bir "insanlık sorunu" olduğu ortadadır.
Birçok ressama konu olan "İsa ve Oniki Havarisinin Son Akşam Yemeği" olayı, bu
iletinin evrenselliğine en iyi örneklerden birisidir. İsa'yı katiline, omuzdan öperek
işaret eden en yakın havarisi tüm insanlık alemine bu iletiyi, en çarpıcı şekliyle vermiş
ve böylece İncil'de "İnsana güvenen insanın vah haline" saptanmasının yer almasını
da sağlamıştır.
Bu iletiyi veren masallara baktığımızda, en yakın aile bireylerinin ve öteki yakınların
birbirlerine yaptıkları ihanetleri, attıkları iftiraları ve çeşitli kötülükleri görürüz.
Örneğin kardeş ihanetleri, eş ihanetleri, anne-baba ihanetleri, enişte, kan kardeşi,
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I 121
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
evlatlık, komşu, arkadaş, hizmetçi ihanetleri, kardeş ve amca karısı iftiraları,
kayın(kocanın erkek kardeşi) iftiraları, görümce iftiraları.
Bağların güçlü olduğunu varsaydığımız özellikle anne, baba ve kardeş ilişkisindeki
ihanetler toplumumuz açısından düşündürücüdür. Babaların oğulların eşlerine
göz koymaları, anaların çocuklarını öldürmeye kalkmaları ve bu "insana güvensizlik"
iletisinin de ikinci büyük ortak ileti olması, bu sorunun boyutunu daha da trajikleştirmektedir.
"Ne idim, Ne Oldum, Ne Olacağım?" masalındaki iftiracı ve acımasız annenin
(ki bu özannedir), kızına davranışı da özellikle üstünde durulmaya değer bir olaydır.
Burada, savaşa giden kral kocasına, sarayda kalan keşisle ihanet eden kadın, kızının
bu durumu anladığını görünce, sevgilisiyle birleşip kızına iftira etmiş ve onu
ölüme terk etmiştir. Çok "uç" bir örnek olmakla birlikte, iletiyi en sarsıcı biçimde vermesi
açısından, bu örnek üstünde özellikle durulmuştur. İnsanı bir anda büyük bir
umutsuzluğa ve güvensizliğe düşürebilecek bu iletiyi, dört ve beş numaralı ortak
iletiler "Umutsuzluğa kapılmamalıdır, yaşam yalnız mutsuzluklarla dolu değildir, insana
en umutsuz anında bile bir yardım eli uzanabilir", " Bir şeyin aslını aramadan karar vermemeli,
iftira olasılığı hiçbir zaman gözardı edilmemelidir" diyerek dengelemektedirler.
Zaten masallar hep bu dengeler üzerine kurulmuştur. Çünkü yaşamın kendisi ve
halkın yaşam felsefesi de bu dengeler üzerine kurulmuştur. Böyle olduğu içindir ki
masalın bir tanımı da şöyledir: "Mesel: Hikmet'ül avam olan cümel ve ibarat denilir"
(Halkın felsefesi olan cümlelere ve metinlere denir).
iki numaralı ortak iletinin karşısına, denge unsuru olarak koyduğumuz dört ve beş
numaralı iletilere ve bunların oluşturduğu dengeye "Kadının çilesi" masalı tipik
bir örnektir. Burada olaylar şöyle gelişir ve sonuçlanır:
- Kadın kocasının kardeşi tarafından cinsel tacize uğrar.
- Karşı koyunca, iftiraya uğrayıp cezalandırılır (Beline kadar toprağa gömülür).
+ Zengin bir tüccar tarafından kurtarılır.
- Tüccarın kölesi tarafından cinsel tacize uğrar.
- Karşı koyunca, iftiraya uğrayıp cezalandırılır (Ölümle).
+ Tüccar onu yine kurtarır.
- Kadın, iyilik yaparak idamdan kurtardığı bir adam tarafından cinsel tacize
uğrar.
- Karşı koyunca cezalandırılır (Denizcilere satılır).
+ Kadın Allah'a yalvarır, fırtına çıkar, gemi batar, herkes ölür, kadın kurtulur
ve sonunda padişah olur.
Bunu şöyle bir şemayla gösterebiliriz:
122 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Görüldüğü gibi insanın insandan umudunu kestiği ve tam her şeyin bitmiş gibi göründüğü
bir anda, devreye büyük ve mutlak güç giriyor ve insanoğlunu elinden tutup
hakkı olan yere yükseltiyor. Çünkü dinsel inanışlara göre insan Tanrının yarattığı
en güzel, en anlamlı varlıktır, Tanrı onda kendisini görür ve hiçbir zaman onu
yüzüstü bırakmaz. Bu nedenle değil midir ki, o hep insanoğlunun "güzel Tanrısı"
dır, insan da onun "sevgili kulu".
Bu kurgu şeması üç aşağı beş yukarı, bu iletiyi taşıyan öteki masallara da uygulanabilir.
Dört ve beş numaralı bu ortak iletiler, aynı zamanda "7- Sabırlı, tutarlı, kararlı insanlar
amaçlarına mutlaka ulaşırlar", 8- Kıskançlık ve şantaj pek çok insana zarar verir ve sonunda
bir bumerang gibi sahibine geri döner", "9- Zeka ve sağduyu, kaba gücü ve zoru yenerek
pek çok sorunu çözer", "17- Yalanın ve kurnazlığın getireceği mutluluk çok kısa sürelidir,
yalancının mumu yatsıya kadar yanar" ortak iletileriyle de bir şekilde örtüşmektedir.
Çünkü iftiraya, ihanete dolayısıyla da haksızlığa uğramış masal kahramanı yedi
ve dokuz numaralı ortak iletilerdeki özelliklere sahip olmasa, sekiz ve on yedi numaralı
ortak iletilerdeki gerçeği de bilmese kurtuluşa, mutlu sona da ulaşamaz. Öyleyse
bunlar birbirlerini tamamlayan ortak iletilerdir ve çok verilmeleri de bir rastlantı
değildir.
On sekiz numaralı "Eş adayını iyice tanımadan yapılan evlilikler bazan felaket getirebilir"
ortak iletisi de özellikle "Büyülenen Büyücü" masalında oldukça sarsıcı, çarpıcı
olaylarla örneklenmiştir. Şöyle ki: Varlıklı bir ailenin oğlu iyi tanımadığı bir kızla,
güzel ve sessiz görünüşüne aldanıp evlenince, başına gelmedik kalmaz. Aslında bir
büyücü olan bu kız, geceleri mezarlığa gidip ölü eti yemektedir. Bir gece kendisini
izleyen kocasının bu sırrını öğrendiğini anlayınca da büyü yaparak onu bir köpeğe
dönüştürür. Adam, pek çok eziyetten ve uğraştan sonra eski haline dönebilir, ama
bu arada güzel bir halk deyişle de "Anasından emdiği süt burnundan gelir".
İşte insanların analarından emdikleri sütlerin burunlarından gelmemesi için uyarıda
bulunan bu masalı, şu atasözlerimiz de ne güzel destekler: "Dış görünüşe aldanma,
surat sofraya gelmez, dışı değil içi güzel olsun, anasına bak kızını al kenarına
bak bezini al, dibini görmediğin kaptan su içme." vb.
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I 123
İftira -cezalandırma -umutsuzluk
İftira -cezalandırma -umutsuzluk
İftira -cezalandırma -umutsuzluk
İftira -cezalandırma -umutsuzluk
> + kurtuluş +ödül +umut
> + kurtuluş +ödül +umut
İftira -cezalandırma -umutsuzluk
İftira -cezalandırma -umutsuzluk
> + kurtuluş +ödül +umut
Sonuç: Kurtuluş ve yükseliş (mutlu son).
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Görüldüğü gibi en çok verilmek istenen bu ortak iletiler, aynı zamanda bu masalları
yaratan toplumların yaşanmış deneyimlerini ve bunlardan doğan endişelerini, korkularını,
beklentilerini, umutlarını, olumlu-olumsuz değer yargılarını da yansıtmaktadır.
Öyleyse bu masallar birer araçtır. Onlar aracılığıyla sözü edilen, enine boyuna
incelenen, yargılanan ve betimlenen hayatın ta kendisidir ve masallar hayatın
yalan söylenmeyen aynalarıdır.
1.5. Masalların Dilin Öğretilmesi ve Geliştirilmesi Bakımından
Önemi
Bir insana anadilini, anlatımı; ikilemeler, uyaklar, deyimler, atasözleri vb. gibi konuşma
dilinin bütün incelikleriyle zenginleştirilmiş masallardan daha iyi, sözlü veya
yazılı hangi edebiyat ürünü öğretebilir ki?
Bu konuda değerli halkbilimci Boratav'ın şu belirlemesi ne kadar yerindedir: "Çocuğa
anadilinin, bir işçi elindeki alet gibi nasıl kullandığını ilk öğreten, ona bu dilin türlü hünerlerini:
kıvraklığını, zenginliğini, inceliğini ilk gösteren, kişiyi kendi dilini konuşmayanlardan
uzaklaştırıcı, onu konuşanlara yakınlaştırıcı duyguyu- ninnilerin, tekerlemelerin,
türkülerin yanıbaşında, ama herhalde onlardan daha geniş ölçüde- ilk aşılayan masallardır."
Bu durum "Anaokulları Kılavuzu"nda da şu cümleyle belirlenmiştir. "Masallar çocuğu
anadili bakımından geliştirir, kelime hazinesini zenginleştirir, hayal gücünü artırır".
Deyimler, atasözleri, bir dilin psikolojik yüzü, kültürel tarihidir. Bir yabancı dil öğrenirken,
o dili konuşan toplumun yarattığı deyimlerle karşılaştığımızda nasıl da
şaşırır kalırız, çünkü sözcük sözcük çevirdiğimizde ortaya, konuyla hiç ilgisi olmayan
ve ilk bakışta saçma sapan bir anlam çıkar. Ancak o deyimin anlamını bilirsek,
metin içindeki işlevini de anlayabiliriz. Bir yabancı dili öğrenirken de önce o dilde
yazılmış masal kitaplarını okuyarak yola çıkmak, hem o dili bize daha çok sevdirecek
hem de daha kolay öğretecektir önerisi, fazla ayrıksı bir öneri olmasa gerek.
Firengizin (1988) de belirlediği gibi Türkçenin eğitimi ve öğretiminde en önemli
dört ilke şöyle sıralanabilir:
1. Türkçe Eğitim ve Öğretiminde Kanunilik Yahut Devletimizin Temel Felsefesine
Uygunluk İlkesi.
2. Türkçe Eğitim ve Öğretiminde Amaç- Araç İlişkisine Dikkat
3. Türkçe Eğitim ve Öğretiminde Etkileşme İlkesi.
4. Türkçe Eğitim ve Öğretiminde Motivasyonu Sağlama İlkesi.
Dil öğretiminde masalları, bu ilkeler açısından tek tek ele alalım:
124 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
1. Halkımızın yüzyıllardır süregelen yaşam deneyimlerinin, süzülmüş kültürünün,
duygu ve düşün dünyasının, düş gücünün yaratısı olarak ortaya çıkan masallar
"genel ahlak ve adaba aykırı amaçlar" gütmezler. Her masal metninin sonunda
verilen iletilere bakıldığında bunu açıkça görebiliriz. Yine bu iletilere bakıldığında
"herkesin kanun önünde eşit olduğu prensibine aykırı amaç" gütmediklerini de görürüz.
Tam tersine iyiden, doğrudan, haklıdan yana tavır alırlar ve insanların eşitliği
doğrultusunda mesaj verirler. "Dini ve milli değerlerimizi aşağılayıcı ve kötüleyici
amaç ve ifade" taşımazlar. Tam tersine yüceltirler. Zaman zaman bu değerlere
eleştirel bir yergi yoluyla yaklaştıkları görülürse de bu tutum sonuçta yine de bu değerleri
korumak ve yüceltmek içindir.
2. "Türkçe derslerinin genel amaçları öncelikle öğrencileri okur, dinler, anlar,
konuşur, yazar hale getirmektir. Bunlara ilave olarak Türk dilinin inceliklerini bilir,
uygular, Türk dilini sever, Türk kültürünü benimser, kelime hazinesi ve düşünceleri
gelişmiş kişileri yetiştirmek"tir.
Bu amaçlarda önce dinleme eylemini ela alalım: "Küçük bir çocuk on sekiz aylık olduğunda
yaklaşık elli farklı kelime ile iletişim kurar. Dört yaş dolaylarında ise ikibin
farklı kelimenin üzerinde kelime üretebilir ve bundan çok daha fazla sayıda kelimeyi
anlayabilir." Öyleyse çocuk dört yaşında kendi düzeyinde anlatılacakları rahatlıkla
dinleyip anlayacak bir durumda demektir. Bıkmadan, dikkatle ve zaman zaman
da çeşitli sorularla katılarak dinlediği anlatıların başında ise masal gelir. Bazen,
ilgisini çeken bir masalı günlerce yeniden yeniden anlattırıp dinlediği olur. bu dinleme
eyleminde öylesine ilgili ve dikkatlidir ki, anlatıcı farkında olmadan anlatısında
küçük bir değişiklik yapsa hemen onu düzeltir ve ilk duyduğu şekilde anlatılmasını
ister. Bu, aynı masalı günlerce yeniden dinleme konusuna, şu yaşanılmış olay
örnek gösterilebilir: Üç buçuk yaşındaki oğlum benden, yaklaşık bir hafta boyunca,
"Masal masal meliki, oğlu kızı oniki, masal başını bağlamış, döne döne ağlamış, derken
de derken bir Keloğlan varmış" tekerlemesiyle başlayan bir Keloğlan masalını
anlatmamı istemişti. Daha önce anlattığımı söyleyince de "Olsun", sen yine onu anlat"
diyor ve sözcükleri hiç kaçırmadan dinlemeye çalışıyordu. Öyleyse dinleme
ediminin gelişmesine masalların katkısı yadsınamaz.
Bu uzun dinlemelerin ardından da doğal olarak, eğer çocuğun biyolojik, fizyolojik
bir sorunu yoksa öğrendiklerini yineleme, anlatma gelecektir. Küçük bir çocuğun
yeni öğrendiği bir kelimeyi, gün boyunca durmadan yinelenmesinin onu dinleyen
kadar çocuk için de sıkıcı olduğunu düşünebiliriz. Oysa durum hiç de öyle değildir.
Çocuk için, öğrendiği bir kelimeyi yüzlerce kez yinelemek büyük bir haz ve övünç
kaynağıdır.
Çocuğun öğrendiği her yeni kelime ya da cümleyi kullanmada ustalaşma konusunda
attığı her adım, onun içsel olarak doyum sağlamasına da neden olmaktadır. Özellikle
zengin bir iç ahenge sahip olan, eğlenceli tekerleme söylemleri çocuğa dilini
sevdirmesinin yanı sıra alışılmadık sözcükleri bile düzgün söyleyebilme yeteneği
kazandıracaktır.
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I 125
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Çocuklardaki, bu duyduğu masalları yineleyerek anlatma, giderek yerini yeni masallar
yaratıp anlatmaya bırakacaktır ki, bu da çocuğun düş gücünü harekete geçirmesi,
onu yaratıcı kılması bakımından önemli bir olgudur. Bütün bu aşamalardan
sonra, okumayı öğrenen çocuğun en büyük keyiflerinden birisi de artık o çok sevdiği
masallara ulaşmak için, bir aracıdan okumasını istemek, zaman zaman da "Şimdi
olmaz çok işim var, belki sonra" gibi geri çevrilmelerle karşılaşmak zorunda kalmadan,
onları kolayca okuyabilmesi olacaktır. Bir masal kitabının kapağını açmak, onu
yeni düş dünyalarına götürmek için yeterli olacaktır. (Yalnız, ülkemizde ne yazık ki,
çocukların bu kitaplara kolayca ulaşabilme veya edinebilme olanaklarının sağlanması
hala ortada önemli bir sorun olarak durmaktadır).
Okuma alışkanlığını böylesine besleyen masalların, o tadı alan kişiyi yazmaya da
yöneltilmesini beklemek doğaldır. Dinleyen, okuyan, biriktiren, sözcük hazinesi
zenginleşmiş, düşün ve düş gücü gelişmiş bir insanın son aşamada varacağı yer artık
yazmaktır.
Öyleyse, masalların bilinçle kullanıldıkları zaman, çocuklara dil öğretiminde dinleme,
anlama, okuma, yazma amaçlarına ulaşmada ne denli önemli bir araç oldukları
ortadadır.
3., 4. Bütün bu edinimler gerçekleşirken "Etkileşme ilkesi" de gerçekleşiyor demektir.
Şöyle ki:
Dinleme - okuma > etkilenme
Konuşma -yazma > etkileme
Bu etkilenme ve etkileme yoluyla gerçekleştirilen etkileşme ilkesi aynı zamanda
"Motivasyonu Sağlama İlkesi" ni de içermektedir. Çocuk masallar aracılığıyla, farkında
olmadan bu dört edinime motive olmaktadır. Yani bir başka deyişle dil öğretimindeki
bu dört temel amaca ulaşmakta masallar, önemli motivasyon araçlarından
birisini oluşturmaktadırlar.
Masallar aracılığıyla anadilinin tadına varmış ve onu iyi kullanma becerisini edinmiş
bazı iyi hatipler giderek bu edinmelerini konuşma tarzlarında, bazı iyi yazarlar
da biraz sonraki örneklerde görüleceği gibi, yazdıkları edebi eserlerinde yansıtmışlardır.
Masalların, insanın anadilinin tadına varması konusundaki işlevi üzerine Mehmet
H. Doğan'ın şunu belirlemesi ilgiye değer: "Masal her şeyden önce, bir dil tadıdır,
gündelik kullanım dilinden öte, yüzyılların içinden süzüle-durula gelen bir dil tadıdır bu.
Onun içindir ki, bir masalın tadına ancak, yazıldığı dilde varılabilir, tıpkı şiirler gibi.
"Masalların her şeyden önce bir dil tadı olduğu, masal anlatmanın bir ustalık gerektirişinden
belli. Herkes masal anlatmaz ya da herkesin anlattığı masal, aynı keyifle dinlenemez. Masal
anlatıcılara "masalcı" denişi de bundan. İnsanlar dillerinin tadını ilk kez bu masal analarından
alır, yaşamlarının daha sonraki dönemlerindeyse şairlerden."
126 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Masallar dil öğretiminde sağladıkları kolaylıkların dışında, çocuklarda kompozisyon
yazımı için iyi bir gizli güç oluşturur, edebi zevki geliştirirler. Başta masallar olmak
üzere, halk edebiyatının bitimsiz kaynağından yararlanmasını bilenler, giderek
edebi bir anlatıma ulaşıp ölümsüz eserler yaratabilirler.
Örneğin; Niyazi Akı, Karaosmanoğlu'nun dilini besleyen ve zenginleştiren unsurlar
arasında, halk edebiyatından gelenleri şöyle sıralamaktadır: "Karaosmanoğlu'nun
dilini besleyen ve zenginleştiren unsurlar arasında şunlara rastlamak mümkündür:
atısözleri, halk deyimleri, masal dili, argo, mahalli şive, halk edebiyatından gelen
unsurlar, tekke ve tasavvuf edebiyatından gelenler.
Bu konuda Alangu (1983) da Behçet Necatigil'in şunları söylediğini belirtir: "Ben iki
evin arasında büyüdüm. Birincisi anneannemin evi, İkincisi babamın evi. Anamı iki yaşımda
kaybettim. Anneannem beni masallarla büyüttü. Ben Üç Turunçlar'ı, Billur Köşk'leri,
Muradına Ermeyen Dilber'leri hep ninemden dinledim. Ben farkında olmadan masallar içime
sinmiş. Bunu ancak otuzundan sonra anladım."
Başta masallar ve efsaneler olmak üzere, bu halk edebiyatı kaynaklarından yararlanarak
ölümsüz eserler yaratan yazarlarımızın başında Yaşar Kemal gelir. Yaşar Kemal'in
anlatımındaki sık sık sözcük ve sözcük öbeği yinelemeleri görürüz. Kendisi,
bu anlatıma türkü, destan, efsane ve masallarımızdan yola çıkarak ulaştığını şöyle
belirtir: "Epope ütüne çok düşündüm. Epopenin hâlâ yaşandığı, kırıntıları bile olsa, bir
dünyada doğdum. Benim ustalarım, benim toprağımın sözlü edebiyatıdır.
"Onaltı ya da onyedi yaşlarımda folklor derlemelerine başladım. İlk kitabım Ağıtlar da bir
derleme kitabıdır. Bir de tekerlemeler, destanlar, masallar derledim.
"Ben profesyonel destancılar geleneğinden geliyorum. Homeros'u sevmem, Stendhal'a büyük
hayranlık duymam boşuna değildir. Gençliğimde en sevdiğim yazar Stendhal'dı. Belki
de o ekmeğini yazarak kazanmıyordu Balzac gibi. Ama o herkesten daha çok profesyonel eski
destancılar soyundandı."
Yaşar Kemal bu kaynaklardan yalnızca yararlanmamış, ayrıca kendisi de bu kaynaklara
katkıda bulunmuştur. Bu konuda da şunları söyler: "Onyedi yaşlarındaydım bir
köyde kalabalık bir köylü topluluğuna, eski bir destan anlatıyordum, birden bir köylü sözümü
kesti, sen dedi, yanlış söylüyorsun. Adamla tartışmaya başladık, öz olarak doğrusunu
ben söylüyordum, onun daha önce duydukları aynı destan uydurmaydı. Tartışmayı ben kazandım.
Benim anlattığımın, destanın özü olduğuna o kadar inanmıştım ki, tartışmayı yitirmenin
bir olanağı yoktu. Uzun bir süre sonra, benim anlatış biçimimi genç bir Toroslu ozandan
duyduğumda, hiç şaşırmadım. Bu böyleydi. Şimdi destan, bu yönde gelişecekti, başka bir
yaratıcıyı, ustasını buluncaya kadar."
Yaşar Kemal, çocukların bu halk edebiyatı kaynağının ürünleriyle yetiştirilmelerinin
önemini de şöyle belirler: "Bizim köyde, çocuklar da insandı. Bizi çok şeylerde, büyüklerden
ayırmıyorlardı. Büyük destancıları, bizler de büyüklerle birlikte sabahlara kadar dinliyorduk."
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I 127
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Sonuç
Görüldüğü gibi, gelenekler iletileri oluşturuyor, iletiler de gelenekleri pekiştiriyor.
Öyleyse masallar gelenekler doğrultusunda gelişiyor. Bununla birlikte arada bir gelenekleri
zorlayan, ayrıksı iletiler de çıkıyor. Belki de bir bakıma bu iletiler aracılığıyla
toplumun, geçersiz geleneklerden vazgeçmesi gerektiği doğrultusunda bir
gönderme yapılıyor, bir sosyal denetim oluşturulmak isteniyor da olabilir.
Masalların verdiği iletiler incelendiğinde, bu iletiler, insanlara her şeyden önce kötülüğün
cezasız kalmayacağını, iyilerin ve haklıların bir gün mutlaka kazanacaklarını
söylüyor.
Bu iletiler insanı hep savunmada olmaya çağırıyor ve yaşamın uğraşlarla dolu, çetin
bir yoldan oluştuğu konusuna dikkat çekiyor, ama bu yolun sonunda da kurtuluş
vadediyor. Bir olayı, bir konuyu iyice araştırdıktan sonra karar verilmesi gerektiği
de önemli bir uyarı.
Özelleştiri yapmak, sabırlı, kararlı, tutarlı olmak, kıskanç olmamak, şantaj yapmamak,
kaba gücü zeka ve sağduyuyla yenmek, bağışlayıcı olmak, dış görünüşe aldanmamak,
büyük sözü dinlemek, kolayca ulaşıverilen yaşam için temel gereksinim
maddelerinin değerini bilmek (çünkü, onları çok zor elde edenler de var), her
yüze güleni dost sanmamak, ama bu arada kimseyi de küçümsememek, evlilik gibi
önemli konular da iyice anlayıp dinlemeden karar vermemek gibi son derece önemli
uyarılar da öteki ortak iletileri oluşturuyorlar.
Bu iletilerde de görüldüğü gibi masallar, ürünü oldukları toplumların sosyo-kültürel
aynalarıdır. Onlarda bir toplumun tüm geleneklerini, ekonomik yapısını, üretim-
tüketim ilişkilerini, etik değer yargılarını bulabiliriz. Ama, masallar bunları
doğrudan değil de çoğu zaman bazı sembollerle anlatırlar. Önemli olan, gerçek yaşamla
masal olayları arasındaki koşutluğu kurabilmek ve onların üstündeki giz perdesini
kaldırabilmektir. O perdenin altında ileti yüklü, büyülü, olağanüstü, olağanüstü
olduğu kadar da gerçek bir dünyanın durduğunu görürüz.
Bu noktada şöyle bir soru akla gelebilir: Mademki yaşamın kendisinde yer alıyorlar,
öyleyse bu gerçeklere bir de masallarda yer vermeye ve onları yeniden bulup çıkarmaya
ne gerek var? Gerek var çünkü, masal imbiğinden geçerek yeniden yaratılan
bu kahramanlar ve olaylar aracılığıyla, topluma gerekli iletilerin verilmesi amaçlanmaktadır.
Nasıl ki, yaşamın gerçeği ile sanatın gerçeği aynı değilse ve sanatta yer
alan gerçeğin artık başka bir işlevi, iletisi, başka bir boyutu varsa, masallarda yer
alan gerçekler de aynı bağlamda düşünülmeli ve bu boyuttan bakılarak halk eğitimindeki
işlevleri gözardı edilmemelidir.
Ayrıca, bir insanın anadilinin tadına varmasını masallardan daha iyi hangi edebiyat
ürünü sağlayabilir? Anadilinin inceliklerini, konuşma dilinin bütün özelliklerini
kendisinde toplayan masallardan daha güzel, daha doru ne öğretebilir?
128 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Çocuğa dinleme, okuma, konuşma, yazma edinimleri kazandırmakta masalların
motivasyonu yadsınamaz. İkilemeleri, pekiştirme sıfatlarını, tezlik, sürerlik ve yaklaşma
fiillerini, ses taklidi sözcükleri, deyimleri, atasözleri, duaları, bedduaları ve
birbirinden güzel renkli, inceliklerle yüklü halk dili söylemlerini anlatım biçimlerinde
barındıran masallar, bireye yalnızca dilinin tadını vermekle kalmaz, sanatçıların,
yazarların gelecekte o dili geliştirip edebi-sanatsal ürünler vermelerine de katkıda
bulunur.
Öyleyse, masallar ve iletileri tüm bir halkın yaşam deneyimlerinden, yaşam macerasından
damıtılmış geçmişi değerlendiren, güne ışık tutan geleceği yönlendiren altın
damlalardır. Bu altın iletiler iyi değerlendirilmelidir.
Örnek 1. Olağanüstü Masallar - Cin-Peri Masalları
EŞMANİP
Evvel evvel iken deve tellal iken, sinek berber iken, tosbağa kulakları çınlayasıca ölçekçi iken,
ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, babam düştü beşikten, alnını yardı eşikten,
anam kaptı maşayı, babam da kaptı meşeyi, bana da gösterdiler kapının ardındaki köşeyi...
Zamanın birinde fakir, kimsesiz, garip bir sığır çobanı varmış. Bunun karısından başka kimsesi
yokmuş. Hiç çocukları da olmamış. Çoban sıcak bir günde, sığırlarını güderken bir eşek
yavrulamış ve karısı bakmış bakmış ve "Ey Allahım, bari bize de şu eşek sıpası gibi bir evlat
ver" demiş. Gel zaman git zaman bu dua kabul olunmuş ve kadın hamile kalmış. Günü gelince
de bir eşek sıpası doğurmuş. Bunu gören karı koca, "Allah Allah, şimdi ne yapacağız, doğdu
boğmaya gelmez, bizim de alnımızın yazısı buymuş, sürelim bunu sığıra" demişler ve sıpayı
sürüye bırakmışlar. Derken aradan günler, aylar, yıllar geçmiş ve buna bir ad koymak
gerekmiş. Adını eşek koysak yakışık almaz, sıpa koysak, büyüye büyüye eşek olacak, o da olmaz,
çocuklarının adı Eşmanip olmuş. Aradan yıllar geçmiş ve Eşmanip okul çağına gelmiş.
Bir gece anasına "Ana" diye seslenmiş. Bunu duyan kadın sağına soluna bakıp kendisine kimin
seslendiğini ararken, Eşmanip yine "Ana, babama söyle beni okula göndersin" demiş.
Bunu duyan kadın şaşkınlık içinde, koşa koşa kocasına gidip, "Aman sorma bizim eşek oğlan
konuştu" deyince, adam da ona, "Git Allah aşkına eşek hiç konuşur mu?" demiş. Kadın yine
üsteleyip "Evet konuştu, okula gitmek istiyor" diyerek kocasını hocaya göndermiş. "Olacak
şey değil ya yine de gidip bir konuşayım" diyen adam, medreseye giderek hocaya, "Hoca hoca,
sorma bizim eşek konuşup okumak istediğini söyledi, ne dersin?" demiş. Hoca da "Getir onu
şuraya bağla, ben nasıl olsa çocuklara ders veriyorum, o da dinlesin, öğrenebilirse okumayı
öğrensin" demiş.
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I 129
Masalın derlendiği yer : Afyon-Sandıklı
Derlenen kaynağın adı : Yılmaz Gürkan
Yaşı : 52
Mesleği : Çiftçi
Masalı kimden dinlediği : Amcasından
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Bunun üzerine adam, ertesi günü Eşmanip'i getirip boynuna da bir torba takarak medresenin
direğine bağlayıvermiş. Akşama kadar çocuklar okumuş o da dinlemiş. Akşam olunca da
yine ahıra bağlamışlar. Böyle yıllar geçmiş ve Eşmanip yirmi yaşına gelmiş. Bir gün yine
anasına seslenip "Ana, babama söyle beni padişahın kızıyla evlendirsin" demiş. Anası da her
ne kadar "Oğlum sen delirdin mi?"demişse de o yine ısrar etmiş ve sonunda da kadın kocasına
gidip "Sorma bizim Eşmanip yine konuştu, babama söyle bana padişahın kızını alsın diyor"
demiş. Adam, "Aman hanım, sen ne diyorsun, biz kim padişah kim?" deyince de kadın,
"Ne yapalım, hadi sen sığırını güt, ben varıp bir yol isteyeyim bakalım, isteyenin bir yüzü kara
vermeyenin iki yüzü" diyerek almış asayı eline, ıngır ıkış, yol yokuş, gavurun angarya gittiği
gibi, sarayın kapısına varmış. Kapıcılar onu dilenci sanıp koltuğunun altına bir ekmek sıkıştırarak
kimsin, necisin, niye geldin demeden geri çevirmişler. Akşam olunca kadın kocasına
olanları anlatmış ama adam, "Eh ne yapalım, hak var hayırlısı var" demiş ve yatıp uyumuş.
Yatsı zamanı Eşmanip'e yem vermek üzere kadın ahıra gidince, o "Ana padişah ne dedi?"
diye sormuş. Anası da "Ulan oğlum ne diyecek, kapıya bile yanaştırmadılar. Dilenci sanıp
koltuğumun altına bir ekmek sıkıştırıp geri dönderdiler" demiş. Bunun üzerine Eşmanip,
"Ana iyi dinle, sabah erkenden kalk, odadaki dolabı aç, içinde bir kat elbise ile bir kese altın
bulacaksın, elbiseyi giy, keseyi cebine koy, saraya git, önüne çıkan kapıcıya bir altın ver ve
padişahın yanına kadar çık" demiş. Sabah kocası sığır gütmeye gidince, kadın da Eşmanip'in
dediklerini yaparak saraya varmış. Daha kapıya yaklaşırken onu gören kapıcılar birbirlerine,
"Amanın çok güzel giyimli bir kadın geliyor acaba bir vezir karısı mı?" diye sormuşlar. Yaklaşan
kadın, daha onlar bir şey sormadan hemen çıkarıp avuçlarına birer altın sıkıştırmış.
Onlar da "Buyur hatun geç, geç" demişler. Öteki kapıcıya, beriki kapıcıya derken, birine çift
mi verdi ,fazla mı verdiyse artık her neyse, tam padişahın kapısına vardığında altını bitmiş.
Kapıcı onu içeriye almak istemeyince tartışmaya başlamışlar, içeriden bu sesleri duyan padişah,
"Orada neler oluyor?" diye sormuş. Kapıcı, "Bir hatun gelmiş, sizinle görüşmek istiyor"
deyince de "Bırak gelsin" demiş ve kadın içeri girince ona ne istediğini sormuş. Kadın
da, "Efendim, Allahın emri, peygamberin kavli ile ben kızınızı oğlum Eşmanip'e istemeye
geldim" demiş. Bunun üzerine padişah, "Ne dedin, ne dedin bir daha de bakayım, kızımı o
eşek sıpasına mı istiyorsun?" diye gürlemiş. Fakat, tüm memleket halkı, padişahın," kızım
olursa onu ilk isteyene vereceğim" diye bir söz verdiğini biliyorlarmış. Kadın padişaha bu sözünü
hatırlatınca, çaresiz kalan padişah, "Sen bugün git, ben yarına kadar bir düşüneyim,
sana bir haber veririm" demiş ve kadını gönderir göndermez de vezirini vüzerasını çağırıp
"Benim bu sözümü biliyordunuz, siz de hiç oğul uşak yok muydu da şimdiye kadar gelip istemediniz.
İşte görüyorsunuz, kızımı isteye isteye bir sığır çobanı, eşek oğluna istedi, şimdi ben
ne yapacağım, haydi bakalım bana bir akıl verin" demiş. Hepsi düşünmüş taşınmışlar ve içlerinden
birisi, "Padişahım, şu sarayın önündeki büyük dağın yüzünden, sabahları gün ışığı
saraya bir saat geç vuruyor. Eğer Eşmanip bu dağı yerinden kaldırırsa kızı verelim. Nasıl olsa
kaldıramayacağına göre, biz de onu idam ederiz olur biter" demiş ve orada bulunan herkes de
bu fikri beğenmiş.
Ertesi günü saraya gelen Eşmanip'in anasına, padişah bu şartını söyleyip "Kırk gün içinde
oğlun bu dağı kaldırırsa kaldırır yoksa onu ölmüş bil" demiş. Etekleri tutuşan kadın evine
gelmiş ve çaresizlik içinde günleri saymaya başlamış. Bir, beş, on derken otuz dokuzuncu gün
gelmiş ve kadın son defa ahıra inerek elindeki yemi Eşmanip'e verip "Ye yemeden gidesice,
şunu da ye de sabahleyin nasıl olsa sen de öleceksin biz de" demiş. Bunu duyan Eşmanip, neler
olduğunu sorunca, kadın da padişahın şartını söylemiş ve "Yarın son gün hepimiz ölece-
130 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
ğiz" diyerek ağlamaya başlamış. Anasını teselli eden Eşmanip, "Ana sen hiç üzülme, sabah
kalk saraya git ve padişaha, emriniz yerine gelmiştir padişahım, de gerisine de karışma" demiş.
Meğer Eşmanip, eşek şeklinde dünyaya gelmiş bir cin padişahıymış. Gece olunca bütün cinleri
toplayıp "Şu dağı buradan kaldırın ve denizin birine ada yapıverin" demiş ve dağ hemen
yok olmuş. Ertesi sabah, padişahın sarayına güneş, her zamankinden erken doğmuş. Şaşıran
padişah hemen pencereye koşup dağın yerinde olmadığını görünce, bekçilere neler olduğunu
sormuş ama, hepsi de "Biz bir şey görmedik" demişler. Biraz sonra Eşmanip'in anası gelip
kapıya dayanınca da padişah yine ona, "Kadın şimdi git, üç gün sonra gel" demiş ve yine vezirlerini
başına toplayıp "Olanları gördünüz, haydi bakalım şimdi yeni bir çare düşünün"
demiş. İçlerinden birisi, "Padişahım, bu dağın yerine, içinde her türlü meyvesi bulunan bahçeli
bir saray yaparsa kızı verelim. Şimdi kış, zemheri, meyveli ağacı nerede bulacak, nasıl olsa
yapamaz biz de bu defa ondan kurtuluruz" demiş. Diğerleri de bunu uygun bulmuşlar.
Üç gün sonra yine gelen kadın, "Padişahım emriniz nedir?" deyince, padişah da ona, "Bak
kadın, bu dağı kaldırdınız tamam, neyle kaldırdıysanız kaldırdınız ama, şimdi buraya benim
sarayımdan daha güzel bir saray ve bahçem gibi de bir bahçe yaparsanız, kızımı veririm. Kırk
gün içinde bu dediklerimi gerçekleştiremezseniz ölürsünüz" demiş. Bunları duyan kadın,
"Yine başımıza ne işler açtı bu eşek sıpası" diye ağlaya ağlaya evine gidip olanları kocasına
anlatmış ve birlikte otuz dokuz günü sayıp o gece son defa eşeğe yem vermek için ahıra inmişler.
Kadın yine yemi uzatıp "Ye yemeden gidesice, nasıl olsa sabah hepimizi öldürteceksin"
deyince sıpa, "Ana padişah ne dedi?" diye sormuş. Kadın da ona padişahın istediklerini anlatmış.
Eşmanip, "Sen hiç üzülme ana, sabah kalk, içerdeki dolabı aç, orada bir altın tepsiyle
bir altın tabak var, içinde çatalı bıçağı da hazır. Git ,padişahın o dediği yerde, istediği bahçeyi
bulacaksın, oradan biraz meyve topla ve padişaha götür" demiş. Kadın gidip yatmış. Eşek de
cinlerini toplayıp onlardan padişahın istediği gibi bir bahçeli saray yapmalarını istemiş. Cinler
yok olmuş. Hemen isteneni yerine getirmişler. Sabah uyanan herkes bu güzel bahçeye ve
içindeki saraya hayranlıkla bakmaya başlamışlar. Öte yandan, uyanan kadın da Eşmanip'in
dediklerini yapıp altın tabakla tepsiyi alarak sarayın bahçesine meyve toplamaya gitmiş.
Ama, padişahın yanına varmadan, bu güzel sarayı bir dolaşayım bakalım nasıl bir saraymış
diyerek içeri girmiş. Girmiş ama, girdiği kapıyı bulup da çıkana kadar ikindi vakti olmuş. Hemen
koşup biraz meyve toplayarak padişaha götürmüş ve "Buyurun padişahım bu emrinizi
de yerine getirdik" demiş. Çaresiz kalan padişah da "Git kadın tamam, verdim verişim, yoktur
dönüşüm, varın gidip düğününüzü yapın" diyerek üzüntü içinde arkasını dönüp yürümüş.
Oğlan tarafı kırk gün kırk gece düğün yapıp padişahın kızını gelin alarak getirip kendi saraylarına
oturtmuşlar. Eşeği de getirip saray merdiveninin direğine bağlamışlar. Akşam olup da
herkes evine dağılınca kız, "Babam beni bir eşeğe verdi" diye ağlamaya başlamış. Gece yarısı
olup ortalıktan el ayak çekilince, Eşmanip eşek kılığından çıkıp ayın öndördü gibi yakışıklı bir
delikanlı olmuş. Gördüklerine inanamayan kız, acaba bunlar hayal mi gerçek mi, derken Eşmanip
ona, "Sen hiç üzülüp ağlama, aslında ben bir insanım, ama eşek kılığında dünyaya
geldim. Şu anda gördüğün gibi yine insan oldum" demiş.
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I 131
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Aradan günler haftalar geçmiş. Padişah, kızıyla damadını yemeğe davet etmiş. Üç yakışıklı
delikanlı da kolkola girip şarkılar söyleyerek bu davete katılmışlar ve yemeklerini yiyip gitmişler.
Meğer Eşmanip, cinlerinden birisini eşek kılığına sokup kendi yerine bırakıyor, kendisi
de insan kılığında çıkıp geziyormuş. O gece de eşek kılığına soktuğu cini getirip ortaya
bağlamış. O anırdıkça padişah utancından yerin dibine giriyormuş. O sırada karşıdan yine
deminki üç yakışıklı oğlan görünmüşler. İçlerinden en yakışıklısı da ortadakiymiş. Kızın
anası onu gösterip "Ah be kızım, şu ortadaki gibi bir damadım olsaydı, dünyada gam yemezdim"
deyince, kız gülüvermiş. Anası niçin güldüğünü sorunca da "Aslında o senin damadın
ama, eşek kılığında dünyaya gelmiş" demiş işin aslını anasına anlatmış. Anası da "Kızım
sende hiç mi akıl yok, o soyunup yıkanmaya girdiğinde, derisini yakıver, bir daha eşek kılığına
girmesin" demiş. Davet dağılıp herkes evine gidince, kız bir ateş yakmış. Banyodan çıkıp
derisinin yandığını gören oğlan, üzüntüyle kıza dönüp "Hem bana ettin, hem kendine ettin,
eğer beni ararsan cinliler diyarında bulursun" demiş ve bir güvercin olup pırrr diye uçup gitmiş.
Bunu gören kız, "Amannn... Aldırdım gitti, yetişin" diye feryat figan etmiş ama boşunaymış.
Kızının üzüntüsünü gören padişah, "Kızım üzülme, ben seni başka bir delikanlıya
veririm, hem iyi oldu, bu cinliden kurtulduk" demiş ama, kız "Baba senin bildiğin gibi değil"
diye ağlayarak kocasını bulmaya gideceğini söylemiş.
Yol hazırlıklarını tamamlayan kız, yanına iki heybe altın alıp bir ata binerek yola çıkmış. Gide
gide bir şehre varmış ve orada bir fırın yaptırıp herkese, parasız ekmek dağıtmaya başlamış.
Her ekmek almaya gelene de "Eşmanip adında birini duydun mu?" diye soruyormuş. Böyle
böyle elindeki parayı bitirmiş. Son olarak atını satıp bir fırın daha yaptırmış ama, oğlanı yine
bulamamış. Çaresizlik içinde dolaşırken kırda bir ev görmüş, bari burada geceleyeyim diyerek
oraya gitmiş ve meyvelerle dolu bahçesindeki bir ağaçtan, bir elma koparmış. Bunun üzerine
yanındaki ağaç, bu ağaca, "Tuu utanmaz, bir insanoğluna meyveni vermeye utanmıyor
musun, şimdi Eşmanip gelirse ne der?" demiş. Bunu duyan kız çok sevinmiş ve etrafı dolaşmaya
başlamış. Bahçenin bir köşesinde cin kızları çapa yapıyorlarmış. Onların yanına varmış.
Onu gören cin kızlar, "Amanın bir adem kızı gelmiş. Kimsin, nesin, nasılsın, nereden
geliyorsun?" demişler. Böyle konuşurlarken akşam olmuş ve herkes evine dağılmış. Kızın gidecek
bir yeri olmadığını gören kızlar, onu Eşmanip'in ahçısına götürüp "Aman nine bu kızı
yatır kaldır, yedir içir, gözetle sana teslim" demişler. Kız, ahçının yanında kalmaya başlamış.
Aradan aylar geçmiş, bir gün kız nineye, "Nine ne olursun, bu gün çorbayı ben pişireyim"
demiş. Kadın, "Aman kızım, eksik bir şey yaparsan Eşmanip beni keser" diye karşı çıkınca da
"Yok nine, ben senin yanında öğrendim, hiç eksik yapar mıyım?" diyerek kadını razı etmiş ve
çorbayı pişirip içine de Eşmanip'in kendisine taktığı nişan yüzüğünü atarak içeri göndermiş.
Eşmanip çorbayı içerken, kaşığına bu yüzük gelince, hemen ahçıyı çağırtıp bu çorbayı
kimin pişirdiğini sormuş. Kadın korkudan zekat keçisi gibi titreyerek, "Aman efendim beni
bağışlayın, bir adem kızı var o pişirdi" deyince de "Çabuk onu buraya getirin" demiş. Kadın
ağlaya ağlaya kızın yanına gidip, "Ah kızım yaktın beni" diyerek, kızı alıp Eşmanip'e götürmüş.
Ahçıyı dışarı çıkaran Eşmanip kıza dönüp "Evet hanım, buraya kadar gelip beni buldun,
ama buradan kurtulmanın çaresini de biliyor musun? Ben cinlilerin padişahıyım, onlar
seninle evli olduğumu bilmiyorlar, eğer öğrenirlerse seni de öldürürler beni de" demiş. Kız da
ona, "Ben buraya kadar geldim, buradan ötesini de sen düşün" deyince, oğlan cinlerin hepsini
toplayıp "Hadi hepinize uyku verdim" demiş. Bunun üzerine tüm cinler, kırk gün sürecek
uzun bir uykuya yatmışlar. Herkesin olduğu yerde sızıp kaldığını gören oğlan kızı sırtına almış,
eline de bir ayna, bir tarak, bir testi verip "Başın sıkışınca bunları arkana at" diyerek koş-
132 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
maya başlamış. Sırtında kızla kırk gün koşan oğlan, kırkbirinci gün uyanan cinleri, ardında
kendilerini kovalarken bulmuş. Kıza "Testiyi arkana at" diye seslenmiş. Kız testiyi atınca her
taraf deniz olmuş. Cinler denizin etrafını dolaşıncaya kadar oğlan da bir hayli yol almış. Cinlerin
yine kendilerine yaklaştıklarını gören kız, bu kez de arkasına tarağı atmış. Atmasıyla da
arkalarında çok büyük bir orman oluşmuş. Cinler ormanı geçene kadar yine bir hayli yol almışlar
ama, cinler vazgeçmiyorlarmış. Onların çok yaklaştıklarını gören kız, aynayı arkasına
atınca her yan sırça olmuş. Cinler kayıp kayıp düşüyorlar ve ilerleyemiyorlarmış. Derken
bu arada oğlan da sınıra gelip bir çizgi çekmiş ve kıza, "Artık sırtımdan in. Sınıra geldik, onlar
bu çizgiden öteye geçemezler" demiş.
Kızla oğlan padişahın sarayına gelmişler. Tellallar "Padişahın kızıyla damadı geldi" diye
herkese duyurmuşlar. Gelip oğlanın güzelliğini görenler, "Kız onun peşine düşmekte haklıymış"
demiş.
Kırk gün kırk gece düğün ettiler. Geçen gün ben de uğradım. Bana da üç elma verdiler. Birini
bana, birini Bölükbaşı'nın Yılmaz'a, birini masalı söyleyene...
Verilen İletiler (Mesajlar)
1. Her şeyin, her işin hayırlısı dilenmelidir.
"Çobanın karısı, 'Ey Allah'ım bari bize de şu eşek sıpası gibi bir evlat ver' der
ve duası kabul olup bir eşşek sıpası doğurur."
2. Dış görünüşe aldanmamalıdır.
"Eşmanip, aslında eşek şeklinde dünyaya gelmiş, bir cin padişahıdır."
3. İnsanları zorla değiştirmeye kalkmak ve bir sırrı açıklamak felakete neden
olabilir.
"Eşmanip'in sırrını, karısı annesine anlatıp onun eşek derisini de ateşte yakınca,
Eşmanip ortadan kaybolur."
4. Paranın açamayacağı kapı yoktur.
"Eşmanip'in annesi, saray kapıcılarının eline birer altın sıkıştırınca, bütün kapılar
önünde açılır."
5. Sabırlı ve kararlı insanlar amaçlarına ulaşırlar.
"Eşmanip, karşısına çıkan tüm engelleri aşıp sorunları çözerek padişahın kızıyla
evlenir."
6. Mutluluğa giden yol uzun ve çetindir.
"Elindeki mutluluğu kaçıran padişahın kızı, çok büyük bir uğraş verdikten
sonra, kocasına kavuşur."
NOT: Masallarda "Mesaj-Index" (İleti-Dizini) konusunda geniş bilgi için bakınız:
Muhsine Helimoğlu Yavuz, "Masallar ve Eğitimsel İşlevleri", Ürün Yayınevi,
Ankara 1996.
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I 133
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
Örnek 2: Hayvan Masalları
ÇOBANIN FENDİ TİLKİYİ YENDİ
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler berber iken, bir kaplumbağa,
bir kene ve bir kurnaz tilki arkadaş olmaya ve bir ortaklık kurmaya karar vermişler. İlk iş
olarak da ortak bir tarla alarak buğday ekmişler. Hasat zamanı gelince de buğdayları biçip kümeler
halinde yığmışlar. Akşam olup hava kararınca, işlerine ertesi sabah devam etmek üzere
evlerine gitmişler. Yatınca her üçü de sabah erkenden kalkarak buğdayları yükleyip diğer ikisinden
habersiz kaçmayı düşünmüş. Sabah herkesten önce uyanan kurnaz tilki, kaplumbağa
ve kenenin yataklarında mışıl mışıl uyuduğunu görünce, "Bu iş tamamdır" diye sevinçle
kuyruğunu sallaya sallaya dışarı çıkmış. Tam o sırada uyanan kene de koşup tilkinin kuyruğuna
saklanarak onunla birlikte harman yerine varmış. Tilki buğdayların büyük bir kısmını
kendisine ayırarak gitmeye hazırlanırken, harman yerine gelen kaplumbağa bu durumu görüp
itiraz etmiş ve tartışmaya başlamışlar. Sonunda her ikisi de keneden gizli olarak buğdayları
eşit şekilde aralarında paylaşmaya karar vermişler. Bunu duyan kene tilkinin kuyruğunu
ısırıp "Bunu bana nasıl yaparsınız?" diye bağırarak ortaya fırlamış, suçüstü yakalanan
kaplumbağa ile tilki çok güç durumda kalarak ne yapacaklarını bilememişler.
Sonunda bir avuç buğday alarak oradan uzaklaşan tilki, hem gidiyor hem de aklından kurnaz
kurnaz planlar hazırlıyormuş. Yolda rastladığı bir çobana yalvararak ondan bir tulum almış.
Bu tulumu iyice şişirip içine de bir avuç buğday koyduktan sonra, değirmene götürerek değirmenciye,
"Ben kasaba gidiyorum, sen benim şu bir tulum buğdayımı öğütüver, dönüşte
alırım" demiş ve gitmiş. Tilki gittikten sonra, değirmenci tulumun ağzındaki ipi açınca, içindeki
havayla birlikte birden dışarı fırlayan buğdaylar, değirmencinin yüzüne gözüne çarparak
canını yakmış. Bu olanlara bir anlam veremeyen değirmenci, tilkinin dönmesini beklemeye
başlamış. Akşama doğru dönen tilki ununun hazır olup olmadığını sorunca, değirmenci,
"Sen hangi undan sözediyorsun, tulumdan bir avuç buğday çıktı o da sağa sola saçıldı, üstelik
benim de yüzümü gözümü yaraladı" demiş. Demiş ama, tilki hiç oralı olmayarak ben sana
bir tulum buğday bıraktım, şimdi de bir tulum unumu isterim diye tutturunca, çaresiz kalan
değirmenci tilkiye bir tulum un vermek zorunda kalmış.
Değirmenciden aldığı bir tulum unla, keyif içinde yola çıkan tilki, akşama doğru bir köye varmış.
Önüne çıkan ilk evin kapısını çalarak geceyi orada geçirip geçiremeyeceğini sormuş. Evsahibi
de ahırda yatabileceğini söyleyince, tilki, "Sakın öküzünüz unumu yemesin" demiş.
Adam da "Olacak iş mi, hiç öküz un yer mi hadi var git de uyu" diyerek tilkiye güvence vermiş.
Ahıra giden kurnaz tilki biraz uyuduktan sonra, gecenin bir vaktinde kalkıp tulumdaki
ununu öküzün üzerine serperek yine yatıp uyumuş. Sabah da feryat figan ederek öküzün
ununu yediğini söylemiş. Onun sesine koşan ev sahibi her ne kadar bunun mümkün olamayacağını
söylemiş se de, öküzün üstündeki unları gösteren tilki, söylediklerinde ısrar ederek
ununa karşılık öküzün kendisine verilmesi gerektiğini öne sürmüş. Ev sahibi önceleri her
134 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I
Diyarbakır-Dicle-Altay Köyü
Abdülvahap Tetik
22
Öğrenci
Ninesinden
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
ne kadar buna yanaşmamışsa da sonunda, tilkinin zorlamalarına dayanamayarak "lanet olsun"
deyip öküzünü vermek zorunda kalmış.
Öküzü önüne katan tilki büyük bir keyifle yoluna devam ederek bir başka köye varmış. Köyde
davul zurna sesleri insan seslerine karışıyormuş. Bunun bir düğün olduğunu anlayan ve çok
aç olan tilki, hemen gidip düğün evine konuk olmuş. Gece yatarken düğün sahibine, gelinin
öküzü yemesinden korktuğunu söylemiş. Düğün sahibi de ona bunun mümkün olmayacağını,
rahatlıkla yatıp uyumasını öğütleyince gidip yatan tilki, gecenin bir vaktinde kalkıp ahırdaki
öküzü keserek kanını bir tasa koymuş ve odasında uyumakta olan gelinin üstüne ve yatağına
dökmüş. Sonra geri dönüp yatmış. Sabah erkenden de ahıra gidip feryat figan ederek düğün
sahibine, gelinlerinin öküzü kesip yediğini söylemiş ve orada bulunanları gelinin odasına
götürerek onun üstündeki kan lekelerini göstermiş. Herkesin şaşkın bakışları altında, öküzünün
yerine gelini alacağını belirtmiş. Düğün sahibi her ne kadar yalvarıp yakardıysa da
para etmemiş ve sonunda gelini tilkiye vermek zorunda kalmış. Gelini alan tilki onu bir torbaya
koyarak ağzını sıkıca bağlamış ve sırtına vurup oradan uzaklaşmış.
Az gidip uz giden, dere tepe düz giden tilki, yolda sürüsünü otlatan bir çobana rastlamış ve
çok susadığı için ondan bir tas süt istemiş. Onun haline acıyan çoban da uzaktaki sürüsünü
göstererek gidip istediği koyunu sağıp sütünü içebileceğini söylemiş. Tilki torbasını çobana
bırakarak koyunlara doğru koşmaya başlamış. Yanındaki torbanın kımıldadığını gören çoban
önce biraz korkmuş, sonra da merak edip torbayı açmış. Torbada dünyalar güzeli bir kızın
olduğunu gören çoban, şaşkınlıktan küçük dilini yutayazmış. Şaşkınlığı geçtikten sonra hemen
kızı çıkarıp saklamış ve onun yerine de torbaya bir koyun koyarak ağzını yine sıkıca bağlamış.
Bir zaman sonra geri dönen tilki, torbasını omuzlayarak oradan uzaklaşmış.
Bir mağaraya varıp torbasını açınca, gelinin yerine koyunu görmüş. Çobanın kendisine ettiği
oyunu anlayıp öfkesinden koyunu parçalamış. O sırada uzaktan gelen davul zurna seslerinin,
kendisinin onca kurnazlık ve çabasıyla elde ettiği, gelinle çobanın düğününden geldiğini
anlamış ve acı acı gülerek "Çobanın fendi tilkiyi yendi" demiş...
Verilen İletiler (Mesajlar)
1. İş ortaklıklarında, taraflar birbirlerini aldatabilirler, dikkatli olmalıdır.
"Üç ortaktan her biri, diğerlerinden habersiz buğdayı alıp kaçmayı düşünür.
2. Yalanın ve kurnazlığın getireceği mutluluk çok kısa sürer.
"Yalancının mumu yatsıya kadar yanar".
"Biribirini aldatmak isteyen üç ortak da suç üstü yakalanırlar"
3. Kurnaz, kötü insanlar, yaygara yaparak üste çıkmayı başarabilirler.
"Kurnaz tilki hile ile bir tulum un, bir öküz ve bir gelin sahibi olur".
4. Herkes kendi silahıyla vurulur, kazdığı kuyuya düşer.
"Çoban tilkinin elinden gelini alır".
5. Yalanın ve kurnazlığın getireceği mutluluk çok kısa sürer.
"Yalancının mumu yatsıya kadar yanar".
"Tilki kendisinden daha kurnaz birisiyle karşılaşınca, elindeki her şeyi yitirir".
135 T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I
A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ
Özet
Uluslararası ortak (anonim) halk edebiyatının ve Türk halk edebiyatının en önemli ürünlerinden
olan "masallar", dünya halk kültürlerindeki ortak motifler üstüne kurulmuşlardır ve
insanlığa ortak iletiler içerirler. Bu nedenle de evrensel bir "halk kültürü" oluştururlar. Bu
temel evrensel motifleri, her ulus kendi ulusal motifleriyle ve özellikleriyle farklı kılar ve zenginleştirir.
Masallar temelde zamanda bilinmezlik, mekanda (yer) bilinmezlik ve kahramanda bilinmezlik
olmak üzere "üç bilinmezlik" üstüne kurulmuşlardır. Masalların olay örgüsü, olağanüstülüklerle
örülür. Bu nedenlerle de inandırıcılık özelliği taşımak gibi bir amaçları yoktur.
Fakat, incelendiği zaman her masalın bir gerçekten hareket ettiği ve pek çok gerçeğe daha doğrusu,
insanın ve yaşamın gerçeğine ışık tutuğu görülür.
Masallar yalnızca çocuklara yönelik ve onları "uyutmak" için yaratılmış halk edebiyatı
ürünleri değildir. Tam tersine, insanları uyandırmayı ve bilinçlendirmeyi amaçlayan ürünlerdir.
Bunları da içerdikleri iletilerle (mesajlarla) yaparlar. Efsane ve masal derleme çalışmaları
bizde Cumhuriyet'le birlikte başlamış ve giderek hız kazanmıştır. Bu ürünleri yalnızca
derlemek yetmez. Onları uluslararası bilimsel ölçülere göre sınıflamak, incelemek, yorumlamak
ve sonuçlara varmak, bu sonuçlardan başka alanlarda da yararlanmak gerekir.
Masalların verdiği iletiler incelendiğinde; bu iletilerin insanlara, her şeyden önce kötülüğün
cezasız kalmayacağını, iyilerin ve haklıların bir gün mutlaka kazanacağını söyledikleri görülür.
Ayrıca çocuklara dinleme, okuma, konuşma, yazma edinimleri kazandırmakda masalların
motivasyonu yadsınamaz.
Değerlendirme Soruları
1. Aşağıdaki şıklardan hangisi doğrudur?
A. Masallar yalnızca ulusal motifler üstüne kurulur.
B. Masallar önemli bir "örtük transaksiyon" aracıdır.
C. Masallar yalnızca çocuklar içindir.
D. Masalları yalnızca derlemek yeterlidir.
2. Aşağıdaki şıklardan hangisi doğrudur?
Bizim masallarımızı derleyip yayınlayan ilk tanınmış Batılı araştırmacı aşağıdaki
şıklardan hangisinde belirtilmiştir?
A. Eberhard
B. Kunos
C. Grimm Kardeşler
D. Thompson
T Ü R K H A L K D Ü Z Y A Z I S I - I I I 136
A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ
3. Masallar, dil öğreniminin temel edinimlerinden hangi aşamaya yardımcı
olur?
A. Dinleme-anlama
B. Konuşma-anlatma
C. Okuma-yazma
D. Hepsine
4. Aşağıdaki şıklardan hangisi yanlıştır?
A. Masallar "üç bilinmezlik" üstüne kurulur.
B. Bizde masal araştırmaları 16.yüzyılda başlamıştır.
C. Masallar evrensel motifler ve iletiler taşırla.r
D. Masal alanında en tanınmış halkbilimcimiz Pertev Naili Boratav'dır.
5. Aşağıdaki şıklardan hangisi doğrudur?
A. Masal Farsça bir sözcüktür.
B. Türkçe bir sözcüktür.
C. Arapça bir sözcüktür.
D. Latince bir sözcüktür.
Yararlanılan